30 Nisan 2013 Salı

Ane Brun Discography

İndirme Linklerini sınırsız yapan 3 ayrı çevirici site. Zaman zaman kapalı olsa da oldukça işe yarıyor.

hani dalga sesleri kıyıya vururken, güneş tam evine doğru giderken, göz kapakların gittikçe ağırlaşmıştı ya... hafif bi esinti aslında sadece ürpertmemişti seni, huzuru da doldurmuştu ya içine... işte o esinti gibi bir şey ane brun.

şu big in japan yorumunu dinledim ve "müzik yedi nota, bu kadar beste nerden geliyor ya" sorusunu soranlara bunun bir cevap olabileceğini düşündüm. lan aynı şarkı, aynı nota e bu ne?(ekşi'den)

What I Want EP

Wooden Body EP

Spending Time with Morgan

My Lover Will Go EP

A Temporary Dive

Duets

Live In Scandinavia

Changing Of The Seasons

Live At Stockholm Concert Hall

It All Starts With One

Songs 2003-2013

29 Nisan 2013 Pazartesi

Amira Medunjanin Discography

İndirme Linklerini sınırsız yapan 3 ayrı çevirici site. Zaman zaman kapalı olsa da oldukça işe yarıyor.

Sevdalinkaların ve balkan ezgilerinin hüzünlü sesi...

ESKİLERE DÖNÜŞ: MUDURNU-GÖYNÜK

Bir gezi programı yaptığınızda belli hayal ve beklentilerle yola çıkarsınız. Bazı yerlere ise hiç beklentiniz olmadan yol üstünde olduğu için gidersiniz. Ama beklentilerle gittiğiniz yer size çok hoş gelmezken o hiç beklentiyle gitmeyip sadece yol üzerinde olduğu için uğradığınız mekanlar çok çok çok ve çok daha fazlasını verir...

İşte Mudurnu ve Göynük bizim için böyle oldular... Osmanlı günlerinden kalma hallerini, eski Türk kasabası hallerini tüm orjinalliğiyle koruyabilmiş ender kasabalarımızdan...

İstanbul'dan yola çıkıp Göynük yollarına sapmadan önce köy yollarına sapıp biraz güzergahı değiştirelim dedik. İyi ki öyle yapmışız. Bize göre saklı cennet idi buralar. Yol boyu tam köy hayatı. Her evin yanında bir ahır, ahırın yanındaki gübreler üzerlerinde eşelenen etrafta gezinen tavuklar ve bir köpek. Leylak ağaçları da hep dikkatimi çekti. Ne kadar güzel bir sabahtı bu böyle...
Sonra bizi hayran bırakan o tepe... Biz İsviçre'deydik sanırım. Düzenli biçilmiş yeşil alanlar...
O ulu ağaç, soğuk hava... Burayı kaydettik GPS cihazımıza tekrar gelmek üzere havalar ısındığında iyice...

04-ARM_1214

Ve vardık böylece Göynük'e nasıl geldiğimizi bile anlamadan... En kalın montlarımızla indik arabadan. Güneş ısıttı içimizi, bir kıraathaneye daldık hemen. İçerdeki sobanın yanına doluştuk çoluk çocuk, çaylarımızı istedik. İçerdeki küçük kütüphane dikkatimi çekti. Meğer kıraathane demek kitap okunan yer demekmiş aslında. Kelime kökenine hiç dikkat etmemişim şimdiye dek. Bunu da öğrenmiş oldum.

Kolay değil dört çocuklu çıktık yola, bizim gibi çocuklu gezmeyi seven arkadaş çiftimizle beraber...
Sobanın sıcaklığında kahvaltımızı yapıp düştük Göynük Saat Kulesi yollarına.

01-DSC05192

Çıkar mıyız çıkamaz mıyız, yok çıkamayız iki çocuk arabasıyla, hadi yürüyelim bari biraz ara sokaklardan geçmiş olalım derken, hadi az kaldı şurayı da çıkalım derken tabi ki çıktık Göynük Saat Kulesine:) Meğer arabayla çıkılamazmış zaten bu kuleye... Yollar dar ve dik... Göynüğü tepeden seyrettik. Çıkması gibi inmesi de zevkliydi bu kez farklı yollardan... Cam önünde bekleyen  yaşlı teyzelerle sohbet ede ede...

21-ARM_1289

Göynükten ahşap oyuncaklardan almayı da ihmal etmedik çocuklara.
Ve tabi Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin'in türbesini ziyaret ettik son olarak. Hikayesini dinledik buradaki görevliden...

Şimdi yolculuk Çubuklu Gölüne sonrasında ise Mudurnu...

Çubuklu Gölü bizim için saklı bir cenneti bulmak gibiydi. Önce karşımıza çıkan Çubuklu Gölü Değirmenleri...

28-ARM_1423

Böyle bir yapıyla karşılaşacağımızı hiç bilmiyorduk bile...
Tablo gibiydi. Kendimi Türkiye'de değil başka bir diyarda gibi hissettim. Sonra o değirmenlerin yanına kadar gidebilir miyiz merakıyla başladık gölün etrafını dolaşmaya... Bir derenin içinde bulduk kendimizi ve devam ettik. Ya dere göl ile buluşup orada kalırsa arabamız fikri zihnimizin bir köşesinde hep heyecan yarattı durdu bize... Güzel bir anı oldu neyse ki bu yolculuk bize...
Gölün diğer tarafına geçmeyi başardık, değirmenlerin yanına kadar gittik arabayla ama yolumuz uzun daha Mudurnu var planımızda, üstelik hava çok çok soğuk... Arabadan çocukları indirmeden yol aldık Mudurnu'ya doğru ama Çubuklu Gölü gönlümüzün bir köşesinde yer bıraktı tekrar gelinmek üzere...

29-ARM_142830-ARM_1433

ve Mudurnu...
Geldik ki bir kalabalık bir kalabalık. Meğer pazar kurulurmuş o gün(cumartesi). Tüm köylerden geliyorlar tabi. Bizim kalacağımız otelin önü de pazar yeri olduğu için otele varamadık ve madem öyle etrafı dolaşalım yemek yiyelim diyerek arabayı park ettik. Biraz etrafı dolaşıp artık acıkan bünyeleri çocukları doyurmak için çarşıdaki bakkal amcanın tavsiye ettiği Mudurnu Piliç Restoran'a girdik. Bunun dışında kalacağımız Fuat Beyler konağının da yemeklerinin iyi olduğu söyleniyordu.
Yöresel yemek olarak mutlak ve de mutlak Kaşık Sapı denenmeli. Bence buranın esas yöresel yemeği budur. Bunun dışında Mudurnu Kebap yenilebilir. Salçalı ekmek üzerine köfte ve ızgara et ve tavuktan oluşan bir tabak geliyor. Onu da beğendik. Ama Kaşık Sapı en güzeli ve has yöresel olanıydı bence.

32-ARM_1438

Ev makarnasının bol tereyağı, ceviz ve keş peyniri ile servis edilmiş hali Kaşık sapı. Biz de pazardan bu kaşık sapının peynirini alalım bari derken meğer bizim yediğimiz restorana bu yemeği yapan hanım da alışveriş için orada değil miymiş. Kaşık sapı için hangi peynir diye sorunca hemen bana peyniri kendisi gösterdi tezgahçıdan önce. Kaşık sapının tarifini de verdi hemen.  Yedik çok beğendik dediğimizde de nerede yediniz dedi. Meğer Mudurnu Restoranının ve bir konak ismi daha verdi, o yapıyormuş evinde, gelip alıyorlarmış. Bir hatıra fotoğrafı çektirdik kendisiyle :) Ne kadar sıcak, candan, yardımsever ve güleçti. İşte yurdum insanı...

36-ARM_1475

Aldığımız peynirin adı keş. Yapıp tarifini sizlerle de paylaşırım buradan.

Akşam 7'ye kadar Mudurnu'yu, pazarını gezdik dolaştık. Artık pazar da kalkınca otelimize döndük. Burası eski bir konak. Mudurnu'da yeni modern bir otel yok zaten. Olsa da kalmayın. Bu konaklarda kalmadan buranın o güzelim havasını solumanız mümkün değil. Birçok konak var Mudurnu'da otel olarak işletilen. Ben neden FuatBeyler Konağını seçtim peki?

31-DSC05202

İnternette gördüğüm fotoğraflardan bütün yatak örtüleri, perdeleri dahi kanaviçe işlemeliydi de ondan:) Gelip yakından incelemek istedim.
Konağımız canlı bir müzeydi. İçeriye ayakkabıyla girilmiyor, ev terliği giyiyorsunuz. Biz bildiğimizden yanımızda getirmiştik. Getirmeyenler içinse konakta terlik mevcut. Dört günlük gezimizde en güzel akşamımızı bu konakta geçirdik. Odamızın yer aldığı ikinci katın ortasında yer alan bu sedirli salon uzun uzun sohbet ettiğimiz çocuklarla vakit geçirdiğimiz mekan oldu. Oradaki tepsi legoların yayıldığı tepsiydi:) O havayı solumak, kahvelerimizi o sedirde içmek kendimizi Fuat Bey gibi hissetmemize sebep oldu :) O katta sadece üç oda vardı ve diğer odada kimsecikler yoktu neyse ki. Böylece o katı sahiplenmiş olduk rahatça...

01-DSC05206

Dahası da vardı üstelik bu konağın. Nefisss köy kahvaltısı... Ömrümüzde o kadar lezzetli süt kaymağı yediğimiz sayılıdır. Daha sanki o sabah sütü kaynatıp kaymağını yapıp getirmişler gibiydi. Konağı işletenlerin kibarlığı efendiliği de çok başkaydı. Eski İstanbul beyefendiliği vardı orada...

Mudurnu'da tek gece kalacaktık, esas istikamet Beypazarı idi çünkü. Ama Mudurnu o kadar güzel izler bıraktı ki bizde... O sabah kahvaltı sonrası otelin arkasında yer alan dere boyu Mudurnu Sokaklarında yaptığımız gezintinin keyfini hiç unutmayacağız eminim.

39-ARM_1539
 
Derenin, üstündeki köprülerin güzelliği ayrı, Mudurnu sokaklarının evlerinin güzelliği ayrı, insanının güzelliği ayrı. Çocukların keyfi, mutluluğu ayrı...

38-ARM_1529mudurnuoffroad

Hava soğuk ama temiz, soba kokusu var belki ama o kadar güzel geliyor ki bu koku bana...

41-ARM_1543

Mudurnu'dan ayrılmadan önce Yavuz Sultan Selim'in yaptırdığı camiyi ve hamamı ziyaret etmeyi de unutmadık. Hamama kaç kişi geliyor bilmiyorum ama o sabah sokaklarda kimsecikler yokken dahi buharlar yükseliyordu bacalarından...

Güle Güle Mudurnu...

Tekrar görüşebilmek dileğiyle...






"Beslenme Dedektifi" Kelly Dorfman 1-2 Haziran 2013'de İstanbul'da



Çocukların beslenmesi ile davranışların ilişkisi
Çocukluk rahatsızlıkları ile beslenme arasındaki saklı ilişkileri inceleyen ve 
bu konuda ödül kazanmış bir kitabı da bulunan Kelly Dorfman 1-2 Haziran’da İstanbul’da.

 Bu blogdaki duyuruya 1 Haziran'a kadar yorum yapan 3 kişi Kelly Dorfman'ın 
"Doğru Yiyecek Sağlıklı Çocuk" kitabı hediyesi alacak!

Beslenmenin çocuklardaki etkileri; 1 Haziran 2013 Cihangir Yoga İstinye
Yemek seçen çocuk; 2 Haziran 2013 Cihangir Yoga İstinye

Beslenmenin çocuklardaki etkileri
Beslenme davranış, idrak ve sağlığı nasıl etkiliyor?

Kulak enfeksiyonları ile gelişim ilişkisi: Çocuğun gelişim sorunu ile gıda intoleransı/besin alerjisi ilişkisi. Kulak enfeksiyonları, işitsel gelişim, gelecekteki dikkat sorunları.

Diğer beslenme sorunları: Farklı tip besin reaksiyonlarını anlamak.

Çocuklarda besin reaksiyonları ve ne yapılmalı? Sentetik boyalar ve şeker çocukların davranışlarını ve ruh hallerini nasıl etkiliyor?

Beslenme ile kabızlık ve reflü ilişkisi: Gıda alerjisi/reaksiyonlar kabızlık ve reflüye nasıl sebep olur? Bağırsak kasları nasıl güçlendirilir?

Duyu Bütünleme Bozukluğu ve Yemek Yeme Davranışları: Sinir sistemi ve önemi. Stres hormonları yemek seçimini nasıl etkiler? DBB ve çocukluk çağı obezitesi.

Kimler için:
 Ebeveynler, hamileler, çocuklarla çalışan eğitimciler, psikologlar, öğretmenler, çocuk doktorları

Tarih:
 1 Haziran Cumartesi 10.00-14.00

Ücret:
 150 TL (eş için %50 indirim)

Yer:
 Cihangir Yoga, İstinye

Tercüme:
 Tercüme yapılacaktır.

Bilgi ve kayıt için:
info@cihangiryoga..com
Tel: 0212 277 11 90

Yemek seçen çocuk

Yemek seçen çocuk: Yemek seçmenin sebebi ve aileler bu konuda neler yapabilir?

Glüten neden sorun yaratıyor?Çölyak hastalığı ve çölyak hastalığı dışındaki glüten hassasiyeti. Glütensiz beslenme denemesi nasıl yapılır?

Yağlar ve beyin: Farklı yağ tipleri. Zorunlu yağ asitleri eksikliğinin semptomları. Depresyon, anksiyete ve bipolar (manik depresif) bozukluklarda balıkyağı kullanımı.

Dispraksi hastalığı (hareket planlama noksanlığı): Motor hareket planlamanın öğrenme ve dil gelişimine etkisi. Dil gelişimi için fosfolipitler.

Kimler için:
 Ebeveynler, hamileler, çocuklarla çalışan eğitimciler, psikologlar, öğretmenler, çocuk doktorları

Tarih:
 2 Haziran Pazar, 10.00-14.00

Ücret:
 150 TL (eş için %50 indirim)

Yer:
 Cihangir Yoga, İstinye

Tercüme:
 Tercüme yapılacaktır.

Bilgi ve kayıt için:
info@cihangiryoga..com
Tel: 0212 277 11 90

Önemli Not:
 Kontenjan sınırlı olduğu için kayıtlar başvuru sırasına göre yapılacaktır. Kesin kayıt için ödemenin yapılmış olması şarttır. Her iki çalışmaya katılanlar için ücret 260TL’dir. Eş indirimi ayrıca geçerlidir.

KellyDorfman, MS, LND
Beslenme ve biyoloji konusunda mastır derecesi olan Dorfman, Çocuğunuz Ne Yiyor?* kitabının yazarı. Çocukluk rahatsızlıkları, davranış sorunları gibi pek çok konunun beslenmeyle ilişkisini araştıran Dorfman Amerika’da “Beslenme Dedektifi” olarak tanınıyor. Otuz yılı aşkın tecrübesiyle temel sorunları hızlıca ortaya çıkaran ve araştırmalara dayanan denenmiş stratejileri kullanan Dorfman, ebeveynlere olan desteğinde pedagog, psikolog, tıp doktorlarıyla yakın çalışmalar yapıyor. Lisanslı bir beslenme uzmanı olan Dorfman, Amerika’nın çeşitli bölgelerinde verdiği seminerlerin yanısıra Living Without dergisinde köşe yazarı ve Huntington Post’ta blog yazarı.

http://kellydorfman
.blogspot.com
www.kellydorfman.com
www.huffingtonpost.com/kelly-dorfman


*Kitap Mayıs sonu Doğan Kitap Anne Baba Akademisi bünyesinde yayınlanacaktır.

29 Nisan 2013

Ruh hallerinde nötr olmak, kendine ne çok iyiyim, ne de kendimi çok kötü hissediyorum diyememek. Ne olduğunu hangi tarafa daha yakın olduğunu bilememek. Bugün tam da böyleyim işte ben.
Evimizde bir heyecan dolaşan birisi iyi ki var, o da olmasa kim bilir ne olurdu benim halim. Tam bir sır küpü kendisi, yaklaşan anneler günü için hazırlık içindeler, ser verip sır vermiyor. Yine durup durup anneler günü ne zaman, hangi gün diye sorup duruyor. 

28 Nisan 2013 Pazar

noramore





Blogumu seviyorum, sizler beni şımarttığınızda onu daha çok seviyorum. Kıssadan hisse: beni hep şımartın yavrilerim :) Bu nasıl yüzsüz bir giriştir di mi :P Siz beni boşverin, biz esas konumuza gelelim! Uzun süredir blog dünyasında olan, hayvanlara olan düşkünlüğü, sakat dört ayaklı dostları sahiplenmesi, özellikle kedi aşkı yüzünden daha bir fazla sevdiğim sevgili Nora'cığımdan çok güzel bir hediye aldım geçtiğimiz günlerde... 




Kendi yarattığı markası noramore'da çizip ürettiği ve satışa sunduğu cicilerden bana da göndermiş!




Kara kedili kolye ve yüzüğe bittim ben! Tam benlik! Bakar mısınız Miso bile bu güzelliklere dayanamadı hii hii :)






Nora'cığım bu güzel hediyeler için sana çoook teşekkür ediyorum!




Nora'nın diğer tasarımlarını noramore'dan veya blogundan takip edebilirsiniz!






Aaaa kolyemi Miso'dan kaçırdım derken Nil'in elinde kalıyordu az kalsın :)






Hepinize böyle kanatlanıp uçtuğunuz bir hafta dilerim!




Ebussuud Efendi fetvaları: Hz. Ömer ahdi


Hz. Ömer Ahitnamesi yahut Uhdat’ul-Ömeriyye العمرية العهدة adı verilen metnin sonradan uydurulmuş olduğu konusunda uzmanların çoğu hemfikir görünüyor. Bunun şu anki konumuz açımızdan herhangi bir sonucu olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta M 9. yy başında İmam Şafii aynı metnin daha ayrıntılı bir versiyonunu Şafii hukukunun temel dayanakları arasında saymış. [1] İbn Hanbel zimmîlere ilişkin fetvalarını buna benzer bir metne dayandırmış.[2]Az sonra göreceğiz, Ebussuud Efendi’nin fetvaları da aynı ilkeleri sadakatle takip etmiş. Yani, sözgelimi Cihan Eker’in yaptığı gibi “uydurmadır” deyip geçmek, akademik dürüstlüğe pek uygun görünmüyor.[3]

Elimizdeki metni ilk kez Dımışk Tarihi’nde İbn Asakir aktarmış. Sözde İslam fethi sırasında Şam Hıristiyanlarının Ömer’e gönderdiği ahitname imiş. [4]

“Şam kenti ve taşrasında bundan böyle [yeni] kilise, manastır, şapel ve keşiş hücresi inşa etmeyeceğiz; Müslüman mahallelerinde olanlar harap olduklarında onarmayacağız;
kiliselerimizde nākūs’u[5]ancak alçak sesle çalacağız, [kiliselerimizin üzerinde] haç göstermeyeceğiz, ayin ve dualarımızı alçak sesle yapacağız; dini resmigeçitlerde haç taşımayacağız, cenazelerimizde yüksek sesle ağıt söylemeyeceğiz ve cenazelerimizi Müslümanların gezdiği yerlerden ve onların pazar yerinden geçirmeyeceğiz;

Müslümanların bulunduğu yerde şarap satmayacağız;

bir Müslümanı dinimize döndürmeyecek ve dönmesini teşvik etmeyeceğiz;

içimizden biri Müslüman olmak isterse ona engel olmayacağız;

köle edinmeyeceğiz;

kalansuwa,[6] sarık ve sahtiyan gibi kıyafetler giyerek ve saçlarımıza onlar gibi şekil vererek Müslümanlara benzemeyeceğiz; eğerli ata binmeyeceğiz; belimize zunnar saracağız;

Müslümanların diliyle konuşmayacak ve onların adlarını kullanmayacağız; Arapça mühür kazıtmayacağız;

Kılıç taşımayacağız, üzerimizde ve evlerimizde silah bulundurmayacağız;

topluluk içinde Müslümanlara saygı gösterecek ve talep edildiğinde yerimizden kalkarak onlara yer vereceğiz;

onlardan yüksek evler yaptırmayacağız;

ticaret dışında onlarla ortaklık etmeyeceğiz;

her Müslüman yolcuyu, görenek uyarınca, üç güne kadar evimizde konuk edeceğiz;

bir Müslümana söven veya bir Müslümana el kaldıran himaye görmesin.”[7]

Bakalım Ebussuud Efendi ne demiş.

Mes’ele: “Zimmîler kul ve cariye kullanmasınlar” deyu emr-i şerif var iken, kullananlara şer’an ne lazım olur?
Elcevap: Ta’zîr-i şedîd ve habs-i medîd lazımdır.

Tazir-i şedid normal olarak falakadır; habs-i medid “uzun süreli hapis” demektir. Süre limitlerine ilişkin bir makale okuduğumu hatırlıyorum ama şimdi aramaya üşendim. Bir kişinin hizmetçi ve cariye kullanıp kullanmadığı nasıl tespit edilir? İftiranın önü nasıl alınır? Evlatlık ve besleme sahibi gayrımüslimler hayat boyu hangi riskle yaşarlar?

Bizdeki gayrımüslimlerin çekirdek aile yapısına daha yatkın olmalarında bu hukuki düzenlemelerin ne etkisi olmuştur?

Mes’ele: Ehl-i İslam içinde olan zimmîleri, yüksek müzeyyen evler yapmakdan ve şehir içinde ata binmekden ve fahir kıymetli libas giymekden ve yakalı kaftanlar giymekden ve ince tülbendler ve kürkler ve sarıklar sarınmakdan, velhasıl ehl-i İslama ihaneten kendilerini ta’zimi müş’ir ef’alden men’ eden hakim indallah müsâb ve me’cûr olur mu?
Elcevap: [Olur] (sf. 114)

Bkz. ABD güney eyaletlerinde zencilerin ön kapıdan otobüse binme yasağı.  

Mes’ele: Bir kâfir karyesinde iki müslüman olup, kefere kiliselerinde tahta çaldıklarında mezbûrân kimseler şer’an men’e kadir olurlar mı?
Elcevap: Re’y-i hakimle olurlar, salih kimseler ise. (sf. 115)

Gayrımüslim köyünde iki Müslüman olsa, çan çalmalarını engelleyebilir mi? Temiz adamlarsa evet, hakim kararıyla. Akla gelen soru: Bir gayrımüslim köyüne musallat olan iki Müslümanın yapabileceği şantajın sınırı nedir? [Not: Osmanlı diyarında metal çan çalmak yasak olduğundan, 19. yy ortalarına dek sadece tahta çan kullanıldığı söylenir. Araştırmadım.]

Mes’ele: Bir kasabada nasara taifesi yılda üç gün bir mahalde cem’ olup, adet-i kadimleri üzere lehv ü lu’b edip, amma kimseye zararları olmayıp ve müslümanlara asla müte’arrız değiller iken, yahudi taifesi mezburlar ile adavetlerine binaen men’e kadir olur mu?
Elcevap: Ehl-i islam men etmek lazımdır. “Kimseye zararı yoktur” demek kizb-i sarihadır, dinsizdir. Cum’a kılınır kasabada kefere bu vechile alâm-i küfrü izhar etmek dine zarardır. Ne ol mel’unlar ne yahudi mel’unlar asla ol asıl vaz’ etmek caiz değildir. Döğe döğe cemiyetlerin dağıtmak lazımdır. Hakim müsalehe ederse azli vaciptir. (sf. 117)

Soru: Bir kasabada hıristiyanlar eski gelenek uyarınca yılda üç gün bir yerde toplanıp eğlence ve oyun düzenlese, fakat kimseye zararları olmasa ve müslümanlara asla dokunmasalar, yahudiler bunlara düşmanlıklarından yasaklatabilir mi? Cevap: Yahudiler yasaklatamaz, müslümanların yasaklatması gerekir. “Kimseye zararı yok” demek yalandır ve dinsizliktir. Cuma kılınan bir kasabada kâfirlik alametlerini bu şekilde açıkça teşhir etmek dine zarardır. Ne o melunlara, ne Yahudi melunlarına izin verilmemelidir. Döğe döğe topluluklarını dağıtmak gerekir. Hakim müsamaha gösterirse azli vaciptir.

Mes’ele: Bir dağ başında kadimî bir kilise olup, kâfirler üzerinde perhize çıkıp, çan çalıp ve etrafına kâfirler cem’ olup, ruhbanları ayin-i bâtılları üzre va’z eyleyip, kâfirler ağlaşıp giriv eyleseler, müslümanlar kiliseyi hedm eylemeye kadir olurlar mı?
Elcevap: Eğer etrafında asla şenlik yok ise taarruz olunmaz. Eğer var ise, şiar-ı küfrü bu mıkdar izhar etmekten men’ ve zecr olunmak lazımdır. (sf. 117)

Dağ başındaki bir kilisede hıristiyanlar şımarsa o kilise yıktırılır mı? Cevap: Etrafında yerleşim yoksa yıktırılmaz. Varsa [gene yıktırmayıp] kâfirliğin bu denli serbestçe icrası önlenmeli ve edenlerin gözü korkutulmalıdır.    

Amcada hoşgörü kuvvetli!


[1] Kitab’ul-Umm IV.112, İngilizcesi A.S.Tritton, Muslims and Their Non-Muslim Subjects, sf. 12 vd. http://ia600304.us.archive.org/22/items/caliphsandtheirn029590mbp/caliphsandtheirn029590mbp.pdf

[4] İbn Asakir (ö. 1176) Şam Darülhadis’inin kurucusudur, medrese ilminin temel direklerinden biri.

[5] Günümüzde “çan” anlamında; ancak özgün anlamı mutemelen tahtadan yapma bir tür çıngırak.

[6] Bir tür yüksek kavuk.

[7] Tritton sf. 5 ve 7, bir-iki kelime farkı olan iki ayrı versiyon aktarır.

A Turkish Poet on Armenian Reconciliation


Cahit Koytak, born 1949, is probably the greatest living poet of the Turkish language. He is a devout Muslim, a man of vast and philosophical vision, a jazz lover, a latter-day Sufi. He published this poem on April 24, 2013, the 98thanniversary of the Armenian tragedy.

Koytak is a difficult poet to translate – his sinuous syntax hardly carries into English, and the suggestivenes of phrase may sound hollow to unfamiliar ears. I have done my best. You must take me on my word that the original, here, is good poetry as well as a powerful call to action.


2015, The Year of Armenian Homecoming – A Poet’s View

Shall we be reconciled when we admit to be the heirs of Union and Progress,[1]
that band of devilish murderers,
and apologize in their name?  

Shall we, who swear by the honesty of the Prophet and witness to the unity of God,[2]
we who never stood, never stood willingly, in the ranks of those murderers
                in their path of rage and bloodshed,
shall we ask for reconciliation
for having never moved a finger to seek justice and to redress the crime,
for nearly a century,
though we all knew of the enormity of the crime,
and knew the perpetrators,
and yet pretended that there was nothing amiss,
and tolerated those who said so?

Shall we seek reconciliation,
we who are the other members of the same great family, sharing the same house,
for failing to see, blindly, for so many years,
that what was done to them, and to their children, was done to us,
and that their pain, and the pain of their grandchildren, was our pain,[3]
and for doing nothing to call out for justice, and to lighten their burden?

Shall we offer reconciliation
for our indifference, our carelessness, our blindness?


For sitting on, or for keeping silent while others sat, for so many years,
on  the homes, on the gardens and fields and the villages
                from which the Armenians were driven so brutally?


Or, to deserve a great and true reconciliation,
for all this and for all our other debts and perfidies,
shall we open our heart wide enough,
and invite them back into it, their home?

Shall we open our heart wide enough,
to deserve a true and great reconciliation,
that we wish them to come back, with joy and trust,
to the homes, the villages, the fields and gardens which are theirs,
          and see to it that they do so safe and secure, and with a cloudless heart?

Shall we make our table broad enough,
to deserve this great redemption,
that we tell them “the earth belongs to God, and is wide enough;
the earth is His, and we are His family;
His is the land, the house, the shop, the fields and the grain that we all share at His table,
His bounty is large enough to be yours and ours, and this country[4]is your land as well as ours?”


Shall we open our bosom wide enough,
that we reach across the frontier at Ardahan[5], and call,
“see, we live under the same skies,
the same rainclouds wet our fields and our forelocks,
our dreams share the same night,
so let us fling open not only the gates,
but the boundary itself,
and render it as nothing,
and let our arms which reach out to embrace you
be long enough to circle the globe,
to Peru, Argentina and Arizona,
to embrace your spread-out seed”?[6]

Shall our hearts generate a joy great enough
that we proclaim the year 2015 “The Year of Armenian Homecoming”,
and turn it into a year of
homecoming feasts,
homecoming rites,
and homecoming follies?

Shall our soul generate candor and goodwill enough,
and kindness and love great enough to fill the heavens and the earth,
that we invite the lost sons, the lost daughters, and the estranged children of this family,
not only back to their homes in their homeland,
not only to their homes and gardens here,
but back to their homes in our heart,
to the gardens and fields that blossom in our arms,
into the mountains and valleys of our inner soul?

Shall we, to deserve this year of 2015 as a year of Birth,
not only for us and the Armenians, but for all mankind,
a year of homecoming, a year of rediscovery,
a year to breathe in the spirit of God, and the great communion that embraces us all,
can we, the Muslims, weep for those children and women, and the elderly,
who were driven from their homes, murdered, allowed to perish on the road,
abused and soiled and dishonored,
by the devils of that time,
as much as we weep for the victims of Kerbela,
for Hasan and Huseyn, and their women and children?[7]

And shall the year 2015 be, for them too, the Armenians,
a year of reconciliation, a year of joy and redemption,
that they shall deserve by weeping
for the pain of those other sons and daughters of the family,
victims of the mayhem of Hnchakists, Tashnakists and what other wild band,[8]
loosed at a time when our house was on fire,
and for those who, more recently,
lost their homes and their land, and their lives, in Karabagh?
Shall they weep, as they weep for Jesus son of Mary,
or at least lend an ear of sympathy to those who weep?




[1] The Committee of Union and Progress (İttihat ve Terakki Cemiyeti) ruled Turkey 1913 to 1918, carrying out the ethnic cleansing of not only the Armenians, but the Greeks, Bulgarians and others as well. The Turkish Republic was founded by their direct heirs and allies. Neo-Muslim opinion in current-day Turkey regards them – somewhat facilely, perhaps – as a criminal gang that brought the Ottoman Empire down.

[2] The poem addresses “us, the Muslims”. The phrases regarding God and Prophet are code for the Islamic aversion to the founding principles of the Republic.

[3] Viewing the later generations of the Armenian diaspora as victims of tragedy is a huge mental leap for Turkish opinion. It was never, to my knowledge, voiced before.

[4] The original has Anadolu. The English term Anatolia simply does not carry the resonance of the original, which has come to mean the homeland stripped of the nationalistic and exclusivist overtones of Turkey, Turkish, Türkiye. Türkiye is the home of the Turks, Anadolu is the common home.

[5] A town near the Armenian border. The land border between Turkey and the Republic of Armenia has been closed since 1994. An increasingly vocal school of thought now maintains that the border should not only be opened to traffic, but that it should be abolished altogether.

[6] The Turkish foreign minister, Ahmet Davutoğlu, has voiced the possibility of offering Turkish citizenship to members and descendants of the “Turkish diaspora,” i.e. all those Turks and non-Turks banished from Turkey.

[7] The murder of Hasan and Huseyn, grandchildren of the Prophet, at the desert fort of Kerbela, is mourned by all Muslims, but more so by those of Alevite/Shiite persuasion. Their murderer, Yezid, is a synonym for “devil” in Turkish, and that is the word used here twice to refer to the perpetrators of the Armenian massacre.

[8] Turkish public opinion is accustomed to see the Armenian nationalist parties of the turn of the 20th century as blood-soaked terrorist bands, and there has been too much recent propaganda about the bloodshed in Karabagh during the Armenian-Azeri war of 1992-1994. The poet deals with these sticky subjects gently.

Sapanca'da Bir Sosyal Tesis


Birleşik Metal İşçileri Sendikası'nın Sapanca'daki sosyal tesislerinin açılışı 27 Nisan Cumartesi günü yapıldı. Açılışta Homur Mizah Grubu da "Çevre" ve "Güvencesizsiniz" adlı iki karikatür sergisiyle katıldı. Etkinlikler Masalın Aslı gurubunun şarkılarıyla devam etti. Birleşik Metal'in düzenlediği marş yarışmasının sonuçları açıklandı. Söz ,Güven Dinç müzik Emin İgüs'e ait olan marş birinci seçildi.
Homur adına Atay Sözer, Atilla Atala ve Coşkun Göle katıldılar...
Marş yarışması birincisi Güven Dinç ödülünü alıyor

Bir plaket de Homur'a... Grup adına plaketi Atay Sözer aldı
Masalın Aslı'dan muhteşem ezgiler dinledik

Masalın Aslı'nın solisti Özlem Altun

Güvencesizsiniz Sergisi

Çevre Sergisi