24 Ekim 2010 Pazar

Anayasa Sohbetleri 3 - Din Konusuna Devam

(22 Ekim'de Agos'ta çıktı)


Geçen haftaki din işleri yazım üzerine gelen itirazlar tahmin edebileceğiniz gibi.

Bir, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi laikliğe aykırı bir kuruluşu neden lağvetmiyoruz? Lağvetmiyorsak neden diğer din ve mezhepleri de içerecek demokratik bir şekle sokmuyoruz?

İki, farklı din ve mezheplere nüfuslarıyla orantılı kamu bütçesi ayrılacaksa o nüfusu kim neye göre sayacak? İnsanların kafa kâğıdına gene din ve mezhep mi yazdıracağız?

Üç, mesela Aleviler ayrı din veya mezhep olarak tanınacaksa bunu kimin temsil ettiğine nasıl karar vereceğiz? Üçe beşe bölünseler ne yapacağız?

Endişe etmeyiniz, hepsinin cevabı var. Sıradan gidelim.

Mantıksız ama gerçek

Diyanetin akla, mantığa aykırı bir kurum olduğunu biliyorum. Herkes biliyor. Hem dinle devlet ayrıdır, resmi din yoktur de. Hem de BİR dinin BİR altkolunun BİR mezhebine ait hizmetleri, genel bütçeden finanse edilen, 100.000 kişi istihdam eden bir devlet dairesine gördür – üstelik diğer herkesi dışlayarak. Mantıken böyle şey olmaz, olmaması gerekir.

Ama heyhat, hayat her zaman mantığa göre işlemiyor. Devletlerin tarihi, geleneği, yerleşik düzeni, alışkanlıkları var. Hoşumuza gitsin gitmesin, bu devlet 900 yıldan beri Türk ve Sünni-Müslüman unsurun egemen olduğu bir devlet olmuş. Laikim, demokratım falan filan diye cilve yapsa da işin gerçeği bu.

İmkân mertebesinde bu gerçeği kurala düzene bağlayabiliriz, ikna edebiliriz, dengeleyebiliriz, yumuşatabiliriz. Ama temel olguyu değiştiremeyiz. Değiştirmeye kalksak maraz çıkar. Bunu bilmeden anayasacılığa soyunmayacağız.

Diyanet lağvedilebilir mi? Hayır edilemez.

Sebep 1: Halen Diyanet bünyesinde olan 80 bin camiyi, 100 bin imam ve hizmetliyi ne yapacağız? “Bana ne Müslümanlar düşünsün” desek hangi Müslümanlar? Hangi kurum, hangi örgüt? Yılda 2,5 milyar yeni liralık bütçeyi bu vatandaşlar nereden karşılayacaklar? O para uğruna insanların cadde ortasında birbirini vurmasını nasıl önleyeceğiz?

Sebep 2: Memleketin aşağı yukarı %70’lik kısmının kendini öksüz ve satılmış hissetmesine yol açacak bir uygulamayı neye dayanarak savunacağız?

Öteki din ve mezhepleri Diyanet’te temsil etme fikri de bana saçma geliyor. Kurumsal kültür diye bir şey var. Sünni-Hanefi mezhebinin ezici bir şekilde egemen olduğu bir yapıda gariban papaz ne yapacak? Beş on tane Alevi ne yapacak? Çayocağının yerini bile bulmakta zorlanırlar kanımca.

Ayrıca maksat dinleri mezhepleri harman edip bulamaç bir “Cumhuriyet dini” oluşturmak değil ki? Çeşitli dinlerin özgürce, birbirini ezmeden yaşamalarına imkân vermek.

Sembolik bir adım

Bu aşamada atılabilecek ilk adım belki çok basit, çok ucuz bir adımdır: Kurumun adını değiştirirsin. Mesela İslamî Din Hizmetleri Başkanlığı, yahut İslamî Diyanet Kurumu gibi bir isim bulursun. Sembolik bir adımdır. Tüm toplumu değil, sadece BİR zümreyi ilgilendiren bir yapı olduğunu böylece tescil etmiş olursun. Devletle arasına BİRAZ mesafe girer. Problem kökten çözülmez, ama bir adım atılmış olur.

Kuruma kamu bütçesinden yaptığın katkıyı mümkün mertebe azaltırsın. Kendi kaynaklarını yaratmasına imkân tanırsın. Artık hac mı organize eder, camilerde bağış mı toplar, kurban derisi mi alır, bilemem. Bizim kiliselerin bildiğim kadarıyla en önemli kaynağı vasiyetlerdir. Belki danışmanlık filan verirler, know-how aktarırlar, faydalı olur.

Bunun tamamlayıcısı geçen hafta gördüğümüz Anayasa maddesidir:

MADDE: Dini kuruluşlara kamu bütçesinden ayrılan pay, o din veya mezhep mensuplarının genel nüfusa oranından daha düşük veya daha yüksek olamaz.
Bu demektir ki mesela Aleviler için ayrı bir (veya birkaç) kurum olacak ve devletin din bütçesinin yüzde 13 yahut 18, her neyse, bir kısmı onlara tahsis edilecek.

Oldu diyelim. Tam rakamı kim belirleyecek? Sonra o parayı KİME verecekler? Alevilerin papası, halifesi, başdedesi gibi biri yok ki al bu senin hakkın deyip işi bitirsinler. Sonra Caferi Şiiler için ayrı bütçe mi olacak yoksa onlar da Alevi mi sayılacak? Biri kalkıp Şafiiler veya Nakşibendiler için ayrı bütçe isteriz dese ona ne cevap verilecek?

Bunlar ister istemez politik kararlardır ve nihai yetkiyi bakanlar kuruluna bırakmak en doğrusudur sanırım.

Uzmanlık ve ustalık gerektiren bir konu olduğu için belki ara kademede bir Din İşleri Yüksek Kurulu oluşturmak faydalı olur. Diyelim ki 15-20 veya 30 kişilik bir heyet olur. Bellibaşlı dini akımlardan birer temsilci, birkaç kuvvetli fikir adamı, mutlaka bir tane gayrımüslim, birkaç dindışı hatta din-karşıtı isim atanır. Dinî kurum ve örgütlenmelerin devlet katındaki muhatabı olurlar.

Alevilerin nüfus payı mı hesaplanacak? Plebisite gerek yok, Yüksek Kurul ortalığı fazla kızıştırmadan, gerekirse sosyologlara, kamuoyu araştırma kuruluşlarına vesaireye de danışıp rakama karar verir, biter. Alevilere kurum mu lazım? Çeşitli Alevi fikir önderleriyle görüşüp devletin nasıl bir yapıyı muhatap kabul edeceğini belirler, konu çözülür.

Şu an gündemde yok belki, ama yarın Sünni İslam toplumu içinde de birtakım çoğulculuk talepleri ortaya çıkarsa, çözümü Diyanet İşlerinden beklemek manasız olur. Hakem rolü oynayabilecek, yetkili, az çok tarafsız bir kurumun varolması daha iyi değil mi?

*
Bu konular senin üstüne vazife mi diye sorarsanız, değildir belki. Ama Anayasa nasıl yapılır diye insan düşünmeye bir kez başlayınca bulaşılmadık konu kalmıyor geriye.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder