24 Nisan 2013 Çarşamba

Ebussuud Efendi fetvaları: İrtidat


İslamdan dönme – irtidat – fiilinin cezası, Sünni hukuk okullarından Şafii, Hanbeli ve Maliki mezheplerine göre ölümdür. “Hoşgörüsü” ile meşhur olan Hanefi mezhebine gelince, fail erkek ise idam edilir, ancak kadın ise hapisle yetinilir. Her durumda cezaya hükmetmeden önce faile, İslam’a dönmesi için şans tanınır.

Şer’i öğretinin dayanağı peygambere atfedilen bir dizi hadistir. En ünlüsü Buhari no. 2171 ve Muslim no. 4152’de hemen hemen aynı sözcüklerle aktarılan hadis. Abdullah b. Mes’uddan nakledildiğine göre Rasulallah, “la ilahe” vs. diyen bir Müslümanı katletmenin ancak üç koşulda helal olduğunu belirtmiş: kısas, zina ve irtidat. Kuran’da Nisa suresi 89 “hicret ettikten sonra Allahın yolundan dönenlerin” “yakalanıp öldürülmesini” emretmiş. Ancak Kuran’daki hemen her ayet gibi bunun da anlamı tartışmaya müsait. Ve nitekim tartışılmış.

Sonuçta Sünni içtihat ve Sünni uygulama yeterince net. Hadislerin sıhhati meselesine girmeye burada gerek yok: Hadisleri reddedip Müslüman olmak belki mümkün, ama Sünni Müslüman olmak mantıken mümkün görünmüyor.

*
Şeyhülislam Ebussuud Efendi, Osmanlının parlak çağının en önemli hukukçusu sayılır. Kanuni devrinin baş müftüsüdür. Genelde esnek ve akılcı yorumları övülür. Bugün ve önümüzdeki günlerde onun fetvalarından bazı örnekler vermek istiyorum. Ertuğrul Düzdağ’ın yayımladığı Ebussuud Efendi Fetvaları kitabından yararlandım. (Yeni basım Kapı Yayınları 2012; sayfa numaraları bu basıma aittir.) Akademik açıdan sağlıklı bir kaynak sayılmaz gerçi, ama birincil kaynaklara başvuracak imkânım ve vaktim yok maalesef.

Bilmeyenler için hatırlatayım. Birincisi fetva kaza değildir, re’ydir, yani görüş. Fetva makamı işin teorik doğrusunu bildirir, pratik dünyada yargıcın ne karar verdiğini fetvadan çıkartamayız. İkincisi, fetva sahibi kişisel görüş ifade etmez, varolan literatürden ilmî bir çıkarım yapar. En azından teoride böyledir. Yani burada söylenenler Ebussuud Efendinin şahsi görüşleri değildir; zamanın akademik kabulüne göre, Hanefî fıkhının değişmez hükümleridir.

Tüm olaylar soyut düzeyde ele alınmıştır. Erkek kişi daima Zeyd, Amr ve Bekr, kadın ise Hind ve Zeyneb adıyla anılır. Bugün olsa X, Y ve Z kullanılırdı sanırım.

Hoşgörü Dinine Giriş

Mes’ele: Müslüman olduktan sonra yine kâfir olan Zeyd-i zimmîye şer’an ne lazım olur?
Elcevap: İslam’a cebr olunur, gelmezse katl olunur. (sf. 109)

Genel ilke, ama Osmanlı’nın can alıcı yerine uygulanmış. Dönme dönmelikten dönerse ne yapacaksın? Basit bir tümdengelim gibi görünüyor, ama değil. Herkesin Müslüman olduğu bir toplumda irtidadın cezası ancak aleme meydan okumayı göze alan üç-beş cüretkârı ilgilendirir. Ama sonradan Müslüman olmuş kişi için, hayat boyu idam tehdidi var burada. Az sonra daha somutlaşacak.

Unutma ki o tarihte şehirli Osmanlı İslam nüfusunun belki yarıdan fazlası son bir veya iki kuşak içinde Müslüman olmuş insanlardı. Marjinal bir konu değil yani.

 “İslamda zorlama yoktur” efsanesini de analım bu arada.

Mes’ele: Hind-i zimmiye İslam’a geldikten sonra mürted olup, irtidadı üzere musırr olsa katl lazım olur mu?
Elcevap: Olmaz, ama zindandan asla çıkarılmaz, dünya yüzü gösterilmez, ölüp gidinceye değin. (sf. 109)

Hanefi fıkhının ilkesi. Gayrımüslim kadın Müslüman olduktan sonra vaz geçer ve ısrarcı olursa katline lüzum yoktur, ama ağırlaştırılmış müebbede mahkûm edilir diyor.

Peki ya kadın kaçırılmış ve zorla Müslüman edilmişse? Yahut aşk uğruna gözünü karartıp dinden çıkmış ve sonradan pişman olmuşsa?  Yahut eltisine gıcık kapıp, sırf inadına “lailahe” vs. demişse? Yahut kafası karışıkken iki Müslüman tanık huzurunda sonradan hatırlamadığı veya hatırlamak istemediği bir şeyler söylemişse? (Bu Müslüman tanık meselesine tekrar döneceğiz, sabır buyurun.)

Mes’ele: Zeyd-i zimmî şurbi hamr edip lâ ya’kıl iken “Lâilahe illallah Muhammedun rasulallah” deyu “Müslüman oldum” dese, şer’an İslamına hükm olunur mu?
Elcevap: Re’yi hakimle olunur. “Küfrden döndüm” dedi ise bilâ şüphe hükm olunur. (sf. 107)

Mes’ele: Bir kâfir tağyir-i libas edip, “Müslüman mısın kâfir misin” deyu sual olundukta, havfından “müslümanım” dese ol kâfire ne lazım olur?
Elcevap: Müslüman olur. (sf. 108)

Mes'ele: Zeyd-i zimmî beşer altışar yaşında olan evladını Amr'ı müslimin evinde emanet koyup, Amr mezburlara İslam telkin ile İslamlarına hükm olunur mu?
Elcevap: Olunur, din ta'akkul ederler idi ise. (sf. 108)

Birinci soru: Gayrımüslim kişi şarap içip aklı başında değilken kelimei şehadet getirse müslüman olmuş sayılır mı? Cevap: Hakim karar verir, ama “küfrden döndüm” dediyse şüphe kalmaz.

İkinci soru: Gayrımüslim kişi Müslüman giysisi giyse, yakalandığında korkusundan “müslümanım” dese Müslüman olmuş olur mu? Cevap: olur.  Dolayısıyla: Vaz geçerse katli vaciptir.

Üçüncü soru: Gayrımüslim kişinin beş altı yaşındaki çocukları emaneten bir Müslümanın evinde kalırken telkin üzerine Müslümanlığı kabul ederlerse bu geçerli midir? Cevap: akılları dine eriyorsa geçerlidir. Dolayısıyla: yandı gülüm keten helva, anne baba avucunu yalar.

*
Bir gayrımüslimi müslümana yeğ tutmak, yeri geldiğinde idamlık suç olabilir.

Mes’ele: Zeyd-i yeniçeri Amr-ı müslime “Bekr-i zimmî senden yeğdir” dese şer’an ne lazım olur?
Elcevap: Eğer “anın kâfirliği senin müslimliğinden yeğdir” der ise kâfir olur. Eğer “anın konşulığı senin konşulığından yeğdir” der ise, gerçek ise nesne lazım gelmez. (sf. 111)

İkinci şıktaki “gerçek ise” kaydında saklı olan tehdit gözümüzden kaçmıyor. Tut ki hakim “Amr aslında fena adam değil, sen yalan söylüyorsun” dedi, o zaman ne olacak?

Düşün ki Zeyd-i yeniçeri ihtiyarlığında nostalji yaptı, "benim adım Kirkor, dedem iyi adamdı, her pazar kiliseye giderdi, Müslimlerde görmedim öyle biri" diye içlendi. Yahut Mimar Sinan Kayseri'nin Ağırnas köyündeki Hıristiyan akrabalarının bulaştığı pis bir kavgada onların tarafını tutmak zorunda kaldı. Ebussuud Efendinin hakim olduğu bir mahkemede başına neler gelebileceğini bir düşün bakalım. 


Bu bölümün sonucu
Sünni İslam öğretisinin bu noktada İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 18. maddesiyle çeliştiği açıktır:

Madde 18: Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, dinini ya da inancını değiştirme özgürlüğünü … de içerir. 

Açık çelişki karşısında, ne yardan ne serden vaz geçmek istemeyenin seçebileceği tek yol, “gerçek İslam bu değil” stratejisidir. Sünni fıkıhçılar bizi bağlamaz, çünkü “gerçek İslam bu değil”. Peki hadis? Hadis bizi bağlamaz, uydurmadır, “gerçek İslam bu değil”. Ya Kuran? Medine’de söyledikleri bizi bağlamaz, günün koşulları öyleydi, “gerçek İslam bu değil”. Yahut: Onu kastetmemişti, bir sonraki ayet başka şey söylüyor. Yahut: Arap dilcileri o cümleyi yanlış okuyor, onu kastetmiş olamaz. Çünkü “gerçek İslam bu değil.”

Bunun, mantıken tutarlı bir yol olabileceğini kabul edelim. Sonuçta hakikat, kalabalığın kanaatinden bağımsız bir veridir. Ebu Hanife ve ebu bilmemkim ve tüm cemaat başka türlü düşünse de hakikat böyle olabilir. Tarihte milyarlarca insanın topluca yanılmasının bir sürü örneği vardır. Tarihî metinleri illa iyiye yorma gayreti dilbilimcinin sabrını zorlar gerçi, ama maksat eğer vicdana ve hakkaniyete uygun bir sonuç çıkarmak ise neden olmasın?

Velakin bana öyle geliyor ki bu yolu seçenler, seçimlerinin mantıki sonuçlarıyla gerçekten yüzleşmeye henüz zannettikleri kadar hazır değildir.

Eğer “gerçek İslam bu değil” ise, Müslümanlığı, tarihî gelenekten bağımsız bir soyut ilke sayıyoruz demektir. Bu da demektir ki, Müslüman geleneğine ait olmayan lalettayin bir toplum, mesela Eskimolar veya İsveçliler, tarihî süreçte Müslümanlık iddia eden bir toplumdan, mesela Suudi Arabistan ahalisinden veya Filistinlilerden daha “gerçek Müslüman” olabilir.

Bu görüşü tutarlı olarak savunan kimse var mıdır? Cemaat ve aidiyet duygusundan bu denli soyutlanan bir din gerçek dünyada kaç kişiyi tatmin eder? Doğrusu emin değilim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder