31 Temmuz 2011 Pazar

HOMUR Hopa'da


12-13-14 Ağustos 2011 tarihleri arasında 8 . yapılacak Hopa festivali bu yıl öldürülen Metin Lokumcu Anısına düzenleniyor .
HOMUR MİZAH GRUBU da Karadeniz'de direnen
DERELERİN KARDEŞLİĞİ PLATFORMU ve SUYUN TCARİLEŞTİRİLMESİ NE HAYIR PLATFORMU üyesi Metin LOKUMCU anısına festivale STHP için Hazırladığımız
"Kapitalizmin KOMPLO-SU
Suyun Ticarileşmesi " sergisi ile katılıyor...

DETAYLI BİLGİ

HOPA-KEMALPAŞA FESTİVAL PROGRAMI

FESTİVAL SANATÇILARI

LEMAN SAM

İLKAY

MARSİS

BAJAR

BAYAR ŞAHİN

UMUT HAMZAOĞLU

YUSUF AYDIN

KAZIM KOYUNCU KÜLTÜR MERKEZİ GÖNÜLLÜLERİ

YEREL SANATÇILAR

HALKEVLERİ KORO ÇALIŞMALARI-MÜZİK GRUPLARI-TİYATRO EKİPLERİ

1. Gün 12 Ağustos Cuma

YAŞAMI SAVUNAN SANAT

- LEMAN SAM, VEDAT YILDIRIM, ÖZCAN YURDALAN

Konser: Bayar Şahin, Bajar

2. Gün 13 Ağustos Cumartesi

YAŞAMI VE DOĞAYI SAVUNANLAR METİN LOKUMCU ANISINA BULUŞUYOR

- PROF. DR. ONUR HAMZAOĞLU (Doğanın talanı ve halk sağlığı)

- FORUM: ÇEVRE VE SU HAKKI DİRENİŞÇİLERİ BULUŞUYOR

Sinop Gerze – Yeşil Gerze Çevre Platformu; Çanakkale Çevre Meclisi; Samsun Sivaslılar Köyü; Kütahya Siyanürlü Madencilik Karşıtı Girişim– 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu- Bursa Su Platformu- Hopa Derelerini Koruma Platformu/ Derelerin Kardeşliği Platformu, Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu

Konser: Kazım Koyuncu Kültür Merkezi gönüllüleri, Umut Hamzaoğlu, Marsis

3.Gün 14 Ağustos pazar

AKP VE REJİMİN DÖNÜŞÜMÜ: BİZİ NELER BEKLİYOR

PROF.DR İBRAHİM KABOĞLU

MUSTAFA SÖNMEZ

SAMUT KARABULUT

Konser: Kazım Koyuncu Kültür Merkezi gönüllüleri, Yusuf Aydın, İlkay

ATÖLYE ÇALIŞMALARI

“FOTOĞRAFÇI ÇOCUKLAR ATÖLYESİ” - FOTOĞRAF VAKFI – GALATA FOTOĞRAFHANESİ

BASIN FOTOĞRAFÇILIĞI – BELGESEL FOTOĞRAF ATÖLYESİ – ÖZCAN YURDALAN

SERGİLER:

BEN TANIĞIM – AHMET ŞIK FOTOĞRAFLARINDAN OLUŞAN SERGİ

SULARIN KARDEŞLİĞİ – MEHMET ÖZER

1 MAYIS – RED FOTOĞRAF

KAPİTALİZMİN KOPLOSU -HOMUR

BUNLARLA BİRLİKTE…

- Aydın ve sanatçıların ziyaretleri, sokak tiyatroları, halkoyunları ekipleri, belgeseller, Halkevleri çocuk grupları, yerel sanatçılar…

HORON DİRENİŞTİR ETKİNLİĞİ

-14 Ağustos - Horon direniştir: Metin Lokumcu anısına horona duruyoruz (31 Mayıs günü Metin Lokumcu’nun yaşamını kaybettiği meydanda onlarca tulumcu ile birlikte Hopa-Kemalpaşa halkı ve ülkenin dört bir yanından Festival’e katılmaya gelenler birlikte horona duracaklar. )

Festival’e katılmak için Halkevleri Şubeleri’yle iletişime geçebilirsiniz.

Festival'e katılanlar çadırlarıyla ya da evlerde misafir edilerek konaklayabilecektir

Nasrettin Hoca'lı çizgiler

70’li yılların “Doğan Kardeş” dergisi, Necdet Rüştü Efe keyfili üslubuyla yazmış, Sedat Alkan çizmiş…

Nasrettin Hoca yorumlarından bir örnek…

Büyük resim için tıklayın

MISTIK VE NASRETTİN HOCA

Sevgili Mıstık Abi (Mustafa Eremektar) 2000 yılında aramızdan ayrılmıştı. Özellikle çocuklar için çok güzel işler yapmıştı.
İşte 60'lı yıllarda Miki dergisine (Pulhan yayınları) çizdiği Nasrettin Hoca serisinden bir örnek...


Büyük resim için tıklayın

26 Temmuz 2011 Salı

Yürümeye dair..

Leo ilk adımlarını attı, temknli bir bebek olduğundan çok yürüdüğünü söyleyemeyeceğim. Ama hergün bir yerden bir yere yürüyor yine de.Bu yürüme günlerinde en çok sevdiği oyuncakları:*Doğumgününde gelen Imaginarium'dan Kijotların aldığı kanguru, bizlerim eskilden telli arabaları vardı, o ayar birşey, ama bayılıyor, onu yürütecek diye takla oluyor.**Toplar; her renk ve çeşit toplar, futbol oynamayı

Klimaya hayır.

Havalar o kadar sıcak ki..Geceleri uyuyamıyoruz..Klima karşıtı şu doğa dostu bünye doğadan bir sinyal bekliyor, bir esinti olabilir bu, bir çiselti, bardaktan boşanan yağmursa en kralı olur.Direniyorum, ofisime söktürdüğüm klimanın yerine klima taktırmamaya, ne ada evinde ne de Istanbul evinde klima zaten yok. Direncimi şu anki sıcaklar kıramaz zaten hehehe.Sahi klimanın evrenimize verdiği

22 Temmuz 2011 Cuma

Necati Abacı'yı Anıyoruz

MUSTAFA BİLGİN (Cumhuriyet 22 Temmuz 2011)

Sevgili dostumuzu yitireli 7 yıl olmuş. 22 Temmuz 2004'de 46 yaşındayken aramızdan ayrılmıştı. Necati'yi özlemle anıyoruz...

(Necati Abacı'yla ilgili diğer yazılara sağ üst köşede bulunan arama motorundan ulaşabilirsiniz)

21 Temmuz 2011 Perşembe

BAŞBAKANA DOKUNMAK

Atay SÖZER

HOMUR AKKUYU'DA


AKKUYU da Aysen EREN önderliğinde kurulan Çocuk Yaz Kampı...
HOMUR genç okuyucularının elinde
Hep birlikte NÜKLEER SANTRALLERE karşı...

18 Temmuz 2011 Pazartesi

İlk Adımlar

Haftasonu insanlik için küçük bizler ve özellikle Leo Ali için çok büyük adımlar atıldı bizim evde.Kendi kendine geliştirdiği yerde popo üstü hoplayarak yürüme şeklini gören doktoru erken yürümesini beklemeyin demişti, bizde beklemedik, hiç zorlamadık, ne zaman ki kendini güvende hisseder o zaman yürür dedik.Ve ansızı cumartesi ayağa kalktı ve bir daha hiç oturmadı, evde bir bayram havası,

15 Temmuz 2011 Cuma

Deniz ve Güneş!

Deniz ve güneş mevsimi açıldı ya artık, oğlanı havuza sokuyorum, denize sokuyorum. Bana gelen bir uyarıyı da paylaşayım istedim.Güneş kremi mevzu, iki türü varmış, kimyasal ve fiziksel koruyanlar. Piyasada bebekler için bildiğimiz tanıdığımız coğu marka kimyasalmış, paraben varmış içinde.Biraz araştırıp bakınca, hmm bebeğime sürülmezmiş dedirten açıklamalar okudum.Araştırdıkca bazı parapen free

Hüzün!

Hüzünlüyüm bugün.Üzüntülüyüm bugün.Hırslıyım içten içe.İsyan ediyorum, basiretsizliğimize.Seçimimizin bu olduğuna inanamıyorum.Beni temsil ettiklerine ise hiç mi hiç inanmıyorum.Yürekleri yanan 13 anneyi düşünüyorum sürekli.Düşündükçe yüreğim parçalanıyor, parçalandıkça umutlarım azalıyor. Yazıp çizme hakkımız henüz alınmamışken elimizden düşünmeye kara kara düşünmeye devam ediyorum.Ama UMUTSUZUM

10 Temmuz 2011 Pazar

Anadolu nasıl Türkleşti

Anadolu’nun Ermeni tarihine dair bir kitap yazmamı istediler. Beni çok heyecanlandıran bir konu değil ama, ne yapalım, peki bari dedim. Çalakalem başladım. Başsız sonsuz yazarken arada şöyle bir parça da çıkıverdi.

Mesela İspir’in hemen hemen bütün köy ve mezra adları (ayrıca dağ, dere ve yayla adları) Ermenicedir. Ama 19. yüzyıl sonunda İspir’de üç-beş köy dışında pek Ermeni nüfus yok. Demek ki İspir’deki değişim daha eski bir tarihte, belki 16. veya 17. yüzyılda olmuş. Ama nasıl ve neden olduğuna dair bilgimiz yok. Çünkü döneme dair – Türkçe veya Ermenice – yayımlanmış malzeme yok.

Teorik olarak akla gelen sadece üç ihtimal var.

Birinci olasılık: Ermeniler bilemediğimiz nedenlerle buradan gitmişti. Türkler boş bulup yerleştiler.
İkinci olasılık: Türkler başka yerden gelip İspir’in Ermeni ahalisini topyekün kovdu veya yoketti.
Üçüncü olasılık: İspir ahalisi din değiştirip Türk oldu.

Birincisinin Anadolu’da tek tük de olsa örnekleri var. Ama İspir’de bu olmuş olamaz, çünkü öyle olsa yer adlarında süreklilik olmaz, Türkler boş buldukları yerlere kendi adlarını verirler. Adlar kaldığına göre demek ki YA yerli halk Türkleştikten sonra eski adları kullanmaya devam etti, YA DA dışarıdan gelen Türkler bir müddet – hem de buraların Ermeni yeri olduğu fikrini benimseyip alışacak kadar uzun bir müddet – yerlilerle beraber yaşadılar.

Daha iyi bilinen yerlerin çoğunda hakikat, ikinci ihtimalle üçüncüsü arası bir yerlerdedir. Aşağı yukarı her yerde karşımıza çıkan senaryoyu size şöyle özetleyeyim.

Hacı Hüseyin Ağa bir tarihte bir miktar silahlı adamıyla birlikte bölgede zuhur eder. Terör estirir. Bölgenin ileri gelenlerinden birkaçını haraca bağlar. Direnmeye kalkan Agop Ağayı öldürtür. Kirkor Ağanın kızını kaçırıp nikâhına alır.

Ermeniler bu duruma boyun eğer. Çünkü A) Hüseyin Ağanın arkasında devlet otoritesi vardır, başa çıkamazsın. Veya B) devlet otoritesi Hüseyin Ağayla başa çıkmaktan acizdir, ya da aciz olmasa bile isteksizdir. Direnmeye kalksan başına bela alırsın, kimseye güvenemezsin. Veya C) devlet otoritesini temsil eden Ali Paşaya karşı Hüseyin Ağa ehveni şerdir, en azından koruma sağlar. Veya D) Hüseyin Ağanın Agop’u öldürtmesi aslında bazılarının işine gelmiştir, iç dengeler dönmüştür. Veya E) Kirkor Ağa dünürüyle iyi geçinmeye karar vermiştir. F) Zaten Hüseyin gelmese Hasan, o gelmese Mustafa gelecektir, birinden birine razı olmak gerekir.

Hüseyin Ağa otuz sene ortalığı haraca kestikten sonra ölür. Yerine oğlu Hasan Ağa geçer. Hasan Ağa ana tarafından Ermenidir, Ermenice bilir, ama asla belli etmez. Çünkü silah taşıma ayrıcalığı Müslümanlara aittir, kuşku doğarsa iktidarı sarsılır, devletin adamlarıyla ilişkisi bozulur. Zaten babasının eski adamı olan Veli Ağa komşu nahiyede egemenlik kurmuş, bu tarafa sarkmak için fırsat kollamaktadır. Ona koz vermeye gelmez.

Hasan Ağanın eli silah tutan adama ihtiyacı vardır. Sağlam eleman için yapmayacağı fedakârlık yoktur. Bir kısmını diyelim ki komşu vilayetin Kürt aşiretinden temin etti; ama Kürtleri memnun etmek zordur, astarı yüzünden pahalıya gelir. İşte tam bu sırada, tesadüfe bak ki Hasan’ın ana tarafından akrabası olan Kirkor Ağanın sülalesi topluca Müslüman olup Hasan’ın maiyetine katılmaya karar verirler. Onları seven, veya sevmese de çıkar ve gelenek bağlarıyla onlara tabi olan komşu köyün ahalisi de Müslüman olur. Hüseyin Ağa hanedanına sadakat ve akrabalık bağıyla bağlı olan bu zümreye halk arasında Hüseyinağazadeler lakabı takılır. Yörenin en güçlü ve saygın sülalesi olurlar; buralara yerleşen ilk Müslüman aile oldukları kuşaktan kuşağa anlatılır.

Hüseyinağazadelerin nereden geldiğini kimse hatırlamaz. Cumhuriyetten sonra Orta Asya masalı devlet mitolojisi olarak okullarda öğretilmeye başladığında birden birilerinde jeton düşer. Tabii ya! Hüseyinzadeler Horasan’dan gelmiştir, Alpaslan’la beraber Anadolu’nun fethine katılmışlardır. Bundan doğal ne olabilir? Alpaslan’ın sol kol kumandanının adı da Hüseyin değil miydi?

Hüseyingiller Müslüman olup ağa safına katıldıktan sonra ilk iş eskiden beri nefret ettikleri Margos’la Mateos’un arazilerine bir punduna getirip el koyarlar. Sonra gözlerini Ohannes’in arazisine dikerler. Sıranın kendisine geldiğini gören Ohannes, çevik davranıp Müslüman olur. Vilayet merkezindeki paşa ile kadıyı birkaç hediyeyle memnun edip onların desteğini alır. Kapısına üç tane Kürt sipahi koyar. Ne olur ne olmaz diyerek bir de hoca tedarik edip medrese kurdurur. Bu yüzden Ohanzadeler günümüzde bölgedeki ilk medresenin vakfedicileri olarak büyük saygı görür. Kanıt olmasa da Kürt kökenli oldukları rivayet edilir.

Ardı çorap söküğü gibi gelir. Müslüman nüfus artar, güçlenir, servet ve kudret sahibi olur. Bir süre sonra buraların kadim Müslüman ve Türk yurdu olduğunu iddia etmeye başlarlar. Gitgide fakirleşip marjinalleşen Ermenileri hor görürler. Kiliselerde çan çalınmasını yasaklarlar. Ermenilikte ısrar edenlerin bir kısmı “burada bize hayat kalmadı” diyerek Sivas’a göçer. Nüfus daha da azalır.

Sultan İkinci Mahmud hengâmında İstanbul’da Ermenilere fırsat kapıları açıldığı duyulur. Talihini denemek için payitahta göçen on Ermeniden beşi hedefi gözünden vurur. Biri sarayın peşkircibaşısı olarak servet ve ün kazanır; biri İngiliz konsoloshanesinde tercümanlık bulur; biri kuyumcular hanının idare heyetine seçilir. Elbirliğiyle memleketteki kiliseyi onarırlar; yanına da bir okul kurdururlar.

Derken o okuldan mezun olan çocuklardan ikisini, İstanbul’da kendi aralarında topladıkları parayla Avrupa’ya okumaya göndermeye karar verirler. Gençler Cenevre’de üniversiteye gider. Sürgündeki Rus devrimcileriyle tanışır.

Olaylar gelişir.

*
“Türkiye tarihini bir sayfada anlat” diye biri bana sınav yazdırsa böyle anlatırdım herhalde.

DOĞUM HİKAYEMİZ

2 Temmuz Cuma günü bile doğabilirdi İpek Kız...
Muayene bulgularımız normal doğum yapmam için uygundu.
Pasif sancıların olması gereken kısmı ben sancısız geçirmiş aktif sancıların gelmesini bekliyor durumdaydım çünkü. Ancak doktorumuzdan iki gün daha izin istedim. Biraz Can'ın doğumundaki benzerlikten cesaret alarak biraz da risk alarak yaptım bu işi.
Aktif sancıların başlaması kimbilir ne zaman olacaktı. Can'ın doğumunda aktif sancıların başlaması ile doğumun gerçekleşmesi arasında geçen süre 1 saat idi maximum.
Aktif sancılar gece yarısı ya da haftasonu başlar ise 1 saat içinde doktorumuzun hastaneye yetişmesi zor olacaktı. Zira artık yazlık evine geçmiş, İstanbul merkezine daha uzak oturur durumdaydı.
İçimde belki hep uhde kalacak olan kararı aldık İpek Kızımızda da. Suni sancı olarak bilinen birhayli seyreltilmiş oksitosin hormonunun minimum dozlarda damardan serum olarak verilmesiyle başlayacaktı doğum hikayemiz... Dakikada 4 damla sadece.
Bu kararı alırken doktorların göz önüne aldıkları tablo şudur. Puanlama rahim ağzının doğuma hazır olup olmadığının değerlendirilmesidir.

Skor
Değişken0123
PozisyonArkaya doğruOrtadaÖne doğru
KıvamSertOrtaYumuşak
Silinme (efasman) (%)0-3040-5060-70>80
Açıklık (cm)Kapalı1-23-4>5
Bebeğin seviyesi-3-2-1+1,+2

***Değerlendirme sonucu elde edilen skor 5'den az ise indüksiyonun başarılı olma şansı çok düşükken 9 ve üzerindeki skorlarda çok büyük bir olasılıkla başarı elde edilecektir.

***Bilgiler www.mumcu.com sitesinden alınmıştır.
Cuma günü başlatabilecek olan işlem pazartesi başlatılacaktı. Haftasonu bu işleme gerek kalmadan kendi sancılarımın gelmesini bir taraftan istedim bir taraftan ise doktorumun yetişememe ihtimalinden korkarak istemedim. Cuma gecesini sancı hissediyorum, doğum başladı rüyalarıyla geçirdim. Cumartesi ise önceki gecenin uykusuzluğundan rahat uyudum. Hem cumartesi hem de pazar günü denize gittik. Evde duracak durumum yoktu, dikkati dağıtacak birşeyler yapmalı, dışarı çıkmalıydık. Çok da faydası oldu, deniz kenarında okudum, günlüğümü yazdım. Can'ı kumda oynarken seyrettim. İpek'imin hareketlerini doyasıya hissetmeye çalıştım, birlikteliğimizin son günlerinin kıymetini bilmeye çalışarak... İpek'e kavuşmak istiyordum bir taraftan ama bir taraftan da onu karnımda taşımaktan memnundum aslında. Kararsız bir haldeydim. Günümüzün geçmesinden sebep onu tehlikeye atmak(kakasını içerde yapma hikayesinden sebep) istemiyordum. Ama bir o kadar da kendi seçtiği tarihte doğsun, doğal bir normal doğum olsun istiyordum...
Çok şey istedim, hepsi olamazdı imkanı yoktu ama çoğu oldu... İpek'in kendi vaktini saatini kendisi seçmesinin dışında...
Normal doğum isteğim gerçek oldu evet ama istediğim gibi doğal başlamadı süreç. Dakikada 4 damla suni sancı serumu ile sınırlı olsa da yapay bir başlangıç atılacaktı doğumun başlaması için...

IMG_6115
4 Temmuz sabahı saat 09.00 a doğru hastanedeydik. Doktorumuzla doğumhanede buluşacaktık. Asansörde eşimin üzerindeki uğur böceğini farkettim. Şu koca şehrin ortasında uğur böceğinin işi de ne idi :) Bu ve bunun benzeri olayları son hafta içinde yaşadık. Uçup da omzuma konan ve gitmek bilmeyen güzelim kelebek ve evimizin içine kadar çekinmeden girip evi dolaştıktan sonra kendi dileğince yavaşça giden Kumru kuşu gibi... Üzerimdeki annelik hormonlarının etkisi miydi neydi bu???
DSC05548
Doktorumuzla buluştuk. Beklediğimiz gibi doğum için başlıyoruz dedi. Can'ın doğumunda da böyle olmuştu. O vakit bilmiyorduk yanımızda ne hastane çantası vardı ne birşey. Bu sefer doktorumuzun yöntemini bildiğimizden hastane çantamız, bebek şekerlerimiz, ikramlarımız, kurabiye standlarımız ile tam teşekküllü gelmiştik hastaneye... Doktorumuzun bu yöntemi bir taraftan iyiydi, hiç habersiz gidip heyecan yapmadan sakin bir uykuyla dinlenmiş bir halde normal doğum sürecine giriliyordu. Ama bu yöntem sadece ilk bebekde işliyordu. Deneyim kazanmış anne aynı doktora 2. doğumu için gidiyordu bu kez. Heyecan vardı ancak buna rağmen iyi uyudum pazar gecesi, sadece sabaha doğru uykum kaçınca çareyi bloğa yazı yazmakta bulmuştum:)
Doğumdan 4 saat önceki yazım burada :)

Saat 09.00'dan 10.00 a kadar geçen sürede yatış işlemlerimiz yapıldı. Damar yolu açılması sırasında zorlandık. Damar yolumun bulunması zor oldu ve ben bu esnada bir tansiyon düşmesi yaşadım. Hemşirenin ilk denemesi sırasında iğneden ve bu tür işlemlerden hiç korkmayan ben sanırım işlemin biraz acılı olmasından kendimi sıktım ve bir anda fenalaştığımı hissettim. Üstelik o kadar zahmet boşa gitmişti. Damar yolu bulunamadığından açılamamıştı. Biranda seslerin zayıfladığını kendimden geçmek üzere olduğumu hissettim. En son 3 yıl önce dişçi koltuğundayken böyle olmuştum. Yastıksız yatıp kendimi iyi hissedinceye kadar beklenildi. 2. deneme başarılıydı. Damar yolu bu kez ben yatıyor haldeyken bulundu. Bu kısımda yaşadığım fenalık hissi bende hafif bir moral bozukluğu yaşattı. Kendimi çok iyi hissediyorken biranda kötü hisseder duruma gelmiştim, işin başından daha böyle olması keyfimi kaçırmıştı.
Serum takılıp oksitosin verilince yeniden keyfim yerine geldi. Doğum sancılarını acaba ne zaman hissetmeye başlayacağım merakı başlamıştı. Bu esnada saat 10:10 idi. Eşimle biraraya geldik serum işlemi sonrası. O da heyecanlıydı. Can oğlum ise evde babannesi ileydi. Ona bir önceki akşamdan anlatmıştım. Yarın hastaneye gideceğimizi, kardeşinin artık doğum vaktinin geldiğini, doktorun yardım edeceğini, bebeğin karnımdan artık çıkacağını anlattım. Ertesi sabah biz evden ayrılırken uyuyordu halen.
Eşimle sohbetten sonra o dışarda ben doğumhane de kaldım. 11 gibi doğum sancılarım yoklamaya başlamıştı sanki. Su kesemiz açıldı bu arada. Kesenin açılmasıyla birlikte sancılar tam yol ileri deyip coşuyorlar sanki. 11.30 gibi evet artık doğum sancılarım vardı ve çok fazla ara vermeden geliyorlardı. Süresi de uzuyordu. Hemşireden yelpaze tarzında birşey istedim. Sancılar geldikçe yelpazelenerek kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. 10 dakika sonra artık kontrolümün yapılmasını istedim, çünkü sancıların sıklığı ve uzunluğu çok artmıştı. Normal koşullarda serum verildikten minimum 2 saat sonra kontrol yapılır. İlk doğumumda da açılmanın çok hızlı olduğunu anlatıp ebeyi ikna ettim kontrol için ve kontrol sonucunda 7 cm açılma ile doğum masasının hazırlanmasına başlandı. Masaya geçtiğimizde rahim açıklığı 8 cm olmuştu bile. 10 dakika doktorumuzun aşağıya inmesi için bekledik ve 12.00 de ıkınma aşamasına geçmiştik. Sanki ilk kez doğum yapıyormuş hissini yaşadım bu kısımda. Çünkü Can'ın doğumunda bu aşamayı o kadar kolay geçirmiştik ki, Can'ın doğduğunu bebek ağlaması ile anlamıştım. Epidural kullanılmadığı halde durum böyleydi. Oysa ki İpek Kızın doğumunda öyle olmadı hiç. Doğum masası aşamasında ki rahatsızlık ve sancılar had safhadaydı. Uzun yıllar yoğun spor yapmış olmanın ve hamilelik öncesi yaptığım yoganın faydasını bu aşamada gördüm. 12.07 de İpek Kız doğmuştu. Sadece fiziksel bir fayda değildi sporun ve yoganın bana sağladığı...
Zor koşullarda devam etmenin gücü, dayanma iradesiydi benim en büyük yardımcım. Bu kısım normal doğumun tek olumsuz tarafı. Herşey kısa süre içerisinde olup bitiyor ve sonrasında müthiş bir huzura rahatlamaya kavuşup yeniden dünyaya geliyorsunuz. O kısa süre boyunca iradenizi, gücünüzü korumanız, herşeyin gelip geçici olduğunu enerjinizi direncinizi koruyup durmadan yola devam etmeniz gerektiğinizi bilmek gerekiyor. Diğer türlüsünü düşünemiyorum. Bir köprüden geçiyorsunuz, köprünün ortasındasınız, geri dönüş yok biliyorsunuz, ilerlemeniz gerekiyor, tek çareniz bu, ancak yürümek hiç kolay değil. O halde yürümeyeceksiniz, nefesiniz tükeninceye kadar koşacaksınız :))))
4 yıl kadar önce Can'ı aynı doğum masasında dünyaya getirdiğimde görevlilerden biri 2.çocuk isteyip istemediğimi sormuştu doğumun hemen peşinden. Eğer böyle olursa tabi ki isterim cevabını vermiştim. Aynı soru İpek Kızın dünyaya gelişinden hemen sonra sorulsaydı cevabım hayır olacaktı muhtemelen. Oysa ki Epidural Anestezi gibi bir seçenek var ve ben bu opsiyonu hiç kullanmamıştım. Zor kısmı da yaşamak istemiyorum diyenler bu opsiyonu da pek ala kullanabilirler.

İpek kızın doğumuyla içim birden boşalıvermişti, yeniden doğmuştum ben de... Ufacık bir kız idi. 3.250 gr, 53 cm. Bebek hemşiresi ilk müdaheleyi yaptıktan sonra yanıma getirdi, ufak bir öpücük kondurdum yanağına ve bir süreliğine ayrıldık...
IMG_6295
Doğumhaneden tekerlekli sandalye ile ayrılırken 4 yıl önceki aynı hisle doldum. Biraz öncesinden başlamıştı bu durum. Konuşurken ağlamaklı oluyordum. Doğumhaneden çıktığımızda oğlum babasının kucağında beni bekliyorlardı. Ve artık tutamadım... Direnen gözyaşlarım 4 yıl önceki gibi yine aynı yerde aynı asansörde ve aynı koridorda ta ki odamızın kapısına kadar sürecekti. Bu kez kendimi tutmam gerekiyordu, oğlumun beni bu halde görmesini istemiyordum, yüzümü kapatıyordum. Gözyaşlarım akarken yüzüme gülücük kondurmaya çalışıyordum. Can'a açıklamalar yapıyordum bir yandan. Ağladığımı Can'ın farketmesinden korkuyordum. Neden ağladığımı ben bile bilmiyorken ona durumu nasıl açıklayabilirdim...

Ve ben artık iki çocuk annesiydim. İki parçaydım. Kızımla o geceyi hastanede geçirirken evdeki oğlumu düşünecektim. Evde oğlumla oynar iken içerde uyuyan kızımda olacaktı kulağım. İki parçaydım artık... Birleştirmek mümkün müydü parçaları?






8 Temmuz 2011 Cuma

Eleman aranıyor..yine ve yeniden...

Bizim oğlana şu an bir yuva öğretmeni abla bakıyor, Mart ayından bu yana, geçici olarak başlamıştı bizimle, ve fakat birbirimizden o kadar memnun kaldık ki, onun yuva öğretmenliğine başlayacağı Eylül ayına kadar beraber çalışma kararı aldık, şimdi eylül ayında gideceğinden ben Aliş'e yeni bir abla aramaya başladım. Ağustos ayında başlatacağım ki birlikte bir ay geçirebilsinler, benim de gözüm

7 Temmuz 2011 Perşembe

Özlemle Anıyoruz

Mizahımızın iki büyük ismi, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz...
Rıfat Ilgaz'ı 7 Temmuz 1993, Aziz Nesin'i 6 Temmuz 1995 tarihlerinde yitirdik...
Birlikte çıkarmış oldukları MARKOPAŞA dergisiyle getirdikleri mizah anlayışı HOMUR'a kılavuz oldu... Her iki ustamızı da sevgiyle, saygıyla, özlemle anıyoruz...
(Portreler: Semih POROY)

İki ustadan iki şiir sunuyoruz; ortak özellikleri ikisinin de çocuklara seslenmeleri....

ÇOCUKLARIM

Yoklama defterinden öğrenmedim sizi
Benim Haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz...
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfı !
isterken adam olmanızı
Çoğunuz semtine uğramaz oldu mektebin
Palto, ayakkabı yüzünden
Kiminiz limon satar Balıkpazarında
Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder
Biz inceleye duralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini
ve Kalorisini taze yumurtanın!

Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
hesapladık yıldızların uzaklığını,
Orta Asya'dan konuştuk laf kıtlığında


Neler düşünmedik beraberce
burnumuzun dibindekini görmeden
bulutlara mı karışmadık
"Hazan rüzgar'ında" dökülmüş
"Hasta yapraklar" a mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak !

RIFAT ILGAZ


ÇOCUKLARIMA
Diyelim ıslık çalacaksın ıslık
Sen ıslık çalınca
Ne ıslık çalıyor, diye şaşacak herkes
Kimse çalamamalı senin gibi güzel

Örneğin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın
Senden önce kimse saymamış olmalı
Senin saydığın gibi doğru ve güzel
Hem dalgaları, hem saymasını severek

De ki sinek avlıyorsun sinek
En usta sinek avcısı olmalısın
Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta
Örgüt yoksa seninle başlamalı

Diyelim zindana düştün, bir ip al
Görmediğin yıldızları diz ipe bir bir
Sonra yıldızlardan kolyeyi
Düşlemindeki sevgilinin boynuna geçir

Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun
Düşün düşünebildiğince üç boyutlu
Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya
Sanki senden önce düşünen hiç olmamış

Dalga mı geçiyor, düşler mi kuruyorsun
Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum
Düşlerini som somut görüp şaşsınlar
Böyle bir dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler

Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar

AZİZ NESİN


5 Temmuz 2011 Salı

DOĞUM

İpek Kızımız dün öğlen 12.07 de dünyaya geldi...
Şimdi evimizdeyiz, o dünyaya alışmaya çalışıyor. Ben ise yeniden taze anne olmaya...
Herşeyi baştan hatırlamam gerekiyor. Bir taraftan Can'ı ihmal ediyorum kaygıları taşıyabiliyorum... Ama tez vakitte bu şaşkınlığı atıp tecrübem var diyebileceğim kısmetse...
Doğum hikayemiz yakında...

Ellton John

Yazın ikinci ve bizim için son konseri.Taa Bursa'dan Ece Arar geliyor, beraber Nikita'yı söyleyeceğiz, bağıra çağıra, anılarımıza kahkahalar atacağız zaman zaman, sarılıp duracağız birbirimize, tıpkı en ergen, en genç günlerimizdeki gibi, sanki aradan yıllarca geçmemiş gibi.Akşama Elton John'a gidiyoruz, şöyle dünya gözü ile bir görelim diye, biraz da keyif edelim diye, belki oralardaysanız

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Bikinilerimi yakmadım.

Yaz geldi, yaz gelemedi, fırtınalar koptu, şişekler çaktı derken, sonunda geldi.Biz haftasonu sonunda havuza gidebildik. Miniboy bizi hiç utandırmadı, havuzda elimde köfte çatalı ile koşturan anne olmayacağım savımı doğruladı, arabasında yemeklerini yedi, kendine göre uzun süreler yüzdü, şekerlemelerini yaptı. So far so good.Keyfimiz yerinde sevgili ile..

3 Temmuz 2011 Pazar

Doğum Öncesi Gelen Enerji İle Neler Yapılır?

Doğumun yaklaştığının belirtilerinden biridir o biranda gelen aşırı enerji yükü...
Uzmanı şu şekilde açıklıyor bu enerjiyi...

Aşırı enerjik olma
Tüm hamileliğiniz süresince kendinizi çok bitkin ve yorgun hissedebilir ve fırsat bulduğunuz her an ufak bir şekerleme yapmak gereksinimi duyabilirsiniz. Bu hamilelikte çok nadir krşılşılmayan bir durumdur. Ancak bir sabah uyandığınızda kendinizi bir anda çok enerjik hisseder, temizlikten alışverişe pekçok işi yapak için koşuşturur vaziyette bulursanız şaşırmayın. Pekçok kadın doğumdan kısa bir süre önce bu şekilde hissetmektedir.

Yapamayacağınız iş yoktur o enerjiyle...
Evinizi baştan aşağı temizleyip camlarınızı hiç temiz olmadığı kadar temiz hale getirebilirsiniz...
Kmlerce yol yürüyebilir, yüzebilirsiniz...
Alışverişe çıkabilir, girilmedik mağaza çarşı pazar bırakmadan eve dönebilirsiniz...
Ya da benim gibi kendinizi mutfağa atıp bir süre uzak kalacağınızı da bildiğinizden uzun süredir yapmayı isteyip de yapamadığınız lezzetleri pişirebilirsiniz...IMG_5801
mini fındıklı tarçınlı kurabiyelermini fındıklı tarçınlı kurabiyeler

Ama yine uzmanları der ki o enerjiyi boşa harcamayın, çünkü o size doğum öncesi verilmiş bir lütufdur. Kendinize hakim olmayı deneyin ve enerjinizi doğuma saklayın...

Ben bu enerjiyi önce bu işlerde kullanıp sonrasında ise iki günlük deniz maceramızda geri aldım. Denize gider iken hastane çantamız her daim arabada idi. Ben o heyecan ile yerimde duramazdım. Doğum sonrası bir süre gidilemeyecek deniz keyfinden Can'ı mahrum etmek haksızlıktı. Her akşam denizden dönerken gitmeyelim biraz daha kalalım diyerek ayrıldı.

IMG_5973
Enerji diyordum.
Bugün o enerjiyi kullanma vaktidir...
Can'da yaşadığım gibi herşey...
5 dakikada bir gelen ama henüz rahatsız etmeyen sancılar ile birazdan hastanenin yolunu tutacağız...
Bu ne rahatlık Pınar Hanım demeyin...
Rahat olsam şu saatte ev ahali gibi uyuyor olur, erkenden kalkıp heyecanımı yazarak atmaya çalışmazdım sanırım :)
İpek Kızımızla beraber sağlıcakla geri dönmek dileğiyle...


2 Temmuz 2011 Cumartesi

Sözlük büyüdükçe büyüyor

Sözlerin Soyağacı'nı uzun süre ihmal etmiştim. Geçenlerde bir baktım, sitede aranıp da bulunamayan kelimeler 680.000'i bulmuş, veritabanını patlatma noktasına gelmiş. Çeri çöpü ayıkladıktan sonra 918 tanesi sözlüğe eklendi. Şimdi harıl harıl onların etimolojisini çıkarmakla meşgulüm. İki ayımı alır aşağı yukarı.

GÖZLEM 1: Dil dipsiz bir kuyu.

GÖZLEM 2: İngilizce imlalı birkaç kelimeyi ilk 2009'da utana sıkıla sözlüğe katmıştım. Şimdi utangaçlığım geçti, 60 tane kadar ekledim. Kaçınılmaz bir gidiş: e-mail, update etmek, anchorman, business class, duty-free, factoring, cheesecake, sound, scooter, trendy... İmeyl mi yazacaksın? Yoksa telgraf Türkçe ama e-mail değil mi diyeceksin?

GÖZLEM 3: Globalizasyonun yanında Osmanlizasyon da dörtnala. On sene önce "ölmüş artık" dediğimiz bir ton Osmanlıca-Arapça kelime yeniden canlanma yolunda. Bir kısmı yeniden umumi sirkülasyona giren dini tabirat (tağut, mutezile, uluhiyet, tekevvün), bir kısmı "ben de mürekkep yaladım" diyen genç arkadaşların lugat paralama gayreti. Mail içinde keenlemyekûn diyen bile çıkıyor, inanmazsınız, hem de 25 yaşında, üstelik doğru imla ile.

GÖZLEM 4: Arapça-Farsça kökenli kelimeleri son ünsüz sertleşmesi kuralına uymadan yazma eğilimi gitgide güçleniyor. Tevhit değil tevhid, tereddüt değil tereddüd, esbap değil esbab yazanlar artık çoğunlukta. Abdülhamit yerine Abdülhamid, Ahmet yerine Ahmed tercih edenler hızla artıyor. Radikal bir karar verip sözlükte ünsüz sertleşmesi kuralını toptan kaldırayım diye düşündüm. Ama kitab, sebeb, ihtiyac, kayıb yazmaya cesaret edemedim henüz. Yoksa hınzırca bir çözüm mü bulsam, TDK'nın kelime sıklığı sözlüğünde mesela 50 puanın üstüne çıkanları sertleştirsem, daha az kullanılanları sertleştirmesem?

GÖZLEM 5: 1997'den bu yana yeni çıkan kelimelerde test aletim Hürriyet gazetesinin arşivi. Orada varsa (daha doğrusu 8-10 defadan fazla varsa) Türkçeye girmiştir diyoruz. O gazete böylece tarihinde ilk kez - manav ve bakkal sektörü dışında - olumlu bir işe hizmet etmiş oluyor. Ender hallerde Ekşi Sözlüğe de bakıyorum.

SÖZLERİN SOYAĞACI'NA YENİ EKLENEN KELİMELER
aborijin, ahçik, ahrar, ajur, aklıselim, akronim, akvam, allasen, altruizm, alzheimer, amak, anchorman, anglofon, angus, anka, anşante, antite, anyon, apoje, apokalips, arak, araşit, arkad, arketip, armadillo, artikel, asbest, aseksüel, ashab, asist, asketik, asosiye, aspartam, asterisk, asteroid, ate, atebe, atu, aura, avarız, avarya, ayat, ayine, azimet

babet, bağban, bağıt, balkan, balyaj, banana, bankiz, başmak, batiskaf, bediüzzaman, bedizci, behişt, bera, bergüzar, best, beşaret, beyefendi, beyza, bezm, bibi, bikes, bilmukabele, bimarhane, bims, biyoritm, body, bonmarşe, bozlak, börü, brownie, buffer, burgaç, burka, business, bustrofedon, bülük, bürhan, büvet, büzürg

calculus, caniko, canki, cankuş, carpaccio, catering, cebin, cehd, cek-pot, cemile, center, cheesecake, cıvır, ciguli, ciksi, client, cönk, crack, cüda, çaça, çador, çaynik, çeçe, çeng, çevgen, çevlik, çırılçıplak, çıtı pıtı, çiftçi, çintar, çintemani, çolpan, çotra, çükündür

dabbe, dahl, dareyn, dart, database, dealer, debbağ, dedikodu, degustasyon, dehr, delirium, demans, demo, dendroloji, derebeyi, dermeyan, dersaadet, deskriptif, detoks, didar, diftong, dikotomi, dilara, dilemma, disko, dispeçer, dissimilasyon, distopya, diva, diyafon, dokunmatik, dokurcun, dolun[ay, domain, dombay, donat, donör, dopamin, dorse, download, dresuar, drog, dual, dublör, duduk, dun, duty-free, dümbük, dündar, dvd

ebrar, edit, edvar, efal, efelek, eflak, ejakülasyon, ekidne, ekimoz, ekrad, ekstrüzyon, eleji, elest, elhan, e-mail, emeritus, enam, enaniyet, endis, endoskopi, enfüsi, enlem, enosis, entelijans, enter, enterpretasyon, entry, epidural, epikriz, epilasyon, epitet, epsem, erbiyum, erkeç, esbab, eshab, esham, eskal, espresso, esre, essah, esved, eşcinsel, eşelek, eşhas, etnosantrizm, etvar, euro, evrenkent, evye, ey, eytam, ezofagus

factoring, fajita, falya, fantom, fariğ, fasile, fazıl, fehm, fehva, felafel, fellasyo, fenik, feromon, fetha, fevkani, feyk, fıkdan, fidayda, filbahri, fisto, flegmatik, foko, fordçu, fraktal, frame, frenk, frenoloji, fule, fundamental

gabin, gacı, gak, gangliyon, garaib, garez, gato, gavs, gayakol, gaybubet, gayrimenkul, gayur, gecekondu, geda, genom, gensoru, gerontokrasi, giran, giriftar, giryan, girye, gonore, gödelek, göğer-, gökçe, götlek, göyün-, grunge, gudik, gureba, gülzar, güman, günü, gürcü, güver

hababam, habgâh, hace, hacegân, hacip, hack, haile, halita, halükâr, hamr, hamuş, hanefi, hareke, hasenat, hasip, hastane, hattrick, hatve, havut, havva, hayy, hazakat, hazan, hazirun, hazuz, hemze, hepsi, heval, heyamola, heyhey, hicaz, hilm, hip-hop, hipoalerjenik, hipoglisemi, hirfet, hispanik, histogram, historisizm, hiş, homo, homofobi, horanta, höst, hulk, hun, husar, huşunet, hüccet

ılgıt ılgıt, ışkın, ıttıla, ice tea, idgam, idüğü, ifna, iğbirar, iğtişaş, ihtilât, ikonoklast, ikraz, ilçe, ilgeç, ilkah, illiyet, iltibas, imale, imgelem, immanent, imtizaç, infak, inhibe, inhilal, inhiraf, inisiyal, input, insert, inşirah, intifada, iskorbüt, istiare, istidlal, istiğrak, istihraç, istikşafi, istinabe, işbu, iterasyon, ittihaz, ivecen, izci, izdüşüm, jammer, jelibon, jonglör, joystick, jöntürk, jüpiter

kaht, kain, kanin, kanola, karabatak, karık, karsinojen, kartela, karting, karum, karz, kastrasyon, katalepsi, katyon, kayra, keenlemyekûn, kehf, kemankeş, kenz, keton, kevser, kındıra, kibbutz, kiç, kiosk, kiş, kit, kitchenette, kitre, klemens, klinker, koala, koca-, kohezyon, kokoş, kolbasa, kolbastı, kolhoz, kolik, kompulsif, komut, kondom, konservatif, kontaminasyon, korkuluk, koşer, kotto, kölemen, kösemen, kraniyo+, krasis, kretenizm, kriyoloji, krüdite, kuku, kulun, kumkuat, kuple, kurun, kuskun, kuvve, kuz, külbastı, külhani, küşad

labunya, lain, laktasyon, laparoskopi, latte, leasing, led, leff, lerze, lesitin, level, liberter, lied, literal, lobya, log, logos, logotip, lokasyon, lupus

mafevk, mafyöz, mağşuş, mahbes, mahbup, mahrut, maksem, management, mandarin, mandril, marakas, masala, masiva, matla, mazurka, meccanen, mecmu, medium, mehel, mekkâre, meksefe, meluf, memalik, menem, mentor, merbut, merih, meritokrasi, merkür, mestur, meşcere, meşhed, meşkûk, metretul, metrik, metroseksüel, mevali, mevaşi, mevce, mevt, meyal, meyyit, Mezopotamya, mırlan, mihaniki, mihr, milim, minnoş, miralay, mirliva, mitokondri, mitoman, miyorelaksan, mobbing, mobese, momentum, monolit, morbid, mozik, muahhar, muayede, muğber, muhtesip, muin, mukaddem, mukus, multimedya, murafaa, murg, mutantan, mutezile, muvazi, muvman, mücerrip, mücver, müennes, müeyyide, müeyyit, mülhid, mümasil, mümteni, münacat, müncer, münfail, münteha, müntehi, müntehip, müreccah, müseddes, müsellem, müsli, müstamel, müstensih, müstezat, müşarünileyh, müşevveş, mütearife, mütebahhir, müteferrika, mütehakkim, mütekebbir, mütemeddin, mütenahi, müteşair, müteveccih, müvelled, müzahir, müzekker

nabud, nadim, nahiv, nale, nalet, nano+, narkoz, narteks, nasara, nasaz, nasrani, naşi, natron, nazal, nebbaş, nebula, necat, necis, nefy, negroid, nematod, nemçe, nemesis, neo-con, neolojizm, nesih, neskafe, neşide, network, neva, nezafet, nihai, nihavent, nivo, nizamiye, nodul, nomad, nöker, nubuk, nugget, nuş

oberj, obstetrik, odisyon, ofans, offshore, ofisboy, oksimoron, oley, onanizm, onomastik, ontik, ordinasyon, ortodontist, osmoz, oşinografi, otodidakt, otogar, otokton, otostop, öngör-, ötre, özen, özürlü

palindrom, palpasyon, papak, papalina, paprika, paralaks, paranormal, parizyen, partenojenez, pasiflora, patern, paternalizm, patetik, patrimonyal, payan, pazvant, penah, pentatonik, penumbra, perfeksiyon, peripeti, petal, peyman, pışık, piar, piksel, pinhan, pitbull, play-off, polyester, port, potuk, pöhrenk, praseodim, prepozisyon, presbiteryen, profan, proforma, prognoz, promil, prompter, prompter, protagonist, pseudo+, pufla, pulsar, purpura, puzzle, rasterize, ravi, ravioli, realpolitik, rebetiko, reflü, reftar, regatta, reggae, reset, retrospektif, rezerve, ribat, riyazet, rock, router, ruberu, rüşeym

sabir, sağlıcak, sake, sakf, sallamasyon, salvia, samanyolu, sarpun, satrap, satüre, Satürn, satvet, savlet, sayha, scan [etm, scooter, script, sebt, seci, sedan, segâh, sekel, seküler, seniye, serazat, serif, sesteş, settar, shiatsu, shift, sıyanet, sıyga, simbiyoz, simulakra, simülasyon, sinaps, sinopsis, sitteisevir, situasyonist, siyanet, siyasa, skleroz, slalom, sort, sound, sökün, spektaküler, spoiler, stokastik, sulb, suş, suvat, sülfat, sümme, süperlatif, süreyya, sürklase, sütre, svastika, şabalak, şammas, şarih, şayka, şayze, şems, şetaret, şikemperver, şinik, şintoizm, şira, şorolo, şot, şömiz, şufa

taayyün, tabliye, taburcu, tadat, tağşiş, tağut, tahassüs, tahkiye, taksonomi, taliban, talmud, tamarisk, tartakla-, tatava, tatula, tayt, tebcil, tebşir, tecdit, teceddüt, tecerrüt, tecezzi, techno, tecvid, teehhür, teemmül, teessüs, tefhim, tehevvür, tekevvün, tekfir, tekvin, telezzüz, tell, telmih, temadi, temporal, tenfiz, terettüp, teritoryal, teriyaki, tersa, teshil, teshir, tesniye, tevafuk, tevfiz, tevriye, tezkiye, tezyit, tınaz, tıpatıp, tikel, tiramisu, tirkeş, titrasyon, tokuş, tokyo, topoloji, toptan, tork, torso, touchpad, tötonik, trankilizan, transfermen, trendy, turba, tuyuğ, tuzla

ubudiyet, ufo, ufunet, uğurla-, uluhiyet, ulum, upgrade, urban, utarit, uzo, üni, vakta ki, vala, vassal, vedut, vekayiname, veladet, venom, veryansın, vetire, veyl, vinyet, virtüel, vudu, vuvuzela, webmaster, yerleşke, yestehle-, yom kippur, yönetmelik, zaim, zait, zakir, zamkinos, zelot, zemm, ziggurat, zilhicce, zilkade, zir, zoomorf

1 Temmuz 2011 Cuma

2 Temmuz, Sivas'ı unutmadık...


Karikatür: Ali Ulvi
Grafikler:İsmail Cem Özkan

9 AY + 12. GÜN: KABAKLI POĞAÇA :)

9 ay +12. günün doktor kontrolünde İpek Kız artık gelmeye niyetlendiğinin sinyallerini verdi bize. 2 günde nasıl böyle bir değişim oldu aklım almıyor.
Doktorumuza kalsa bugün bile doğumu başlatabilecekti, ben de bebek de hazırdı buna... Ama beklemeyi seçtik... İpek Kız ile bir haftasonunu daha birlikte geçirmeyi...
Pazartesi sabahı kontrollerimizin akabinde muhtemelen bu macera başlayacak...
Maceranın uzun sürmemesi ve abisi gibi İpek Kızın da çabucak yolları aşıp sağlıcakla aramıza katılması dileğimiz...
Maceranın pazartesinden önce başlaması da bir başka olasılık... Her iki opsiyon da kabulümüz:)

Bu haberlerle doktordan ayrılırken pek mutluydum. Bu sefer bir heyecan başlamıştı. Tatlı bir heyecan:)
Ancak iki gün öncesinde 9ay10günün tamamlanışı ile yavaştan da elim google da miyadın dolması ile ilgili yazıları aramaya başlamıştı... Yazıları okumakla birlikte keyfim kaçar gibi olunca kendimi meşgul edecek birşeyler bulmalıyım ve bu konuyu rafa kaldırmalıyım dedim.
Kabaklı Poğaça bu arayışın ürünü işte:)

IMG_5704
Tarif Lezzet dergisinin Tuzlu İkramlar ekinden...
Un miktarını ve maya türünü değiştirdim ben. 4 su bardağı yerine 5 su bardağı un kullanmış oldum. Yaş maya yerine ise instant kuru maya. Harcında geçen dereotunu ise tamamen çıkardım, siz seviyorsanız yarım demet dereotu ekleyebilirsiniz.

Malzemeler:

5 su bardağı un
Yarım paket instant maya
1 yemek kaşığı toz şeker
1 su bardağı süt
1 çay bardağı zeytinyağı
1 tatlı kaşığı tuz
1 yumurta + 1 yumurtanın beyazı(sarısı poğaçaların üstüne)

Harç İçin: 2 kabak, 1 soğan, 1 çay bardağı ufalanmış beyaz peynir, 2 yemek kaşığı zeytinyağı, tuz, karabiber.

Üzeri İçin: 1 yumurtanın sarısı, beyaz haşhaş

IMG_5699_resize
Yapılışı:
Hamur için geçen malzemeleri karıştırarak pürüzsüz kıvamda bir hamur elde edinceye kadar yoğurun. Üzerini nemli bir bezle örtüp hamuru yarım saat dinlendirin. Bu sürede siz harcınızı hazırlayın. Bunun için kabaklar rendelenir, fazla suyu sıkılarak dökülür. Soğan ince kıyılarak tencereye alınır, kabakları da ekleyip zeytinyağında 5-10 dk kadar kavrulur. Kabak bu aşamada hiç su vermiyor, daha önceki sıkma işleminden dolayı. Kavurma işleminden sonra ocaktan alıp içine ufalanmış beyaz peyniri ilave edin. Tuz ve karabiberi de eklediğinizde harcınız hazır. Harç sıcaklığını kaybetmeden poğaçaları yapmaya geçebilirsiniz. Böylece daha çabuk mayalanacaklardır. Hamurdan mandalina büyüklüğünde parçalar koparıp elinizde açarak içine harcınızdan koyup kenarlarından üste doğru kapatın. Fırın kağıdı serilmiş ya da yağlanmış tepsiye aralıklı olarka dizin. 1 saat bekleyin. Bekletme süresi bittikten sonra poğaça hamurlarının üzerlerine yumurta sarısı sürüp haşhaş serpiştirin. 170 dereceye ısınmış fırına verin. Üzerleri kızarıncaya kadar pişirip servis yapın.
IMG_5787

Babynap'ten gelişmeler.

Okuyanlar bilir, ben ateşli bir kumaş bez taraftarıyım, hem kağıt bezlerin çevreye verdiği zarardan, hemde cebimize düşürdükleri ateşten, hem de bebeklerin sağlığına verdikleri zararlardan ötürü.Leo daha doğmadan ben yola koyulmuş Babynap marka bezlerimi hazır etmiştim, benden esirgenen tüm desteğe rağmen, yılmamıştım ve hala da kullanımının kolay, sağlıklı ve ekonomik olduğunu söylüyorum. Bana