8 Nisan 2013 Pazartesi

Güneş Dil Kürtçe mi yoksa?


Facebook sayfama son zamanlarda dadanan fanatik Kürt milliyetçisi tipler var, samimi akılsızlar mıdır, provokatör müdür emin olamadığım. Bu yazı onlara cevap.


Cehalet deryasında kaybolmuş, korku ve komplekslerinden bilgi üretme sevdasına düşmüş bir zümre yüzünden bu ülke yüz yıla yakın büyük sıkıntı çekti. Entelektüel anlamda taş devrine döndü. Dünyaya rezil oldu. Bilenin cahile karşı hep ezik ve mağlup durduğu bir zorbalık rejimine mahkûm oldu.

Kendimi bildim bileli o zümre ile mücadele etmeye çalıştım. Sözlüğüm, başlangıç noktası itibariyle, o mücadelenin bir aracıdır. Yer adları çalışmam da, Yanlış Cumhuriyet de aynı mücadelenin parçasıdır. Mümkün mertebe objektif olmaya çaba göstererek, ulusal önyargılardan kendimi arındırıp, sadece "gerçek nedir" diye sormaya çalıştım. Gerçeği aramanın her zaman – Türkler için DAHİ – mitolojiden ve yalandan hem daha zevkli, hem daha ilginç, hem de aslında kolektif kimliği daha yüceltici olduğunu anlatmaya çalıştım.

Tam o yolda biraz mesafe katettik gibi düşünürken bir de ne görelim? Cehalet deryasında kaybolmuş, korku ve kompleksten bilgi üretme sevdasına düşmüş bir BAŞKA zümre bu sefer ortalığa dökülmüş, hem de eskilerinden daha cahil ve daha beter kompleksli bir öfkeyle.

*
“… kaleme aldığım paragraftaki temel kelimelerin tamamına yakını (bu tamam kelimesi dahil – dahil kelimesi de dahil) hep Kürdçe-Farsça... Nedenini anlamaya çalışıyorum, neden?" diye sormuş bir arkadaşımız.

Nedeni o kadar bariz ki insan belirtmekten utanıyor. Neden? Cehaletten ötürü. İnsanın gözünü kör eden bir kimlik hastalığından, ruhsal eziklikten ötürü. Dayak yiyen çocuğun kendini Spiderman sanmasına yol açan psikolojik telafi mekanizmasından ötürü.

Cehalet, evet. Çünkü arkadaş dünyada Kürtçe gibi yedibin tane dil olduğunu bilmiyor ve bilmek istemiyor. "Gaa, biz buna Kürtçede bülük deriz demek ki alem dili bizden öğrendi" diyesiye kadar, yedibin dilde yetmişbin tane bülük ve bülükümsü bulabileceğinin farkında değil.

Cahil cüreti, evet. Çünkü Türkçenin tarihini, geçmişini, evrimini, literatürünü bilmiyor ve bilmeden ahkâm kesmeyi hak görüyor. Hangi kelime ne zaman çıkmış, kim çıkarmış, ne anlamda kullanmış, o devirde kültürlerarası münasebetler neymiş, hangi etkileşim kapıları açıkmış, hangileri kapalıymış bilmeden "nenem buna bülük derdi demek ki nenemden öğrendiler" metoduyla kayığı yürüteceğini sanıyor.

Ötekilerin elinde devlet vardı, polis vardı, üniversite adını taşıyan birtakım kurumlar vardı, adam çökertmeyi meslek edinmiş gazeteler vardı, farklı söyleyeni susturma lüksüne sahiptiler. Bunlarda şimdilik o silahlar yok. İnsan bekler ki daha alçakgönüllü olsunlar, bilgi deryasına biraz daha fazla tevazu ve kuşkuyla yanaşsınlar. Ne gezer? Hepsi hayali bir Engizisyonun eli baltalı yargıçları mübarek, sahte isimlerle interneti sarmışlar, sanal kelleleri kese kese geliyorlar. Atatürk sofrasının dilcileri bunların yanında kuzu kalırmış, haberimiz yok.

 

*

Türkiye toplumunun oluşumunda Kürtlerin bugüne dek bildiğimizden çok daha büyük bir paya sahip olduğunu ben bundan 10-15 sene önce fark etmeye başladım. Son iki üç senede yer adları çalışması vesilesiyle de çok şey öğrendim.

Son üçyüz yılda "Türk" coğrafyasının hemen her köşesine kol atmış ciddi boyutlarda bir Kürt göçünün – hatta istilasının – izleri var. Öyle anlaşılıyor ki Kürt “sorunu”, en az üçyüz yıldan beri Anadolu’nun sosyal tarihinin temel bir dinamiği olmuş. Son otuz yılda yaşananlar, devasa bir buzdağının su üstünde görünen ucu sadece.

Daha eskisi hakkında bildiklerimiz çok kısıtlı. Ama öyle anlaşılıyor ki 1071’den 1500’lere dek ülkeyi zapteden “Türklerin” arasında Kürt oranı hiç küçümsenmeyecek bir boyuttaymış. 1071’de bu ülkeye gelen “Türklerin” arasında, bilemediğimiz sayıda Horasan ve Azerbaycanlı İrani unsurlar da varmış.

Evet memlekette cehalet kol geziyor. “Türkmen” sözcüğünün “Türk” anlamına geldiğini zannedenler ezici çoğunlukta. “Köyümün adı Kınık demek ki safkan Türküz” diye düşünen insanlara laf anlatmaktan yılıyorsun. Rişvan aşireti hakkında beşyüz sayfalık kitap yazıp “Kürt” sözcüğünü bir kere bile anmamayı başaran üniversite hocaları var. Malazgirt’ten yüz sene evvel memleketin Deylemiler adı verilen Kürtümtrak bir kavmin istilasına uğradığını bilecek kadar Minorski okumuş olanlar beş kişiyi geçmez. Şêxbizin sözcüğünün Karakeçili anlamına geldiğinin farkına varanlar, yahut Kayı demek acaba “dönme” mi demek diye sorabilenler de bundan daha kalabalık değildir sanırım.

Bunları biliyorum. Resmi ideolojinin iğvasına da çok kolay kapılan biri olmadığımı sanıyorum.

Gene de ısrar edeceğim. Türkçede Kürtçeden alıntı olan sözcükler, buyur, bu kadardır:

Berdel, biji, cacık, dalavere, dengbej, gundi, halay, ya herru ya merru, heval, hızma, keko, keleş, kıro, kirve, koçer, kötek, lavuk, peşmerge, pirpirim, şıh, tırsmak.

Hırçın, kelepirve ova’dan emin değilim. Torun meselesi kafamı kurcalıyor. Tulum anlamına gelen meşk Farsça veya Kürtçe olabilir. Ağıl ve mezra anlamına gelen kom Kürtçe veya Ermenice olabilir. Koçer’in aslı Türkçedir, ama Türkçeye bu özel anlamda Kürtçeden gelmiştir. İsot Türkçedir. Hepsi bu kadar. Daha üç beş tane çıkar belki, ama mesela kırk tane çıkmaz. Mümkün değil.

*
Madem Kürtlerle Türkler bin seneden beri kimin eli kimin cebinde yaşamışlar, neden sözcük alışverişi bu kadar zayıf ve bu kadar marjinal kalmış, bir kez daha arzedeyim.

BİR, dünyanın her yerinde kural gereği, yanyana yaşayan dillerden statü ve itibarı aşağı olan, yukarı olandan sözcük alır, tersi olmaz. Tersi ancak şöyle olur: a) argo kelimeler alınır: keko, kötek, lavuk, tırsmak… b) öteki kültüre ait “yabancı” kurum ve simgelerin adı alınır: berdel, dengbej, halay, kirve, peşmerge, şıh… c) öteki kültürden ithal edilen nesnelerin, özellikle yiyecek ve giysilerin adı alınır: cacık, hızma, belki pirpirim… d) öteki kültürün uzmanlaştığı bir faaliyet alanı varsa o alanın terimleri alınır: Türkçedeki Rumca tarım ve balıkçılık terimleri gibi.  Hepsi bu kadardır. Bütün dillerde böyledir.

İKİ, bir dilden diğerine etkileşim osmoz yoluyla olmaz, havadan bulaşmaz, her iki dili bilen ve rutin olarak kullanan insanlar aracılığıyla olur. Türklerin seçkin sayılan zümresinin tamamı, aşağı yukarı 1000 yılından 1900 yılına dek az veya çok Farsça bilirdi. Bilmekle kalmaz, bildiğini göstermekle itibar ve avantaj kazanırdı. Aynı dönemde Türklerin dil modalarına öncülük edebilecek olan kesiminde Kürtçe bilenlerin oranı, ben size söyleyeyim, bugünkünden farklı değildi. Bilenler de Kürtçe bildiklerini teşhir ederek değil, aksine SAKLAYARAK toplumda basamak yükselirlerdi.

Kardaş yerine birader dersen seçkinlik puanın artar; bıra dersen azalır. Bu kadar basittir bu iş. Bu yüzden birader Türkçeye girmiş, bıra girmemiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder