30 Nisan 2014 Çarşamba

STEVEN UNIVERSE - EP.#18

(1 de Mayo) - Click en la imagen para ver o descargar el episodio - (SUB.ESPAÑOL)



(April 30) - Click on the image to watch or download the episode -


Sorularınıza itinayla cevap verilir 2

-Hocam, RTE AYM’yi pasifize edebilir mi? Edemezse ne yapar sizce?
-Öyle bir niyeti olduğunu hiç sanmıyorum. Son derece kulanışlı bir araçtır. Yapılması gereken, ama kendi yapmak istemediği işleri ona yaptırıyor. Askerlerin salınması, HSYK yasasının (amacına ulaştıktan sonra) iptali, Twitter’ın açılması işine gelmedi mi sanıyorsun?

Rahatsız olduğu şey, Haşim Kılıç’ın açıkça Cumhurbaşkanlığına oynaması. Gerçi ondan da ne derece rahatsız olduğunu kestiremiyorum. Sanki kendi teşvik ediyormuş gibi davranıyor. “Cübbeni çıkar da gel” ne demek? Adamın niyeti yoksa bile aklına geliverir.

-Mustafa Kemal’e mi, Muhammed’e mi daha gıcıksınız?
-İkisine de değilim. İkisi de büyük adamlar. Büyük maceralara girmişler, yırtıcı bir zeka sergilemişler. Sıradanlığı aşan insanları, sıradan ahlaki yargılarla değerlendirmek kolay değil, doğru da değil.

Her ikisinin ikonudur beni rahatsız eden. Bağnazlığın, sürü ruhunun, cahilliğin, farklı ve yalnız olanı ezme içgüdüsünün vesilesi olarak kullanılmaları.

Adamlar ölmüş gitmiş, arkalarından taş atmak neye yarar? Maksat onları değil, müritlerini rahatsız etmek.

-Hocam, Peygamberimizin adının otuzlu yaşlarına dek Kasım olduğu doğru mu?
-Hiç duymamıştım. Kaynak neymiş? Kutsal anlatılarla ilgili bu tür (olumlu veya olumsuz) bir bilgi duyduğunda önce kaynak sor. Sonra, imkanın varsa o kaynağın bu “bilgiyi” hangi amaçla piyasaya sürmüş olabileceğini düşün. Doğruya epey yaklaşırsın.

Muhammed’in tek eseri olan kitabı, ölümünden yaklaşık 60 yıl sonra, sıcak ve kanlı bir polemik ortamında derlenmiş. Yaşamına ilişkin anekdotlar, 90 ila 180 yıl sonra kaleme alınmış. Hakkında, kendisiyle çağdaş olan hiçbir tanıklık yok. Yazılı bir belgede adı ilk kez ölümünden 10 yıl sonra anılıyor. Böyle birinin, eğer yaşamışsa, kariyer-öncesi gençliği hakkında ne bilebiliriz? Nasıl bilebiliriz? Ne kadar bilebiliriz?

-Gençlik ve çocukluk yıllarınızda inançlı olup olmadığınızı merak ediyorum. Çevremdeki çoğu insanın müslüman olmasının beni toplumdan uzaklaştırdığını hissediyorum. Siz de benzer şeyler yaşadınız mı?
-İlkokul 4. sınıftayken “tanrı” kavramının absürd ve tutarsız bir düşünce olduğu kanısına vardım. O günden beri de fikrimi değiştirmedim. Annem kendi çapında dindardı, ama aydın bir babam ve kültürlü bir aile çevremiz vardı. Sivri dilim bazen eleştirildi ise de başka rahatsızlık yaşamadım.

Yakınlarına şunu anlatmaya çalış. Dedelerinizin inandığı şeylere inanmamak “inançsızlık” değildir. İnanç, adanmışlık, manevi değerlere sadakat, onlarsız da mümkündür. Hatta konformizmin konforundan yoksun olduğu için öylesi daha gerçek ve daha değerlidir.

Birazcık ufuk sahibi iseler sana kulak vereceklerdir. Öbür türlü zaten uğraşmaya değmez. Ninen ise, üzme “sen haklısın” de gönlünü al. Öbürlerini şutla gitsin.

-Kültür unsurlarına (din, dil, gelenek, sanat...) sahip çıkmak, onları koruyup gelecek nesillere iletmek önemli midir?
-İnsanlığın temel değerleriyle bağdaşıyorsa evet, toplumun hayatına zenginlik katar, ortak bir dil sağlar. Yoksa unutmak ve unutturmak evladır. Dedelerin görevi iletmek olsun; fikir önderlerinin sorumluluğu, iletilenleri aklın ve vicdanın terazisinde tartmak olmalı.

-Kendini resimlemek anlamında “selfie” diye bir kelime yaygınlaştı. Buna Türkçe bir karşılık üretmeye çalışmalı mı, yoksa olduğu gibi kabul mü etmeli?
-Selfie “kendini resimlemek” değil ki? “Mobil cihazın reverse kamerasını kullanarak kendini veya kendi dahil olduğun bir grubu resimlemek.” Öbür türlüsü otoportre olur. Ne olabilirdi? Terso? Aynalı? Cepgeri? Oto çek? I-ıh, selfie kusursuz. İlk duyulduğu gün oy birliğiyle maçı aldı.

Anne-Babaların Gereksinimleri















Anne ve babalar, çocuklarının gereksinimlerinin yanı sıra, kendi gereksinimlerini de karşıladıklarında başarılı anne-babalık yapmış olur. Kendilerinden şüphe duyan, ihmalkar, yorgun veya yetersiz hisseden anne-babalar, çocuklarını da etkileyeceklerdir.





Küçük bir çocuğun anne-babası olarak; - özellikle çocuğun ilk yaşlarında - bir dizi sorunla karşı karşıya geleceksiniz. Uyku düzeniniz ciddi bir biçimde değişecek, daha düzensiz ve daha dağınık bir ev ortamına tahammül etmek zorunda kalacaksınız. İşinizi bırakmak zorunda kalmış olabilmeniz nedeniyle, alışkın olmadığınız bir yaşam şekli yürütmeye de başlamış olabilirsiniz. Kendi kendinize ya da eşinizle birlikte, eskisi kadar çok dışarıya çıkamıyor olabilir, son dakikada planlarınızı değiştirmek zorunda kalabilir, belki de ilgilendiğiniz birçok şeyi ertelemek durumunda kalmış olabilirsiniz. Ayrıca doğumdan sonra değişik derecelerde depresyon yaşıyor olabilirsiniz. 





Aslında iki yaygın duygu; - yorgunluk ve depresyon - bütün bu zorlukların baş edilemez bir duruma gelmesine neden olabilir. Bu nedenle, bunlarla nasıl baş edebileceğinize bir bakalım...





Yorgunluğu Kontrol Etmek





En basit cevabı; "dinlenmek" olmakla birlikte, bir veya daha fazla küçük çocukla her zaman mümkün olmayabilir. İlk adım; ne zaman yorgun olduğunuzu bilmeniz ve buna göre hareket etmenizdir. Bir grup anne-babaya ne zaman yorgun olduklarını ve bunu nasıl anladıkları sorulduğunda, yorumlardan bazıları şunlardı:





"Her şeyi yapmak çok zorlaşıyor"


"Pilimin bittiğini hissediyorum"


"Hiçbir neden yokken ağlamaya başlıyorum"


"Kendimi bitkin, hassas ve tedirgin hissediyorum"


"Baş ve vücut ağrıları hissediyorum"


"Çok sessiz ve durgun oluyorum"


"Diğer insanlara karşı müşkülpesent ve tepkisel oluyorum"


"Uyuklamaya başlıyorum"


"Deli gibi çalışıyor ve hırçınlaşıyorum"


"Her şeyin üstüme üstüme gelmeye başladığını hissediyorum"


"Bazı şeyleri unutuyorum"





İkinci adım ise yorgunluğun nedenlerini ortaya çıkarmaktır. Sadece uykunun bölünmesi nedeniyle uykunuzu alamamanız mıdır? Ya da doğru beslenememekten veya çok fazla iş yapmaya çalışmaktan kaynaklanan enerji eksikliği midir?





Üçüncü adım ise bu sorunla başa çıkmaktır. Öncelikle doğrudan değiştirebileceğiniz faktörleri halledin, sonra da daha karmaşık etkenleri halletmeye çalışın. Örneğin:





* Mümkün olduğunca doğru beslenmeye çalışın.


* Akşam geç saatlerde kafeinli ve alkollü içki tüketimini kesin.





İkinci olarak da gerçekçi olun ve değiştirmeyeceğiniz şeylerin etrafından dolaşın. Örneğin:





* Bir günde eskisi kadar çok iş yapamayacağınızı kabul edin.


* Endişe ve meme vermek gibi fiziksel olmayan, ancak fiziksel yorgunluğa neden olan şeyleri dikkate alın.


* Bir müddet için uyku düzeninizin farklı olacağını kabul edin; gün içinde gece kaybettiklerinizi telafi etmek için doğacak her fırsatı kullanın.





Depresyonu Budamak





Depresyon, zayıf ruh halini tanımlamak için kullanılan bir etikettir. Belki de depresyonun doğumun kaçınılmaz bir sonucu olduğunu duymuşsunuzdur. Bu, beyinde oluşan ani kimyasal denge bozukluğunun bir sonucu olabilir. Bu durum, bazı kadınların kendilerini güçsüz hissetmelerine neden olabilir. Çünkü yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını düşünerek pasif bir kurbana dönüşebilirler. Bazıları antidepresan kullanmaya karar verebilirler ki, bu da alışkanlığa yol açabilir. 





Depresyon kendi kendini besler. Bu nedenledir ki, erken dönemde depresyonun varlığını fark edip budamak, "bebek sendromu"nun depresyon veya olumsuz düşünce kuyusuna dal budak sarmasını engellemenin en kısa çözümüdür. 





Ruhunuzun daralmaya başladığını hissettiğiniz anda, nedenini bulmaya çalışın. Yalnızlık mı? İyi bir anne-baba olamamaktan duyulan kaygı mı? Yaşantınızı kontrol etme yeteneğinizi kaybetmeniz mi? Keyif aldığınız bir yaşam tarzını kaybetmiş olmanız mı? Aşağıdakilerden hangilerinin sizin için uygun olabileceğini ve yaşamınızı daha zevkli hale getirebileceğini düşünün:





Yorgunluk, olumlu düşünce rezervlerinizi alıp götürebilir. Bu nedenle yukarıdaki örneklere tekrar bakın ve mümkün olduğu kadar dinlendiğinizden emin olun. Kendilerinin de çocukları olan bir arkadaş ağı geliştirin. Bu; doğal olarak sizin, anne ve babaların çocuklarıyla katıldıkları toplumsal aktivitelere katılmanızı sağlayacaktır. 





Yapıcı bir tavırla, kaybedilenleri nasıl yerine koyabileceğinizi, belki de bunların etkisini nasıl en aza düşürebileceğinizi düşünmeye başlayın. Evinizde yapabileceğiniz bazı yararlı iş olanaklarınız olabilir. Çocuğunuz için yapacağınız aktiviteleri, kendiniz için yapabileceğiniz şeylerle birleştirin. Örneğin; egzersiz yapmaktan hoşlanan aktif bir kişiliğiniz olabilir. Bir spor salonuna gitmek yerine, çocuğunuzu pusetine oturtun ve birlikte uzun yürüyüşlere çıkın.










Kaynak: Mutlu Çocuk Sahibi Olmanın Sırları, Dr. Carol Valinejard, Mikado Yayınları, 2012

Nerede o eski 1 Mayıs'lar

Afiş:Canol Kocagöz

1 Mayıs 1976 kitlesel olarak kutlanan ilk 1 Mayıs'dır, emeğin bayramı ilk kez en güzel şekilde o gün kutlandı. O kadar güzel kutlandı ki ertesi yıl bundan endişe duyanlar o günü kana boyadı. O günden sonra da ağızların tadı kaçtı, türlü bahanelerle emekçiler alanlardan uzak tutmaya çalışıldı; tıpkı bu gün gibi.
İşte 1976 1 Mayıs'ı ve örgütsel olarak katılan Karikatürcüler Derneği....



29 Nisan 2014 Salı

An Interview with Piketty

On NPR...and I chime in as well.

30 Nisan 2014

Şu ara sardunyalarımla dolu minik balkonumu özledim desem.. insanoğlu ne garip
Beyazlara gönül verdim, rengarenk motifleri beyazlarla birleştireceğim. Yatağıma göre bir battaniyeyi göze aldım. Çok kenarlardan sarkmasına gerek yok. 10 motife 9 motif uygun gibi, yaklaşık 90 tane örmem gerek.
Ruh haliniz parçalı bulutlu, bazen inişli çıkışlı ise mutfağa koşmanız, hamur işine inanılmaz bir istek duymanız kaçınılmazdır. Artık defter karıştırıp tarif aramayı bıraktım, içinde ne olmasını istiyorsam hepsini göz kararı birleştirip doğru fırına, bazen çok özendiğimiz şeylerde sonuç beklediğimiz gibi olmaz ya, benim bu özensiz girişimlerim de sanırım hiç özenmediğim için şimdiye kadar hep güzel sonuçlandı.
Sıcacık, dumanı üstündeyken, bol kakaolu, az tatlı, limon kabuğu kokuları eşliğinde, bazılarına belki biraz reçel dolgu..
Evdeki tutaçlar köşesi, biraz eskiyi çağrıştırdığı için galiba, seviyorum kendilerini.

Bıktık mı artık bu memleketten?

Bir arkadaş yazmış, uzun uzun içini dökmüş, okumaya değer. Benim cevabım aşağıda.


Selamlar,

İsmim Semih, mailim biraz uzun olacak, içimi dökeceğim, sizden de sanki yanınızdaymışım da beraber fikir teatisi yapıyormuşuz gibi soracaklarımı kendinize sormanızı isteyeceğim. Çünkü, neredeyse son 5 senedir yazdığınız her şeyi ama her şeyi okudum. Üstüne saatlerce kafa patlattım. Ayrı düştüğümüz konularda allah allah neden şimdi böyle dedi ki diye günlerce düşündüm. Ya da beni ikna ettiğiniz noktalarda "adam haklı tabi lan" deyip kendimi güncelledim ama son zamanlarda o kadar keskin bir ayrılık yaşıyoruz ki, boşa koysam dolmuyor, doluya koysam almıyor. Eğer içeri girmiş olmasaydınız atlayıp şirinceye gelir, kovsanız da bi şekilde karşınıza çıkıp şimdi yazacaklarımı sormaya çalışırdım. Neyse başlıyorum.

Problemimiz tahmin edebileceğiniz gibi son zamanlardaki Akp çıkışınız. İddiam da kendinizi zamanın ruhuna uygun olarak güncelleyemediğiniz. Gerçi sizin içerde olduğunuz son zamanlarda makas o kadar ani açıldı ki, dışarı da olsaydınız şimdi düşündüklerinizi asla ama asla düşünmeyeceğinizi düşünüyorum. Sanırım yaşlanıyorsunuz ve yaşlandıkça kendi davanıza atfettiğiniz kutsallık, sizin de kendi ilerleyişinizi durduruyor. Blogunuzda Murat Belge ve Ömer Laçiner ile ilgili yazdığınız yazıda 1980 sonrası Ömer Laçiner'in zihinsel evriminin durduğunu anlattığınız kısımda bahsettiğiniz şeyi siz yaşıyorsunuz.

En baştan başlayalım. Devletimizin kurulduğu günden beri kendi içinden düşman üreterek, elinde tuttuğu güçlerin konsolidasyonunu sağladığı bir gerçek. Bunlardan en önemli iki tanesi de Kürtler ve İslamcılar. Ve bu baskı altında temsil üretemedikleri için de terör yarattılar. Hatta islamcılarınki küresel boyutlara ulaştı ama 2000lerin başında esmeye başlayan siyasal islam rüzgarıyla islamcılara "silahlarınızı bırakıp partinizi kurun seçimlere katilin, bakın sizi de adam yerine koyuyoruz" dendi. Bence de güzel fikirdi. Gerçekten de bir kısmı silahları bıraktı, sakalları kesti, "moderate" olup seçimlere girdiler ve AKP örneğinde olduğu gibi daha önce toplumun hiç oy almadığı kesimlerinden de oy alıp meclislere girdiler. Sizin gibi benim gibi bir takım batı öğretileriyle yetişmiş insanlar da aşağı yukarı şunu düşündü, düşündük; "Yahu adamlara bi şans verelim, bizim 90 yıllık öküzlerden daha kötü olamazlar, hem herkesin partisi olacağız derken belki de gerçekten öyle olacaklar? " 2007ye kadar gerçekten iyilerdi. Sivilleşme sağlandı. Ordudaki bi takım beton kafa generallerin dediğim dedik tavrı bitti. AB uyum yasaları süratle meclisten geçti. Bunlar gerçekten hoş gelişmelerdi.

Fakat sonra ne olduysa oldu ve hükümet sivilleşme, demokratikleşme vs vs vs adına ne derseniz diyin hamlelerini sadece ama sadece kendi gücünü kuvvetlendirmek için kullanmaya ve kendi seçmeninin isteklerini de - olması gereken - olarak empoze etmeye başladı. ve o dakikadan sonra AKP seçmeni olanlarla olmayanlar arasındaki makas giderek açılmaya başladı. Sizin gibi, (benim gibi) bir takım iyi niyetli insanlar hala bi dakika canım bakın hem bunun Avrupa'da da benzer örnekleri var, Kemalist teyzeler ve memur emeklisi amcalar abartıyor demeye devam etti. Askeri vesayetten sıtkı sıyrılmış herkes yine de iktidarın icraatlerine destek vermeye devam etti. Ama kafalardaki "LAN ACABA?" sorusu giderek güçlenmeye başladı.

Mesela sizce, Dsip falan gibi bir takım cihangir showmanlerinin Yetmez ama Evet dediği o referandumun akşamında başbakan kurmaylarıyla konuşurken, HELAL OLSUN LAN ÇOCUKLARA NE DEMOKRAT İNSANLARMIŞ mı dedi? Yoksa AHAHAHAH BU SALAKLAR DA KENDİ KENDİLERİNE DEMOKRATIKLIK OYNUYO NE GÜZEL DE EKMEĞİMİZE YAĞ SÜRDÜLER mi dedi? Yani şunu soruyorum ülkedeki demokratikleşme çabalarını kendi gücünü arttırma dışında bir gıdım önemsedi mi? önemsiyor mu?

Gelelim bu işin toplumsal yansımalarına;

Benim de sizin yaptığınız gibi bu ülkedeki her kötü şeyi kemalizmin kurumsallaşmış diktatoryasına bağlamak gibi bir huyum var. Bugüne kadar da hiç yanılmadım. Ülkeyi eline alıp herkese batılılaşmayı öğretmeye çalışan bir takım Selanik kıroları ne kadar batılıydılar ki, ya da batıdan ne anlıyorlardı ki bana batıyı öğretebilecek kudreti kendilerinde görüyorlardı? Biraz Fransızca bilip iki Russo okumakla bu iş olur mu ki? Kaldı ki modernizm denilen şey virüs gibi bir şeydir. Yayılmaya başladı mı karşısında hiç bir şey duramaz. Şapkayı alalım ama eşcinsel hakları gelmesin, yahut serbest piyasa okey ama rica edicem latin alfabesi gelmesin demek olmaz. Derseniz hiç ama hiç olmaz, kılçığın biri çıkar inadına getirir. iyi de eder. Gazi paşa ve arkadaşlarına sonuna kadar vuralım, vurdukça da bu toplum değişecek ve güçlenecek bunda hem fikirim.

Ama bu sefer gelin değişik bir şey yapalım ve denklemden bu değişkeni çıkaralım ve öyle düşünelim. Elimizde kurumsal olarak da liderlik kültü açısından da çok güçlü bir yönetim ve 10 senedir değiştirdiği bir Türkiye var. Biraz bunun üzerinden gidelim. Gezi olayları sırasında Başbakan'ın Fatih Altaylıya konuk olduğu bir program vardı hatırlarsınız. Ne demişti? "Ben bazen dolmabahçeden etrafa bakıyorum, vapurdan inen kadınların kıyafetlerinden utanıyorum" minvalinde bir şeyler söyledi. Gelin beraber düşünelim kim bu değişik değişik giyinen kadınlar? Söyleyeyim, Annem, kız arkadaşım, okul arkadaşlarım, Üst komşu, eski eşleriniz, kızınız, Kolejden arkadaşınız vs vs vs. Vapur ulan bu hergün kadıköyden beşiktaşa binlerce benden, sizden, çevremizden çok da farklı olmayan olsa da sizin benim umrumuzda olmayan insan geçiyor. NE KADAR DEĞİŞİK OLABİLİRLER Kİ?

Almanya'da doğup büyüdüm, Türkiye'ye geldik ortaokul lise falan derken Bahçeşehir Üniversitesinde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler okumaya başladım. Her gün cahilliğim biraz daha yüzüme vuruluyormuş gibi hissettim. Sinirlendim bu iş böyle olmaz dedim. Okudum, gezdim, dinledim, araştırdım, anlamaya çalıştım, empati yaptım. Bu işler derya deniz dedim bi o yana bi bu yana koşuşturdum. Fransızca öğrendim, Galatasaraya girdim yüksek lisans yapmaya, aman tanrım ne kadar çok şeyi bilmiyormuşum diye krizler geçirdim. Osmanlıca sözlüklerin üstüne uyuyakaldım. Beethoven belgeseli izlerken bi bölüm daha izliyim sonra giderim doktora derken apandıştımı patlattım. Falanlar filanlar. Komik olan ne biliyor musunuz? Hani klasik bir söz vardır ya, "Durumumuz yoktu kardeş, okuyamadım." diye, heh işte o söz neredeyse KUSURA BAKMA KARDEŞ DURUMUMUZ VARDI OKUDUM gibi abuk bi şekle dönüştü. Elitizm yapmamak için cahilliği over duruma geldik. Halbuki ikisinin arasında kapkalın kocaman bi çizgi var. Politik doğruculuğa bulanmış vicik vicik bir köylü seviciliğin ortasında battıkça batıyoruz. Ama sorsalar kemalist dikta, sivilleşme etc. etc.

Bakın Sevan Amca, bugüne kadar yazdığınız en güzel yazıların birinde doğu ile batının arasındaki savaşı çoktaaan batının kazandığından bahsediyordunuz, imanın sadece tanrısal manasının olmadığını, Macellanın, Galileo'nun adanmışlığının ne kadar önemli olduğunu ve batının işte tam da bu yüzden kazandığını anlatıyordunuz. Totalde baktığımızda kemalist dıktanın da şimdi onun yerini alan ve sevdiğinizi belirttiğiniz AKP yönetiminin de dayandığı "milli irade" aynı insanlar. Ama bir de ülkede sizin gibi benim gibi, bir takım batı öğretileriyle büyümüş bir nesil var ve ciddi olarak azınlıktayız. Akp'nin bu "sivilleşme" adına yaptığı reformlar vb. bir takım hareketler bu niteliksiz  çoğunluk tarafından onaylandıkça size ve bana kala kala kol saati kalıyor. Siz de ben de zihinsel çabalarımız ve inandığımız bir takım temel değerler yüzünden bu insanların ontolojik düşmanlarıyız. Katlımız vacıb.

Kemalist rejimin üstten bakan tavrını eleştirirken tutturulan motto empati yapmak idi. Haklılık payı yok muydu? Vardı elbet ama bugün gelinen noktada ben artık empati yapmaktan sıkıldım, bunaldım ve yoruldum. İSTEMİYORUM. yozgattaki eşek şikenle, diyarbakırdaki kızını vuranla empati falan yapmak istemiyorum. Ağır geliyor artık. Çünkü inandığımız bir takım değerler uğruna, onları da yanımıza çekeriz düsturuyla yıllardır yaptığımız bu empati hep bi tarafımızda patladı. Şunun adını koyalım artık ÖKÜZ ANADOLULU'nun benimle empati yapmak gibi bir derdi yok. Hatta hiç olmamış. Biz öğretebiliriz sanmışız, onlar AHAHAH KERİZE BAK demişler. Bugün gelinen noktada -sadece sivilleşmeyi sağlıyor diye- AKP'ye oy vermek, bu saçma sapan tavırların hepsini onaylamaktan başka hiç bir şey değil. Yozgattaki adam için ahirindaki eşek benim, yozgatta uzun saçla gezebilme özgürlüğümden daha değerliyse, kusura bakmasın onun için yapabileceğim hiç bir şey kalmamıştır artık. Bahsettiğim kalabalık öyle bir noktadaki başbakan yürüyün aslanlarım dese, Kasımpaşadan bi çıkarlar Asmalimescitten yukarıya doğru kese kese ilerlerler. Çünkü artık onların gözünde onların dışındaki herkes marjinal ve edindikleri bilgi ve tecrübeleri sadece onlar için kullanmakla mükellefler. Hani çok anlatılan sağlık reformu var ya, doktorlar o yüzden dayak yiyor paso işte.

Birlikte yaşama pratiğine alışamayan bizler değiliz. Yan komşum sakallı olmuş, alevi olmuş, cihadçi olmuş, fahişe olmuş, eşcinsel olmuş umrumda değil benim. ve ayrıca benim gibilerin. Aksine merak ederim tanımaya çalışırım. diyalog kurmak isterim. Artık çok daha net anlıyoruz ki, bu ayrımı yapanlar, beraber yaşamaya bi türlü razı olamayanlar onlar. Allah razı olsun sayelerinde bu yanlış anlaşılmadan da kurtulduk. Yıllarca bu jakobenler öbürlerini yanlarında istemiyor diyorlardı. Alakası yokmuş. Daha doğrusu biz adapte olabiliryormuşuz da, öbürleri onlardan olmayana ev bile vermiyormuş.

Bir adım ileri gideyim, bu verili koşullar ele alındığında, Batı yanlılarının (Geçmişten günümüze) asker sevdasını şimdi daha iyi anlıyor musunuz? Zihinsel bir ayrımda çoğunluk sizin düşündüklerinize günah, ayıp, din düşmanlığı vs vs gibi baktığında bu vahşi kalabalığı size karşı koruyabilecek yegane unsur olarak ellerinde bir tek modern devletin monopoly of viölence'i idare etme gücü kalıyor elinizde.

Sistemin vatandaşına zulüm ettiği nokta artık kemalist öğretilerin kurumsallaşmış gücü falan değildir. Modern öğretilere inanmış bireylerin karşısındaki vahşi çoğunluk karşısında inim inim inlemesine sebep olan çoğulculuktur. AKP de bu mekanizmanın onay noktasını oluşturuyor. Atılan her oy bahsettiğim bu çoğunluğa haklısın abicim onayı veriyor. Ve belki de ironilerin en hası burda ortaya çıkıyor. Yıllardır vurduğumuz zihniyetin partisi CHP strategic voting için bugünkü alternatifimiz oluyor. neden BDP değil diyeceksiniz, çünkü Kürt siyasetinin etrafındaki duvarlar ortadan kalktığından beri, sahip olduğunu düşündüğümüz çapın o kadar da geniş olmadığını gördük. Hala aynı terane, eziliyoruz. Bunu 90larda söylemek olaydı. Artık klasik solcu ağlamasından başka hiç bir şey değil. Ülke öyle bir noktaya geldi ki, yanyana gelen herhangi 5 kişi DURUP DURURKEN devletin zulmüne maruz kalabiliyor. Bu yüzden gruplar halinde "biz daha çok ezildik, hayır biz daha çok" kavgası hiç bir şey anlatmıyor. Bugün artık bu ülkede devlet şiddetine, baskısına maruz kalmamış bir grup kalmamıştır.

Farkında mısınz bilmiyorum ama heryerde kendimize bir takım gettolar kuruyoruz. Facebook ve twitter timelinelarımız dahil olmak üzere, yaşadığımız yerler, gezerken gittiğimiz sokaklar, alışveriş yaptığımız marketler falan hep bir yaşamsal alan seçilimi üzerine kurulu. Giderek de bu seçilim büyüyor. Beşiktaşta oturuyorum. Taksiminde boku çıktı artık, şişli ve kadıköyden başka çok çok az yere gidiyorum istanbulda. Bu ilçelerin hepsinde CHP'nin yönetimde olması tesadüf mü? Daha doğrusu benim gibi sizin gibi insanların istanbulda yaşarken en rahat ettiği ilçelerin bunlar olması tesadüf mü? İronik olan ne biliyor musunuz? Zamanında kürt hareketiyle özdeşleşen bu yerellik olayının artık beyaz türk'ünde gündemine oturması. Adamlar haklı olarak bağcılardaki çarıklı orda ne bok yerse yeşin ama ordan attığı oy benim burdaki bilmemne festivalime etki etmesin diyor. Göreceksiniz bu görüş giderek toplumsal bir destek kazanacak. Kürt hareketinin talep edip sonucunda kafasına sopayı yediği bu "eyaletleşme" belki de beyaz türk'ün canını kurtaracak.

1920lerde iyi tahminle yüzde 12sinin okuma yazma bildiği bir toplumda öyle yada böyle demokrasi rejimi kumak gerçekten şaka gibi. yani iki açıdan saka gibi. adama hem salak mısın? hem de helal olsun derler. Bu yüzden de etrafta ilanları dağıtılan HIZLANDIRILMIŞ İNGİLİZCE KURSU gibi süreçlerden geçti ülke, biz suçu hep insanların kafasına vuran kemalizmde bulduk. Haklıydık da. Hala da haklıyız ama bugün, şu an, şu saatte bunu söylemek artık hiç bir işe yaramıyor.

Toparlayayım. Siz de siyaset bilimi okudunuz. Canınız ne zaman isterse şeytanın avukatlığını yapacak bilgi ve donanıma sahip olduğunuzu çok iyi biliyorum. Bu mektubu size hadi bakalım atayist buna da cevap ver demek için yazmadım. Bu kadar yakınen takip ettiğim birinin seçimlerle ilgili attığı 5 tivite olan cevabım bu yazdıklarım. Düşündüm düşündüm bulamadım, size sorayım dedim. Belki de haddim olmayarak amcacım göremiyor musun bunları yani demek istedim. Bilimsel bilginin en önemli özelliğinin yanlışlanabilir olması olduğunu bilen biri olarak biraz da, BÖYLE DEĞİL Mİ YANİ? de demek istedim. Söyleyecekleriniz belki de benim bu konudaki bakış açımı değiştirecek bunu da heyecanla bekliyorum. Bakarsınız üstüne koya koya ilerler hakikate ulaşırız. Esen kalın.



   Semih,

   Avam zorbalığından tiksinmişsin. Eyvallah. Ben elli senedir oradayım. Annemle babam 6 Eylül 1955 günü İstiklal Caddesi’nde düğün alışverişinde imişler. Kasımpaşa’dan Asmalımescit’e kese kese gelen kalabalığı ta oradan hatırlıyor olabilirim.
   Bugünküler dünkülerden daha mı kötü? Ya da daha mı egemen? 1930’larda "idealist gençlik” diye çıkanlardan yahut 1960’larda Kıbrıs Türktür mitingi yapanlardan, veya Milliyetçi Cephe güruhlarından, Kenan Evren şakşakçılarından daha mı tehlikeliler? Ya da ortaokuldan hatırladığım Kemal yalakası sadistlerden? Yozgat gerçekten memleketi istila mı etti sence? Yoksa İş Bankası reklamlarındaki danslı fistanlı 1930’ları gerçek mi zannediyorsun? Tavsiye ederim, 1930’ların, 40’ların, 50’lerin, 60’ların, 70’lerin, 80’lerin gazete koleksiyonlarını tara. Ben sözlük çalışması için yıllardır tarıyorum. Kasımpaşa ve Yozgat hep oradaydı, hep egemendi. Değişen bir şey yok. Pardon, var, iyiye doğru. Eskisinden daha aşağılık bir ükede yaşamıyoruz. Epeyce daha rahatız. Sadece beklentilerimiz arttı, o yüzden belki daha fazla batıyor bunlar.
   15 sene önce Beyoğlu’nda kaç tane içkili lokanta vardı sence? Kadıköy vapurundaki mini etek-mini şortlu sayısı artmış mıdır, azalmış mıdır?
   Kemal Paşa’nın daha “modern” ya da özgürlükçü bir şeyleri temsil ettiği külliyen yalandır. Zamanın gerçeklerine göre kıvırmış; ama özünde, Milli-İslami geleneğin bir başka mezhebinin temsilcisidir. İlk hatırladığımda ellerinde Kemal büstleriyle İstanbul Rumlarını denize döküyorlardı. 64 olmalı. Lisedeyken, saçı uzun öğrencilerin kafasını İstiklal Marşı eşliğinde traşlıyorlardı. Aynı sınıfsal nefretin diğer adıdır. Chp’nin o geçmişi reddettiğini daha duymadım.

Kendini biraz daha iyi hissetmek istiyorsan şöyle düşün. Bu ülkede demokratik yoldan iktidarı hedefleyen herkes popüler islami “kültüre” (“kültür” sözünü iğrenerek kullanıyoruz) kuyruk sallamak zorunda. İki kere iki gibi bir kural bu, matematiksel bir zorunluluk. CHP bunu beceremiyorsa “modern” filan olduğundan değil, aptal olduğundan. Öteki daha iyi beceriyorsa inandığından, ya da “onay noktasını oluşturmayı” sevdiğinden değil. Daha akıllı olduğundan. Bkz:Bakara-makara. Başbakan’ın o saçmalıkları Egemen Bağış’tan daha fazla ciddiye aldığını sanır mısın? Ben sanmam. İş yapıyorlar. Ellerinde başka meşruiyet olmadığından ona isnat etmek zorundalar. Oy alacaksa Yozgat’tan alacak, Erzurum’dan alacak, Diyarbakır’dan alacak. Mecbur öyle oynamaya.
  Yalnız oy değil, bir de para boyutu var. Petrolü olmayan, sanayii olmayan bir ülke nasıl tutturacak %7 kalkınmayı? Petrolü olanın parasını alarak. E, Arap'tan para istiyorsan Arap’a hoş görüneceksin. Elin mahkum. Abartalım istersen: Beyoğlu’nda bugün 6000 tane içkili lokanta-kafe arasında tercih yapma lüksüne sahipsen, biraz da bu hükümet Araplara kuyruk sallayıp cilve yapmayı bildiği için sahipsin. Ya? Parasız olmuyor.

İslam dininin bir cahillik ve nefret ideolojisi olduğundan yana şüphem yok. İlk gençliğimde öyle düşünürdüm, hala öyle düşünürüm. Aileden miras olmalı; ama 50 yıllık deneyim ve tefekkür de var üstüne.
   90’lara doğru şunu keşfettim. İslam istediği kadar kötü olsun, birtakım dürüst ve -bu dünyada olunabildiği kadar- temiz insanlar, İslam bünyesinde kalarak özgürlüğü, modernliği ve rasyonel bir toplum düzenini tasavvur etmeye çalışıyorlar. Bunların iyi niyetinden, dürüstlüğünden şüphe etmedim; hatta çoğu zaman taş kafalı Kemalcilerden daha dürüst olduklarını düşündüm. Orjinal bir düşünce çabası içindeydiler -bu topraklarda kelaynak kuşundan daha nadir bir vakadır. Yaptıkları işin mantıken tutarsız olduğunu, çıkmaz yol olduğunu ısrarla savundum- yüzlerine karşı savundum, dergilerine yazdığım yazılarda savundum. Ama “keşke yanılayım” demedim değil. Sempati duydum. Alman rasyonalizminin 18.yüzyılda Pietizm’den doğduğunu, Amerika’nın en iyi üniversitelerinin Püriten yobazlar tarafından kurulduğunu kendime hatırlattım. Ama “aa, islam iyi bir şeymiş, özgürlüklerle bağdaşırmış” diye bir cümle çıktığını duyan olmadı ağzımdan. “Mantıken bağdaşmaz, ama Allah’ın mucizesi belli olmaz, iyi yoldasınız, aferin size” dediğim olmuştur belki.
   O iyimserliğimin yaklaşık iki-üç yıldır azaldığını itiraf etmeyelim. 2011-12’den beri, gitgide yaygınlaşan islami kabullere karşı daha sert bir dille mücadele etmeyi savundum. Özellikle Gezi günlerinde, Abdurrahman Dilipak gibilerinin, dili kanlı birer fanatiğe dönüşmesi beni sarstı. Bıçak kemiğe dayandığında öyle davranacaklarını biliyordum, teorik olarak biliyordum, defalarca söylemiştim. Ama gene de sarstı. Kan kokusunu duymak başka türlü bir şey.

Evet, o cahillik ve nefret ideolojisiyle mücadele etmek lazım. Üç tane temel gerçeği unutmamak şartıyla. 1) Ötekisi de aynı yolun yolcusudur, 2) Demokratik siyaset, toplumun gerçeklerine -ve önyargılarına- boyun eğmek zorundadır, 3) İdeoloji boktan da olsa o bünye içinde iyi ve dürüst insanlar olabilir ve vardır. O insanları yok sayamazsın.

Ayrıca Yozgatlılar (ve diğerleri) zannettiğin kadar da nefret dolu insanlar değiller. Asmalımescittekilere tahmin ettiğinden daha fazla saygıları ve hatta onların yaşam tarzlarına özlemleri vardır. Sen dışlayıp aşağıladıkça öfkeye kapılıyorlardır belki.

Selamlar, sevgiler.

Do more lectures improve student performance?

Yes, finds a new experimental study, but the authors interpret the effects as modest in size.  One group of students in introductory microeconomics got a lecture twice a week (what the authors call the "traditional" format), and the other group of students got a lecture only once a week.  All the students had the same access to online resources and the same wonderful textbook. (You can guess which one.)  The results:
We find that students in the traditional format scored 2.3 percentage points more on a 100-point scale on the combined midterm and final. There were no differences between formats in non-cognitive effort (attendance, time spent with online materials) nor in withdrawal from the class.

28 Nisan 2014 Pazartesi

29 Nisan 2014

Biraz kaybolmak istiyordum ortalardan, biraz uzaklaşmak ama yapamadım. Ne hissediyorsan onu yaşamalısın deyip geçtim klavyemin karşısına.
Boş durmuyorum hatta daldan dala atlamalar hala devam ediyor. Bir kaç iş var elimde aynı zamanda ilerleyen, şimdilerde motif örmeye taktım, ördükçe örüyorum.
Ankarada hafif serin, yağmurlu bir hava var. Güneş göz kırptıkça mutlu oluyor insan. Geceleri tıkır tıkır yağmur sesleri eşliğinde bitiriyoruz günü.

İstikrar





Bir önceki postta paylaştığım zaman yönetimi konusunda ben ne kadar başarılıyım pek emin değilim doğrusu! Nil'i uyuttuğum aralarda kahvemi elime alıp bacaklarımı uzatıp kitap okuduğumda kendime "afferin kız en sonunda zamanı etkin şekilde kullanmayı öğrendin!" diyorum ama sonra gözüm fincanı tutan elime kayıyor ve maniküre en son 4 ay önce gittiğimi hatırlayıp "yok ya daha katedecek çok yolum var" diyorum. Bu konuda böyle bir ikilem içerisindeyim anlayacağınız :)




Ama en istikrarlı olduğum nokta prense ayırdığım zaman, bu konuda asla taviz vermiyorum. Ayda bir bile olsa baş başa geçirdiğimiz zaman ilişkimize enerji katıyor ve kendimizi genç hissetmemizi sağlıyor. Anne babaların da ara sıra eğlenmeye ihtiyacı vardır di mi ama ;) Tabii anneannemiz ve dedemiz (İzmir'deysek babaannemiz ve dedemiz) de bu konuda bize büyük destek veriyorlar, onların hakkını da ödeyemeyiz bu konuda...




Hafta sonu mekan olarak tercihimiz Lübnan tatlarının hakim olduğu Arabesque olunca, üstümde etnik bir parçanın olmasını istedim :) Bu arada yemekler çok lezzetli, servis de dört dörtlüktü, yalnız mekandaki müşterilerin çoğu yabancıydı, ne dersiniz yabancılar şehrimizin tadını bizden daha çok çıkartıyor olabilirler mi acaba? 




















Bluz: Koton


Pantalon: Zara


Ayakkabı: K7


(28 de Abril) "HD" (ESPAÑOL LATINO) EP.#4
- Click en la imagen para ver o descargar el episodio -


Doğal Anneler 10.000 kişiye ulaştık!

10bin kişi olduk!
Sevgili Doğal Anneyim blogu takipçilerim,
Facebook Doğal Anneyim grubumda 10.000 kişiyi aştık ve sayımız hızla artıyor.

Instagramda da kısa sürede 1000 kişiye ulaştık. Umarım doğal ve sağlıklı yaşam ilgisi tüm anne be babaların katkısı ile daha da büyüyecek. Sektörleri etkileyen bir gücümüz var bunun tüketiciler olarak bilincinde olmalıyız. Daima dünyamız için en temiz, ekolojik ve doğal olan yolları seçelim, onları çocuklarımıza öğretelim.

sevgiyle kalın.

Başak

instagram ve twitter: @dogalanneyim
Doğal Anneyim facebook grubum
Doğal Anneyim facebook sayfam

Anaokulları sebze yetiştiriyor!

Murat Tapik anaokulu öğrencileri ile
Anne ve babasına ben çiftçi olmak istiyorum diyecek çocukların yetiştiği anaokulları gerçek oluyor. Bir süredir alışveriş yaptığım Datça Murat Çiftliği sahibi Murat Tapik okullarda ve anaokullarında toprak, tarım, sebzeler, yerli tohum ile dikim konusunda minik çocuklara eğitimler vermeye başladı. Kendisi de bu blogumda anlattığım gibi Türkiye'nin en iyi okulları sayılan Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi'nden sonra çiftçilik yapmaya karar vermiş.

"Geleceğin büyükleri ve şimdinin miniklerinin doğayı tanıması, toprak ile bütünleşmesi ve bilinçli beslenmesi en önemli işlerimizden... Desteklerimizle inşallah birçok anaokulunda çocuklar yerli salatalıklar, domatesler yetiştirecek, en önemlisi de doğa sevgisini çok erken yaşta hissedecekler. Şehirde büyüyen bir çocuğun ilk çilek fidesini ekerek, toprağa alışmalarını sağlamak, ürünleri nasıl ve ne zaman yetiştiğini öğretmek belki de tüm işlerimizden daha da önemli bir aktivite. Son bir kaç hafta daha pek çok yerde bu aktivitelerimize devam edeceğiz. " diyen Murat bey resimlerde Eyüboğlu Erenköy anaokulunda miniklerle bostan ekimi yapıyor. Tüm fotoğraflar burada. "Kendi anaokullarında proje geliştirmek için, her zaman gönüllü olarak destek veririm değerli hocalara" diyen Murat bey'e murat.tapik@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Minik eller iş başında

27 Nisan 2014 Pazar günü benzer bir şekilde Slowfood'dan Leyla Kabasakal, Kadıköy Özgürlük Parkı'nda çocuklara bostan yapma etkinliği düzenlemişti. Etkinlikler ile ilgili güncel bilgileri daha çok Doğal Anneyim facebook sayfamda yayınlıyorum. Oradan da takip edebilirsiniz.

Loreena McKennitt - 2014 - The Journey So Far - The Best Of Loreena McKennitt (Deluxe Edition)

İndirme Linklerini sınırsız yapan 3 ayrı çevirici site. Zaman zaman kapalı olsa da oldukça işe yarıyor.

The Journey So Far

Omnia - 2014 - Earth Warrior

İndirme Linklerini sınırsız yapan 3 ayrı çevirici site. Zaman zaman kapalı olsa da oldukça işe yarıyor.

Earth Warrior

27 Nisan 2014 Pazar

Zaman Yönetimi
















Birçok anne-babayı strese sokan düşünce, hiçbir şey yapamamaları ve birbirlerine yeterince vakit ayıramamalarıdır. Bunu önlemek için, zaman etkin bir şekilde kontrol altına alınmalı ve böylece hem çocuğun, hem de sizin mutluluğunuz için doğru ortamlar yaratılmalıdır.





İş Görmek: Ortada koşuşturan küçük bir çocuk, zamanınızı ve ilişkileri kontrol düzeninizde büyük değişikliklere yol açacaktır. Çocuğunuzla verimli biçimde zaman geçirmek ve normal işlerinizi yapmak arasında bir denge kurmalısınız.





Başarılı bir zaman yönetimi, bazı şeyleri yapmayı başarmış olma hissine sahip olmaktır. Gününüze şu soruyla başlamak isteyebilirsiniz: "Bu günümün iyi geçtiğini düşünebilmem için neler olması gerekir?" ya da "Bu günümün iyi geçtiğini düşünebilmem için neleri başarmam gerekir?". Güne bu sorularla başlamak, günü istediğiniz doğrultuda sürüklemenize yardımcı olacaktır. Bu sorulara verilecek cevapların ne olabileceğini bildikten sonra, geçici bir plan yapabilir ve en iyisini umut edebilirsiniz. Ancak, devamlı olarak planlarınızı gerçekleştirememek moral bozucu olabileceğinden, ilk cevaplarınızın başarısız olma durumu için de kendi kendinize şu soruyu sorun: "Bunların tamamını gerçekleştiremezsem neye razı olabilirim?". Kendi zamanınızı etkin bir biçimde yöneterek, aynı zamanda çocuğunuza iyi bir örnek olarak da zaman yönetimini öğretmiş olursunuz. Anlayabilecekleri yaşa geldiklerinde, bu onlar için önemli bir ders olacaktır. Çünkü her şeyi yapabilmek için zaman ayrılması gerektiğinin ve bazı durumlarda isteklerinin gerçekleşmeyebileceğinin farkına varacaklardır.





Kendiniz ve Birbiriniz için Zaman: Aile sorunları, aile bireylerinin birbirleriyle nasıl etkileşim kurduklarını anlamakla çözülür. Bir ilişkinin kalitesi, eşlerin birbirleriyle temas halinde olmaları ve birbirlerinin gereksinimlerinin farkında olmaları ile artırılır. Bunun tersine; birbirleriyle teması kesmiş eşler, ilişkilerinde çelişkiler oluşmasına yol açar ve belki de gayet iyi niyetli bir takım yaklaşımların yanlış anlaşılmasına neden olabilir.





Öyleyse eşler birbirleriyle olan ilişkilerini nasıl devam ettirebilir? Önemli olan birlikte geçirdiğiniz zamanın süresi değil, bu sürede ne yaptığınızdır. 





Birbirinizle eskisi kadar zaman geçiremeseniz de, eşinizin istendiğini ve sevildiğini, ona her zaman ihtiyaç duyulduğunu hissettirmek için yaratıcı olmanız gerekebilir.





Eşinizin hala özel olduğunu gösterdiğinizden emin olun. Genelde en çok etki yapan şeyler küçük şeylerdir. Eşinizin nelerden hoşlandığını unutmayın ve mümkün olduğunca bunları yapmaya çalışın. Örneğin; Cuma akşamı eşinizin en sevdiği özel bir yemeği pişirin. Birbirinizi yermek yerine, teşvik edici sözler söylemeyi alışkanlık haline getirin.





Düşüncelerinizi eşinize açık açık bildirerek etkin bir iletişim içinde olun. Örneğin; eşinize gün içinde neler başarmayı planladığınızı anlatın ve size ne şekilde yardımcı olabileceğini konuşun.





Kendinizi toparlamanız ve pillerinizi yeniden şarj etmeniz için, birbirinizin tek başına faaliyetler yapma gereksinimleri olduğunu hatırlayın. Eşinizle, kendinize zaman ayırma konusunda anlaşmaya varın ki, özlemle bekleyecek bir şeyiniz olsun.










Kaynak: Mutlu Çocuk Sahibi Olmanın Sırları, Dr. Carol Valinejard, Mikado Yayınları, 2012


25 Nisan 2014 Cuma

Kriton Curi Parkı'nda





23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nda Kriton Curi Parkı'ndaydık. Kozyatağı'nda oturduğumuz dönemde bu parka yürüyerek gelir miniğimle burada soluklanırdım. Şimdi parkta koşturuyor benim tatlı arı mayam...






Canım annem, anneannem ve teyzelerimle ailemizin en minik üyesinin bayramını kutladık hep birlikte...




Nil büyüdükçe, paylaşımlarımız çoğaldıkça daha keyif alır oldum annelikten. Artık ortak bir dilimiz var, birbirimizi anlıyor olmamız çok güzel. Ama en zor dönemleri de sanırım bu yaşlar çünkü tehlike nedir bilmiyor ve her şeyi çok merak ediyor. Aslında blogumda kültürel etkinliklere de yer vermek istiyorum, Moskova'daki şehir keşiflerim gibi burada da aynı tempoyu yakalamak istiyorum ama bunun için biraz daha zamana ihtiyacım var. Şu anda her şeyimi Nil'e göre ayarlıyorum; en çok özen gösterdiğim şey ise geçirdiğimiz bir gün içerisinde onu elimden geldiği kadar mutlu edebilmek; birlikte oyunlar oynuyoruz, danslar ediyoruz, Gymboree'ye gidiyoruz, yürüyüşler yapıyoruz. Bu aktivitelerimize tiyatroyu da eklemeyi iple çekiyorum doğrusu! Bu arada Adım Adım setleri ile ilgili sorular alıyorum annelerden; evet Adım Adım'ın aktivite kitapları güzeldi, Nil'in de epey ilgisini çekti, birlikte kitaba bakıp birçok oyunlar oynadık ama yanında gelen oyuncaklar çok sıradandı, her ay tahta çubuk veya tahta makara gönderdiler ki bunu bir seferinde göndermeleri bence yeterliydi, diğer aylar daha farklı şeyler koyabilirlerdi kutunun içine. Fiyatı ve karşılığında aldığım ürün kalitesi açısından ben memnun kalmadığım için üyeliğimi yenilemeyi düşünmüyorum ama karar sizin elbette...








Bu kalın tabanlı spor ayakkabılara o kadar alıştım ki kot, etek, elbise her şeyin altına giyer oldum, yakında topuklu ayakkabı giyememekten korkuyorum, iyisi mi ben bu hafta sonu yüksek ökçelerime geri döneyim ;)










T-Shirt: Topshop


Hırka: Mango


Jean: Zara


Çanta: Persunmall


Ayakkabı: 37numara.com


Küpe: Twist






Hepinize huzur dolu bir hafta sonu dilerim.


Peace!







p.s. Kriton Curi Parkı'na yıllardır giderim ama kim bu Kriton Curi diye kendime hiç sormamıştım daha önce... İnternette baktım; 1942-1996 yılları arasında yaşamış, Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünde öğretim üyeliği yapmış, katı atık türk milli komitesinin kuruculuğunu ve başkanlığını yapmış, Bumed tarafından adına çevre ödülü düzenlenen, kendini çevreye ve insanlığa adamış bir profesörmüş kendisi. Mekanı cennet olsun...


First Thoughts on Piketty

I have been reading Thomas Piketty's "Capital in the 21st Century." It is truly an impressive work, and I am much enjoying it. I have recently organized a session at the upcoming AEA meeting (January in Boston), where David Weil, Alan Auerbach, and I will be discussing the book, followed by a response from Professor Piketty.

Let me offer a few immediate reactions.

The book has three main elements:
  1. A history of inequality and wealth.
  2. A forecast of how things will evolve over the next century
  3. Policy recommendations, such as a global tax on wealth.
Point 1 is a significant contribution. I like this part of the book a lot.

Point 2 is highly conjectural. Economists are really bad at such things. In particular, the leap from r>g to the conclusion of a growing role of inheritance in society seems too large to me. Many capital owners consume much of the return on their capital, so wealth does not grow at rate r. This consumption ranges from fancy cars and luxurious vacations to generous charitable giving. In addition, unless mating is perfectly assortative, or we return to an era of primogeniture, wealth per family shrinks as it is split among children.  So, from my perspective, Piketty tries to draw way too much from r>g. (Quick Quiz for econonerds: (a) What does r>g tell you in a standard overlapping generations model?  (b) And what is the magnitude of bequests in that model?  Answers below.*)

Point 3 is as much about Piketty’s personal political philosophy as it is about his economics. As we all know, you can’t get “ought” from “is.” Like President Obama and others on the left, Piketty wants to spread the wealth around. Another philosophical viewpoint is that it is the government’s job to enforce rules such as contracts and property rights and promote opportunity rather than to achieve a particular distribution of economic outcomes. No amount of economic history will tell you that John Rawls (and Thomas Piketty) offers a better political philosophy than Robert Nozick (and Milton Friedman).

The bottom line: You can appreciate his economic history without buying into his forecast.  And even if you are convinced by his forecast, you don't have to buy into his normative conclusions.
-------
* Answers to quiz: (a) That the economy is dynamically efficient (that is, it has not over-accumulated capital).  (b) Zero.

Sorularınıza itinayla cevap verilir

Bana sorular sorun demiştim. Sormuşlar. Birkaçını cevapladım.

-"Bizim büyük çaresizliğimiz: Yanlış 2.Cumhuriyet" kitabını ne zaman yazacaksınız?
-
Yazmayacağım. 2.Cumhuriyet bir fikirdi; 1. ise bir zorbalık sistemi. Yanlış dahi olsa, dürüstlükle ve cesaretle ifade edilmiş fikirleri kötülemek için kitap yazmaya değmez. Kaldı ki tabulardan kurtulmayı ve askeri kışlasını kışkışlamayı savunan bir fikirde neyin yanlış olduğunu henüz anlamış değilim.

-Toplumda yalan zirvedeyse ve kodları çözülmüşse, yalan bir nevi nezaket dili midir?
-Olabilir, eğer kodları çözülmüşse. Kodların çözüldüğünden emin değilsen, çözmek için uğraşman gerekir. 

-Tüm kaçak inşaat yapanları içeri alsalardı, ülkede tahmini kaç kişi içeride olurdu?
-Tümünün içeri alınacağı bilinse, kaçak inşaat olmazdı.

-İtalya'daki Lazio bölgesi ile Laz arasında ilişki var mı?

-Lazio'nun aslı Latium'dur. "Yatayova, düz ülke" demektir. Bu ülkede yaşayan eski halka Latin ("düzovalı") adı verilir. Latitude (enlem), Lateral (yatay), latent (yatan) ile kökdeştir. Latince'de sesliye bitişen t- çift sesi, İtalyanca'da /ts/ şekline evrilir ve z harfiyle yazılır. 
Lazla alakası yok. Lazlar Doğu Karadeniz'de ilk kez MS.3 yüzyılda adı zikredilen bir kavim, veya bir aşiret konfederasyonu. 

-Ağrı'nın anlamını ve tarihini yazar mısınız?
-Dağın kuzey yamacındaki Ağori kasabası ortaçağdan beri kaydedilmiş; 18.yüzyılda feci bir heyelan sonucunda tamamı ortadan kalkmış. Şimdi birkaç km. aşağısında Iğdır'ın Yenidoğan köyü var. İlkinden sonuna dek, Ermeni yerleşimi, ama adın Ermenice bir anlamına rastlamadım. Kürtçe Agir (ateş) ile ilgili olabilir mi? 11. yüzyıldan eski bir Ermeni yerleşiminin Kürtçe adı olabilir mi? Acaba Kürtçe olmasa da eski Farsça üzerinden bir bağlantı bulunabilir mi? Bilmiyorum. 

-"Her başbakan istifayı tadacaktır" yazınızı yazarken, gerçekten istifa edeceğini düşünmüş müydünüz?
-Evet. Sabırsızım. Ve siyasi ustalığını küçümsemişim. 

-Chomsky'nin evrensel dil teorisi ne kadar kabul görüyor?
-1960'lardan 80'lerin sonuna dek Amerikan akademik dünyasında Chomsky kraldı. Üniversitede dil bilim okumadıysam biraz o yüzden, çünkü beni hiç cezbetmedi. Son yıllarda çok esaslı Chomsky eleştirileri çıkıyor. Geçen yaz mükemmel bir tane okudum, ama şimdi gel de adını hatırla bakalım!

-Etyen ve Markar'ın yandaş olmasını nasıl açıklarsınız?

-Markar'ı bilmiyorum, ama sabırla ve önyargısız okusan Etyen'in çok doğru şeyler yazdığını görürsün. Etyen'le üslubumuz ve kişiliğimiz farklı, ama aklını takdir etmemezlik edemem.

-Ev nasıl yapılır? İşin a,b,c'sini nasıl öğrendin?
-Bir kere parasız olman lazım. Paran varsa adamını bulup yaptırırsın, sen öğrenemezsin. Şehir dışında olman lazım. Yoksa deneme yanılma yapmana izin vermezler. Hatunun hoşuna gitmeye çalıştığın bir dönemde olman lazım. Yoksa baş edemezsin.
En önemlisi, pragmatizmin tuzağına düşmemen lazım. "Şimdilik işimizi görsün"e  teslim olursan vasatlık deryasında çabucak kaybolursun. Her ne yaparsan olabileceğin en güzelini yapmaya kararlıysan, üç vakte kalmaz ev yapmayı öğrenirsin, nasıl öğrendiğinin bile farkına varmazsın.


-Yakın Mısır tarihini, özellikle Cemal Abdünnasır dönemini anlatır mısınız?
-Şımarık ve hayırsız bir kralı vardı. Onu devirip yerine cahil bir demagogu getirdiler. Ülkede varlık namına ne varsa talan ettiler. Sonra batınca emperyalizmi, İngiltere'yi, Amerika'yı, Yahudileri, hatta geçmişte ülkeyi soyan Türkleri suçladılar. Özeti bu.

-Ahlak nedir?
-İnsanları insan olarak görebilmektir. 


-Hakikat nedir?
-Şu ölümlü dünyada yaşamayı anlamlı kılan tek şeydir. Kendisi olmasa bile, en azından hayali.


Barcelona Ethnic Band

Barcelona Ethnic Band (feat. Håvard Enstad, Manuel Krapovickas, Blai Navarro, Tania Mesa, Adrià Baiges, Estel·la Broto & Vigen Hovsepyan)

Report from the Chair

Readers of this blog may have noticed that I have not been as active here over the past two years as I was previously. One of the reasons is that, about two years ago, I was appointed chairman of the Harvard economics department. That has been keeping me busy. But I am happy to report that the job is going well. One of the responsibilities of the chair is to oversee faculty hiring, and we have had some great results. Our new faculty hires include the following (in alphabetical order):
  1. Gabriel Chodorow-Reich
  2. Ben Golub
  3. Robin Lee
  4. Matteo Maggiori
  5. Matthew Rabin
  6. Gautam Rao
  7. Neil Shephard
  8. Stefanie Stantcheva
  9. Elie Tamer
A pretty good list, if I say so myself!

The Many Determinants of Demand

Allen Sanderson sees them multiplying.

25 Nisan 2014

Tatili değerlendirelim istedik, güne erken başladık. Kahvaltıya pankek denemesi yaptım, krepseveriz ama bunu da sevdik. Sabah menülerine yeni birşeyler eklemek şart olmuştu.
Bazen renklerdeki uyumu yakalayamadım, bazen ördüğüm modele ısınamadım derken bu bilmem kaçıncı başlangıç oldu ama bu sefer tamam gibi, bunu sevdim.
Yıllar önce kitap aralarına koyup kurutmuşum, geçtiğimiz gün bir vesileyle hepsi kitap ayıracına dönüştüler.
Biraz çevre gezisi, bir parça yeşillik ve dinginlik, doğrusu iyi geldi.

24 Nisan 2014 Perşembe

(24 de Abril) "HD" (ESPAÑOL LATINO)
- Click en la imagen para ver o descargar el episodio -