30 Mayıs 2012 Çarşamba

Prensim...♥






Son 1 haftadır hayatımın en zor günlerini geçiriyorum.

Canım prensim benim biriciğim şu anda hastanede :(

Önce acilen anjiyo ardından bypass...

34 yaşında ağzına hiç sigara sürmemiş, içkiyi az tüketen, düzenli hayatı olan birinin altın kalbinde sorun olabileceğine inanamadık.


Çok şükür ameliyat iyi geçti. O ilk şoku atlattık.

Ve şükrettik! Ne kadar şanslı olduğumuzu düşündük. Bu durumu İstanbul'da öğrenmemize, durum bu kadar ciddiyken daha kötü sonuçlanmamasına, Moskova'da tek başınayken başına birşey gelmemesine, benim doğumuma daha zaman olmasına ve daha birçok neden bulduk şükredecek.

Yeter ki Allah dermansız dert vermesin kimseye...

Şimdi tüm ilgimi alakamı prensime vermem gereken bir dönemdeyim. Bu süreçte minik kızımın varlığı da bana güç veriyor, bu zorlu dönemi de atlatacağımızı ve 2 ay sonra bu sefer çok mutlu bir nedenle hastanede bulunacağımızı biliyorum.

Sizler de kendinize iyi bakın. Kolunuzda bir uyuşma, kalbinizde sıkışma olursa lütfen bunu hafife almayın! Ailenizde yüksek tansiyon ve kolesterol sorunları varsa kontrollerinizi düzenli olarak yaptırın ve çok geç olmadan önleminizi alın. Ben gencim bana bir şey olmaz diye asla düşünmeyin! İnanın herşeyin başı sağlık, o gidince hayatınızdaki tüm önceliklerin sırası da yer değiştiriyor.

Yeniden buluşana dek sağlıcakla kalın...


Duçarkhi ile devr-i cihan


16 Mayıs: Uçakla Van. Minibüsle Özalp. Bisikletle Saray (21 km). Nefis yayla havası. Öğretmenevi’nde iki genç öğretmenle bir odaya verdiler. Geç saate kadar yatakhane sohbeti.

17 Mayıs: Sabahın köründe polis geldi, gözaltına aldı. Yakalama emri varmış. Ne zamandır duruşmalara çıkmıyordum ondanmış. Mahkemeye sevkedildim. Hakim sevimli bir genç bir kadındı. “Neden duruşmaya gitmediniz?” dedi. “Kısmet," dedim, "sizinle tanışmak nasipmiş.” İfade aldı, saldı. 11’e doğru yola düştüm. Bisikletle sınır 23 km, oradan Hoy 67 km, genelde yokuş aşağı. Yağmur yağdı, sırılsıklam oldum, çamurlara battım.

18 Mayıs: Bisikletle Salmas, 45 km. 18 liraya (16 bin tümen) berbat bir mihmanhane. Çarşaf en az bir aydır değişmemiş, ama itiraz edemeyecek kadar yorgundum.

19 Mayıs: Urmiye yolunda 20 km kadar bisiklet. Tırmanmaktan yorulunca otostop yaptım, öğlenden önce Urmiye’ye vardım. Şeytan dürttü, oto kiralamayı denedim. Ama İran’da henüz öyle bir şey duyulmamış, çok şaşırdılar, sanki “karını bana kirala” demişim gibi oldu. Şehirden 14 km uzaktaki Asuri köyüne bisikletle gidip döndüm.

20 Mayıs: En uzun bisiklet günü, 120 km. Akşam Mehabad, Kürt memleketi. Gerçekten sevdiğim ilk şehir. Karakterli bir yer.

21 Mayıs: Bisikletle Bukan, 70 km. Niyetim Sakkız’a kadar gitmekti. Yoruldum, Bukan’da dolmuşa bindim. Sakkız’ı da sevmedim, otobüsle ver elini Kermanşah. Akşam hava kararırken Tak-ı Bostan’da Sasani kaya anıtları.

22 Mayıs: Bisikletle Bisutun, 30 km, Darius yazıtı. Grotefend Hocanın hatırasına selam edildi. Bisikletle Kangavar, 55 km, Anahit tapınağı. Oradan dolmuşla Hamedan.

23 Mayıs: Feci yorgunluk, kolumda sürekli uyuşukluk. İsfahan’a devamdan caydım, kuzeye dönmeye karar verdim. Üniversitelilerle öğlene kadar sohbet. Sonra otobüsle Kazvin.

24 Mayıs: Bisikletle Kazvin-Manjil, 100 km. Reşt’e kadar inmeyi hedeflemiştim, Mencil’de lastik patladı, iki saat kaybettim. Dolmuşla Reşt’e devam. Hazar sahili bambaşka bir İran, Rize yeşili.

25 Mayıs: Dolmuşla Masule (Masouleh), harikulade bir dağ köyü. Oradan bisikletle Fuman, Sovme-e Sara, Rızvanşehr, Talış: 115 km. Öldüm. Canım buz gibi bir bira çekti. Baku’ya geçip oradan uçakla dönmeye karar verdim.

26 Mayıs: Bisikletle Astara, 80 km. Azerbaycan gümrüğünde gözaltına aldılar. Beş saat sorgu: Kimsin, Azerbaycan’a gelmekte amacın nedir, pasaportunda neden Ermenistan vizesi var? Üstü kapalı tehdit: burada seni kaybetsek kimsenin ruhu duymaz. İş büyüdükçe büyüdü, albayım geldi, KGB bozuntusu tipler geldi, her şeyim didik didik edildi. Tutuklusun dediler. Sonunda İran’a iade ettiler. Korkmadım desem yalan olur. Astara’da kaldım.

27 Mayıs: Otobüsle Tebriz. Bisikletle Tebriz turu, oradan Merend, 70 km. Berbat yol, feci kamyon trafiği, sanayi çölleri.

28 Mayıs: Otobüsle Şot (Şavt), oradan dolmuşla Karakilise, ıssız bir yaylada enfes Ermeni kilisesi. Bisikletle Maku, 70 km. Dolmuşla Bazergan sınır kapısı. Bisikletle Doğubeyazıt, 35 km.

29 Mayıs: Uçakla Ağrı-İstanbul. İstanbul havaalanında 5 saat sefillik. İzmir.

Toplam net 940 km bisiklet sürmüşüm.   

Delivery is free if it happens in half an hour!

Bu aralar parmaklarım klavyeye gitmiyor hiç. Ne yazsam iç sıkıcı olacak, ne desem boş.

Daha eğitim sistemindeki reformu kabullenemişken birde kadın bedeni üzerinden siyaset yapma geldi hayatımıza.

Eğitim sistemi demişken, hala imzalamadıysanız şurada şöyle bir imza kampanyası var, biraz sesimiz çıksın bakalım, hoş meclisten geçti, bitti gitti geçmiş olsun ya.

Şimdi efenim kürtaj

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Mahalle baskısı

Bizim oğlan iki yaşına gelene dek sadece gak guk diyerek geçiştiriyordu olayları, eyvah hiç konuşmayacak diye düşünürken eş dost çocuklarını görüp, bir anda onca zaman kayıt altına aldıklarını çıkarıverdi hafızasının tazecik raflarından.Dün çok sevdiğim bir twitter dostu sordu, yahu benimki konuşmuyor, yakın birileri de aa olmaz böyle demiş, elbette anne olarak insan bazen takılabiliyor bu tür

Matahari olasım var benim.

Sanki tekdüze yaşıyorum bu aralar hayatı, sabah kalk işe gel, deli gibi çalış, akşam delirmiş bir trafikte eve dön, oğlanla oyun oyna, banyo yaptır, yap, felsefe çalış, çalışırken uykudan bayıl, ve sabah olsun.

Bazen bunun için dünyaya gelmediğimi düşünüyorum, hani her insanın bir misyonu vardır, birşeyler için gelir ya, acaba ben ne için geldim diye sorgulayıp duruyorum kendimi. Bu yaşadıklarım

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Nasrettin Hoca Çizgileri- Mim Uykusuz


Markopaşa'nın çizeri ünlü karikatürist Mim Uykusuz'un Nasrettin Hoca karikatürlerinden iki örnek

Nasrettin Hoca Çizgileri- Salih Erimez


Karikatürist/Ressam Salih Erimez'in 60'lı yıllarda yaptığı Nasrettin Hoca çalışmalarından iki örnek...

TAŞ DEVRİ

Karikatürümüzün büyük ustası Mıstık'ın (Mustafa Eremektar) Taş Devri çizgi bantından bir örnek, sene 1962...

RÜZGARLAR

Yine esiyor rüzgarlar, hissediyorum...
Vakit başka diyarlara gitme vaktidir...
Bu rüzgarlar bunun için var...


İşte bu pasaportlar ve vizeler de bu yavrucakların daha çok ülke görüp gezeceklerinin emaresidir kısmetse...

1-IMG_6886 





2 yıl boyunca vize peşinde koşturmak yok artık... İstedik verdiler, gayrı bundan sonra gidilecek yerleri düşünme vaktidir...


Düşünmeyip rüzgarlara yarenlik etmek veyahut...


Onlar estikçe yol almak götürdükleri yere...


Rastgele

20 Mayıs 2012 Pazar

Şeker-sizzzz !





Hoşbuldummm :) Kısa bir İzmir gezisinin ardından artık uzun süreliğine İstanbul'a demir attım, prensesimi kucağıma alana kadar artık buradayım ;) İzmir'de Çeşme, Alaçatı ve Ildırı'dan oluşan bebiş öncesi sakin ve keyifli bir babymoon yaptık prensimle... Bebiş demişken; 28. haftanın içindeyim artık, 2 ay 10 gün gibi bir süremiz kaldı, hala inanamıyorum!





Çeşme'deyken lokma krizim tuttu, tırım tırım lokmacı aramamıza rağmen henüz sezon açılmadığı için açık bir yer bulamadık. Meğer İzmir'in çok güzel bir adeti varmış, ben de yeni öğrendim. Dileyen hayır lokması döktürüp bunu dağıtıyormuş. Çeşme'den İzmir'e geçtiğimiz gün bir de ne görelim, bir kişi vefat eden bir yakınının hayrına lokma dağıtıyor, biz de girdik sıraya ve ben muradıma erdim! Bir de mandalina reçelini yedim ilk kez, tadı bir harikaymış!




Ama tüm bunlar benim için mazide kaldı artık hayatımda sadece meyve var! Son kontrollerimde hamileliğe bağlı şeker çıktı. Şimdi doktor kontrolünde hamilelere özel diyabet diyeti uyguluyorum. Bundan böyle şeker, reçel, tatlı ve hamur işi artık bana yasak! Tatlı niyetine bir tek meyve hakkım var, o da sınırlı sayıda... Ama diyetim o kadar doyurucu ki tatlının eksikliğini hiç hissetmiyorum. Zaten prensesim için her türlü tatlardan vazgeçmeye hazırım, ahh ahh annelik böyle birşey demek ki!




Şimdi biraz Alaçatı fotoğraflarına geçiyim... O kadar güzel kapı ve pencere önleri vardı ki her birinin önünde durup fotoğraf çektirmek istedim ;) Bugün de şımarıklık yapıp bol bol kendi fotoğraflarımı paylaşacağım sizlerle...




Ne yalan söyliyim benim de form olarak şu kavanozdan pek farkım yok :)










Saçlarım bu aralar beni deli ediyor deliiii! Önleri şekle girmiyor, kabarık olmasını istiyorum kafama yapışıyor ya da elektriklenmiş gibi duruyor. Üstteki fotoda kibar davranmışım ama bazen tutup gerçekten yolasım geliyor o bukleleri! 




Alışverişi kim sevmez ki?!




Hele alışverişi yapan benim gibi doyumsuz bir takı canavarıysa! Zürafalı bu yüzük Moskova'dan ayrılmadan alışveriş sepetine attıklarımdan...






Bu elbiseyi geçen seneden hatırladınız mı? Arada küçük bir fark var, bilin bakalım bu fark ne :)














Allaah Allaah Allaah açılın mami geliyor :) Bu yürüyüşün ardından artçı sarsıntılara neden olduysam tüm Çeşme halkından özür dilerim!






Ildırı fotolarında buluşana dek hoşçakalın şekerlerim!


Bak yazınca aklıma geldi bir zamanlar benim hayatımda şeker vardı öyle di mi :)





17 Mayıs 2012 Perşembe

EĞLENJE


Eğlenje
Geçtiğimiz cumartesiyi bu kelimeyle eşleştirebilirim evet

“Eğlenjelibon ileJ”  Bu da günün sloganı olabilirJ

Bu eğlenceden Can’da Ben de Eşim de aynı payı fazlasıyla aldık… Olaydan bihaber olan İpek vardı bir tekJ


Kahvaltı sonrası diğer çocuklarla birlikte Can’ı bahçede onlarla ilgilenen Jelibon ablaları, Sihirbaz gösterisi ve çeşitli faaliyetler bekliyordu.
1-IMG_62921-IMG_6287


Böylece anne kahvaltısını huzurla keyifle yaptı… Kendisi için hazırlanan sürprizlerden de bihaberdi daha…
Sihirbazlık gösterisi sonrası çocuklar anneleri için kolye yapacaklardı kendi elleriyle ve bunları bize hediye edeceklerdi…

1-IMG_6316

Anneler ise Gıda Mühendisinden yenilenen Jelibon’un içeriği hakkında bilgiler alıp, uzman pedagog dan çocuk eğitim ve gelişim konusunda bilgi edinip sorularını yönlendireceklerdi.

Ve sonrasında ise katılımcı annelerin bir grubu çocuklarıyla çilekli pasta bir grup ise limonata yapacaklardı ve tabi yine eğlenjelibon ile….
07-IMG_6415

1-IMG_65481-IMG_6470
Güzellik gün sonunda ki hediyelerimizle devam edecekti…

Bitmeyecekti burada… 

Etkinlik bitiminde mekandan hemen ayrılmayıp biraz atları seyredelim dediğimizde bir yarışma mekanında olduğumuzu görecektik. Atla engeli atlama yarışları yapılmakta idi. Heyecanla yarışı seyrettik… Can birinci olan çocukla sohbet edecekti ve tüm seyircilere Jelibon dağıtacaktıJ Yarışmacılar dahil herkes jelibon yedi o gün Can'ın sayesindeJ

1-IMG_66651-IMG_65551-IMG_6759


Güzeldi farklı bir gün geçirmek… Yarışmacıların çoğunluğunu kızlardan oluştuğunu ve %90 oranlarda atlarının kuyrukları gibi upuzun saçlara sahip olduklarını fark etmek...

Günün son güzelliği ise eve onlarca uçan balon ile girmekti:)
Ertesi sabah yeryüzüne inmiş olsalar da:) 
Çok eğlenjeli bir gündü, kocaman teşekkürler Jelibon ve ekibi...
Bu balonlar kadar renkli ve keyifliydi günümüz bizimde işte... 
1-IMG_6404

PENGUEN'DEKİ YANGIN


Mizah dergisi Penguen'de 3 Mayıs’ta çıkan yangınla ilgili itfaiye raporu açıklandı.
Derginin son sayısında yapılan açıklamada İtfaiye Müdürlüğü’nün raporunda yangının kaza değil “kimliği meçhul kişi ya da kişilerce başlatıldığı" belirtildi. Savcılık olayla ilgili soruşturma başlattı.

Penguen dergisinden olayla ilgili yapılan açıklama şöyle:

"Geçtiğimiz hafta dergimizde bir yangın atlattığımızı duyurmuştuk. Olayla ilgili olarak İtfaiye Müdürlüğü’nün raporu, yangının bir kaza değil, ‘kimliği meçhul kişi ya da kişilerce başlatıldığı’ yönünde. Olayın aydınlatılması ve sorumluların tespiti için savcılık da soruşturma açtı. Saldırının nedeni açığa çıkarsa bunu da okurlarımızla paylaşırız. Nedeni ne olursa olsun mizahımızın karşısında şiddet bulmak bizim için üzücü. Bizim bildiğimiz tek şey yazıp çizmek, okuyucumuzu biraz gülümsetebilmek.

Geçmiş olsun dilekleri için okurlarımıza, dostlarımıza tekrar teşekkürler."


Biz de HOMUR olarak PENGUEN'deki dostlarımıza bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi sunarken her şeye rağmen MİZAHA DEVAM diyoruz...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Bana bir masal anlat anne!

Her akşam bir masalımız var. Şimşek masalı, "anne sişmek anne şişmek anlat, daha anlat" diyor. Efenim masalımız gökyüzünde geçiyor, yaramaz soğuk bululta haylaz sıcak bulut hoplaya zıplaya gezerken birbirlerini görmeyip onun deyimiyle "BIM" diye çarpışıyor, "Çakov" diye şimşek çakıyor, şimşeğin birde sesi var, adı Gökgürültüsü, ışık hızı ses hızından daha hızlı olduğundan da bize 5-6 saniye

Püfffff !





Durdurun zamanı inecek vaaar :) 30'a kadar güle oynaya kutladığım olay 35'ten itibaren ağıt yakılacak hale geldi hayretler içersindeyim! Eskiden 80 doğumlular vardı benden küçük olan, onlara ablalık ederdim, şimdi bakıyorum çevreme 90'lar 95'liler hepsi dalyan gibiler! Biri bana abla diye hitap ettiğinde üstüme alınmamakta ısrar ediyorum ama nereye kadar?! İşte buyrun yaşlılığın bir göstergesi daha: oturduğum yerde sürekli söylenip duruyorum! Pozitif ruhum bardağın dolu tarafına bak yavrucum şu anda 40'ıncı yaşını kutluyor da olabilirdin diye teselli ediyor beni kihh kihh :) Neyse ben şu kapanmayan çenemi mumumu üflemek için harcıyım bari, iyi ki doğdum bennn :)









Püffffff!





14 Mayıs 2012 Pazartesi

Göz var, izan var!

Şimdi hepimizin şöyle fiyakalı fotoğraf makineleri var artık, zırt pırt fotoğraf çekiyoruz malum, ancak bazı gözler var ki bizim çektiklerimizi çöp kılıyor; şöyleki:



 Oytun Karadayı tarafından cekildi.



 Hande Yüce tarafından cekildi



 Cem Ocak tarafından çekildi.





 Tuğba Unsal tarafından çekildi.





Mehmet Turgut tarafından çekildi.



Ben bu fotoğraflara bakıp bakıp artık fotoğraf

EMZİRME DÖNEMİNDE GİYSİ AYARLAMA SORUNU

Bu konuda yazmak istiyorum evet biraz alakasız da dursa bu sayfalarda… Bir yerlerde yazıldı çizildi mi hiç rastlamadım. Ama eminim benim gibi başka anneler de bu sorunu yaşamıştır, yaşıyordur. Bu sebepten değinmeden geçemeyeceğim. Anne: Emzirmek istiyor bebeğini 1.5-2 yaşına kadar. Öte yandan sosyal hayatın gerisinde de kalmak istemiyor. Bir ortamdan emzirme mazeretiyle ayrılmayıp hem sohbete devam etmek hem de bebeğini emzirmeye devam etmek istiyor. Bazen de mevcut ortamdan ayrılıp da emzirmeye gözlerden uzak devam etme durumunuz olmuyor. Bir deniz otobüsünde olduğunuzu düşünün. Bir kahvaltı mekanında, bir müzede ya da. Tuvalete gidip emzirmeyi kim düşünür ki? Mevcut ortamın daha hijyen olduğunu düşünüp kalmak ister anne. 




Mycey-Anne-Emzirme-Onlugu-1033 




Ne yapar peki? Emzirme önlüğünü her daim yanında taşır. Hıncahınç ada vapurunda gözlere aldırış etmeden çıkarır, takar önlüğünü, emzirir bebeğini… Bebeğin artık sabrı kalmamıştır çünkü. Mahrum etmeye de gerek yoktur. İpek’i emzirdiğim Ada vapurunda yanımdaki Faslı bayanlardan bir yorum almıştım emzirme sonrası. “Biz ülkemizde değil böyle bir ortamda emzirmek babamızın yanında dahi bebeğimizi emziremiyoruz. Ne güzel, sizin bebeğiniz, siz ne şanslısınız… “ Bir takım tabuları yıktığımızın kanıtı bu sanırım… Emzirmek diyorduk, emzirme önlüğü diyorduk ama yetmiyor ki bir de giyim problemi var. Her yere önden düğmeli gömlek ya da spor bluz tarzında giyerek, düğmesiz olursa da süper licralı bodyler ya da fermuarlı sweatler giyerek dolaşmanız gerek… Bu da demek oluyor ki gardroba yeni parçalar eklenmeli… Bu parçaları alışveriş merkezinde bebekle gezinmeyi sevmeyen bendeniz şu adresten online sipariş yoluyla halletti. www.tchibo.com.tr Ve tüm yaz/kış boyunca defalarca giyilip defalarca yıkanmasına rağmen çöpe gitmeyip halen dolapta yer almaya devam eden giysilerim oldular. Yazın özellikle aynı parçayı haftada 3 kez yıkayıp giydiğimi biliyorum. Kışın ise evde sürekli giydiğim sweatim aynı kaderi paylaştı. Makinede yıkanıp, kurutma makinesinde kuruyup 3 saat sonra yine üzerimdeydi.


diadora-fermuarl-sweatshirt634712041541075547 


 Sorun şuradadır. Sevdiğiniz bir bluzu, tshirt ü, body i giymek istersiniz ama ne düğmesi vardır ne licrası… Haftaiçi iş kıyafeti-gömlek giymekten bunalmış bünye bunları giymek ister. Elinizi sürmeden uzaktan bakarsınız… Ofisteki serbest cumayı beklersiniz. Ve işte o an siz de benim gibi emzirme işi bitince iş dışında bir süre düğmeli giysi giymemeye yemin edebilirsiniz. Özlediğiniz giysilere kavuşmayı beklersiniz… Sanmayın ki durum çok vahim, emzirmenin güzelliğini yaşayınca bu tablo silinir gider, hiçbir önemi kalmaz. Hamileliği boyunca sabretmiş anne bir süre daha sabreder, şık olma derdi yoktur. Sadece bir süre daha içindir. Hamilelik boyunca sabrettiniz bebeğiniz için sevdiğiniz kıyafetlerden vazgeçtiniz bir süreliğine… O güzelliğe kavuştunuz, emzirmenin tadına vardınız ve bir süre daha sabredeceksiniz sadece… O süre boyunca hiç aklınıza gelmeyecek belki de o giysiler… Sizi bekledikçe yıpranmayacak eskimeyecek onlar, sabırla bekleyecekler ne de olsa… 
DSC_0017 


 Özetle; Kışın fermuarlı sweatler, bluzlar ve düğmeli gömlekler, yazın ise düğmeli gömlek, bluz, body ve licralı v yakalı bodyler… Hamileliğin sonlarına doğru sadece hastane çantanızı değil bu giysileri de hazırda bulundurmanızda fayda var. Siz de bebeğiniz de rahat edin her ortamda böylece… Kendinizi soyutlamak durumunda kalmayın... 


Peki ya siz okurlar, bu tarz sıkıntılar yaşadınız mı siz de emzirme sürecinizde? Çözümleriniz nelerdi? Paylaşabilir misiniz? 




Not: Fotoğraflar google images dan alınmıştır.

13 Mayıs 2012 Pazar

Bir Mayıııs, Bir Mayıs, mitçinin darbecinin bayramııı


1 Mayıs 1977’yi izleyen ilk dönemde, hatırladığım kadarıyla, olayın niteliği konusunda bir tartışma yoktu. Komplo teorileri ilk kez ertesi senenin 1 Mayısında, Ecevit’e düzenlendiği rivayet edilen suikast nedeniyle gündeme geldi. Sular İdaresi üstünden ve Intercontinental Otelden ateş açan keskin nişancılar efsanesi 1980’lerin sonuna doğru itibar kazandı.

Son günlerde tazelenen bilgiler ışığında olayın gelişimi son derece basit görünüyor.

Bir kere keskin nişancı filan yok. Kalabalığın üstüne ateş etmek için keskin nişancı gerekmez. Ayrıca, linç edilen polis memuru ile kurşun yiyen iki üç kişi dışında ölenlerin hepsi izdihamda ezilerek ölmüşler. Sular İdaresi gibi mükemmel bir platformdan kalabalığa ateş edip üç tane bile tutturamamak için olağanüstü bir beceri gerekir. Meşhur fotoğrafta görünen tomsonlu kişilerin, olay olup bittikten sonra oraya çıkıp iş yapar gözükmeye çalışan (ya da çatışmadan kaçıp arazi olan) polisler olduğu, mükerrer tanık ifadeleriyle sabit.

Kazancı Yokuşunun ağzına park edilip çok sayıda insanın sıkışarak ölümüne neden olan kamyonetin DİSK’li bir sendikaya ait olduğu o zaman da ortaya çıkmıştı; otuz sene aradan sonra gene hatırlandı. Muhtemelen rakip sol grupların meydana girmesine karşı tedbiren oraya park edilmiş.

Kalabalığın üzerine beyaz Renault süren polislerin şeytani bir planın parçası olmadığı, arkadaşları linç edildikten sonra panik ve/veya öfke içinde öyle davrandığı, her iki taraftan çok sayıda tanık ifadesiyle doğrulandı. Kalabalığın üstüne sürülen panzerlerin ardında da yine polis beceriksizliği/ işgüzarlığı/ aptallığı hikâyesi var. Kontrolden çıkmış bir durum karşısında polis “bir şey” yapmak zorunda. Aptal komiserin biri, panik ve öfkeyle bir emir veriyor. Memur sürüsü, amirinden fırça yememek için emri yerine getirir gibi görünmeye çalışıyor. (“Lo Hamza, milletin üstüne mi sürecez şimdi panzeri?” “Sen bi tur at, komserim ateş püskürüyor.” "Bas gaza amk, devirir lan bunlar bizi." "Iıı, karı ölmüş lan." "Sür olum, durursan bizi de paralar allahsızlar.")

Olayların, meydana girmeye çalışan Halkın Kurtuluşu grubundan bir veya birkaç kişinin havaya ateş etmesiyle başladığı konusunda herkes hemfikir. İlk bir veya birkaç el silah sesinin duyulmasından sonra meydanı ölüm sessizliği kaplıyor. Meydandaki “sol” grupların hepsi silahlı ve çatışmaya hazır bir ruh halinde. Kısa bir kararsızlıktan sonra herkes deli gibi havaya ateş etmeye başlıyor. Panik çıkıyor. Bir sürü insan ezilip ölüyor. Bir alaturka klasiği.

*

Bu olaydan beş yıl önce, aynı meydanda, Kültür Sarayı yangını hadisesine birinci elden tanık olmuştum. Hiç şüphem yok ki o seferinde de baş aktörler tedbirsizlik, cehalet ve suçu başkasına atıp kendini aklama güdüsü idi. O sefer devlet önce davranmış, suçu hayali bir sol komploya yüklemişti. İnsanlar tutuklandı, soytarı mahkemeleri kuruldu, sonunda bir şey çıkmadı.

*
Mitinge gelen silahlı grupların bir kısmı provokatör müydü? Oradaki o akıldışı çatışma ortamı TC veya diğer aktörler tarafından haince tasarlanıp uygulanmış bir planın ürünü müydü?

Mümkündür. Hatta bence muhtemeldir. Ama “solun” masumiyetini savunanlar bu argümanı sonuna kadar götürmeyi gerçekten ister mi, ondan emin değilim.

Solcuları provoke ettiler, kullandılar diyelim. Kaç kişiydi acaba provokatör ajanlar? Yüz? Bin? Onbin?

Diyelim ki çok değildiler. Etkin önder kadrosundaki oranları neydi peki? O gün o grupları çatışma hırsıyla Taksim’e gitmeye azmettirenlerin kaçta kaçı ajandı? Yarısı? Hepsi?

Diyelim ki birtakım provokatör unsurlar taktik öncülüğü ele geçirdi. Taktiği belirlemeye gücü yetenlerin, stratejiyi ve hatta ideolojiyi de belirlemiş olmadığı ne malum?

“Biz masumduk, haberimiz yoktu,” diyecekler elbette, ama inandırıcı değil. Hemen her silahlı eylemin içinde polisin, MİT’in ve askerin adamlarının bulunduğu daha o zaman herkesin bildiği bir şeydi. Ama konuşulmazdı. Her fraksiyonun askeriye içinde “güvenilir” bağlantıları, Harp Okulunda “dost” hücreleri, silah temin eden “sağlam” adamları vardı. Ama bunlardan söz etmek caiz değildi. Benim tanık olduğum kadarıyla Bulgar büyükelçiliği sol fraksiyonlara şaşılacak kadar samimibir ilgi ve dostluk gösterirdi. Ama sebebi sorulmaz, enternasyonalci dayanışmaya hamledilirdi.

Philip Agee’nin Inside the Company kitabı 1975’te çıkmıştı. Türkçeye hemen çevrilmiş miydi hatırlamıyorum; ama isteyen, Amerikan istihbaratının Ecuador ve Meksika’da komünist harekete karşı Maocu ve diğer “devrimci” grupları nasıl örgütleyip finanse ettiğine dair son derece ayrıntılı bilgiye ulaşabilir, Türkiye hakkında da gerekli sonuçları çıkarabilirdi.

Evet, bazıları saftı. Evet, bazıları saf olmasa bile inandığı bir dava uğruna şeytanla işbirliği yapmanın gereğine inanmıştı. Evet, bazıları bilerek ve isteyerek alet olmuş olsa da otuz sene sonra insanları affetmeyi bilmek gerekir. Kim bilebilir hangi çıkmazın, hangi korkunun ve hayalin sonucunda o yola girdiklerini?

Ama otuz sene sonra hala aynı budalalıkta ısrar edenlere ne demeli, onu bilmiyorum.

*
Kenan Evren yargılansın diye tepinen solcular nasıl bir çelişkiden mustarip, farkında mısınız?

İki ihtimal var. Ya solcular masumdu. Vatan ve insanlık sevgisiyle eline silah almış idealist gençlerdi. Hayalleri uğruna memleketin zembereğini çıkardılar. O zaman, affınıza sığınarak söyleyeyim, Evren’in ciddi bir suçla itham edilebileceğini sanmıyorum. Adamın işi düzeni korumaktı; işini yaptı. Eline silah alıp zenginleri soymak veya anayasayla müesses rejimi devirmek hoş bir ideal olabilir; takdir de edersin kerataları. Ama askerin görevi bunu önlemektir. Esas onu yapmasa suç olurdu.

İkinci ihtimal, ki son zamanlarda tartışılmaz veri gibi kabul edilen odur, Evren ve şürekâsının iktidarı ele geçirmek amacıyla yıllar önceden memlekette sağ sol çatışmasını körüklemiş olmasıdır. 12 Eylülde çatışmalar bıçakla kesilmiş gibi kesilmedi mi? Demek ki darbe arifesine kadar kendileri manipüle etmiş olmalı. O çatışmalarda ölen yirmibin insanın kanı ellerindedir.

Eğer böyleyse Evren ve yardakçılarını en acımasız şekilde cezalandırmak gerekir, kabul. Ama onlarla beraber o komploda rol alan TÜM siyasi aktörlerin cezalandırılması gerekmez mi? Bilumum sol ve sosyalist örgüt sorumluları ve kanaat önderleri dahil? Deniz Gezmişi, Ertuğrul Kürkçüsü, topu birden?

*
Yanlış anlaşılmasın diye belirteyim, Evren ve şürekâsını yargılamak ve en sert şekilde cezalandırmak gereğine inanıyorum. Ama saçma sapan komplo kuşkularından ötürü değil, askerin kibrinin kırılması için. O kibir iyice kırılmadan memlekette medeni bir siyaset dili kurmak mümkün olmadığı için.

Ayrı mevzudur, başka zaman tartışırız.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Kutlu Mutlu!





İçimdeki minik prensesin hareketlerini hissetmeye başlayıp "vay anasını ben de anne oluyorum!" fikri kafama dank ettiğinden beri artık anneme daha farklı bir gözle bakar oldum. O da beni böyle 9 ay heyecanla bekledi, benim için her zaman en iyisini diledi, onu ne kadar kızdırsam da hep benim yanımda yer aldı ve her koşulda yanımda olacağını bana her dakika hissettirdi. Dilerim ben de onun gibi bir anne olabilirim... Canım annem seni çok ama daha çok seviyorum, iyi ki varsın! Ve tüm annelerin anneler gününü kutluyorum! Ben ve benim gibi anne adaylarına da birazcık sabır diliyorum, seneye kulübe biz de üyeyiz nasılsa ;)


Mutlu anneler, mutlu çocuklar!







ANNELER GÜNÜ (Mother's Day)

Atay SÖZER

11 Mayıs 2012 Cuma

Tekrar Bodyler

Yuva bulunduuuuu 3 adet kolsuz body, 12 aylık yazıyor ama daha uzun giydirdim ben, oğlan küçük mü ne ahaha..ne alsam tepe tepe kullanmışım.İlk mail atana gönderir, bu haftanın gönderilecekelr listesini burada kaparım.Hadi hepimize iyi haftasonları.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Üçleme

Yuva bulunduuuuuEn sevdiğim üçleme, bermuda, tshirt ve hoodie. Hoodieyi Londrada aldığımızı hatırlıyorum da kalanları nereden almıştık bilemedim. 1,5 yaşına kadar giydi bizimkisi bu ekibi.İlk mail atana gider efenim.

Kendin Pişir Kendin Ye Denilebilir :)







Bir Boğa hatunu olarak bugünün işini yarına bırakmayı hiç sevmediğim için çekilişi daha fazla uzatmak istemedim ve katılan 142 yavrunun dövme ile ilgili hayallerini okuduktan sonra kazananı belirledim ;)




Ben sizi dövmeye kıyamam ki! Ama dövme olarak vücudunuza yazdırmayı düşündüğünüz şeyi boynunuza asabilirim :)




Diva'da gördüğüm bu kolye çok hoşuma gitmişti, içinde harfler var, istediğiniz yazıyı zincire geçirebiliyorsunuz...






Gelelim bu ayın talihlisine... 90. sırada "bir çocuğum olsa onun ismini yazardım ama olsa da olmasa da bir dövmem kesinlikle annemin ismi olur." yorumu ile çekilişe katılan sevgili Abuk Kraker oldu, kendisini tebrik ediyorum! Abuk Kraker 1 hafta içinde benimle iletişime geçmezse hediye yedek talihliye gidecek...




Hepinize katılım için çok teşekkür ediyor, şimdiden harika bir hafta sonu diliyorum!


Duyduğuma göre İstanbul'da hava pek serinlemiş, ben gelene kadar lütfen hohlayın üfleyin bir şekilde havayı ısıtın ona göre dondurmayın beni güzellerim hadi göreyim sizi :)