31 Aralık 2011 Cumartesi

On2

Saatler gece 12.00 !!!
Sene 2012 !!!
Mutlu Yıllar Hepimizeeeeeeee :)
Tüm dileklerimizin gerçekleştiği, kendimizi fiziken taş ruhen bomba gibi hissettiğimiz bir sene diliyorum!
Bakalım bu sene bizi neler bulacak, bekleyelim görelim :)

Yaşasın yeni yıl!

Yeni yılın tüm bebelere kuru popo, mutluluk, neşe, uykusuz annelere uyku, bol mikterda keyif, ve ailelere de bol bol aşk getirmesini diliyorum ben.Bundan güzel dilek mi olur!Zaman ne hızlı geçmiş..

Yeni Yıl!

Yeni yıl umuttur, yeni yıl neşedir, yeni yıl keyiftir.Umuyorum 2012 hepimize bol bol huzur, mutluluk, neşe, aşk ve her türlü zenginlik getirir.2011'i acılarıyla geride bırakıp yeni gelen yıla dört elle sarılalım bence, ve en önemlisi 2012'nin her anından keyif alalım.Nice mutlu senelere!"İki adam, biri tek ayakkabı giymeyi seviyor" isimli çalışmamdan..

28 Aralık 2011 Çarşamba

Yeni Yıl Kartlarım & Cicilerim ;)

Sevgili Leylak Dalı çok güzel bir yeni yıl kartı etkinliği başlattı. 5 Aralık tarihinde son bulan bu anlamlı etkinliği ben de kaçırmak istemedim ve kendimi de dahil ettim ;)
Çok ama çok güzel kartlar aldım. Burda fotoğrafı olanlar aslında gelenlerin sadece yarısı... Ben bu postu hazırlarken bir bu kadar daha geldi :) Uzun bir süredir hiç bu kadar mektup almamıştım, sizlere de tavsiye ederim uzaktaki sevdiklerinize bu yeni yılda fwd mail veya klasik bir sms yerine kartpostal gönderin inanın karşı tarafı çok ama çok mutlu etmiş olacaksınız ;)
Bu arada No-Şık Kulübüne üyeliklerimiz halen devam etmektedir :)
Çiçeği burnunda üyemiz Zeynep'ten kendi elleriyle yaptığı bu kolye ve bana şans getirmesi için gönderdiği bebek şekeri :)
Pek tatlı Ezgim'den kendi gibi narin mis kokulu çiçekler :)
Altın kalpli Derya Kuzusu'ndan elleriyle işlediği kedili kanaviçe, yastık kılıfı, kedili ayraç ve şirin mi şirin kedili süs :)
Kulübümüzde kedili bağışlar ilk sırada kabul edilmektedir :)
Tatlı Elçin'imden kedili tepsi ve kedili magnet ailesi :)
Kalbimi her daim ısıtan Evo'mdan ayaklarımı sımsıcak tutacak terlikler :)
Pozitif enerjisini her zaman hissettiğim Songül'cüğümden origami kağıtları :)
Canım prensesimden beni şımartan hediyeler :)
Hepsi kulübümüzün bağış listesine büyük bir mutlulukla dahil edilmiştir.
Bendeniz kulüp başkanı olaraktan kulübümüze dahil olan üyelerimizin hepsini sevgiylen kucaklar gözlerinden öperim hoo hoo hoo :)

27 Aralık 2011 Salı

İyi ki doğdun Mete!

Bizaz geç kaldım bu postu yazmakta ama olsun varsın.24 Aralık tarihi bizim aile için çok önemli, tüm hristiyanlık alemi ile birlikte bizde Sevgili Mete'nin doğumgününü büyük şenliklerle kutlarız.Bu seneki geleneksel şenliklerimiz Cengelköy'de Deniz Yıldızı'nda Yaptık, biz elbette 21'e kadar dayanabildik, oğlanın uykudan bayılmasından az önce terk ettik mekanı.Bizim aile, bir eksik ve bir araya

23 Aralık 2011 Cuma

Bugün ben...

Pek mutluyum!
Uzun bir aradan sonra prensim ve Miso'ma kavuşuyorum :)
Sizlere de sevdiklerinizle bir arada olduğunuz harika bir hafta sonu dilerim!

Biraz da Türklerin açısından bakalım


Tarihte hiçbir olay siyah beyaz değildir. Bunu bilecek kadar aklım ve yaşım var Allaha şükür.

Adamlar izan ve vicdan sahibi birinin savunabileceği  karşı argümanları bile getirmekten acizler. Haindiler o yüzden kestik! Yalandır kesmedik! Kestik ama az kestik! Zaten onlar da kesti! Emperyalistlerin oyunudur! Kahraman Türk milleti bu ibneleri susturmayı bilir! İğrenç bir terane…

İzan ve vicdan sahibi Türklerin hepsi son yıllarda uykudan geç uyanmanın şoku içinde, inkârın ve ahlaksızlığın boyutlarını tartışmakla meşgul. Araya mesafe koyup “neden oldu?” sorusunu sorabilen yok. Sorsa, karşı tarafın ekmeğine yağ sürmekten – haklı olarak – korkuyor. “Yaptık ama sebepleri vardı” demeyi ahlaken – haklı olarak – sıkıntılı buluyor. Ya da kolayına kaçıp işi İttihatçılara yıkmakla yetiniyor.

Türklere kopya vermek de, mecbur, bu acize düşüyor.

*
MADDE BİR: Korku zulmü tetikler.

1915’te Türkler topyekün panik içindeydi. 1912’de, “kahraman Türk ordusu bu korkakları beş günde kahreder” laylaylomuyla girdikleri savaşta bütün Rumeli kaybedildi. Memleketin üçüncü büyük şehri olan, nüfusunun %60 küsüru Müslüman olan, memlekete hakim siyasi akımların doğum yeri olan Selanik birkaç haftada gitti. Bir milyona yakın sersefil muhacir İstanbul’a yığıldı. Camiler, kiliseler, hastaneler, sur dışındaki bostanlar tıklım tıkış mülteci kamplarıyla doldu. Millet aylarca kolera korkusuyla yaşadı.

“Türkleri Avrupa’dan çıkarma” fikri 1895 Ermeni olaylarından beri Avrupa’da yükselen ırkçı akımın sloganıydı. 1913 Londra Konferansı sırasında bu kez “Türkleri Küçük Asya’dan çıkarma” fikri duyulmaya başlandı.

“Anadolu’da Türk yurdu” kurma düşüncesi İttihat ve Terakki çevrelerinde 1912’nin son günlerinde – ki Balkan Harbinin en felaketli günleridir – egemen olmaya başlamış görünür. Batı Anadolu Rumlarını toplu terör tehdidiyle yurt dışına sürme hamlesi bunun hemen ardından başlar, 1913 ilkbaharında çılgınlık boyutuna ulaşır. Mesela Çeşme ve Urla’nın hemen hepsi Rum olan nüfusu 1913 Mayısında iki hafta içinde tehcir edilir. [Selanik’in düşüşünden bir hafta sonra nüfusunun çoğu Rum olan Makri kasabasının adı Fethiye diye değiştirilir; bu da anlayana yeterince anlamlı bir mesajdır.]

1914’te gene savaş çıkar. Devleti yöneten zibidiler kahraman Türk ordusunun bu sefer İran’a, Turan’a dayanacağından emin görünür. Ama halkın – ve hatta yönetici sınıfın – bu hayallere kandığını hiç zannetmiyorum. 18 Mart 1915’te düşmanın Çanakkaleyi denizden geçme hamlesi sonuç vermez gerçi; ama 24 Nisan’daki kara çıkarmasından sonra İstanbul’un birkaç gün içinde düşeceği inancı hakimdir. Devlet arşivleri ile sarayı Bursa’ya taşıma planları yapılır.

Anadolu Ermenilerini topyekün imha etme kararı da aynı 24 Nisan 1915 günü yürürlüğe konur.

Akıl ve mantıkla düşünsen şunları söyleyebilmen gerekir:

A) Rumeli’de Türkler egemen bir azınlık konumundaydı. En kalabalık oldukları vilayette %40 ancak vardılar. Anadolu’da ise yüzyıllardan beri mutlak çoğunluğa sahiptiler; sosyal konumları da Rumeli’dekinden çok farklıydı. Kim sürecek? Nereye sürecek? Kolay mı koca memleketi boşaltmak?

B) Türkleri Rumeli’den süren Ermeniler değildi. Kafkasya’dan Çerkezleri süren de Ermeniler değildi. Aksine, 1913’te değil ama 1878 felaketinde Bulgaristan’dan Türklerle beraber Ermeniler de sürülmüştü. [Benim anneannemin ailesi 1878 Bulgaristan muhaciridir]. Elalemin günahının ceremesini neden gariban Ermeniler çeksin?

C) Sen fetih azgınlığı ve millet-i hakime kibiriyle adamlara dünyayı dar etmesen Ermenilerin seninle ne alıp veremediği olurdu? Gül gibi geçinip gidebilirdiniz pekala. Kendine düşman ettiysen suçu kendinde ara.

Ama panik anında aklı mantığı kim dinler, o ayrı mevzu.

Köşeye sıkıştılar. İngiliz’e, hatta Balkan ülkelerine güçleri yetmediği için acısını kendilerinden daha zayıf olandan çıkardılar. Bütün mesele bu. Ahlaksız bir çözümdü gerçi; ama anlaşılmaz değildi.

MADDE İKİ: Ermeniler sarhoştu

Ermenilerin siyasi sınıfı 1895’ten ve özellikle 1909’dan bu yana acayip bir ideolojik körlük içindeydi. Büyük ve müreffeh Ermenistan’ı kuracaklardı. Mutlak haklılığın sarhoşluğu içindeydiler. Mazlumuz, demek ki haklıyız! Peki Türkler ne olacak? Pöh, üzerinde düşünmeye değmez!

Neden bu kadar saçmaladılar? Tahmin yürüteyim.
A) Yüzlerce yıl siyasi iktidardan, yönetim tecrübesinden uzak bırakılmış bir ulusun hamlığı,
B) yenilgiye mahkûm olmayı içten içe bilmenin getirdiği, fanteziye sığınma ihtiyacı [Bugünkü Kemalistlerde de var o haleti ruhiye: akılla mantıkla başa çıkamazsın, çünkü akıl zeminine geldikleri anda maçı kaybedeceklerini bilirler.]
C) kendini Avrupalılarla – ve özellikle Avrupalının 20. yy başlarında zirve yapan üstün ırk / üstün kültür / üstün din sarhoşluğuyla – özdeşleştimenin keyif verici rehaveti. Keza bunun devamı: Anadolu’da Batılıların açtığı okullarda okuyanların o tartışılmaz üstünlük duygusu.

Abdülhamid’in, Talat’ın, Cemal’in, diğer İttihatçıların, İttihatçı bile olmayan öbür devlet ricalinin anılarını oku. Hepsinin hayatlarının bir aşamasında Ermenilerle iyi kötü yakınlığı olmuştur. Hemen hepsinin de bir noktada, samimi olduğundan şüphe duyamadığım bir çileden çıkma hissiyle “bu kadar inatçı, bu kadar bencil, bu kadar hayalperest adamlarla konuşulmaz” noktasına geldiğini görürsün.

Ha Ermeni siyasileri hamdı da İkinci Meşrutiyet kadroları çok mu olgundu? Avrupa’dan yayılan ulusçu/modernleşmeci sarhoşluktan daha mı az nasiplenmişlerdi? Biraz daha tecrübeli ve esnek adamlar olsaydı üç tane yeni yetme Ermeni politikacıyla başa çıkamazlar mıydı? Onlar ayrı soru.

Bir avuç hayalperest siyasi liderin cezasını birbuçuk milyon günahsız, mütevazı, çalışkan halk mı çekmeliydi? O da ayrı soru.

MADDE ÜÇ: Naziyle yatan İttihatçı kalkar

1915’te Türkiye Alman askeri egemenliği altındaydı. Almanlar izin vermese zor soykırarlardı.

1880’lerden Dünya Harbi arefesine kadar Osmanlı ordusunu Almanlar neredeyse sıfırdan kurdular. Birçok birimin kumandasını üstlendiler. Savaş boyunca Osmanlı erkânı harbiye-i umumiye reisleri (yani genelkurmay başkanları) Almandı. Alman yardımı olmasa Osmanlı hazinesinin savaşı kaç hafta sürdürebileceği meçhuldür. Almanların bilgisi ve onayı olmadan, savaş halindeki bir ülkeden milyonlarca insanı sürmek gibi devasa bir projenin tasarlanabileceğini ve uygulanabileceğini düşünmek akla ziyan.

Almanların Ermenilerle alıp veremediği neydi? Doğrusunu istersen bilmiyorum. Tahmin yürütebiliyorum ama emin değilim. Bana öyle geliyor ki cevabı rasyonel bir politikadan çok, Almanların 1930’larda zirveye ulaşacak olan o çılgınca özgüveninde, “ben o kadar üstünüm ki ne yapsam hakkımdır” diyen ulusal megalomanide, insan hayatını böcek seviyesinde gören ahlaki sapkınlıkta aramak daha doğru olur.

Savaş esnasında Türkiye’de görev yapan onbinlerce Alman personeli var. Birçoğunun anıları, mektupları vs. aranırsa bulunabilir herhalde. Hani nerede bunun çevirileri, analizleri, romanları, psikolojik tahlilleri?

Savaşta proto-Nazilerle müttefiktik demek ağır gelir herhalde. Ama en azından sorumluluğun yarısını onlara atar, biraz olsun vicdanını rahatlatırsın değil mi?

*
Buyur, üç tane kapı gibi argüman. Hiç biri yapılan işin fecaatini inkâr etmez. Hiç biri geçmişle yüzleşmenin ve özür dilemenin ahlaki mecburiyetini ortadan kaldırmaz. Ama en azından, olup biteni rasyonel bir çerçeveye oturtmaya yardımcı olurlar.


“Türklerin, bırak özür dilemeyi, insanlığa karşı bir cürmü algılayabilecek kapasitesi yoktur, o yüzden soykırım yaptılar” diyenlere verecek bir cevabın olur.

Kestik ama Ermeniler de kesti

Saçma sapan propaganda formüllerini tekrarlamadan önce Allah aşkına beş dakika düşün. Akla mantığa sığan bir tarafı var mı?

Bir taraf tam teşekküllü orduya ve bin yıllık muharebe geleneğine sahip. Polisiyle, jandarmasıyla, yasasıyla, mahkemesiyle koskoca devlet teşkilatı elinde. Ayrıca icabında yağma vaadiyle harekete geçirilecek mal-mülkten yoksun büyük bir başıbozuk kitlesi var. Her yerde bire beş, bire altı gibi bir oranla çoğunlukta. En kabadayısı Van vilayetinde Ermeni sayısı bilemedin yüzde otuz.

Öbür taraf büyük çoğunluğu tarımla ve esnaflıkla uğraşan bir azınlık; misillemeye karşı en ufak bir savunmaları yok; silah taşımaları bin yıldan beri kanunen yasak. 1895’te memleketin her yanında köyleri ve işyerleri basılmış, onbinlercesi öldürülmüş, gıklarını çıkartamamışlar. Sınırdan eşek sırtında sokulan silahlarla, okulun müstahdem odasında gece vakti toplanan derneklerle direniş örgütlemeye çalışıyorlar.

Manyak mı bu adamlar ki gidip sivil Türkleri kessinler?

Evet silahlanmışlar. 1895’teki gibi koyun gibi boğazlanmamak için direniş teşkilatı kurmuşlar.

Evet şiddet kullanmışlar. Devrimci örgütler dünyanın her yerinde ne yaparsa onu yapmışlar. Erzurum’da valiliğe bomba koymuşlarlar; birkaç yerde jandarma vurmuşlar; asker ve polisle işbirliği yaptığına inanılan (Türk ve Ermeni) kişileri öldürmüşler. Zeytun ve Sason’da devlet güçlerine karşı yıllarca gerilla mücadelesi vermişler. Devlet gözüyle bakarsan buna haydutluk denir. Öbür yandan bakarsan savunma denir, delikanlılık denir, onur mücadelesi denir. Ama mukatele (karşılıklı katliam) denmez.

1915’ten önce Ermenilerin Türklere toplu kıyım yaptığına dair elle tutulur bir tane iddia yoktur. Ümit Özdağ ve benzerlerinin ortaya saçtığı çarşaf çarşaf hezeyannameleri dikkatle oku. 1915 öncesine dair tek bir söyleyecekleri yoktur.

“Ama dedemi Ermeniler öldürmüş” diyenlerin kastettiği nedir, anlatayım.

Bir: 1915 Nisan’ından itibaren Ermeniler sürü sürü boğazlanmaya başladığında üç-dört yerde direniş olmuş. En meşhuru Van’dır. Nisan ortasına doğru Van’daki Ermeni toplumunun tüm ileri gelenleri valilik emriyle tutuklanıp öldürülür; köylerdeki Ermenilerin silahları toplanır; Erciş’te bütün Ermeni erkekleri köy meydanınlarına toplanıp boğazlanır. Bunun üzerine Van Ermenileri direnişe geçerler. Bağlar semti ile Varak dağını ele geçirip eski şehri topa tutarlar. Bir ayın sonunda aç kalıp yenilmek üzerelerken Rus ordusu gelir kurtarır. Şebinkarahisar’da kaleyi ele geçirip bir süre savaşırlar; sonunda hepsi ölür. Musa Dağında çoluk çocuk dağa çıkıp kırk gün direnirler. Yarısı ölür; yarısını Fransızlar kurtarır. [Franz Werfel’in Musa Dağ’da Kırk Gün romanı bunu anlatır. Muhteşem bir eserdir; ileri geri fikir beyan etmeden önce okumanda fayda vardır.]

İki: 1916’da Ruslar Van’ı ikinci kez ele geçirdiğinde, Rus ordusuna bağlı Ermeni gönüllü alayının kumandanı Antranik Paşa Ozanyan Bitlis ve Hizan’a girer. Bir sene önceki Hizan katliamlarına misilleme olarak sivil Kürtlerden onbin küsur insanı öldürtür. Bunun üzerine Rus divan-ı harbinde yargılanıp rütbeleri sökülür. Ama bir süre sonra göreve iade edilir.

Üç: Rusya’daki ihtilalden sonra Rus ordusu dağılır. Sap gibi ortada kalan Ermeniler işgal altındaki Erzurum’da Antranik Paşa liderliğinde Batı Ermenistan Geçici Hükümetini kurarlar. Mart 1918’da Türk ordusu harekete geçince panik içinde geriye çekilirler. O sırada yollarına çıkan bütün sivil Türkleri toplayıp katlederler. Erzurum, Kars ve Ağrı yöresinde yüzlerce köyü taş üstüne taş kalmamacasına tahrip ederler.

Bilhassa bu üçüncüsünün mazur görülecek tarafı yoktur. Katliamdır; savaş suçudur. Daha sonra Taşnak Partisi içindeki hesaplaşmalarda şiddetle kınanmış, Antranik ve adamları kendi partidaşları tarafından boka batırılmıştır. [Şiddetle İttihatçı düşmanı olan Ahmet Refik Altınay, İki Kıtal’de 1918 baharında Erzurum’un köylerinde gördüğü felaket manzarasını anlatır. Tüyler ürpertici bir tablodur.] [1923’te Romanya’da yapılan Taşnak Partisi Kongresindeki hesaplaşmaları Doğu Perinçek’in oğlu yayımladı. Konteksti bilince ilginç bir belgedir. Bilmeyince beyinsiz propagandadan başka şeye yaramaz.]

Ama bunları bahane edip “n’apalım karşılıklı kesiştiler” demek için cidden insaf ve vicdan yoksunu olmak gerekir.

Bosna’da Boşnaklar hiç mi Sırp öldürmedi sanıyorsun?

Salvador Dali

Bu hafta sonu bizde de faaliyet var!Benim ödevim var, Arkeoloji müzesine gidilecek, gezilecek görülecek, notlar alınacak, bunu belki internetten de yapabilirim amma velakin öğrencilik yıllarında sütünları üzerinde çok çay kahve hüplettiğim bu müze bana tam bir nostalji yaşatacak olduğundan kendimizi kaldırıp karşı kıtaya götüreceğiz. Pazar günü gidelim dedik, hemde oğlanı da alalım yanımıza, müze

22 Aralık 2011 Perşembe

Yemek Sorunsalı

Şimdi biz ofisi taşıdık, Batı Ataşehir'e, üstelikte Caddeden, ben her öğlen açım, aç. Ne yesem diye düşünüyorum, yemeksepetine bakıyorum, bir iki kez ev yemeği siparişi verdim, berbattı, yine aç kaldım.Buralarda güvenip yiyebileceğim ve ofise servis yapan doğru dürüst bir yer bulamadım gitti. Her öğlen çin yemeği veya marmaris bufeden tost yemekten, yakında ulaşmış bulunduğum 50 kiloyu

21 Aralık 2011 Çarşamba

Hoşgeldiniz :)

Takip ediyorsanız mutlaka duymuşsunuzdur; bu aralar blog dünyasında çiçeği burnunda anneler ve çok yakında anne olmak üzere olan adaylar var... Onları tebrik etmek istedim nezdinizde, nezninizde yok ya bu da değildi neydi doğrusu? Amaaan benim neyime afilli cümleler! Kısacası bebişlerini yeni kucaklarına alan annişleri & hamişleri kutluyorum :)


Sevgili Hesionka'nın güzeller güzeli Elora'sı...


Sevgili Banyosuyu'nun dünyalar tatlısı Alis'i...


DÜNYAYA HOŞGELDİNİZ MİNİŞLER!

Ayrıca pek yakında;


Prensesini kucağına alacak olan Ayşe'm


Kurabiyesine kavuşacak olan Hayat...


Ve prensini öpüp koklayacak olan Haydins'im...


HEPİNİZİ TEBRİK EDİYORUM KIZLAR!

Veee darısı tez zamanda benim başıma diyorum AMİNNNN!!!


Bu arada listeye dahil etmediğim çiçeği burnunda anniş veya hamiş varsa parmak kaldırsın lütfen ;)

Etkinlik etkinlik etkinlik..

Şöyle bir okudum blogları, postları, facebookta paylaşılanları, her yer etkinlik, etkinlik, etkinlik..yok yumurtadan ibik yapalım, olmadı, kağıttan kuş çıkaralım, o da mı olmadı ananenin çoraplarından top yapalım.Acaba çok mu şart bu etkinlikler? Ben çocuğumu mecbur kalmadıkça alışveriş merkezlerine dahi götürmez, onun yerine sahilde parka, adada yürüyüşe, sonbaharda yaprak fırlatmaya, üstünde

Misafir Öğrenci

Geçen hafta ilkokul arkadaşım canım Tülay'ımın Güzel Sanatlar Fakültesi'nde verdiği sanat tarihi dersinin misafir öğrencisiydim. Sabah bende bir heyecan erkenden uyandım yeni üniversiteye başlayan çaylaklar gibi :) (Bu arada ben Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri'nden mezun oldum, sonra 2 yıl Amerka'da New York Institute of Technology'de master yaptım...) Üniversite havasını soluyalı 10 sene geçmiş üstünden... Eski günleri yad edecek olmanın heyecanıyla kahvaltımı yapıp erkenden çıktım evden, bir taksiye binip hemencecik Acıbadem'de olacaktım hesapta ama İstanbul'un korkunç sabah trafiğini ve taksilerin önümden dolu dolu geçip hepsinin arkasından küçük emrah gibi bakacağımı hesap edemedim! Derse 15 dakika geç kaldım neyseki hocam çok tatlı olduğu için bu gecikmeye ses etmedi ;)
Dersimiz Rönesans mimarisiydi... Hemen bir sandalyeye oturdum, önümdeki öğrenciden bir kağıt isteyip başladım ders notlarını almaya ;) Slaytlar eşliğinde Gotik mimari ile Rönesans mimarisi arasındaki farklara, beşik tonozdan çapraz tonoza, Filippo Brunelleschi, Leon Battista Alberti ve Andrea Palladio gibi Rönesans'ın ünlü mimari temsilcilerine kadar çok faydalı bilgiler öğrendim o gün...
Dersimiz bitince başladık fakülte içinde bir gezintiye...
Şunların güzelliğine bakar mısınız! Eğer yeniden seçme şansım olsaydı GSF'de kesinlikle tekstil veya heykel bölümlerinde okumak isterdim :( Orda olanlar çok şanslı olduğunuzu bilin lütfen!
Bu fotoğraf da züğürt tesellisi oluyor hee hee :)
Gözüme çarpanlar arasında ennn hoşuma gideni sona sakladım! Öğrenci mi mezun mu yoksa öğretim görevlisi mi hiçbir fikrim yok ama Hakan Yılmaz'ın çay kaşıklardan ortaya çıkarttıklarına ben bayıldım!
Sedyede hasta taşıyan kaşıklar & steteskopla hastasını dinleyen Dr. Kaşık :)
Akrobasi yapan kaşıklar :)
Arkada duran bir duvar ustası kaşık :)
Basketbol oynayan & ip atlayan kaşıklar :)
Bu da ütü yapan kaşık :)
Salıncakta sallanan aşıklar & banyoda yıkanan kaşıklar :)
Nasıl yaratıcılıkta sınır yok öyle di mi?
Fakültenin çıkışında Espas'ın kurmuş olduğu kitap standında ne zamandır aradığım rahmetli Bedrettin Cömert'in kaleme aldığı "Mitoloji ve İkonografi" kitabı ile tamamen bana hitap ettiğini düşündüğüm Clive Scott'un "Sokak Fotoğrafçılığı" kitaplarını aldım.
Cebimde değerli bilgiler, çantamda okunmayı bekleyen kitaplar ve öğrencilik yıllarıma geri dönmenin verdiği mutlulukla terkettim fakülteyi...
Canım arkadaşım kendimi çıtır bir öğrenci gibi hissettirdiğin ve bu güzel günü bana yaşattığın için çoook teşekkürler :)

19 Aralık 2011 Pazartesi

Anne Sütü olanlar olmayanları bulsunlar!

Geçmişte süt anneler fazla sütlerini başka bebeklere veriyormuş, hatta süt bankaları varmış. Beni halam bir seferinde çok acıktığım ve ağladığım için benden 2 ay büyük kuzenimden sonra emzirmiş, süt annem olmuş :)

İlk bebeğimde memeyi itip emmek istemeyince sağmaya başlamış sonra buna çok sardırmıştım. Günde 3 kere sağarak bir ara iki memeden tek seferde toplamda 390ml sağdığımı hatırlıyorum. Sonuçta tek bebek için üretilen sütler dolapta birikmeye başlamış, 50 poşeti bulmuştu. Kime vereceğimi bilemediğim için sütleri bir süre sonra gece 12.00de emzirmek yerine biberonla eritip eritip vermeye başlamıştım. Dondurmak anne sütünün besleyici özelliğini bir miktar azaltsa da mama yerine anne sütü paylaşımı bebeğin gelişimi için son derece önemli bir fark yaratacaktır. Anne sütünün yeri tartışılmaz.

Bloglar camiasından tanıdığım sevgili Derya, 3 annenin süt paylaşımı ile bebeğini büyütüyor. Bireysel başlattığı anne sütü paylaşımı hareketine size de katılmak isterseniz, doğal besleniyor, sigara ve alkol kullanmıyor iseniz ve fazla sütünüzü paylaşmak istiyorsanız Derya'ya mail atabilirsiniz. markaanne@gmail.com

Derya'nın konu ile ilgili blogları aşağıda:

http://www.markaanne.com/2011/03/31/anne-sutu-olanlar-olmayanlari-bulsunlar/l
http://www.markaanne.com/2011/12/10/anne-sutu-olanlar-olmayanlari-bulsunlar-2

Daily Inspiration

Ablamın Van'a yardım amacıyla başlattığı kitap projesinden daha önce bahsetmiştim... Hepimizin gönderdiği fotoğraflarla katkıda bulunduğu bu anlamlı kitap tamamlandı ve blurb websitesinde satışa sunuldu! Biz siparişlerimizi internetten verdik bile ;) Siz de vermek isterseniz tek yapmanız gereken buraya tıklamanız!
Daily Inspiration her siparişe göre ayrı ayrı basılıyor. Yumuşak veya sert kapak seçenekleri mevcut. 64 sayfalık kitapta her gün size ilham verecek birbirinden güzel fotoğraflar ve İngilizce özdeyişler yer alıyor...
Ben de çektiğim bu kedili fotoğrafımla kitaptayım ;)


Kitabın tüm geliri Bridge to Türkiye Fund (BTF) aracılığıyla Van’a gidecek... Bridge to Türkiye Fund (BTF) nedir derseniz; Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan Türkler’in bir taban hareketi olarak başlattıkları, amacı Kuzey Amerika ve Türkiye arasında dayanışma ve yardımlaşma köprüsü görevini üstlenerek, Türkiye’de sosyo-ekonomik olarak yardıma muhtaç toplum katmanlarına destek sağlamak olan bir hayır kurumu...


Canım ablam taa oralardan başlatmış olduğun bu güzel proje için seni tebrik ediyorum! İnanıyorum ki bizler Van'a gidemesek bile ordaki yaralı kalpleri bu sayede sarmış olacağız...

Haftasonu mu?

Haftasonları delirmiş gibi geçiyor, dinlenme yok, yan gelip yatma yok, ha çok keyifli o da ayrı, ama bazen yoruluyorum.Aralık başı vizelerim vardı, güzel güzel notlar aldım, şimdi finaller başlıyor, bu geceden itibaren çalışma var, dinlenme yok, kendim kaşındım ama değil mi?O zaman aşağıya bir ofis halleri isimli çalışmamdan ekleyeyim de biraz neşemi bulayım iyisi mi?Biraz içimi boşaltmış gibi

16 Aralık 2011 Cuma

Sosy@l Kolye!

Biz Sevgili Ece ile bir şey düşündük, madem bu kadar çok vakit geçiriyoruz, sosyal medyayı her şekilde kullanıyoruz, birşey yapalım, şahane olsun dedik. Fikir Ece'nin, çinli çalışması bendenizin aslında. Şuradan sipariş verebilirsiniz, buradan da detaylı bilgi edinebilir ve heyecanımızı yorumlarınızla paylaşabilirsiniz.Yukardaki benim boynumda. Aşağıdaki de Ece'nin.Malum leomio'da bizim

15 Aralık 2011 Perşembe

Düğmeler

Kedili düğmeleri beğenen birkaç arkadaşım nereden aldığımı sormuştu... Aynı yerden uzaylı ve deniz temalı düğmeler de almıştım ama onlarla oynamaktan başka bir yerde kullanmaya henüz fırsat bulamadım :) Benim aldıklarım dışında mağazada değişik bir sürü düğme var. Bunlar dışında çok çeşitli yün ve tuhafiye malzemeleri de satılıyor. Ayrıca ücretsiz örgü ve nakış kursu da veriyorlarmış, ilgilenenlere duyurulur ;)
ELİT TUHAFİYE
Adres: Şemsettin Günaltay Cad. 19 Mayıs Mah. No:164-C Kazasker-Erenköy
(Minibüs Caddesi üzerinde yeni açılan Kazasker Starbucks'ın sırasında...)
Telefon: +90 (216) 386 30 20

Ve bu da her doğumgünüm gibi kendime hediyem olsun!

İyi ki doğdum, iyi ki aşık oldum, iyi ki doğurdum, iyi ki aşık ve sevgili bir kadın olmayı becerebildim..Trilalalala...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Yuh Tanya!

Kendi kendime "Yuh Tanya" dedim, 10 gündür blog yazmıyormuşum, tarihe geçtim, doğurduğumda bile bu kadar ara vermedim ben yahu.Şimdi efem biz Suadiye'de caddede bulunan canım Kiralık ofisimizi Batı Ataşehir'e taşıdık, bu sefer bizim olan ofisimize. Taşınmayı çok severim ben ama böylesini hiç görmemiştim, 350 m2lik ofisi 120 m2ye sığdırdık, daha doğrusu sığdırmaya çalıştık. Ortalık delirmiş gibi

13 Aralık 2011 Salı

Kumaş bezlere veda!

Yeni yuva bulunduuuuuuu!Eveeeet, uzundur ara vermişim derleyip toplamaya, hazır popo artık bezsizken ve iki ay kadar da bekletmişken artık bu şahane az kullanılmış kumaş bezleri yeni sahiplerine göndermeye hazırım!Yukarıda fotosu bulunan babynaplar 9-14 kg. arası bebekler için biçilmiş kaftan.10 adet hiç kullanılmamız ara bezi, 7 adet kullanılmış ara bezi, 9 adet kullanılmış bamboo arabezi, 4

Oopsy!

Güzel dilekleriniz için teşekkür ederim arkadaşlarım. Neyseki çarpılmadan sapasağlam aranızdayım :) Bu arada bir önceki postta geçen f...'li kelime için sizden özür diliyorum. Bu stres bana pek yaramadı, biraz fazla asabi oldum çıktım. Bu dönemde beni hoşgörün olur mu? Ben şimdiden uyarımı yapıyım da sonra ne oldu bu ballı lokma tatlısına demeyin :P Zaten şunun şurasında 2 haftam daha kaldı, bunu da atlatıyım, o zaman siz sağ ben selamet veya ben sağ siz selamet amaan neyse işte ondan :)
Bu arada içimdeki küçük asabi hanımı dizginlemek için kendi çapımda yöntemlerime devam ediyorum; bunların başında dikiş dikmek geliyor. Uzun bir süre önce Pinterest'te bu kazağı gördüm, belki kazağın aman aman bir özelliği yok ama yandaki düğmelerine bayıldım...
Annemin yüncüsüne uğradığımda bir de ne göriyim karşımda kedicikli bir sürü düğme! Kedili olunca anında kalbime aşk okları fırladı tabii :) Tamam dedim ben de kendime benzer birşey dikebilirim.
Siyah kalın likralı bir kumaştan bol hatta çuvalı andıran bir bluz diktim, sonra bu düğmeleri sol kola diktim... Diğer kazakta altta da düğme kullanılmış ama ben sadece yanda kullandım.
Ortaya böyle kedili, kuşlu, balıklı birşey çıktı :)
Aldığım diğer sevimli düğmelerimi görmek isterseniz hobi sayfama tıklayabilirsiniz...