30 Ekim 2013 Çarşamba

Duygusal Zekâyı Beslemek










Duygusallık, karşılıklı ilişkilerden üretkenliğe kadar hayattaki her şeyi etkiler. Duygularımızı kontrol edebilme yeteneğimiz de, karşımıza çıkabilecek sorunları çözmemizde etkili olur.





Duygusal zekâ nedir?










Duygusal zekâ (bazen buna duygusal bilinç de denir) kişinin duygularını tanıyıp, kontrol edebilmenin yanı sıra, diğerlerinin duygularını da anlamak ve ona göre davranmaktır. Her bebek belli bir duygusal zekâ kapasitesi ile doğar. Ancak bu kapasitesinin gelişimi, başta kendisine bakan yetişkinler olmak üzere, insanlarla kurduğu ilişkilere bağlıdır. Duygusal zekâ, zekâ seviyesinin (IQ) duygusal eşdeğeri olup, EQ olarak bilinir. Psikologlar genel olarak 5 değişik duygusal zekâ türü belirler:




 Duygu Bilinci: Kendi duygularımızı; mutluluk, üzüntü, sıkıntı, kızgınlık ve bezginlik gibi duyguları anlayabilme yeteneğidir.





Anne-babalar nasıl yardımcı olabilir?: Çocuklarla açık açık konuşmak ve yansıtıcı dinleme, çocukların duygularını anlamalarına ve açılmalarına yardımcı olur.





 Duyguların Kontrolü: Duyguları kontrol altında tutabilme, uygun şekilde davranmak, yaşanan büyük bir olaydan sonra, kişinin kendisini toparlayabilme ya da öfkesini kontrol edebilme durumudur.





Anne-babalar nasıl yardımcı olabilir?: Bebek ve çocuklara, korktuklarında ya da kızdıklarında olumlu annelik ve babalık yaparak, el ele güvenli bir zemin oluşturarak, kendi kendilerini sakinleştirmeleri, yatıştırmaları öğretilmelidir. Küçük çocuklara ayrıca duygunun önemi ve değeri de öğretilmelidir. Rahat ve acı verici duygularımızın oranı, hayatta ne kadar mutlu olduğumuzu belirler.





♡ Kendi kendini motive etme: Duygularımızı kontrol altında tutmak; hedeflerimize odaklanıp, neler olabileceğini belirlemek ve onları gerçekleştirerek mutlu olmamıza yardımcı olur.





Anne-babalar nasıl yardımcı olabilir?: Okul öncesi dönemindeki şamatacı çocuğunuza, enerjisini olumlu olarak yönlendirmesini ve keyif aldığı şeyleri bazen ertelemesini öğretmek, kendi kendini disiplin altına alma duygusunun gelişmesini sağlar.





♡ Empati: Vücut dili, ses tonu veya yüz mimikleriyle başkalarının hislerini okuyabilmektir. Çok küçük bebekler bile, bir yere kadar bunu gerçekleştirebilirler. Diğer insanların düşüncelerine katılmasak bile, onların duygularını kabullenmemiz gereklidir.





Anne-babalar nasıl yardımcı olabilir?: Çocuğun iç dünyasına, heyecanlarına, sıkıntı ve korkularına empatik yaklaşım, güvenilir bir ilişki geliştirir ve çocuğunuzun hassas yaklaşımlarda bulunmasına yardımcı olur.





♡ İlişkilerin kontrolü: Duygusal yetenekleri olan kişiler genellikle sevilen kişilerdir, zira uyumlu varlıkları keyif verir. Diğer insanlarla kolayca ilişki kurarlar ve içinde bulundukları durumla nasıl başa çıkabileceklerini de iyi bilirler.





Anne-babalar nasıl yardımcı olabilir?: Sosyal becerileri öğreterek, kibar olmayı, yardımlaşmayı destekleyerek, özgüveni ve özbeğeniyi yaratarak.










EQ -IQ'dan daha mı önemlidir?





Eğitim psikologları, okulda ve geniş dünyada başarılı olabilmek için duygusal zekânın da, en az zihinsel yetenek kadar önemli olduğunu düşünmektedirler. Araştırmalar göstermiştir ki, küçük çocukların erken yaşlarda elde ettikleri duygusal beceriler, öğrenme için gerekli temelleri oluşturmaktadır. Okulda başarısız olan çocukların hemen hepsinde, duygusal zekânın bir ya da daha fazla unsurunun eksik olduğu görülmüştür. Özgüveni yüksek ve iyimser olan, başarı elde ettiğinde bol bol desteklenen ve takdir edilen çocukların sadece okulda değil, sonraki yaşantılarında da başarılı olma olasılıkları yüksektir. Olumlu anne-babalık yaparak, bebekliklerinden itibaren çocuklarınıza güvenli bir altyapı oluşturmak ve duygusal zekâlarını beslemek, mutlu ve sorumlu birer yetişkin olmalarını sağlamanın en iyi yoludur.








Kaynak: Mutlu Çocuk Sahibi Olmanın Sırları, Dr. Carol Valinejad, Mikado Yayınları, 2012.



İnce Pizza Nasıl Yapılır?

Son iki üç haftadır epey bir deneme yaptım. Artık tarif bekleyen sayın instagram takipçilerim ve siz değerli blog okuyucularım önce bu işin birkaç sırrı ile başlayalım.


1) Mayalanan hamur mutlaka buzdolabında en az 1 saat beklemeye alınıp pişirmeden yarım saat önce dışarıya alınır. Varsa un serpilmiş döner bir tabla üzerinde ya da tezgah üstünde elle ya da oklava ile açılır inceltilir. Hamur ortaya toplansa bile siz eliniz ve oklavanız ile onu açılıp incelmeye ikna edin. 

2)İnce çıtır pizza seviyorsanız hamurda ki şekeri azaltın ya da tamamen çıkartın.
3) İnceltilen hamur ya özel delikli pizza tepsisinde yoksa da yağlı kağıt serilmiş tel ızgarada pişirilmelidir. Böylece pizzanız fırında olabilecek en yüksek ısıya hızla maruz kalacaktır. Bu da ihtiyacımız olan şey.

4) Fırın ısınız çok önemli. En yüksek kaç dereceye ısınabiliyorsa o ısıda pişirmelisiniz. 250 derece ise 250 derece. Amerikadaki fırınlarda 450-500F makbul.

Şimdi bir hamur tarifi paylaşmak icap eder:)
Birçok tarif denedim son vakitlerde. Maya paketinin arkasındaki tarif, bloglardan denemeler, Ekmek makinesinin kitapçığındaki tarif ve İtalyan kitap yazarların tarifleri... 

Sonuç olarak her tarif hemen hemen aynı kapıya çıkıyor. Pizza hamuru su, tuz, şeker(olmayadabilir), az zeytinyağı, kuru maya ve hafif ele yapışan bir hamur olacak kadar da un ile yapılıyor. 
Ama illa ki ölçüler belli olsun derseniz benim şaşmaz ölçüm ekmek makinesinin ölçüsüdür. 

Malzemeler:
1 cup su
1,5 tatlı kaşığı tuz
3 yemek kaşığı şeker
1,5 yemek kaşığı süt
1,5 yemek kaşığı Zeytinyağı
2 tatlı kaşığı Kuru maya
3 cup beyaz Un
Amerika da markette pizza için özel kuru maya buldum. Gerçekten bir harika. Onunla yaptığımda pizza hamuru çok güzel kabarıyor ve formunu kolay kolay kaybetmiyor. Diğer mayalarla hamuru açmaya başladığınızda kabarıklığı kaybolur, ama bu pizza mayası ne hikmetse havanın pizzadan kaçmasını engelliyor. 

Yapılışı:
Yukarıdaki malzemelerle 13 inclik yani yaklaşık 33 cm çaplı iki adet pizza çıkıyor. 
Ekmek makineniz varsa Malzemeleri sırayla makinenin haznesine koyup, 1.5 saatlik hamur (dough) programını çalıştırın. Süre sonunda hazneyi alıp buzdolabına bırakın.
El maharetiyle yapacaksanız da;
Mayayı suda eritip diğer malzemeleri katın. Hamurunuz az ele yapışır olmalıdır. Ekmek hamuru gibi. Üzerini bir bez ile örterek dışarda 1 saat kadar mayalandırıp buzdolabına alın. 

En az bir saat kadar beklesin. Bu süre iki güne kadar uzayabilir. Ve hatta buzlukta bir ay. Lakin elle açması zorlaşıyor bekleme süresi uzadıkça, oklava kullanmak gerekiyor. 

Hamuru buzdolabından çıkarıp un serpilmiş tezgaha ya da benim yaptığım gibi döner tablanıza alın. İkea da satılıyor. Ben iki adet edindim.
Hamuru ikiye bölerek her birini 33 cm(13 inch) olana kadar açın. Daha sonra açtığınız hamurunuzu pizza tepsisine(delikli oluyor) ya da yağlı kağıt serdiğiniz fırının kendi tel ızgarasına alın. 

Malzemelerinizi sermeden önce domates sosunu hamurun üstüne yayın. Diğer malzemelerinizi ve kaşar rendesini de serip, önceden fena halde ısıtılmış fırında kenarları hafif kızarana kadar, max 10 dk, da pişirin.


Afiyet olsun

Not: Hamuru daha geniş açıp dışarı taşan kenarlarının içine extra peynir kaşar bırakıp içeri kıvırırsanız çift peynirli pizzalarınız olur. Kenarları ısırdıkça peynirler çıkar, yiyenler deliye döner :) Cheddar peynir bırakmıştım ben..
















Feldstein on Obamacare

Marty worries about a great unraveling.

30 Ekim 2013

Gökkuşağı renklerinin birlikteliği hep hoşuma gider. Bazen, çorap, bazen düğme, bazen şemsiye.. benim olsun isterim.
 Boza sezonunu açtık, aslında artık 365 gün bulunabiliyor ama kış mevsiminde daha iyi gidiyor sanki.
Sandığı karıştırırken elime geçti bu yastıklar, şimdiki yastık ebatlarına göre epey ufak kalıyorlar, bende böyle pötikareli kumaşlarla birleştirip birşeyler yapsam diyorum,
Ama kanepeye kıvırlıp tembellik yapmak daha cazip geliyor bugün.

29 Ekim 2013 Salı

Dönüşüm















Yapraklar sararıyor, kuruyanlar o çok sevdiğim sesleri çıkartarak ayaklarımızın altından geçip gidiyor. Artık sonbaharı uğurlayıp kışı ağırlamaya hazırız. Sıcak bir çay yapıp kitaplarımıza daha fazla sokulmanın zamanı geldi demek ki!






Nil'den fırsat bulup bu hafta okuduğum ve halen okumaya devam ettiğim kitaplar... Kafka'nın Dönüşümü beni çok etkiledi, Gregor Samsa için kederlendim, sonuna dek bunun gördüğü bir rüya olmasını diledim. Bence bir böceğe dönüşen Gregor'dan çok esas dönüşüm geçiren kızkardeşi Grete idi, haksız mıyım ne dersiniz?


Bir Psikiyatristin Gizli Defteri'ni sürükleyici ve bir o kadar da düşündürücü buldum. İçindeki hikayeler enteresandı ama böyle bir kitabı yazmak ne kadar etik olabilir ki diye düşünmeden duramadım. Psikiyatriste gidenler acaba anlattıklarım ileride bir kitaba konu olur mu diye kuruntu yapsalar yeridir heralde! Hele bir de obsesif kompulsif ise vay o kişinin haline!


Mor Mürekkep ise bir okuyucumun tavsiye ettiği bir kitap, içinde kısa denemeler yer alıyor, Nazan Bekiroğlu'nun dili bana biraz ağır geldi ama daha yeni başladım, içinde beni etkileyen bir deneme olursa burada sizlerle de paylaşacağım...




Daha iyiye dönüştüğümüz günlere, sevgiyle!


























Gömlek: Marks & Spencer


Tayt: Bershka


Yüzük: Diva


Küpe: I Am




Cottage Cheese Pancake ( Lor Peynirli Pankek)

Az önce yaptım daha, soğumadan kendisi tarifini de yazayım istedim:)



Çocuklar için besleyici lezzetli bir tarif. Evdeki cottage cheese fazlalılığını değerlendirmek için ararken buldum tarifi. Kaynak Martha Teyze nin web sayfasıdır.

Malzemeler

3/4 cup beyaz un
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 yemek kaşığı toz şeker
1 iri yumurta
3/4 cup cottage cheese
2/3 cup süt
1/2 tatlıkaşığı sıvı vanilya( yerine 1 paket toz vanilya da olur)
Kızartmak için 6 yemek kaşığı kadar yağ

Yağ hariç diğer malzemelerle krep hamuru hazırlanıp 2 yemek kaşığı kadar yağ dökülerek ısıtılmış tavada arkalı önlü üstü puf puf delikli olana kadar pişirilir. 3 pancake çıkıyor. Her seferinde tavayı yeniden yağlamayı unutmayın

Arzuya göre yanında reçel bal ile tüketilebilir

Afiyet olsun

29 Ekim 2013

Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun, bugün 90. yaşını kutladık. Çocuklarımızı büyük bir mutluluk ve gururla izledik. Şiirlerini okudular, oyunlarını sergilediler.
İki gündür süprizler, pastalar, hediyeler benim içinde tam bir bayram oldu. Yeni yaşımı kutladık. Önce babasıyla kuzu bana sürpriz yaptı,
Ertesi gün sevgili arkadaşlarım. Çok şanslıyım, iyiki varsınız, çok teşekkür ederim herşey için..
Saatler alındığından beri, ki şimdiye kadar bu dönemi çok yaşadım ama ilk defa bu sefer bir uyum sağlayamama oldu bende, vakit sanki daha ağır ilerliyor, erkenden saatsiz zıplıyorum sabahın köründe, çözemedim hala. Faydası olmuyor değil, uzun süredir yapamadığım birşey, kitap okumak,
Kitabı bırakıp elişine dönmek için epey vaktim oluyor. Başladığım örtü bu kadar oldu mesela.

Who knew what when?

President Obama is getting heat over his often repeated claim that, under his healthcare reform, "If you like your plan, you can keep it."  It is clear now that for millions of Americans, particularly those who participated in the individual insurance market, that is simply not true.  You can argue that the plan they will get under the Affordable Care Act is better, but it seems undeniable that the President's sales pitch was factually incorrect.

As someone who has previously worked for a President, I am fascinated by how the White House staff let President Obama so consistently and so publicly make a false statement.  Presidential speeches undergo a painstakingly thorough review process. It seems that there are only three possibilities:

1. The White House staff did not know the statement was false.  That is, they did not understand the law the administration was promoting.

2. The White House staff knew the statement was false, but they decided to keep this fact from the President.  That is, they let the President unwittingly lie to the American people.

3. The White House staff knew the statement was false and told the President so, but the President decided to keep saying it anyway.  That is, the President consciously decided to lie to the American people.

These are the only three possibilities I can envision.  None of them reflects particularly well on what has been going on in the White House.

Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun, güle güle kullanın

Cumhuriyet kaçınılmazdı.

Türk-Osmanlı elitinin hanedanla manevi bağı daha Abdülaziz zamanında zayıflamıştı. Abdülhamid istibdadının son 10-15 yılında tamamen koptu. Tüm dünyada tüm rejimlerin altüst olduğu 1918-sonrası ortamda hanedanın sürmesi, veya sürse otoritesini koruması mümkün değildi.

Fransa’yı da unutma. O devirde Türk-Osmanlı eliti için medeniyetin tek referansıdır. 1871’de orada cumhuriyet ilan edilince, buradaki saltanatın da miadı dolmuştu. Geçmiş olsun.

Geriye kalan iki ihtimal var, onları da gözden geçirelim.

Bir, Sultan Reşat modeli. Siyasi gücü olmayan, etliye sütlüye karışmayan, ombudsman tipi bir monarşi yürür müydü? Rauf Bey mesela o karta oynadı. İngilizler de muhtemelen o ihtimali değerlendirdi, ama sonra vazgeçtiler. Bence yürümezdi. Türkiye gibi siyasetin çok sert oynandığı, 1918’den sonra daha da sertleştiği bir ülkede zayıf monarkın şansı yoktur. Kurtlar sofrasında kuzu olur, çıtır çıtır yerler.

İki, Napoleon (ve Rıza Pehlevi) modeli. Diktatörün kendini hükümdar ilan ettiği bir yeni-monarşi yürür müydü? Belli ki bu ihtimal düşünüldü. 1 Kasım 1922’den 29 Ekim 1923’e dek opsiyonlar açık tutuldu. Mustafa Kemal Paşanın Aralık 1922’de birden evlenmeye niyet etmesini bir de bu açıdan düşünün derim.

Bana sorarsanız bu model de yürümezdi. Bir kere Bolşevik Rusya’dan esen rüzgârlar vardı, 1922-23 Türkiye’sinde kuvvetle hissediliyordu. Almanya’da, Avusturya’da monarşiler devrilmiş cumhuriyet kurulmuştu. Türk elitinin o devirde yakın temasta olduğu Arnavutluk ve Azerbaycan cumhuriyetçi coşku içindeydi. Monarşinin çağı kapanmış görünüyordu.

Sonra Paşa, Napoleon’un akıbetinden haberdardı. Babadan gelmeyen saltanatı yürütmek zordur. Ağzınla kuş tutsan, bütün Avrupa’yı fethetsen, gene de meşruiyetin sorgulanır. Ömrünü tamamlayıp tahtı sağ salim evladına devretmedikçe gerçek anlamda padişah sayılmazsın. “Nereden çıktı bu zibidi” diye soran olur.

Bu da bizi en önemli detaya getiriyor. Gazi’nin evladı olmadığı, olacak gibi de görünmediği bir durumda hükümdarlık ilan etmenin faydası ne? Dört senede bir kendi elceğizinle seçtiğin meclise seçim yaptırır, kendini Reis, Münci, Lider, Duce veya Führer seçtirtirsin. Keyfince yönetir, “Beni buraya Halk seçti, Halktan başka kimse tanımam” diye havanı da atarsın. Fena mı?

İşte bu yüzden, akılcı ve doğru bir kararla, 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edildi. Hepimize kutlu olsun.

28 Ekim 2013 Pazartesi

28 Ekim 2013

Keşke hala anaokulunda olsam diyen bir küçük adam.
Ders saati denince, haftasonundaki sinema'dan kalan üç boyut gözlüklerin camlarını çıkardığı çerçevesini önce bir güzel gözüne takıyor ve sonra oturuyoruz başına. Ne hikmeti vardır bilinmez ama onsuz asla.

Allianz Arena'da İlginç Misafirler





Bayern München'in hafta sonu Allianz Arena'da Berlin'i 3-2 yendiği karşılaşmanın 11 ilginç konuğu vardı. Siyahlar giyinmiş, senkronize hareket eden grup taraftarların ve tv başındaki izleyicilerin de dikkatini çekti.  Kimisi onlara bakıp güldü, kimisi şaşırdı ya da tuhaf tuhaf baktı ama tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardılar.  

Yalnız şöyle bir fotoşop çalışması var, fena değil. 


Lisa Müller



O Hep Farklıydı


Diğerlerinden daha başka yerde durduğu daha çocukluğundan belli etmiş.

Şöyle anlatayım: Şu an bir takım kursan ve istediğin kaleciyi takımına alsan hangi kaleciyi alırdın? Elbette Manuel Neuer..

Yani o benim için şu an aktüel dünyanın en iyi kalecisi..

27 Ekim 2013 Pazar

Fact-checking The Economist

Here is a question for students who are learning about compounding.  What is wrong with the following passage from The Economist magazine?
Investors who bought Treasury bonds in 1946, when yields were around current levels, did not suffer a formal default. But over the following 35 years they lost money in real terms at a rate of 2% a year. The cumulative real loss was 91%. By that standard, Greek creditors, who recently suffered a 50% loss via default, were lucky.
Answer: The second number is inconsistent with the first.  Note that .98^35=.49, so we get only a 51 percent cumulative loss.

In fact, the price level from 1946 to 1981 rose by a factor of about 5, so holding currency with a zero nominal return led to a real loss of only about 80 percent.

"Ich liebe Mario Mandzukic"

Pep Guardiola "İch liebe Mandzukic"

Mario Gomez'in yedeği olarak 2012 Avrupa Şampiyonası sonrası transfer edildi. Ne Wolfsburg'da aslında ne de Avrupa Şampiyonası'nda dev bir kulübe transfer olacak şaşalı bir başarısı olmadı. Savaşçı yapısı 3 finali de kaybeden Bayern Münih için önemliydi. Daha da önemlisi Mario Gomez'in sakatlığında ceza sahası içi golcüsü yoktu. O dönem transferlerin tamamı bir önceki sezon yokluğunda sorun yaşadığı futbolcuların alternatiflerini oluşturmak üzere yapılmıştı. Misal Schweinsteiger sakatlanınca kaybedilen puanlar sonrası şampiyonluk gitmişti: Javi Martinez alındı.. Gomez sakatlandığında oynatacak ikinci bir golcü yoktu: Mandzukic ve Pizarro alındı. Velhasıl geçen sezonun başında 6 hafta sahalardan uzak kalınacağı açıklanan formda Gomez sakatlanınca Mandzukic formayı aldı ve işin doğrusu bir kez olsun ondan şikayet eden olmadı, o seviyede oynadı..

Dün Hertha Berlin karşısına Guardiola 3.kez sahte dokuz formatıyla sahaya çıktı. Maçın hemen başında Ramos'un kafasıyla gelen gol sonrası yenik duruma düştü. İşler yolunda gitmiyordu. 25.dakikada Robben ve Kroos sakatlıkları nedeniyle oyundan çıkınca yerlerine iki Mario oyuna dahil oldu: Götze ve Mandzukic.. 3 gol de bu iki Mario'nun kafasından geldi. Mandzukic girdikten 4 dakika sonra uçarak kafayı gömdü Berlin ağlarına. 1-1. İkinci yarı ise yine Mandzukic'in kafası ve 2-1.. Maça yedek başlayan adam şu an 7 golle ligin gol kralları arasında zirvede yer alıyor.


İki hafta önce Sportbild'de çıkan haberde Guardiola'nın tüm takımın önünde Mandzukic hakkında yaptığı konuşmanın içeriği vardı. "Böyle bir oyuncuyu hayatım boyunca görmedim. Mandzukic'i çok seviyorum" Böyle bir oyuncu dediği Mandzukic'i yine maç sonrası onore etti: "Ceza sahası içerisinde dünyanın en iyisi.." Aynı cümleleri bu sezonun başarılı takımının hocası Jos Luhukay da yineliyordu "Dünyada ceza sahası içerisinde durdurulması en zor oyuncu Mandzukic"

Nasıl bir oyuncu? Ona dirsek atın, diğer savunma oyuncusu da omuz koysun. Mandzukic yoluna devam eder, o diğer ikisini yerlerden toparsınız.  O topu en zor kaybeden oyuncudur. Savaşçı ve çok güçlü. Üstelik Türkiye-Hırvatistan maçı öncesi burada yaptığım analizde de belirttiğim gibi kafa hakimiyeti inanılmaz. Ben hep söylemişimdir ceza sahası içi golcülere bayılırım. Mesela Arsenal'in Giroud'sunu insanlar beğenmez, bugün takım inşa etsem ilk alacağım oyuncu ya Mandzukic olur ya da Oliver Giroud..
Öte yandan eğer bugün Guardiola olmasayı Bayern hem Mainz hem de Berlin karşısında puan kaybederdi. Şunu diyebilirim ki zekası ve maç içi hamleleriyle iki maçı da çevirdi. Özellikle üç stoperle çıkarak farklı bir taktik deneyen Tuchel'i ikinci yarı 3'lü savunmaya dönerek alt etmesi inanılmazdı. Elbette kadro kalitesi, iç saha avantajı var ama bu Guardiola'nın maçı en iyi okuyan hocalar arasında olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Gidin Ligimizi Tanıtın!



Almanlar ligin tanınırlığının arttırılması için ilginç bir uygulama başlatıyor. Kamp yapmak için Kulüpler Birliği'nin belirlediği ülkelere gidilirse eğer masrafların bir kısmını karşılayacaklar. Bunun için çalışma yapılmış.

Her kulüp farklı şekilde ücretlendirilecek. İki farklı kategorizasyon söz konusu. UEFA'nın 5 yıllık puanlama sisteminde 50 puanın üzerinde alanlara 150 bin euro ödenecek. Şu an için 131 puanlı Bayern ile 69 puanlı Schalke bu kategoriye dahil. (Dortmund'un puanı 46)  25 ile 50 puan arasındakilere ise  100 bin euro ödeyecek. 

Ülkelere göre de ayrım yapılmış. 11 ülke-bölge seçilmiş. Misal okyanus ötesine ziyaret olursa ekstra 150 bin euro daha verecek.. Misal Bayern Çin'e giderse Alman Kulüpler Birliği kulübe 300 bin euro ödeme gerçekleştirecek. Türkiye  hedeflenilen 11 ülke arasında 7.sırada.. Okyanus ötesine 150 bin Avrupa'ya 75.. Almanya'nın yakınlarındaysa çok daha düşük ücret.

Neden?

Bundesliganın en önemli sorunu diğer ligler kadar yurt dışında tanınmıyor oluşu. Son dönem yakaladığı çok ciddi bir artışı hızlandırma çabası bu.  DFL başkanı Christian Seifert 2005'te başkanlığa geldiğinde ligin yabancı ülkelerde yayınından kazandığı para sadece 12 milyon euro idi. Bugün ise 70 milyon euro.   138 ülke Bundesliga maçlarını canlı olarak veriyor belki ama sözleşmelerin içeriği çok da iyi değil.  628 milyon euro ülke içerisinde maçların değeri. Misal Premier Lig'in sadece maçlarını sadece yabancı ülkelere satışısından elde ettiği gelir 560 milyon euro. Yakında sözleşme içeriği değişecek ve toplam gelir 2015'te 150 milyona ulaşacak.. Biraz da bunu geliştirmeye yönelik hazırlık.

En önemli pazar Çin. Onu Rusya ve Kuzey Amerika(ABD-Kanada) izliyor.

Bizdeki Kulüpler Birliği ile buradaki oluşumun yakın-uzak alakası yok. Her şeyden önce yetkileri farklı. DFL burada hangi maçın hangi gün olacağını da belirliyor. Pek çok önemli projeyi yaptırımlarıyla destekliyor. Nihayetnde uzak bir ülkeye giden takım ikinci devrenin ilk maçını kaybettiğinde "o kadar masrafa değdi mi" geyikleri yapılıyordu.. Artık bu olmayacak.

27 Ekim 2013


Güneşli bir pazar, soğuklar ve yağmurlardan önce keyfini çıkarmak lazım.
Akşam son el işime ufak bir ara verdiğimde sandığı karıştırdım, danteller, örtüler, neler olduğunu unutuyorum bazen ara ara karıştırmak iyi geliyor, dantellerden birkaçını çıkarıp evdeki sınırlı sayıdaki dantelle değiştirip biraz kullanmaya karar verdim, bu örtü de birkaç yıl önce çok eskilerden kalmış işlemeyi kendi kumaş türüne benzer başka bir kumaş üzerine dikip örtü haline getirmiştim,
Gümüş işlemeleri var, kıyamıyordum ama bu sefer ortaya çıkardım gözümüzü okşayacak bir köşede kullanacağım.
Mevsim geçiş mevsimi olunca daha hastalanmadan önlem almaya çalışıyorum. Ayva kışın vazgeçilmezi, bahçede meyvelerinden dallarını kaldıramıyor ağaç, bende her sabah kontrol ediyorum bahçeyi, düşen sapsarı, ekşi ama bol sulu ayvaları hem yemek hemde ıhlamurlu çayımıza eklemek için topluyorum.

26 Ekim 2013 Cumartesi

Pierre Bachelet - Emmanuelle Song


Huzur


Az önce yaptım, nasıl olmuş ? 


Az önce arkadaşımla konuşuyordum. Almanya'dan geldiğimde onu anlamamıştım pek. Mesleğinin zirvesinde ve olabilecek en iyi konumda olmasına rağmen bıkkınlığı vardı, isteksizliği. İçimden daha ne istiyorsun yahu diyor, anlamıyordum. 

Bugün anladım.

İlk defa soğudum bir şeylerden. 2011 Eylül'de geldim ve inanır mısınız ilk defa "gerçek" bir tatil yaptım şu bayram tatili esnasında.. Ve bir daha geri dönmek korkutuyor beni artık. 

İşim enterasan tarafı şu ki futbola dair bir mesleğin olduğu zaman futbolun gerçekliğinden kopuyorsun. Daha fazla derinleşeğine yüzeyselleşiyorsun. Herhangi bir parçayı otomatizasyona geçirdiğin ölçüde keyfi de bu yüzden kaçıyor. 

Editörlük yaptım. Bugün de bir gazetenin editörlük teklifini kabul etmedim. Bir futbolsever için olabildiğince kötü bir meslek. Gazeteye olayları özet geçiyorsun. Yerin dar. Bir internet kullanıcısı için çoktan ölmüş bitmiş haberler üzerinde kalem çiziktiriyorsun ki sayfaların dörtte üçü zaten fotoğraf. Muhabirliğin dahi çekici bir tarafı var ve hatta editörlüğe göre çok daha "değerli" bir meslek.  Elbette yine bir yerde editör olarak çalışabilirim, burada lanet ettiğim çok şeyi altılıyı tutturmadığım sürece yapmak zorunda kalacağım belki ama burada dahi "yorum içeriğe" önem veren bir yer olmasına özen gösteririm, siz de gösterin.

Web Sitesi ise "tıka" dayalı olduğu sürece işiniz zor. Keyif alabilmek için çok farklı ve ilginç bir organizasyon kurmalısınız. Diğer türlü çevrede var olan haber sitelerinin yaptığını daha iyi yapmak belki para kazandırır ama bir daha futbolla ilişkiniz eskisi gibi olmayabilir.

Nihayetinde en iyisi haftada bir gazeteye yazı yazmak..  Onun için de hep şunu dile getiririm: Blogda resimli, videolu ve haftada istediğim kadar yazma keyfinin dışında bana ne katıyor?  Kısıtlayıcı olduğu ölçüde işiniz fazlasıyla zorlaşıyor.

Televizyonda yorumculuğu yaşamımın 45'inden sonrasına yerleştirmiştim ama bugün görüyorum ki o zamana internet televizyonları olacak ve ancak o zaman bu iş keyifli hale gelir. Yoksa sporla siyasetin keşiştiği her yerde sesini kısmak zorunda kalacağın bir ortam mevcut. Devlet kanallarında yorum yapan arkadaşlarım gezi parkı olaylarında tivit atamadı, yorum yapamadı. Olimpiyatlar'dan Cenk Akyol meselesine kadar çok şeyde "bir şey" demeniz zorlaşıyor, keyfi fazlasıyla kaçırıyor. Olağan basit bir yorum dahi başınıza dert açabiliyor. Neler neler gördük şu son süreçte.. 

Ben bir süre dinleneceğim. Aralıksız çalıştım. Olabildiğince kısa olan tatillerde yeğenleri sahilde bırakıp lap top'un başına geçtim. İlk defa bu zamanda dinlenebildim. Yeni yılda ne yaparım bilmiyorum ama her ne olacaksa bu geçmişin tecrübesi ışığında olacak..  Hayat öyle ki lanet ettiğiniz işi dahi size yaptırabilir. Çok şükür ki ben mutluluğun tarifine devasa maddi içerikler katmadım. İşte şu yukarıdaki resmin içerikleri her şey.. 

Yazmayı, bir daha okuma ihtiyacı duymadan göndermeyi özlemişim.. 

Londra Kulüpleri


Elini sallasan Londra'da bir kulube denk geliyorsun.  Almanya'da ren bölgesi de böyledir biraz. Nerede okudum tam hatırlamıyorum ama Porto sanırım çevresiyle beraber en fazla takım çıkaran şehirlerin başında geliyordu..  Sayılar eşit olmalı.