7 Ekim 2010 Perşembe

Anayasa Sohbetleri 2 - Din

Ne anlam ifade ettiği artık belli olmayan “laiklik” kelimesine bence Anayasada yer verilmemelidir. “Ay şekerim bu Müslümanlar da çok oluyor artık” dışında bir anlamı kalmış mıdır bu terimin? Sanmıyorum. Öyleyse at. Taze bir şey söyle. Mesela:

MADDE: Kamu hizmetinde herhangi bir din veya mezhebe ayrıcalık tanınamaz. Toplumca tanınan din ve mezheplerden herhangi birinin ifade ve ibadeti kısıtlanamaz. Bu din ve mezheplerin mensupları, inanç ve geleneklerine aykırı davranmaya zorlanamaz.

İşin özü birinci cümlededir. Devlet, bir din veya mezhebe ayrıcalık tanıyamaz, o kadar. Müslümanlığa da tanıyamaz. Devlet görevlisi kalkıp “elhamdülillah hepimiz Müslümanız” diyemez; diyememesi gerekir. Çünkü “hepimiz” Müslüman değiliz. Ben değilim mesela. Benim bu memleketteki hakkım Müslümanınkinden az veya fazla değildir.

Devlet ceketini üstünde taşımadıktan sonra git istediğin dini savun, istediğini tebliğ istediğini irşad et, kendi bileceğin iş. Bana söz düşmez. Devlete de düşmez.

Din ve mezheplerin yalnız ibadetini değil, ifadesini de kısıtlayamazsın. “İbadetini serbestçe yapmana izin veriyoruz daha ne, sus otur,” ikiyüzlülüğünü aşmanın zamanı gelmiştir. Dinine inanıyorsan bunu – edep dairesinde – anlatıp savunma hakkın olması gerekir. Protestan da olsan. Hatta Müslüman bile olsan.

İnsanları dinî inanç ve geleneklerine aykırı davranmaya zorlayamazsın. Misal, papazın sakalını kestiremezsin. Müslümanların geleneği eğer başını örtmeyi gerektiriyorsa yasak edemezsin. Yahudi de isterse şabat günü bölük eğitimine çıkmasın, kime ne zararı var?

“İnanç ve geleneğin” ne olduğuna zor durumlarda mahkeme karar verir, mesele biter. Bunda da içtihadı mümkün olduğunca geniş tutmak gerekir. Vatandaş muska taşımayı veya kadın eli sıkmamayı dinin gereği sayıyor olabilir. Aynı görüşü paylaşan yeterli sayıda insan varsa veya muteber birkaç hoca bunu savunmuşsa “Peki” deyip geçeceksin. Onların inanıyor olması başkalarını bağlamaz. “Aykırı davranmaya zorlanamaz” demek “herkes buna uymak zorundadır” demek değildir. Alakası yok.

Dinsizlik hakkından da burada söz etmeli mi? Sanmıyorum, hayır. Gereksiz yere ortamı kaşır, başka şeye yaramaz. Zaten yazıldığı haliyle madde yeterli özgürlük alanı bırakıyor.
*
İkinci cümlede ince bir ayrım var, dikkat edin. “Toplumca tanınan din veya mezhepler” demiş. Osmanlı hukukunda “maruf edyan ve mezahib” diye geçer, Cumhuriyet döneminde terkedilen bir kavramdır. Alman hukukunda da öffentlich-rechtlich anerkannten Religionen var, “kamu hukukunca tanınan dinler” anlamında, o da bunun gibi, tam olmasa da.

Bu ayrımı yapmak lazım, yoksa iş çığrından çıkar. Satanizm de sonuçta dindir. Kaliforniya’da The Church of Monday Night Football diye bir din var, gayet ciddi. Ayrıca peygamberlik ve tanrılık ilan etmek ruhsata tabi değil; Kuran’ın “son peygamber” iddiası da sadece Müslümanları bağlar.

Bence yeni dinler olsun; sakıncası yok. Ama toplumda derin tarihi kökleri olan dinlerle aynı statüde değerlendirilmeleri uygun olmaz. “Maruf” dinlerin inanç ve geleneklerinin, binlerce senelik süreçte toplum tarafından iyi kötü test edilip onaylanmış olduğunu kabul etmek ve dolayısıyla hürmet göstermek gerekir. Yeni çıkanlar hele genel hukuk çerçevesinde meramlarını anlatmayı denesinler, yeter.

MADDE: Dini kuruluşlara kamu bütçesinden ayrılan pay, o din veya mezhep mensuplarının genel nüfusa oranından daha düşük veya daha yüksek olamaz.

Hayır, devlet, dinî kurum ve hizmetlerden elini büsbütün çekemez, unutun onu. Burası Fransa değil, devletin karşısında devlet kadar örgütlü ve güçlü bir Katolik Kilisesi yok ki işi ona devredip piyasadan çekilesin. Fransız laiklerini Türkçeye tercüme etmekle iş bitmiyor.

Dini toplum hayatından silme işini koca Stalin becerememiş, bırak senin yarım gönüllü Tek Partini. O maceraya bir daha girmeyeceksen eğer, özellikle İslam dinine ait hizmetleri kim nasıl örgütleyecek, bir çare bulmak zorundasın.

Bugünkü yapısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı “Devlet bir din veya mezhebe ayrıcalık tanıyamaz” ilkesine aykırıdır, nokta. Ama lağv da edemezsin, onca cami var, imam var, onlar ne olacak? İster istemez devletin BİRAZ dışına itip, devletin değil “Müslümanların” diyanet işleri kurumudur demek zorundasın. Vurgu değişsin, şimdilik yeter. Yok biz bunu istemeyiz, tanımayız diyen Aleviler varsa, ister istemez onların da eşdeğer bir kurum oluşturmasına izin verip onu da tanımak zorundasın.

Nazar boncuğu niyetine Ermenilere, Süryanilere, Yahudilere nüfuslarıyla orantılı birer bahşiş dağıtsan o garipler de sevinir. Devletin kendi devletleri DE olduğuna inanırlar. Doksan senelik sahte laikliğin gerçek laikliğe doğru bir ufak adım atar.

MADDE: Kamu okullarında yeter sayıda öğrencinin talebi üzerine seçmeli din dersi verilir. Din dersi öğretmenleri, mensup oldukları din veya mezhebin kurum veya cemaatlerinin onayıyla seçilir.

Gerçek anlamda dinlerüstü bir “din kültürü” dersi verebilecek hoca sayısı bu memlekette bir elin parmaklarını geçmez, onun için hayal kurmaya gerek yok. Din dersi deyince ibadet ve itikat anlatılacak.

Bana sorarsanız din dersi hepten ilga edilmeli derim. Ama toplumun büyük kesimi için bu eğitimin en az öbür eğitim kadar önemli olduğunu kabul etmek lazım. Öyle olunca da devlet illa bu işe sırtını dönmeli, yokmuş gibi davranmalı demenin mantığını göremiyorum. Bırakın öğrensinler, bırakın öğretsinler.

Dinî öğretinin içeriğini devletin belirlemesi uygun olmaz, o yüzden bırakın her din ve mezhep kendi hocalarını seçsin veya en azından onaylasın, kendi dininin nasıl öğretileceğine karar versin. Dersi evde yahut dergâhta değil okul binasında verirsen en azından ne olup bittiğini izleme şansın olur, bir denetim payın kalır.

Din dersi istemeyen çocuklar o saatte top oynar, mutlu olur. Cemaatler de büsbütün akılsız değillerse müşteri çekmek için hoca kalitesini artırmak zorunda kalırlar.

*
“Kurum veya cemaat onaylar” demiş. Bakın bunun sonucu ne olur.

Müslümanlarda böyle bir kurum yok. İster istemez hocaları seçmek için cemaat bir şekilde istişare etmek, kendi içinde pazarlığa girmek zorunda kalacaktır. Bundan kurumlaşma doğar, iyi bir şeydir.

Bizde kilise var. Çocukların eğitimi gibi yakıcı bir konuda ister istemez kilise, cemaatle daha yakın diyaloğa girmek, toplumsal taleplere duyarlı olmak zorunda kalacaktır. Bundan demokratikleşme doğar, iyi bir şeydir.

Diyelim ki cemaat içindeki Falancılarla Filancılar hoca meselesinde anlaşamadı, inatlaştı, o zaman ne olacak? Mevzii bir anlaşmazlıksa bir şey olmaz, bir türlü çözülür. Ama sistematik bir anlaşmazlıksa ne olacağı bellidir. Bir süre sonra taraflar ayrı birer cemaat olarak resmen tanınıp ayrı hoca seçmek isteyeceklerdir. Bundan çoğulculuk doğar, ÇOK iyi bir şeydir.

Amerikan Yahudilerinde öyle oldu, 20. yüzyıl başında Reform, Konservatif ve Ortodoks diye üçe bölündüler. Hiç fena olmadı bana sorarsanız. Yahudilik fakirleşmedi, zenginleşti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder