30 Haziran 2013 Pazar

Gevrek





Güzel şeyler çabuk bitermiş, her tatil güzeldir ve çabuk biter. En başta bu gerçeği kabul edelim :) Bu seneki tatilimizi nasıl geçirsek diye prensimle çok düşündük; Nil'le mi? Yoksa Nil'siz mi? Ama Nil ne-ne'si olmadan yapamaz ki! Ha bu arada ne-ne Niloş'un lügatında yer çekimine ve de Nil zillisine daha fazla direnemeyip yakında beni terkedecek olan ciciklerim olurlar. #direnmeme Tövbe Tövbeee ne diyorum ben :P Konuyu dağıtmıyım sonuç olarak Nil'imizin henüz küçük olduğuna karar verip hep birlikte tatile çıkalım dedik. Nil açısından en iyi seçeneğin ne olabileceğini doktorumuza da danıştık. Aslında aklımızda Antalya vardı ama dışarısının aşırı sıcak iç mekanların ise klimalı olması yüzünden doktorumuz pek sıcak bakmadı bu fikre, daha serin bir yeri tercih etmemizi ve sadece denize sokmamızı önerdi. Biz de rotamızı kayınvalidemlerin yazlığına Çeşme'ye çevirdik. Nil'imizden ayrılmadan ama zaman zaman ondan ayrı kalarak baş başa tatilin tadını çıkarttık. İyi ki anneanneler, babaanneler var, onlar sayesinde gönül rahatlığı ile hareket edebiliyoruz, en azından ben böyle düşünüyorum, bakıcı fikrine hala sıcak bakmıyorum, enerjim yettiği sürece kızımın yanında olmak ve onun her anını yaşamak istiyorum. 35'inde anne olunca insan böyle buldumcuk oluyor işte :)




Ha bu tip anneler tatile çıkarken de kendine 2, kızına 5 mayo alıyor. Ahh ahh analar ne yesin yarımşardan beş yesin diye boşuna dememişler! Hiç abartmıyorum valizin 3'te 2'si Nil'e aitti, o koca valizde ben ve prens küçücük bir yeri kapladık. İlk defa kendimi bu kadar küçük, hayata karşı bu kadar savunmasız hissettim... desemde inanmayın yok ayol vallahi oluyomuş iki papuçla da tatil geçiyomuş :) Bu arada sevgili Sabiha twitterda benden bebekle tatile giderken neler gerekir diye bir yazı beklediğini söylemişti, buradan hemen cevaplıyım:





- En başta günlük aldığı vitaminleri ve olası hastalıklara karşı önlem amaçlı ilaçlarını unutmadık. Bizim kurtarıcı şurubumuz Babi-x Zen bitkisel şurup, Nil'in gaz sancıları olduğunda, diş çıkartma dönemlerinde, uzun uçuşlu seyahatlerimizde çok etkili oldu, tabii ki bu şurubu kulaktan dolma bilgilerle değil doktorumuzun tavsiyesi üzerine kullanıyoruz, lütfen siz de kullanmadan önce kendi doktorunuza danışın...





- Sivrisinek ısırıklarına karşı doktorumuz sinek kovucu tabletler ve kremler yerine ultrasonik ses yayan elektronik kovucuları önerdi. Radarcan'ın hem prize takılan hem de üstte taşınabilen portatif olanından Joker'de bulduk ve her ikisini de aldık. Fişe takılan etkili oldu geceleri sivriler Nil'den uzak durdu ama gündüz kullandığımız portatif olan koruyucunun pek etkisi olmadı maalesef :(





- Böcek ısırıklarıyla karşılaşma ihtimaline karşı Fenistil jel bulundurduk, çok şükür buna gerek kalmadı...





- Güneş koruyucu olarak doktorumuz bebeğimizin güneş ışınlarına da ihtiyacı olduğu için 50 faktör yerine 30 faktör koruyucuları önerdi, Sebamed veya Mustela olabilir dedi. Birçok eczaneye baktım ama bebekler için daha çok 50 faktörlü güneş kremleri satıldığı için 30 faktörlü olanı Daylong markasında bulabildim. Kimyasal UV filtresi ve parfüm içermeyen, mikro pigmentler aracılığıyla fiziksel koruma sağlayan Daylong Baby'den çok ama çok memnun kaldım, Nil'de hiçbir alerji yapmadı ve pamuk cildini çok güzel korudu. Kendimiz için de 25 faktör Daylong Ultra Lotion'ı kullandık. Gevrek simide dönmeden dönmüş olduk böylece :)





- Nil'i denize sokarken Huggies Little Swimmers bezlerini kullandık, bez suda hiç şişmedi Nil'i de rahatsız etmedi.





- Pratik olması açısından Bebe Confort'un tek kullanımlık kağıt önlüklerinden kullandık.





- Bez, ıslak mendil, Aptamil vesaire gibi marketlerde kolaylıkla bulunabilen ürünleri valize doldurup alanı daraltmadık onları Çeşme'den temin ettik.





- Tabii denize gittiğimiz ve gün içinde sık sık üstünü değiştirdiğim için birçok body, t-shirt, şort, tayt ve elbise de valizde yerini aldı ;) Sanırım hepsi bu kadar, atladığım bir şey olmadı...




Çeşme'de hava çok güzeldi, ne çok sıcak ne de çok rüzgarlı... Sevdiğimiz şeyleri yaptık; Alaçatı'da keşif, Paparazzi'de deniz, Turkuaz'da gözleme, marinada balık, Şevki'de kumru, İmren'de sakızlı kurabiye, Yıldız Burnu'nda yürüyüş vesaire... Tatil anlatmakla bitmez en iyisi sevdiğim fotoğrafları paylaşmak sizlerle ;)




Oturmaya mı geldik haydi denizeeee :)




Ve Nil ilk tuzuyla tanışır kihh kihhh :)






Şimdi biraz marinanın keyfini çıkaralım...




Dünyayı güzellik kurtaracak ve bir insanı sevmekle başlayacak herşey...


Hadi beni sevin dünyayı birlikte kurtaralım hee hee :)








İki aşkım yan yana ♥ 




Şşştttt küçük matmazel... O pamuk omuzlardan bir ısırık alabilir miyim sibuple?




Lavanta kokusuna bayılırım... Sivrisinekleri kovaladığını da yeni öğrendim :) Teşekkürler Pelinciğim!






Bu tatilde saçlarım için John Frieda Frizz-Ease bukle belirginleştirici günlük şampuan ve saç köpüğünü kullandım. Artık Çeşme'nin havasından mı suyundan mı yoksa ürünün güzelliğinden mi bilemiyorum ben çok memnun kaldım. Benim gibi kıvırcık saçlı olanlar değişik bir ürün denemek isterse tavsiye edebilirim.






Şimdi biraz shotları devirme vakti, istikamet Tektekçi...






Ve tatil havalimanına adım atar atmaz biter...




Bitmesin yaaa! Niye bitiyor ki! Hadi son kez bir tatil pozu verelim şöyle en havalısından!




Ama nerdeee! Bunun için kırk fırın ekmek yemek, kırk poz da fotoğraf çektirmek lazım!




Bu keyifli tatil için Nil'in biricik babaannesine ve dedesine çok teşekkür ederiz :)


30 Haziran 2013

Şaka değil, gerçekten yakıp kavuran havada almış sonbaharda kullanmayı planladığım şalımı harıl harıl örüyorum. Bahçede, evde heryerde elimde. Tek sorun önde buluşacak uçların biraz kısa olması, kare örgüyü üçgene çevirdim ve o öne gelecek kenarları nasıl uzatacağımı şimdilik hiç bilmiyorum. Böyle örnekleri inceliyorum hala.
Şimdilik bu kadar oldu, kenarları için ya motif ekleme veya son sıralar farklı çeşit sıra sıra örülmüş örgülerle bitecek, saçak olayına da karar veremedim sadece tığlama şeklinde de son bulabilir.
Sıcak ve yünlü görüntülerden sonra biraz da serin bişeyler deyip, babamızın damak tadımıza uyacak limonatayı bulma yolunda hiç bıkmadan çalıştığını söylemem gerek. Bugünkü öncekilere göre daha iyi, yakında mükemmel sonuca ulaşacağız sanki..

29 Haziran 2013 Cumartesi

The New CEA Chair

Click here to read my column in Sunday's NY Times.

29 Haziran 2013

Kutu boyaması bitti. Her zamanki gibi tek sorun kapanma kısmında, birkaç kat boya ve vernik biraz zor kapanmasına neden oluyor onun dışında çok sevdiğim bir aksesuar oldu. Kendisi için başka planlarım var ama şimdilik böyle güzel duruyor.
Bu pantalonları dikerken her zaman ablamın gözetiminde yapıyordum, bu defa kendi başıma oturdum diktim ve ııhhh olmadı, kalıba göre dikmeme rağmen nasıl olduysa biraz daha bol ve geniş oldu. Yine ablam gözetiminde ufak değişiklikler yapmam gerekecek ya da seneye kalacak.

28 Haziran 2013 Cuma

DSS



Tanrı biliyor ya 12-13 yıldır DSS dinlemiyorum. İlk kasetlerindeki başta Erkan Oğur'un perdesizi ve farklı tarzdaki şarkılarının etkisi o dönem itibariyle bir yıl kadar sürmüştü ama pek modaydı.

Bu şarkının ise ayrı bir önemi var.

Doğum günüme gelen tutkuyla bağlandığım bir kızı DSS konserine davet etmiştim. Herkese bakıp şöyle "gideriz değil mi hep beraber" dediğinde ben de "gideriz filan" derken bir iki dengesiz ne zaman gidiyoruz muhabbetine girdi ve plan yapıldı. Elbette konser öncesi arkadaşların hepsinin işi çıkmak zorunda kalınca gittik beraber..

İlk defa böyle bir şarkı dinliyorum konserinde.. Hüzün Kovan Kuşu. Hiç unutmam bunu çünkü..

Gözleri flaşlardan etkilenip yüzünü omzuma doğru yöneliyor ve değiyordu bana. Bittim resmen, bire bir yakın ilişki kuruyordu, omzumda duruyordu öylece..

Bazen olur ya tam da oraya konsantre olmuş iken aslında hiç oralı değilmiş gibi yaparsınız? Mesela ben ne zaman bir polis otosu görsem kıllanırım, korkarım ve aslında bakın ben şüpheli ya da aradığınız adam değilim olsam neden böyle direksiyon başında şarkı türkü söylerim gibi garip hallere girerim.. burada da içten içe yanma durumu çakılmasın diye sanki bu şarkıyı çok seviyor da ezberden eşlik ediyor havası vermek için anında ezberledim.. Bir yandan şarkıyı hızlı bir şekilde nakaratına gelesiye ezberlemeye çalışırken fotoğraf çekimlerinin artması için içten içe dua ediyorum.

Dahası var..

İlk defa sınırı geçtim bu şarkıda.

Yüzü omzumda.. Ellerimle gözünü kapatıyorum. Önce elbette hiçbir yerine dokunmadan ama sonra sanki bilinçsizce yapıyormuş gibi.. Şimdi size elimin içerisinin hangi kıvrımı onun yüzünün neresine denk geldiğini çizebilirim aslında ama sanırım anladınız..

Ben DSS dinlemiyorum ve hatta bir dönem bu sesleri duyduğumda cinnet geçiriyordum ama arkadaş bu şarkı bir yerde karşıma çıkmazsa işte bu ayrıntılar da çıkmıyor. Pek çok şarkıyı zamanında dinlemişsem tamamdır, artık bir yaştan sonra tekrara ya da anıları böyle böyle canlandırıyorsun..

İnsan en çok da bir daha böyle olamayacağına üzülüyor işte.. Bir daha böyle olamayacağına..

28 Haziran 2013

Bugün kurs çıkışı dehşet sıcağa rağmen kısa bir gezinti yaptım. Önce pantolon dikmeyi pratikleştirmek adına bir kumaş daha buldum, birazdan dikeceğim. Ahşap yuvarlak formda bir kutu buldum, yaparmıyım yapmazmıyım derken onu da aldım. Gözüme takılan sevimli birkaç kurdele ile gölgelerden kendimi eve zor attım.
Elbisemdeki ufak bir pürüzü kapatmam gerekiyordu, kumaşa uygun olacak extrafor bulunca onu da aldım ve diktim.
Kutuyu boyamaya nazlansamda ilk yaptığım iş bu oldu. Pantolonumuz ve boyanmış haliyle kutumuz en kısa sürede burada.

HOMURCUK 4.SAYI ÇIKTI


HOMUR'un yavrusu HOMURCUK 4.sayısına ulaştı Birleşik Metal İşçileri Sendikası Dergisi'nin eki olarak çıkan HOMURCUK'un bu sayısı gene Gezi Direnişine ayrıldı...

HOMUCUK'u okumak için aşağıdaki bağlantıya tıklayın



RED KİT Köfte Reklamı Oldu

                                             http://www.tersninja.com/wp-content/uploads/2011/05/Red-kit.jpg
Aydın'ın Çine İlçesi, çekilen reklam filmi ile gündeme geldi. Amatör Yönetmen Harun Kızılarslan, tarafından senaryosu yazılan ve çekimi tamamlanan reklam filmi internet ortamında paylaşıldığı ilk gün 10 bin kişi tarafından tıklandı. Filmde, Çine Köftesi'nin ünlü çizgi film karakteri Red Kit ve Daltonlar tarafından tanıtıldı. Aydın ve ilçesi Çine'de iki ayrı işletmesi bulunan Köfteci Dede'nin sponsor olduğu reklam filmi, Aydın'ın tarihi yerlerinde çekildi. Tamamı amatör 8 oyuncunun oynadığı reklam filminde, Köftenin yanısıra Çine Madran suyu ve yayık ayranı da tanıtıldı. Zeybek çalınan filmde, Çine köftesi yiyen Red Kit'in efeye dönüşmesi mizahi bir dille anlatılıyor.
Yönetmen Harun Kızılarslan, filmi çekerken çocukların hamburgeri sevmesinden yola çıktığını belirterek, “Kızım da çizgi filmi çok sevdiği için en kolay bu şekilde akıllarda kalacağını düşündüm. Her geçen gün köfteci sayısının artıyor olması, hepsinin de çok iyi iş yapması köfteyi ne kadar çok sevdiğimizi gösteriyor. Ayrıca ülkemizde 291 çeşit köfte bulunmasına rağmen Çine köftesi bunların arasında öne çıkıyor” dedi.
Kızılarslan, ayrıca yakın zamanda Çine Köftesi, hamburgere karşı adlı kısa metrajlı bir film daha çekeceğini söyledi.

Sponsor Köfteci Dede'nin işletmesinin sahibi Fevzi Eryalçın da, Çine'yi tanıtmak için ellerinden geleni yaptıklarını belirterek, “Ülkemizde Tekirdağ, Akçaabat, İnegöl gibi adı aklımızda kalan köfteler var. Bu kısa filmle birlikte Ege'nin kekik ve nane kokan çeşitli otlarından beslenen büyük baş hayvanlarının özel yerlerinden işlenen etlerle, hiçbir katkı maddesi kullanılmadan yapılan Çine köftesini de bu lezzetler arasında yer almasını sağlamayı hedefledik” dedi.
Aydın'da geçen yılda incir reklam filmi çekilmişti.
(KAYNAK: Hürriyet Ege

Economic History at MIT

Peter Temin tells the story in a new paper called The Rise and Fall of Economic History at MIT.

27 Haziran 2013 Perşembe

Lüfer

Eski Yunanca gómphos γόμφος “mıh” imiş. Ağaçtan yapma kama yahut kazık yahut kavilya (İngilizcesi dowel) da oluyor. Diğer anlamı “kefal balığı”.  Sözlüklerde Yunanca kestreús ve Latince mugilile karşılamışlar, ki her ikisi de bildiğimiz kefaldir. Neden mıh balığı? Sanırım kafasının küt şeklinden dolayı olmalı. Chantraine sf. 232 öyle yorumlamış, d’après sa forme demiş.

Bizans Rumcasında nesne bildiren her kelimeye olur olmaz +ari küçültme ekini eklemek usuldendir.  Nitekim orta devir sözlüklerinde balığın adı gomphári γομφάριον diye geçiyor. Üşenmeden kaynak aradım, çünkü böyle konularda sözlüklere güven olmaz. Nitekim buyur, Ioannês Tzetzés, 12. yüzyıl, Lykophron zeylinde paragraf 664, Ch. Gottfried Müller edisyonunda sf. 728, τών κεστρέων και τών γομφαρίων demiş, yani kefaller vegomphariler. Demek ki kefale yakın ama başka bir balık olmalı.

Yeni Yunanca için Themistoklis Ktenas’ın Kamus-ı Rûmî’sine bakıyoruz, 1896 İzmir basımı. (Bunu internette buldum. Bende Panayotidis’in 1891 İstanbul basımı Kamus-ı Rumi’si var, ama şimdi yanımda değil, evde. Bu sanki onun korsan basımı gibi, içeriği aynı.) Bu sefer gouphári γουφάρι buluyoruz, “lüfer balığı” demekmiş. Yumuşak g ile ğufári diye telaffuz ediliyor. mph > ph sadeleştirmesi Rumcada normal.

Türkçede lüfer adını en erken Evliya Çelebi’de  bulmuşum, 17. yy. Yunancadan veya paralel bir kaynaktan alıntı olduğu muhakkak, çünkü, bir, Türkçede hiçbir yerli sözcük Lüleburgaz’ın le’siyle başlamaz, ve iki, kılıç ve kalkan hariç hemen hemen tüm Türkçe deniz balığı isimleri Yunancadan alıntıdır. Sonuçta Ortaasya’da Türklerin deniz balıklarını tanımak için fazla bir fırsatı olmamış.

Gene de ğ yerine l görmek şaşırtıcı. Benzerine hiç rastlamadığım bir ses değişimi. Rumcadan Türkçeye alıntıda sesli incelmesi normal, yani güfer veya ğüfer gibi bir şey beklenir. L nereden çıkmış? Vallahi bilemedim.    

*

Bir de +aina büyültme ekiyle gouphaína γουφαίνα var, “lüferin büyüğü” anlamında. Türkçesi olmuş kofana. Bu da büsbütün tuhaf: aynı adın küçüğü nasıl l ve ince sesli dizisiyle lüf-, büyüğü k ve kalın sesli dizisiyle kof- olur? Var orada bir muamma. Keşke vakit olsa da araştırabilsem.

26 Haziran 2013

Şalım sonbahar gelmeden bitecek sanki, ne kadar gözümde büyüttüysem ve ne kadar uzak hissettiysem kendimi birşeyler yapmaya, sonbaharı göze almışım bitirebilmek için.
Bu hafta bir doğum günü kutladık babacık bir yaşını daha geride bıraktı, daha nice yaşların olsun inşallah sağlıklı mutlu ve hepberaber, yine bu hafta sevgili arkadaşımdan bana gelen çok güzel  hediyelerle mutlu oldum, çok teşekkür ederim tekrar canım arkadaşım ;)

İkinci bebeğimin normal doğum hikayesi



İlk bebeğimi doğururken ikinci bebeğin doğumu daha kolay oluyor diye kendimi motive etmeye çalışıyordum. Eşimle ilk kızımıza bir kardeş yapmaya ve fazla arayı açmamaya karar vermiştik. Bir iki sene vücudun toparlanması için ara vermeyi önerse de doktorum yediklerime dikkat edersem başarabileceğimi söyledi.

Henüz ilk kızım 9 aylıkken ikinciye hamile kaldım. Bir sene kadar ilk kızıma evde kendim baktıktan sonra 6 aylığına işe geri döndüm. Yoğunluktan hamileliğimin nasıl geçtiğini pek anlayamadım. Hamilelik sırasında kızımı emzirmeye 6 ay boyunca daha devam ettim. Sanılanın aksine hamileyken emzirmek mümkün sadece iki bebek beslemek anneden daha fazla götürüyor, iyi beslenmek gerekiyor. İlk bebeğimi 15 ay emzirdikten sonra hamileliğimin son 3 ayında dişlerimin biraz aşındığını düşündüğüm için sona erdirdim. Aslında devam edebilir, iki bebeği de tandem emzirebilirdim. Biraz gücümü yeni bebeğime saklamak istedim. İlk hamileliğimdeki gibi ilk 4 aylık rutin kontrolleri yaptırıp son aya kadar yine ara verdim. Yoğun bir tempoda akşam 8’e kadar işte çalışmaya devam ettim. İkinci bebeğim için de ilk doğumumdaki gibi üzerinde doktorumla konuşup anlaştığım bir doğum planıyaptım. Ayrıca bebeğim doğduktan sonra yapılmasını istemediğim müdaheleleri de ayrıca hastanede hemşire ve çocuk doktoruna sunmak üzere bir dilekçe olarak hazırladım.

38. haftaki kontrolümüzde doktorumuz Meltem Özkan Girgin bize sürpriz yaptı ve 1-2 güne bebeğin doğacağının müjdesini verdi. Hamilelikte çok stres iyi gelmiyor. Zaten son bir iki gündür aşırı yorulma ve terleme hissetmeye başlamıştım. Sıcaklar basıyordu. Tansiyonum normalden çok yüksek rakamlara fırladı. Meğer strese giren vücut kendini rahatlatmak için bebeği erken çıkarmaya hazırlanıyormuş. Hemen müjdeli haberi ailemize verdik. Bu sefer elimizde saatlerle tüm aile sancıları sayar olduk. O gün sancılarım 15 dakika ile 30 dakika arasında düzensizdi. Kendimize güzel bir yemek ziyafeti çektik. Merakla bekleyen annem ve babam salondaki koltuklarda uyudular. Kardeşim ertesi gün doğumgünü olduğu için bana “gece 12’ye kadar tut, sonra sal” diyerek beni çok güldürdü. Gece oldu, güzel bir uyku çektim.

Ertesi gün sabah 11’de tekrar doktorumuza gittik. Açıklık 5cm olmuştu. Bebek doğum kanalına girmişti. Doktorumuzla sancılar 5 dakikada bire inince hastanede buluşmak üzere sözleştik. Eve geri döndük. İlk doğumumda hastanede doğum yaparken lavman yapılmış ve suni sancı verilir diye yememe izin vermemişlerdi. Bu da enerjimi çok düşürmüştü. Aç kalıp kendimi enerjisiz bırakmamak için güzel tatlılar yedim, hafif sebze yemekleri yedim. Sonra da bir güzel uyku çektim. Biz evde rahat rahat beklerken saat 16.00 olmuştu ki doktorum heyecanla bizi aradı. “Ne olur artık hastaneye gidin yoksa ben kalpten gidecem” dedi.

Hastaneye gittiğimizde bu sefer bizi hemen doğumhaneye aldılar. Lavman yapıldı. İçerideki TV ekranında romantik bir film açıktı. Eşim de yanımda biraz onu izleyerek, biraz dolaşıp nefeslerimi sayarak, biraz da belgesel kanalındaki büyük balıklara bakarak vakit geçirdim. Sonra doktorumuz geldi, sancılar arasında kitaplar ve edebiyat üzerine üçümüz sohbet ettik. Arada hemşire gelip bebeğin kalp atışlarının NTSR cihazına bağlayarak kontrol ediyordu. Geri kalan zamanı ayakta geçiriyordum.




İkinci tecrübem olduğu için ne başıma geleceğini bilmek rahat ve sakin durmamı sağlıyordu. Sancı anında bir dakika diyerek sancılarımı nefesle sayıyor bitince de sohbete kaldığım yerden devam ediyordum. Biraz plates topu üzerine esneme hareketi yaptım. İki saat sohbet ettikten sonra doktorum saat 18.00’de suyumu patlattı. Sonraki iki saat içinde hızla doğum kanalı açılmaya başladı. Artık saat 20.00’de sancılar çok sıklaşmaya başlayınca doktoruma bu işi nasıl hızlandıracağımı sordum. Sana biraz yardım edeyim diyerek bana nasıl iteceğimi anlatıp nereye ittirmem gerektiğini eliyle gösterdi. İlk tecrübemdeki son anda enerjimin bitmesi sıkıntısını yaşamamak için son ana kadar ittirmedim. Sancıların en kuvvetli olduğu an bebeğimle buluşmamıza az kalmıştı. Sonunda bir kaç başarılı ittirme denemesinden sonra tüm gücümü ve zihnimi de kullanarak ittirdim, ittirdim. İlk bebeğimi doğururken epidural almamış ancak suni sancı almış ve epizyotomi olmuştum. İdealimde bunlarsız da doğurmak vardı. İlk başın çıkışından sonrası kayarcasına çıktı. İkinci defa kızım olmuştu. Çok mutluydum. Hemen kucağıma verdiler. Sonrasında kordonunu babası kesti.

İlk doğumuma nazaran ikinci doğumda oldukça rahat doğurmuştum. Doktorum bana “bu sefer normal doğurmaktan tatmin oldun mu, seni mutlu ettim mi?” diye sordu. Evet ne epidural, ne epizyotomi, ne de suni sancı alarak doğurduğum ve bebeğime doğal yoldan kavuştuğum için çok mutluydum. 

Başka bloglarda yer alan doğal doğum hikayelerinde çok güzel evde ve suda doğumlar okudum. Bir tane daha olursa bana güzel ışık tutacaklar hepsi. Hastanede de evdeki kadar rahat ve huzurlu olmasa da hemşireleri şaşırtacak şekilde az bir müdahale ile normal doğumlar gerçekleşiyor. İşte bunlardan ikisi de benim minik kızlarımın doğum hikayeleri. Haydi anneler normal doğuma...

Tüm güzel annelere haber olsun.
Başak Pirtini
http://miliyet.com.tr/bashico

26 Haziran 2013 Çarşamba

Din ve ahlak

Din bilginleri ve Ferisiler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. İsa’ya, “Rabbi, bu kadın zina ederken yakalandı” dediler. “Musa, Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını [recm edilmesini] buyurdu, sen ne dersin?” İsa doğruldu ve “İçinizde kim günahsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Bunu işittikleri zaman, yaşlılardan başlayarak birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. İsa kadına, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu. Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi. İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi. “Git, ve artık doğru yoldan ayrılma!” (Yuhanna 8:4-11)

"Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın yargısı konusunda o ikisine merhamet göstermeyin. Onların azabına, müminlerden bir topluluk da şahit olsun. Zina eden erkek, ancak zina eden veya müşrik kadınla nikâhlanabilir. Zina eden kadın, ancak zina eden veya müşrik olan erkekle nikâhlanabilir. [Aksi] müminlere haram kılınmıştır." (Nur suresi, 2-3)

Ahlakın temeli insan sevgisidir; diğerini insan olarak algılayabilme yeteneğidir.


Ahlak ile ahlaksızlık arasındaki farkı bundan daha net bir şekilde ifade eden bir başka örnek düşünemiyorum.

*

Ahlak normları şüphesiz insanlığın tecrübelerinden türer. Zina [doğum kontrol yöntemlerinin yaygınlaştığı döneme dek] tüm toplumlarda ciddi bir suç/günah sayıldıysa elbette [en azından kısmen] haklı bir gerekçesi vardır diyeceğiz.

Ahlak normlarının a) bir koda, b) bir lidere, c) bir cemaate endekslenmesidir tehlikeli olan.

Bir koda (kutsal kitaba/yasaya) bağlanan ahlak, birilerinin "ahlaksız" olarak tanımlanması sonucunu doğurur. Zulmün en korkuncu ve en beyinsizi, kendini ahlaklı sayanların "ahlaksız" diye damgaladıklarına yönelttiği zulümdür. İnsan yüreğinde zulmü bastıran ve yumuşatan tüm mekanizmalar, o noktada iflas eder. 

Yanılmaz sayılan bir lidere veya grup aidiyetine bağlanan ahlak, "bizden" olmayanların ahlak nesnesi olamayacağı anlamına gelir. Dolayısıyla onlara yapılacak her türlü zulmü ve alçaklığı meşrulaştırır. "Biz" kardeşiz. O halde "onlar" (kâfirler, barbarlar, Ziyonistler vb.) kahredilmeli.

Müslümanlık, kitap-peygamber-cemaat üçlemesini aşamadığı sürece ancak ahlaksızlık ve zulüm doğurur derken bunu kastediyorum.

Çağdaş bir ahlak teorisi ancak ateizm üzerine inşa edilebilir derken de bunu kastediyorum.

25 Haziran 2013 Salı

Olaylar, durumlar, biraz aydınlık!

Memleket birbirine girmişken, yıllar yılı burun kıvırdığımız "aman bunlar da hiçbirşeyden anlamaz" dediğimiz gençlerimiz devlet büyüklerimize dersler verirken içimden çokta post yazasım gelmedi. Zaten gece sizin oralarda gün ışımadan yatamadığımdan, illaki nöbeti birilerine devretmem gerektiğinden uykusuz kaldığımdan biraz yorgunum. Ama mutluyum, en önemlisi umutluyum. Yüzünü aydınlıklara dönen

Bu ürünü mutlaka almalı mıyım?

Bir ağaç yeter
Bir arkadaşım facebook'ta güzel bir yazı paylaşmış. Gerçekte yazan kim bilmiyorum ama eline sağlık. Kendi kendimize bir şeyi çok beğenip almak istediğimizde sorabileceğimiz içsel sorular işte aşağıda:


Haydi madem AVM’lere gitmiyoruz, biraz da alışveriş alışkanlıklarımızı sorgulayalım.
Bir şeyi almak üzeresiniz, kendinize 'Buna GERÇEKTEN ihtiyacım var mı?' diye sorun.
Elinizde tutmakta olduğunuz şey çok hoş, aklınızdan genelde ilk olarak evet cevabı gelecektir çünkü zaten bir ihtiyaç ortaya koymuş ve almak için hamle yapmış bulunuyorsunuz.
Peki o zaman şu sorularla devam edelim:
'Bu alışverişi kendimi mutlu etmek için mi yapıyorum?'
'Mutlu olmam sadece buna mı bağlı?'
'Bu alışverişi başkalarına iyi görünmek için mi yapıyorum?'
'Diğer insanlar beni sadece sahip olduklarımla mi değerlendiriyor?'
'Öyleyse çevremdeki insanları tekrar değerlendirmem gerekmez mi?'
'Bu parça bana yük olacak mı? Evde yerim var mı?'
'Bu parçayı artık istemediğimde ne olacak? Başkasına verebilir miyim yoksa çöpü mü boylacacak?'
Çöpe gidecekse,
'Geri dönüşümü mümkün mü yoksa 500 sene sonra toprağı kazdıklarında benim çöplerimle mi karşılaşacaklar?'
Ve en önemli soru:
'Hayatıma bu parça olmadan devam edebilir miyim?'
'Bu parçayı başka nasıl elde edebilirim?'

'Takasla olabilir mi?'
'Arkadaşımdan isteyebilir miyim?'
Hepinize sevgiler 



Takas ve serbest geri dönüşüm-freecycle linkleri

Dünya'da pek çok şehirde takas etkinlikleri yapılıyor ve serbest geri dönüşüm (freecycle) grupları kuruluyor. Ben de bir süredir freecycle İstanbul'u takip ediyorum. Neler verildiğine inanamazsınız. Ben de bizim ve annemlerdeki eşyaları freecycle ile dağıtmaya başladım. Şimdiye kadar telsiz telefon, cep telefonu, rooter modem, organik fasulye konservelerimi, ufak elektrikli ev aletlerimizi, kıyafet ve ayakkabılarımı paylaştım. Bazı üyeler paylaşımlarım karşılığında kendileri de bana kullanabileceğim zeytin, zeytinyağı, börülçe, baharat, müzik ve film cdleri verdiler. Tayini sebebiyle bütün bir evini bile boşaltanar var. Bu güzel harekete siz de katılın, parasız ekonominin tadını çıkarın.

İnsanların karşılıksız paylaşımı kadar güzel bir şey daha yok, hele bir de bu sevgi olursa!












 


Takas Siteleri

http://www.olevole.com/
http://esyakutuphanesi.com/
https://projemefon.com/
https://www.biayda.com/
https://www.facebook.com/askidaekmekvar
https://www.facebook.com/hayatimisadelestiriyorum
https://apps.facebook.com/zumbara/?fb_source=search&ref=ts&fref=ts  ZUMBARA

FreeCycle Nedir?
Freecycle, elinde kullanmadigi esyalar olanlar ile, o esyalara sahip olmak isteyenleri, tamamen ucretsiz olarak e-mail yolu ile birlestirmeye ve geri donusumu arttirmaya calisan, uluslararasi bir projedir.

http://www.freecycle.org

İllere Göre FreeCycle Grupları
http://groups.yahoo.com/group/freecycleAnkara
http://groups.yahoo.com/group/freecyclebolu
http://groups.yahoo.com/group/freecyclecanakkale
http://groups.yahoo.com/group/freecyclediyarbakir
http://groups.yahoo.com/group/tepebasi-eskisehirturkey
http://groups.yahoo.com/group/freecycleistanbul
http://groups.yahoo.com/group/freecycleizmir
http://groups.yahoo.com/group/kartepeturkey
http://groups.yahoo.com/group/freecyclesinop
 
Anneler ve bebekleri icin: bebedonusum+subscribe@googlegroups.com
http://bebedonusum.blogspot.com/

Tüketim çılgınlığına karşı hareketler bunlar


Tüketimin esiri olmayın

Uzun bir süredir tüketim çılgınlığına karşı yaşamaya çalışıyorum. 
*Armağan ekonomisini çok seviyorum. Son zamanlarda takasa evde kullanmadığım pek çok eşyamı ve kıyafetlerimi hediye verdim ve inanılmaz hafifledim. Omuzlarımdan sanki büyük bir yük kalktı.
*Devamlı evde dolaşırken "buna ihtiyacım var mı?" diyerek bakınıyorum. İstemediklerimi bir kutuda biriktiriyorum ve freecycle üzerinden paylaşıyorum. 
*Bazı eşyalarımı sahibinden.com'dan ufak fiyatlara satıyorum. 
*Bankalarla ilişkilerimizi azalttık. Kredi kartlarımızdaki borçları kapatarak sayısını 2'ye düşürdük. Ben daha çok nakit ve limiti 150TL kadar komik olan bir kredi kartımı kullanıyorum, internetten kitap vs. alırken çok işe yarıyor ;) 
*Dışarıda yemek yerine evde hazırlıyoruz.
*Büyük marketlerin yerine yakınımızdaki esnaflardan alışveriş yapıyoruz.
*Genelde senede 2-3 kere kuaföre gidiyorum, o da yazın düğün veya saç kesimi için. Bu yüzden saçlarımı ya belime kadar ya da ufacık görebilirsiniz.
*Bir anne olarak yaptığım en büyük kalem harcamam sağlıklı, doğal, hormonsuz ve ilaçsız organik gıda alışverişi. İkinci olarak temizlik, sağlık ürünleri ve olmazsa olmazım kitap geliyor. 
*Aldığım ürünlerin geri dönüşümünün olabilmesine, çevreyi kirletmeyecek özellikte olmasına ve hayvan eziyeti içermemesine dikkat ediyorum.

Benimle aynı fikirde olanların buluştuğu hızla büyüyen yeni bir facebook grubunda da benzer bir paylaşım gördüm. Bu liste de Facebook Tüketmeyeceğim! Grubundan alınmıştır.Llisteye siz de ekleme yapabilirsiniz.

Siz de böyle bir hediye duvarı yapabilirsiniz
9. Listelenmiş şirketlerin ürünlerini tüketmeyerek boykot ediyorum.
8. Kredi kartı kullanmıyorum.
7 Bankaları kullanmıyorum.
6. Arkadaşlarımla ürün takasına girişiyorum.
5. Arkadaşlarımla buluşup, haftanın farklı günlerinde birimizin arabasıyla işe gidiyoruz.
4. İhtiyacım olmayan bir şeyi, ne kadar ucuz olursa olsun ASLA satın almıyorum.
3. Hemen evimdeki HER ŞEYİ inceliyor ve kullanmadığım HER ŞEYİ ihtiyacı olanlarla takas ediyor. Onlara veriyor ya da makul bir fiyatla satıyorum.
2. Küçük mahalle esnafını kullanıyorum.
1. İnsanları kandırmayan, onların yanında olan şirketleri, basın ve yayın organlarını destekliyor ve ürün alımımda onları tercih ediyorum.

Pazarlardan alışveriş edelim!

Gezi parkı ile başlayan halk hareketi aracı kurumlar olmadan yerli pazarlarımızdan alışveriş yapmaya bizi yönlendiriyor. Artık tüketiciler olarak aldığımız ürünlerin kaynağını ve bize ulaşana kadar geçtiği aşamaları sorgulamalıyız. İşte kurulan İstanbul Anadolu Yakası halk pazarlarının listesi aşağıda. Ben de kendi halk pazarımızdaki bir yerli üretim yapan karı koca çiftçiyi haftalık olarak ziyaret etmeye başladım. Genelde ekolojik pazarları (http://ekolojikpazar.org ve http://ekolojikureticiler.org/pazar-yerlerimiz) tercih etsem de bu çiftçiler kendi yerli tohumlarını kullanıyor ve topraklarında kimyasal gübre ve ilaç kullanmıyor.









#toplanmahalle ile adım adım

#toplanmahalle hareketi ile barış, sevgi dolu bir çevre için mahallemize sahip çıkalım. Lütfen bu manifestoyu siz de çevreniz ve mahalleniz ile paylaşın.

Misia Discography

İndirme Linklerini sınırsız yapan 3 ayrı çevirici site. Zaman zaman kapalı olsa da oldukça işe yarıyor.

adamı fado manyağı yapan ufak tefek hatun(ekşi'den)

porto dogumlu, katalan anali, kirmizili, acili, salli, okyanus sesli, fado kadini.. kaderini bekleyen, sesiyle mest eden, kirilacak gibi sanki gelincige benzeyen.. pessoa'yı da unutmayan kadin..(ekşi'den)

beni afallatan müthiş ses... kalp şarkıya nasıl yüklenir, bilen kadın.. fado neden olağanüstüdür yeniden anımsatan portekiz'li...passionada filminin donduran sahneleri, onun sesini duyduğum sahnelerdi..(ekşi'den)

Mísia

Fado

Tanto Menos Tanto Mais

Garras Dos Sentidos

Paixões Diagonais

Ritual

Canto

Drama Box

Ruas

Senhora da Noite