30 Temmuz 2014 Çarşamba

Marilyn





 


Merhaba, bayramınız nasıl geçti? Keyifler yerinde miydi? Bu sene tüm ailenin bir arada olduğu bir bayram geçirdiğimiz için ben çok ama çok mutluyum! Hep birlikte bayramlaşıp bize her zaman nasip olmayan bu değerli anların tadını çıkardık. Kızım büyüklerinden işli mendil içerisinde bayram harçlığını aldı, baklavalar yendi, sohbetler edildi. Ve bir bayram da böylece sona erdi...




Bayram sona erdi ama benim bayram çekilişim daha bitmedi ;) Üzerimdeki Sheinside t-shirtümle Sheinside sponsorluğunda düzenlediğim çekilişin halen devam etmekte olduğunu sizlere hatırlatmak istedim ;) Hâlâ katılmadıysanız bu fırsatı kaçırmayın derim ben!












T-shirt: Sheinside


Jean: Zara


Ayakkabı: Toms


Çanta: Nine West





Taktik olarak yanlış pas atmak



Aylar önce "umschaltspiel-gegenpressing" içeriğini bu blogda anlatırken üzerinde durmuştum. Öncelikle "gegenpressing" içeriğinin üzerinden bir daha geçeyim. Bu "karşı pres" bir sistem değil. Tam saha pres, hücum presi gibi pres çeşitlerinden birisidir. Size karşı rakibin yaptığı presin başarılı olup topun kaybedilmesinin hemen ardından yapılan presi anlatır. Topun kaybedildiği noktada başlar, zamanlaması belirleyicidir.  Kısmen bir sistem olarak algılanacak olan "umschaltspiel" ise karşı pres sonucu topu kazandığınız andan itibaren hızlı hücum yapmak..  Bir avantaj sağladığından bahsederken neredeyse takımların rakip kale önünde bilinçli olarak topu kaybettiğine kadar gitmiştik. O gün konunun algılanması adına bu örneği verirken Almanların antrenörlerini yetiştiren Frank Wormuth ise sevgili Hikmet Karaman'ın da katıldığı Frankfurt'daki seminerde bunu ciddi bir şekilde ele aldı. Frankfurter Allgemeine bunu haberleştirdi Bild ise buradan alıntılarla manşete taşıdı: Bir taktik olarak bilerek yanlış pas atmak.. 

 Ütopik bir içerik midir?

Yıllar yılı yanlış pası minimize etmek için çeşitli çalışmalar yapılırken bu nasıl mümkün olabilir? Şöyle açıklanabilir. Topa sahip olan takımlar karşısında geride kompakt bir şekilde duran savunma takımlarını geçmek çok zor. Top rakipte olduğunda muazzam bir yerleşim alarak olabilecek en katı savunmayı yaptıkları zaman onların arkasına sarkmak en ala yetenekler için dahi çok zor. İyi bir set savunması aslında Messi'yi de durduruyor Neymar'ı da. İş bu vakit "gegenpressing" ile onları geçmek çok daha kolay. Kapanan takım topalarak ona sahip olunca ileri doğru hamle yapıp set savunmanın bozulmasına yol açıyor. Tam bu düzensizliğin hüküm sürdüğü yerde rakipten topu alıp hücum etmek sıklıkla başarılı sonuç veriyor. Kapalı savunmaya saatlerce baskı kurup hücum yaparak elde ettiğinizden çok daha fazlasını alıyorsunuz.

Topa sahip olduğunuzda  o ikili blok savunmayı aşmak çok zordur belki ama rakibe topu verdiğiniz anda  "gegenpressing" ile topu yeniden kazanıp hücum etmek pek tabi bir taktiksel içerik olamaz mı? Almanya'nın yıllardır antrenörlerin yetiştiren Frank Wormuth  Dünya Kupası'nın geleceğe dair taktik içeriği olarak bu konuyu işlerken Dortmund örneğini vererek topun kaybedilmesinin hemen ardından yeniden kazanımını(Karşı pres) doğru bir şekilde yapan her takımın kapanan takımlara karşı bu silahı(Bilerek yanlış pas atmak) kullanabileceğinden bahsetmiş.

 Bilerek yanlış pas atmak da aslında bir nevi karşıda duran set savunmayı bozabilir. Zira top sizde olduğu sürece konsantrasyonu en üst düzeyde savunma yapan takım topa sahip olunca her şeyden önce o savunma konsantrasyonunu kaybeder. Üstelik topun olduğu bölgeye doğru sürekli doğaçlama bir şekilde giderek savunma yapan takım topu kazandığı vakit takım düzenini yitirmiş ve doğaçlama oynamak zorunda olduğu için o anda yapılacak pres karşısında afallayacaktır. Ve işte o topu kaybettiği anda ise rakip hücumunu karşılamak kapanan set savunmalar için oldukça zorlaşıyor.

 Başka şekilde ifade edelim. Kapanan takım karşısında sürekli top çeviriyorsunuz. Lakin takım öyle iyi kapanıyor ki boşluk bulmak neredeyse imkansız. Doğru zamanda verilecek bir yanlış pas sonucu topa sahip olan kapanan takım dengesini kaybeder. Tam bu zamanda topu yeniden kazanıp hücum ederseniz o kapalı savunmayı aşmak çok da zor olmaz. Risk barındırdığı bir gerçek. Özellikle Almanya-Cezayir maçı önemli bir veridir. Zira Almanya o maçta topu kaybettiği zaman yeniden geri kazanmak istemiş ve bunu başaramadığı ölçüde kalesinde tehlikeli akınlar görmüştür. Zira topu yeniden kazanmak için adam fazlalılığına ulaştığınız ölçüde geride büyük boşluklar bırakıyorsunuz. O topu vermeyen takım hücuma her çıkışında tehlike yaratır. "bilinçli yanlış pas" tercihi ancak ve ancak o pasın hemen ardından topu yeniden kazanabilme, yani karşı pres konusunda hünerli takımların deneyebileceği bir taktiksel içerik olabilir. Bu yüzden örnek olarak Dortmund'un verilmesi çok da sürpriz değil!

28 Temmuz 2014 Pazartesi

S.O.S. - Eksik Şarkı



Bu blogun en eski okurlarından birisidir Lig Tv'nin oldukça başarılı spikeri Turgay Keskin. Gecenin bir vakti ondan çaldım bunu ben. Nihayetinde onun bana borcu çoktur diyelim.

"Sonra bir kalp buldum  Benimkini ona koydum.."



Sabri Sarıoğlu




Üzücü bir durum. Toplumsal algının kurbanı olan bir başka oyuncu daha. En çok ne zoruma gidiyor biliyor musunuz? Sabri'nin özellikle Mancini'nin son aylarında gösterdiği performansa rağmen değişmeyen yorumlara..   Sadece Sabri yorumlarına bakarak oyunu yorumlayan meslektaşlarımın çoğunluğun değişmeyen algısının nasılonları koşutlandırdığını görebilirsiniz. "Sabri muazzam bir performans gösterdi" diye bir cümle kurmak yasaklanmış pek çoğuna. Oysa geçen sezon çok iyi oynadığı maçların arkasından dahi hakkında cümle fazla kurulmadı.

Ben Galatasaray yönetimini sezon içerisinde ve sonrasında çok fazla eleştirdim. Haklı mıydım? Bilemiyorum ama en kaba tabirle bana ayarı verdiler. Nasıl? Tuchel gibi bir isimle pazarlık yaptılar. Boşta olanlar arasında en iyi hocayı seçtiler. Aysal yönetimi benim yaptığım bütün eleştirilerin içinin boş olduğunu gösterdi.  Ve hatta şu vesileyle henüz kim olduğunu idrak edemediğim Galatasaray yönetiminin futbol aklını küçümsediğim için özür dahi diliyorum çünkü bunu hak ettiler.  Aşağıda yazacaklarım bir eleştiriden ziyade "anlama"  merakıdır. Zira biz her şeye rağmen dışarıdan bakıp pek çok olayın gerçekleştiğinden bilgisiz bir şekilde yorum yapıyoruz. Belki sezon içerisinde hiç bilmediğimiz bir şey oldu, bilemiyoruz. Lakin genel görüntüye bakarak Sabri gibi her iki kanadı hem defansif hem ofansif yedekleyebilen bir oyuncunun neden gönderildiğini algılamak zor. Çünkü kabul etmesi zor olsa da "işe yarıyordu" Galatasaray'ın içerisinden yetişmiş ve yıllarca bu kulübe hizmet etmiş bir değer olması bir yana..

Bazı oyuncular vardır, oynasa da oynamasa da takımı  liderlik vasıflarıyla etkiler ve takım üzerinde gücü vardır. Hakan Şükür, Alex,  Ballack v.s. gibi örnekleri var. Lakin maalesef Sabri bunlara bir örnek teşkil etmiyor. Altyapıdan yeni çıkmış insan kadar yedekliği sorun etmeyen, sırası geldiğinde oynayabilen ve son dönemde futbolunu da geliştirdiğini söylersek çok yönlülüğüğüyle iyi bir yedekti. Kaptanlığı alınacaksa da buna çok ciddi bir itiraz belki başlarda yapar ama sonrasında sorunsuz bir şekilde oynamaya devam ederdi. Aydın'dan, yıllarca GS'dan para kazanmış yeteneksiz kalecilerden ve daha pek çok oyuncudan çok daha fazla yararlı olacağını öngörmek çok da zor değil.

Neden?

Prandelli'nin kararı olmadığı kesin. Mancini'nin böyle bir tavsiyesi olmuş olabilir mi? Kaptanlık konusunda kesinlikle Selçuk'a bir değer biçtiği ve Sabri'den bunu almak istediğini düşünebiliriz ve fakat sezonun iyi geçen ikinci yarısının en zor maçlarında bir sol bir sağ bek olarak Sabri'ye pek çok kez görev vermiş ve karşılığını almış bir teknik direktörün performans üzerinden Sabri'nin gönderilmesi adına bir rapor sunacağına ben inanmıyorum.

Bırakın Mancini ve Prandelli'yi...

Dışarıdan bakan bir akıl olarak Sabri'nin kalması gerektiğini algılayacak bir aklın olduğuna inanmak istiyorum Tuchel'i arayan, Prandelli ile anlaşıp yılın en iyi yerli transferini bitiren bu futbol aklının.. Gerçekten ikinci yarı onca maçta oynayan Sabri'yi göremediniz mi?

Belki bilmediğimiz olaylar olmuştur. Lakin şu kesin ki Sabri iyi bir sağ bek, duygusal ve Galatasara sevgisi pek az futbolcuda görülecek ölçüde saf ve endüstriyel futbolun getirilerinden uzakta.. Gerçek.  Melo'yu doğru bir zamanda sakinleştirmek gibi son dönemde gelişen bir liderlik anlayışı olsa da özlenen bir karakter olmadığı kesin.

3'lü çektirmesi

Geçen gün Galatasaray'ın içerisinde olan gazeteci arkadaşlarla bu konuyu konuştuğumuz zaman üçlü çektirmesinin façayı bozmasından ve bunun da kararda etkili olduğu gibi pek de inanmak istemediiğim ayrıntıdan bahsettiler. Bence Sabri'nin orta sahanın ortasına gelip taraftarlarla üçlü çektirmesi ve bu ritüel Galatasaraylılığı özel kılan güzel anlardan birisidir. Almanya'da Klopp ya da almak için onca çaba sarfettiğiniz Thomas Tuchel eline megafonu alıp taraftarı coştururken iyi, Sabri mi kötü? Kaptanlığa geçince Arda'nın bunu bıraktığında hemen aklıma gelmişti, aşağılık kompleksi.. İçerikle değil görüntüyle mi Kaptan olunuyor?  ne özel ne güzel bunun ayırdına varılması dileğiyle.. Sabri takımın altyapısından çıkmasıyla değil oynadığı oyunun karşılığı gereği de sözleşmesinin uzatılmasını hak etmiş bir futbolcudur.  Profesyonel ve amatör bütün bakış açıları içerisinde Sabri'ye ayıp ediliyor, bilesiniz..

Toplumsal Algı



İlk bakışta algılamayabilirsiniz ama ligimizin önemli teknik adamlarından desem çok da zorlanazsınız sanırım..Hikmet Karaman henüz iki aylık iken annesinin kucağında.. 

Hoca Almanya'da Frankfurt'ta antrenör seminerine iştirak etmiş. Twitter'dan paylaştığı görsellere bakılırsa oldukça bilgilendirici bir içeriğe sahip seminer olduğunu söyleyebiliriz. Hoca ile yakın olduğum bir sır değil. Arkadaşım gibi görürüm. Buna rağmen bir şeyler söylemek isterim.

Aslında.. Oldukça başarılı bir teknik adam karnesi olmasına rağmen eksik olan bir şey olduğu muhakkak. Nedir diye düşündüğüm zaman akla gelen ilk ayrıntı kendisini sunuş şeklinde bir sorun olduğunu söyleyebilirim. Hikmet Karaman'dan çok daha kötü ve başarısız teknik adamlar tavırları ve piyasaya uygun davranış biçimleri nedeniyle çok daha gözde oluyor. Üstelik bunlar ciddi şekilde pr çalışması ürünü. İsmi lazım değil oldukça ünlü bir yerli hocaya taktiksel bir içerik hakkında ne düşündüğünü sorduğumda "Bırak bunları Orhan yaaaa" şeklinde son derece laubali olması bir yana o derece ciddiyetsiz yaklaşımı vardı ki toplumdaki algısını düşününce hayretler içerisinde kaldım. Bahsettiğim içerik çok değil iki ay sonra medyada yer kapladığı vakit(Umschaltspiel, gegenpressin) bana dönüşündeki ciddiyeti de ben pek kaale alamadım. Laubali olması bir yana "öteki" hakkında her konuşmasının içerisine küfür sıkıştırması ve bizdeki algısındaki o ciddiyet uyuşmazlığını düşününce dedim ki: Ne kadarr başarılı olduğundan ziyade toplumsal algıya ne denli etki ettiğin çok daha önemlidir. 

Maalesef Hikmet Hoca gerçekten samimimi ve kendisini geride bıraktığı onca başarıya rağmen sunma konusunda çok ciddi problemleri var. Öyle ki bugün için onu İstanbul büyüklerinden uzakta tutan teknik direktör yetkinliği değil yıllar içerisinde toplumda oluşturduğu ilginç karakteri olduğunu söyleyebilirim. Bazıları bir seviye daha yukarıya çıkmak için üst üste anadolu takımıyla 10 galibiyet alması gerekiyorsa Hikmet Hoca sezonu mağlubiyetsiz tamamlamalı. Öyle olsa bile yine de tartışılacaktır.

Oysa kendisini sürekli geliştirmek isteyen ve bu konuda ele geçirdiği her fırsatı değerlendiriyor. Bugün seminerde görürsünüz yarın konuşurken bahsettiğiniz bir kitabı okumuştur, ertesi gün çok daha başka içeriklerle meşguldur. Lakin teknik direktörlük mesleği konusunda ne kadar gelişirse gelişsin onun peşini bırakmayan algının hiç değişmeyecek olması da kaderi olsa gerek.

Benzer şeyleri Yılmaz Vural için de düşünüyorum.

Hikmet Karaman ile çok fazla konuştum, muhabbet ettim, çay içtim. Çok fazla içerik var ve ilerleyen zamanda daha da başka ayrıntıları burada yazacağız.. Yıllar yılı spor yazarlarının yakınlık kurduğu teknik adamlarına yorummlarda kıyak geçtiğini, eleştiri konusunda çekingen davrandığı için eleştirmiş bir insan olarak ileride Hikmet Karaman ve diğer görüşüp bilgi alışverişinde bulunduğum iyi insanların eleştirilerini de buraya yazacağımı söyleyebilirim.  Gazete ve dergilere değil ama buraya yazılacaktır..

Hulasa resim çok hoş.. 





Mutlu Bayramlar


Bayramınız Kutlu Olsun!





Hepinizin Ramazan Bayramı'nı kutluyor, büyüklerimin ellerinden, küçüklerimin gözlerinden öpüyorum! Daha nice bayramlara hep birlikte girelim inşallah :)


Sevgilerimle...





26 Temmuz 2014 Cumartesi

25 Temmuz 2014 Cuma

Futbolun Beceriksizleri Ansiklopedisi

Bugün stokları bitirdiğim için yeniden kitapçının yolunu tuttum.

Arda Turan'ın kitabını aldım. Okudum, bitirdim ve İspanyollar için oldukça ilginç gelebilecek ayrıntılar olsa da bizim memleket insanı için çok bir şey ifade etmiyor. Bunu da yanında almıştım, diğer iki kitap ile beraber. Christian Eichler'in bir derlemesi.

Eğer ki zamanında furya olan blogları okumaktan keyif aldıysanız bu kitabı mutlaka edinin. Az önceki Tasmania postunu da biraz buradan biraz da öncesinde edindiğim bilgilerin karışığı olarak yazmıştım. Henüz başlarındayım ama şu alıntıyı da yaparak kitabın içeriği hakkında sizi bilgilendireyim.

 Haka Valkeakoski

2850 seyirci kapasiteli bir stadyuma sahip bu Finlandiya takımı 90'lı yılların ikinci yarısında şu orijinal serileri yakalayabilmişti: Şampiyon(1995) küme düşüş (1996) Birinci Lige çıkış (1997) Şampiyon(1998,1999,2000) UEFA Kupası ilk turunda ikinci tura yükselen Union Berlin karşısında mağlubiyet(2001)

Demem odur ki keyifli bi derleme olmuş. Angola'dan Eric Cantona'ya uzanan çok geniş bir yelpaze futbolun beceriksizlerini ve ilginç ayrıntılarını kitaplaştırmış.  Oyuncu döven hakemden faul sonrası hapse giren Duncan'a ve  ilk milli maçına kırmızı kart görene kadar irili ufaklı ama hemen hepsi keyifli sayısız hikaye. Orijinal bir blog postu kadar olması da okumayı kolaylaştırıyor.

İthaki yayınlarından çıkan bu kitap 12 Lira. Fazlasıyla değer..


SC Tasmania 1900



Şüphesiz ki Bundesliga tarihinin en kötü takımı.

Kırdığı rekorlar inanılmaz.. Bir sezonda 28 mağlubiyet aldı 8 puan topladı  15 gol attı 109 gol gördü kalesinde. Arka arkaya 31 maçı kazanamadı, üst üste 8 mağlubiyet gibi başarısızlıklar bir yana Bundesliga tarihinin en az seyircili maçı da yine bu kulübe ait: 821 kişi izlemiş maçlarını. İşin en enteresan tarafı ilk maçını 81.500 kişiye oynamış olması.İkinci maçında bu rakam70  bin olurken Gladbach maçında ise 821 ile rekor kırdılar. O sezon bu rekora rağmen maç başına 19.400 taraftara oynadılar.  Henüz tek bir deplasman galibiyeti olmayan tek takım olma hüviyetini de koruyor.

Peki neden?

Ankaragücü'ne benzer bir hikayesi var. Yeni kurulan Bundesliga başkentsiz olur mu? O dönem Hertha Berlin'in transfer ücretini ödememesi nedeniyle lisansının iptal olmasından dolayı hak etmediği halde birinci lige çıkarıldı. Ne kadar hak etmediğini ise gösterdiği performansla cümle aleme kanıtladı.

Siyasetin futbola el atmasının net sonucu oldu.

25 Temmuz 2014

Elimde olsa heryeri bu desenlerle kaplarım derdim, hatta bir süre kapladım da, sonra birşey kalmadı sanıyordum ki, bugün elime sulama kabım geçti, galvanizi boyasam mı falan derken yapıştırıverdim öylece. Ben sevdim yeni halini.

24 Temmuz 2014 Perşembe

24 Temmuz 2014

Böyle bakınca epey yolun başındayım ama son zamanlarda başladığı her işi yarım bırakmayı alışkanlık haline getirmiş biri olarak bu kadarına da şükür diyorum. Yavaş da olsa örüyorum.
Bitince güzel olacak gibi, bu model hep aklımda olan bir modeldi, şimdi hayata geçirmek güzel.

"Bulutsuzluk özlemi"


Bugün canın çok sıkkın, hersey sana zor geliyor, olabilir
Bugün askın bitmiş, O seni terkedip gitmiş,olabilir
Sanki sen hiç bilmediğin, bir kaos içindesin, kimbilir
Günlerin getirdiği, senin yitirdiklerin, sanki hiç umut yok
Çok yorgunsun, 
Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun

Bugün duyduğun haberler, sana utanç veriyor, olabilir
Bugün din ve ırk uğruna, cinayet işleniyor, olabilir
Mostar köprüsü çökmüş, Neretva ne kadar üzgün, kimbilir
Günlerin getirdiği, açlık ve gözyaşı, insan hep umut eder
Biliyorsun bunu,
Ne olursa olsun, yaşamaya mecbursun!

22 Temmuz 2014 Salı

Sheinside Çekilişi !!!









Merhaba yine güzel bir çekiliş ile karşınızdayım! Bu seferki sponsorum bir önceki postta üzerimde görmüş olduğunuz yeşil elbisenin de kaynağı olan Sheinside!






Sheinside'ın Yaz Tatili konseptli çekilişinde bir okuyucuma bu linkten seçeceği, farklı kategoride yer alan 2 ürün birden hediye edilecek! Yani bir mayo ve yanında güneş gözlüğü seçebilirsiniz, veya bir elbise ve yanında bir mayo da olabilir, seçim size kalmış yeter ki aynı kategoriden (örneğin iki elbise birden gibi...) olmasın! Ben anlaşılır olması açısından size görmüş olduğunuz fotoğraflı örnekleri hazırladım ama siz bu linke tıklayarak daha farklı şeyler seçebilirsiniz elbette :)




Çekilişe katılabilmek için yapmanız gerekenler:


1. Sheinside sitesine kayıt olmanız,


2. Sheinside facebook sayfasını beğenmeniz,


3. Sheinside sitesine hangi e-mail adresiyle kayıt olduysanız o e-mail adresinizi buraya yorum olarak bırakmanız gerekiyor. İlk 2 şartı yerine getirmeyenler çekilişe hak kazanamayacaklardır.




Bu çekiliş kaçmaz diyorum ben, siz ne dersiniz? Çekiliş bayram sonrasına kadar devam edecek ve kazanan isim 5 Ağustos'ta belli olacak.




Uzakdoğu kaynaklı sitelerde ürünlerin gelmesi 3-4 haftayı bulabilmektedir, çekilişe katılırken bu ayrıntıyı göz önünde bulundurmayı lütfen unutmayın. Teşekkürler :)


22 Temmuz 2014

Anlamını yitiren pek çok şeyin peşinde koşarken, kafamızı dağıtmak gerek yoksa her an sıyırabilir insan. Herkes baş edebildiği şekilde, yaşayıp gidiyoruz işte.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

(28 de Julio) "HD" (ESPAÑOL LATINO) EP.#15 
- Click en la imagen para ver o descargar el episodio -

(21 de Julio) "HD" (ESPAÑOL LATINO) EP.#17 
- Click en la imagen para ver o descargar el episodio -

What makes a good economist?

20 Temmuz 2014 Pazar

Salıncak





Kızımla kısa kaçamağımız sona erdi ve döndüğümüzde İstanbul bizi gri ve sevimsiz yüzü ile karşıladı, hıh! Yeniden Bencik Koyu'na dönmek ve o yeşillikler arasında kaybolmak istedim resmen! Bilmeyenler için yazıyım Bencik Koyu Marmaris'in 24 km. dışında Datça Yolu üzerinde masmavi denizi ile harika bir koy. Şehir karmaşasından uzaklaşıp kafa dinlemek için birebir! 20 senedir böyle, umarım bir 20 sene daha bu bakirliğini ve temizliğini korur... Açıkçası Marmaris'e her gidişimde gördüğüm manzara beni çok üzüyor, eskiden virajlı yolu indiğimizde şehir aşağıda belirirdi ve babam mutlaka arabayı kenara çeker bir hatıra fotoğrafı çektirirdik. Bu sefer inerken babam "fotoğraf için durmamı ister misiniz?" diye sordu hiçbirimiz istemedik çünkü artık fotoğrafı çekilecek bir güzellik yoktu önümüzde :( Eskiden sadece kıyı şeridinde kalan yerleşim yerleri ve apart oteller artık o kadar geriye kadar gelmiş ki yeşillikten eser kalmamış geriye :( Bir başka günümüzü de Selimiye'de geçirmek istedik ama eskiden kendi halinde sakin bir belde olan burasının da keşfedilmenin getirdiği bir hırsa bürünmüş olduğunu farkettik üzülerek... En basitinden bir örnek size; geçen seneye kadar girişin ücretsiz olduğu Kaptan'ın Yeri kişi başı 20 Lira'ya çıkarmış giriş ücretini... Büyük bir hayal kırıklığı oldu doğrusu... En güzel yer bizim koyumuz diyerek kendimizi Bencik Koyu'nun yeşil kollarına, mavi sularına yeniden atıverdik...




Ahh böyle yan gelip yatmayı çok isterdim ama benim arı mayam yerinde durmadığı için bu pek mümkün olmadı :)




Salıncağa hep Nil binecek değil ya, şayet tatildeysek eğlenmek benim de hakkım ;)


Bu güzel salıncak fotoğrafları için canım ablama teşekkür ediyorum :)




Canım annem dokunduğu herşeyi güzelleştirmeyi iyi biliyor, boş kola şişelerine kılıf örüp vazo olarak değerlendirmiş :)






Kısacık tatilde Nil'in peşinde koşturmaktan oturmaya pek vakit bulamadım ama oturabildiğim nadir anlarda biraz bulmaca çözdüm, biraz da ablamın hediyesi "Papatya Kokulu Hikayeler" kitabına göz gezdirdim. Bazen şu telefonlar neden icat edildi ki diye söylenmiyor değilim doğrusu, yok mailleri bir oku, whatssup'tan cevap yaz, yok instagrama bak derken insanı esir alıyor gerçekten, aslında tatile çıkarken telefonu evde bırakmak gerek, içinizde bunu yapmaya cesaret eden oldu mu merak ediyorum :)














Elbise: Sheinside


Çok yakında Sheinside'ın harika bir çekilişi ile karşınızda olacağım, bu güzel çekilişi kaçırmayın derim :)


İyi haftalar herkese!




Kurtul Kelepçelerden





Çapul TV’deki müzik programı Mahzen’in hazırlayan Tarık Kavut ile Çapul TV ekibinin, Haziran İsyanı’nda ve Soma’da katledilenler için yaptığı şarkı…

İzlemek için tıklayın
KURTUL KELEPÇELERDEN

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Ütopya İnşa Etmek

Şirince’de, vaktiyle Müjde’nin satın aldığı bir köy evimiz vardı. Yaklaşık 150 yıllıktı. Duvarları çamur dolgulu taştan, yer yer bir metre kalınlığında ve biraz yamuktu. Banyonun içinde büyük kayalar vardı, yağmur yağdığında içlerinden su çıkardı. Mutfağın tavanını bir kestane tomruğu tutardı. Bahçe duvarından incir ağacı çıkmıştı. Çok güzeldi. O eve aşıktık.

Dokuları gözünüzün önüne getirin. Üstünde kertenkelelerin güneşlendiği yığma taştan bahçe duvarı. Ot bürümüş kiremit çatı. Aşındıkça insan teni dokusunu almış taş zemin. Kuşaklar boyu ellendikçe fildişi kıvamını kazanmış ahşap trabzan. Ege’nin kayasına bin yıl önce oyulmuş bir niş.

Bunları sevmeyen yoktur. Zannederim insanda içgüdüsel olan bir şeyi tatmin ederler. Nedense hiçbir mimarda, özellikle modern mektepli hiçbir mimarda, bu dokuları üretecek vizyon yahut cesaret yahut teknik bilgi yoktur. Belki vardır, ben denk gelmedim. Türkiye’de hiç denk gelmedim. Viyana’da Hundertwasser bir yere kadar denedi belki, ama o da kendine anti-mimar anti-Arkitekt diyordu.

Yapı maceramız Şirince’de o evi onarmaya çalışmakla başladı. İhtiyar bir evi, kişiliğini bozmadan nasıl yenileyebilirsin? Ustaların ve mimarların her müdahalesi, evin kendinden bir şeyler kaybetmesiyle sonuçlanıyordu. Onlara kulak asmamayı öğrendik. Yerel malzemeyi öğrendik. Taş duvarı, çamur sıvayı, kestane ağacını, çit tekniğini, eski kiremidi öğrendik. Köydeki eski binaları didik didik edip, eski Rum ustaların usullerini anlamaya çalıştık.

Bahçeye, orada sundurma dedikleri bir açık oturma yeri yapmamız gerekiyordu. Öyle bir şey yapalım ki, sanki hep varmış, 150 yıllık evin uzantısıymış gibi dursun dedik. Köydeki ve komşu köylerdeki emsalleri etüt ettik, onların dilini öğrendik. Çoğu harabeydi. Biz de yaptığımız sundurmayı kısmen harap ettik, ucuzundan, yüz yıllık tarih ekledik.

Odunluk gerekiyordu. Odunluğu kimse mimari projenin parçası olarak düşünmez. İş bittikten sonra, biraz briket ve tel örgüyle bir şeyler çırpıştırılır. Neden öyle olsun dedik. Neden odunluğumuz bir şaheser olmasın, baktıkça “iyi ki varız ve iyi ki yaşıyoruz” demeyelim? Eski evlerin bitişiğindeki kubbeli fırınları andıran bir taş yapı ekledik. Kapısını komşu kasabada yıkılan bir konaktan söküp getirdik.

Şirince’nin tarihi kimliği bize ayrı bir sorumluluk yüklüyordu. Başka yerde olsa belki el yordamıyla kendi çözümlerini üretebilirsin. Ama köyün tutarlı bir bütünlüğü varsa ve güzelse, o zaman eklediğin her ayrıntının, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, o bütüne uygun olmasına özen göstermelisin. Şu sonuca vardık: Yüz yıl önceki ustaların yapmayacağı hiçbir şeyi yapmayacağız. Onların kullandığı malzemeden, onların tekniklerinden, oranlarından, süslemelerinden, dokularından şaşmayacağız.

Söylemesi kolay, yapması zordur. Öncelikle, tevazu ister. Kendi aklına değil, ölmüş ustanın aklına uyacaksın. Ayrıca disiplin ve inat ister. Sol omuzundaki şeytan durmadan dürter, şuraya da Kalebodur yer karosu yapalım, bir kerecikten bir şey olmaz diye. Kanarsın. Kanmamalısın.

Restorasyonun temelindeki teorik çelişki ile tanıştık. Restore ettiğin zaman işlev değişikliği yapıyorsun. İşlev değişince biçimi nereye kadar koruyabilirsin? Korumalı mısın? Bugünkü işlevi çözmek için, yüz yıl önceki Yorgo usta hangi biçimi kullanırdı? Bizim köydeki evlerin alt katı hayvan barınağıdır. Şimdi orayı mutfak ve banyo ve oturma odası yapacaksan, rutubet sorununu, ışık sorununu, statik sorununu ona göre çözeceksin. Copy-paste yapmakla iş bitmiyor. Çözüm üreteceksin. Eski mimariyi değerli ve sevimli yapan özü keşfedip, o çerçevede yeni bir şey üreteceksin.

Yorgo usta müze memuru değildi, Anıtlar Kurulu zaptiyesi de değildi. İhtiyaca göre yeni bir şey yapan ve bunu yaparken bir şekilde eskinin ırzına geçmemeyi başaran bir esnaftı. O yapabiliyorsa biz neden yapamayalım?

Anıtlar Kurulu’nun öküz memuruna tabii bunları anlatamazsın. Zaten kuşku ile bakıyor, bunlar hem şehirli takımı, üstelik devletin emirlerine saygısız olan cinsten, üstelik de Ermeni. Sen işlev ve gelenek ve estetik diye ağzını açınca onun aklına mevzuat geliyor, hangi maddeden mühürlerim diye hesap yapmaya başlıyor.

1992-2002 yılları arasında Şirince’de 12 tarihi evi onardık; tamamen yıkılmış olanları tarihi dokuya uyum sağlayacak şekilde sıfırdan inşa ettik. Sonra, köyün biraz dışındaki bir arazide, taştan küçük bağ evlerinden oluşan, hayalimizdeki köyü inşa etmeye koyulduk. 2007’de sıra Matematik Köyü’ne geldi.

Matematik Köyü’nde işler yepyeni bir boyuta taşındı. Çözmek zorunda olduğumuz işlevler, köyün tarihi dokusuna yabancı işlevlerdi. Eski ustalara sadık kalacağız ama, eski ustalar konferans salonu ve kütüphane ve 300 kişilik yemekhane çalışmamış ki? Köy havasını, köy dokusunu, köy estetiğini, köyün bin yıldan beri değişmemiş duygusunu veren doğallığını ve spontanlığını koruyarak modern bir eğitim kampüsünü nasıl inşa edersin?

Yedi yıldan beri bu soruların cevabını bulmaya çalışıyoruz. Tiyatro Medresesi ile birlikte, otuz küsur binadan oluşan ufak bir kasaba çıktı ortaya. Yorgo ustanın deneyimlerine bütünüyle sadık kalamayacağımızı kabul etmek zorunda kaldık. Onun yerine, Yorgo ustanın kendi yaşadığı çağda, Andolu’nun Ege ve Akdeniz kıyılarında görse yadırgamayacağı formlarla çalışmanın doğru olacağına kanaat getirdik. Artık Eski Şirince’de benzeri olmayan hamamlarımız, medresemiz, kulemiz, kaya mezarımız var. Ama hala post-20. yüzyıl stili bir betonarme gecekondumuz yok, villa tipi konutlarımız yok, İsviçre-Kaliforniya kırması şalemiz 
-eğer dikkatle bakmazsanız- yok.

Gelenler Matematik Köyü’ne bayılıyor. Taparcasına seviyorlar. Doğallığını ve eklektizmini beğeniyorlar. “Sanki kendiliğinden olmuş gibi” diyorlar. “Sanki yüzyıllardan beri buradaymış, siz ortaya çıkarmışsınız” diyorlar. “Tarih kokuyor” diyorlar.

Ali Nesin ile ben ise, yaptığımız her binada hatalarımızı ve eksiklerimizi görüp birbirimizin başının etini yiyoruz. Her seferinde sıfırdan düşünmeye başlayıp, kusursuz ütopya mekanının nasıl bir yer olacağını bulmaya çalışıyoruz.

18 Temmuz 2014 Cuma

18 Temmuz 2014

Günler rutin, rutinin dışına çıkamıyorum şu ara. İnsanoğlu garip bazen dışına çıkmak için çabalarken bazen de o rutini özlüyorsun.
Sıcaklar izin verdikçe yegane oyalayıcım herdaim benimle.

GAZZE'DE ÖLÜM VAR

İsrail'in Gazze'ye saldırıları gene hızlandı bu kez çocuklar da ölüyor...
2010 yılında Homur ve Filistin'le Dayanışma Derneği'nin ortak düzenlediği karikatür yarışması, Mossad tarafından öldürülen karikatürcü, Hanzala'nın yaratıcısı Naci El Ali ve katledilen diğer karikatürcüler anısına düzenlenmişti.
Yarışmada birincilik ödülünü Gazzeli kadın karikatürcü OMAYYA JOHA almıştı...

"Filistin" konulu o yarışmadan seçmelerle İsrail vahşetini bir kez daha kınıyoruz...

Omayya Joha
Birincilik Ödülü

Naji Bennaji

Valentin Georgiev

Fadı Abou Hassan

Zhao Yun Sheng

Darko Drljevic