28 Şubat 2013 Perşembe

Rustavi Choir & Duduki Trio - Georgia; Rustavi Choir & Duduki Trio

Filistinli Karikatürcü Muhammet Saba Tutuklandı

Filistinli siyasi karikatürist Muhammet Saba, Batı Şeria ve Ürdün arasındaki Allenby Köprüsü kapısında  16 Şubat Cumartesi günü İsrail ordusu tarafından suçlama olmadan gözaltına alındı ve tutuklandı.İsrail askeri mahkemesi soruşturmanın tamamlanması bahanesiyle dokuz gün süreyle tutukluluk süresi uzatıldı, avukatlarıyla görüşmesi engellendi.
 http://samidoun.ca/2013/02/palestinian-cartoonist-mohammed-sabaaneh-detained-as-his-family-appeals-for-help/

27 Şubat 2013 Çarşamba

Rising Appalachia Discography

http://www.risingappalachia.com

Takım adına keyifli dinlemeler, Othello.

Rising Appalachia - 2005 - Leah And Chloe

Rising Appalachia - 2007 - Scale Down

Rising Appalachia - 2010 - The Sails Of Self

Rising Appalachia - 2012 - Filthy Dirty South

Thierry 'Titi' Robin - Kıyılar, Les Rives, River Banks 3xCD, Album + DVD

26 Şubat 2013 Salı

Ceylan Ertem "Sezen Aksu Tribute" Son Bakış

Ceylan Ertem "Sezen Aksu Tribute" Son Bakış
Söz: Aysel Gürel, Müzik: Onno Tunç
Lyrics: Aysel Gürel, Composer: Onno Tunç

Kuş Masalı
Başka kapılarda duruyoruz bu sabah
Başka kapıların zillerini çalıyor ellerimiz
Birini gece çalıyorsa, birini kuşlar alıyor
Birini gece susuyorsa, birini kuşlar çağırıyor
Sustunuz, susmayınız "Sadece Boktan Bir Sabah Bu Sabah"
Birsen Tezer

"Gözlerin gözlerimden ayrılmasın istedim, oysa biz seninle hiç göz göze gelmedik"

Alamet-i Farika





Selammm! Nasılsınız şekerler? Saatler gece yarısı 2'ye gelirken uykusuzluktan küçülen gözlerle post yapmakta pek bir şahane oluyormuş hani :P Nedir benim bu yıllardır vazgeçemediğim blog tutma tutkum yahu?! Sanki madalya takıyolar! Kendimi tıbbın eline bırakıp bunun bir irdelenmesini istiyorum ey bilim adamları! 




Akıl sağlığımı bilemem ama fiziken şu aralar kendimi pek bir iyi hissediyorum doğrusu, öhöm öhöm 61 (yazıyla ALTMIŞ BİR) kiloya düştüğüm için olabilir mi sizce? Yediklerime artık dikkat ediyorum, arada kek, kurabiye kaçamakları yapıyorum ama çayıma kahveme asla şeker atmıyorum, diyetisyenler her ne kadar ekmeği her öğünde verseler de ben yemiyorum, daha çok sebze ve somon ağırlıklı besleniyorum. Bir de Nil dışarıda olmayı, pusetinde uyumayı seven bir bebek, öğlenleri onu pusetine koyup kendimizi sokaklara atıp deli gibi yürüyorum, mahallenin delisi gibi olduk ana kız :) Kilo vermemde yürüyüşün de etkisi büyük oldu...




Bu kadar minnak birşeyin içine sığamam (o kadar iddialı değilim, en azından şimdilik hee hee) ama hamilelik öncesi mintanlarımın içine giriyor olmak pek bir güzelmiş doğrusu ;) 




Minnak demişken... Benim birtanem prensin kopyası oldu çıktı! Bir bebişin bir yeri de anasına benzemez mi ayol cık cık cık! Bu arada fotoya lütfen güneş gözlüklerinizi takıp bakın zira inci dişler gözlerinizi kamaştırabilir ;) Bizim iki dişimiz çıktı! Darısı kalan 30 dişin başına, aminnnn! 




Birbirimize öyle düşkün olduk ki... Ne o bensiz yapabiliyor, ne ben onsuz... Eskiden o sergi senin bu müze benim fink atardım, dilediğim zamanda dilediğim kadar fotoğraflar çekerdim, o zamanki özgürlüğüm şimdi bana uzaktan nanik yapıyor ama olsun, ben her koşula adapte olma konusunda çok başarılıyım sonuçta ;) Ay  kilom 61'e düşerken egom mu şişti ne?! Halbuki hiç sevmem kendimi methetmeyi, bu hiç hayra alamet değil!




Hayra alamet değil ama blogum benim alamet-i farikam neyleyim! Buraya iki satır bile olsa yazmak, kendimle dalga geçmek beni rahatlatıyor. Bazen annelikle ilgili de (Nil'in beslenmesi, kullandığımız ilaçlar, oynadığımız oyunlar vs...) daha çok şey yazmalıyım diye düşünüyorum sonra amaaan diyorum her annenin kendine has bir yöntemi var, ben mi çığır açacağım annelikte diyorum. Gerçekten annelik öyle bir şey ki kendi bebeğinizin ihtiyaçlarına göre deneme yanılma yöntemiyle bir yol tutturuyorsunuz bir şekilde. Kısacası anneler hepimiz harikayız, olayın özü budur, işte o kadar!




 Şeyyy az önce ego demiştik di mi ;) Tamam tamam sustum!


Matthaios Tsachouridis, Hussein Zahawy, Ardeshir Kamkar - Apo Ton Ponto Stin Persia (From Pontos To Persia)

Matthaios Tsahouridis - Meliris

24 Şubat 2013 Pazar

Öksürük ve gribe karşı süper ballı karışım



İkinci bir reçete olarak, öksürük varsa ve gribi iki günde ayağa kaldırmak isterseniz Nerolinn’in sahibi sevgili arkadaşım Emine Koçer’in tarifi en son denediğim macunu size tavsiye ediyorum. Dilerseniz içeriğindeki bitkileri organik olarak Nerolinn’den temin edebilirsiniz. Bu karışımı evde yapıp iki kızımda denedim. Gribi ve öksürüğü hızlıca toparladılar.

Malzemeler:
İyi bir doğal organik balın içine koymak üzere bunları hazırlayın. Balın nasıl olması gerektiği için önceki bloguma bakabilirsiniz.
1 birim olarak:
hatmiçiçeği
ısırgan
kuşburnu
kurutulmuş elma
kurutulmuş portakal kabuğu (başka kuru meyveler de olur)
toz tarçın
toz karanfil
toz zerdeçal (kuvvetli olduğu için hamilelerin, emziren annelerin ve 1 yaşından ufak katı beslenmeye geçmemiş çocukların kullanımı tavsiye edilmiyor)

daha yoğun miktarda:
gül
nane
zencefil tozu
ıhlamur

daha az miktarda (kuvvetli olduklarından ufak çocuklarda miktar az tutulmalı):
ekinezya
adaçayı
kekik

Macunun yapılışı:
-Toz haline olmayanları kahve çekme makinasında toz haline getirin.
-Hepsini ufak bir tencereye koyup üzerine bal ekleyin.
-Balı çok az hafifçe kendini salacak şekilde karıştırarak ısıtın, hemen ateşten alın. Soğumaya bırakın. Bitkiler ısı sayesinde bal ile daha iyi özleşecekler.
-İkinci gün tekrar karışımı bal çok az hafifçe kendini salacak şekilde karıştırarak ısıtın, hemen ateşten alın. Tekrar soğumaya bırakın.
-Üçüncü gün aynı işlemi tekrarlayın.

Normalde üç gün demlenmesi gerekir. Eğer vaktiniz yoksa aynı gün içinde bal iyice soğuyunca işlemi tekrarlayabilirsiniz. Bitkiler ne kadar beklerse bal ile özleşerek karışımı daha etkili yapacaktır. Balı en son bir kavanoza koyarak 1 aya kadar buzdolabında saklayabilirsiniz.

Kullanım miktarı:
Hastalık anında sabah aç karnına ve akşam yatmadan önce bir tatlı kaşığı alabilirsiniz. Yetişkinler bir yemek kaşığı alabilir. 

Not: Bal 1 yaşın altındaki çocuklarda Boutulizm denilen zehirlenme etkisi yaratabileceği için yedirilmemeli diye tavsiye ediliyor. Karışım 1 yaş altı bebeklerde uygulanacaksa tarçın, zencefil, ıhlamur ve meyveler gibi hafif bitkilerle hazırlanabilir ve bebeğe yedirilmez, emziren anne kendisi yiyip faydasını anne sütü yoluyla bebeğine geçirebilir.

Doğal et kaldı mı?



Tüketim işte böyle bir şey: anlamsızca yetiştiriyor, parçalıyor ve yokediyoruz. Yaşamak için gerçekten de doğaya bu kadar karşı gelmemiz gerekiyor mu? Hayatta kalmak ve yemek için bu kadar acı, ızdırap vermek, bu muazzam tüketim bize yaşama sevinci ve mutluluk mu kazandırıyor?

Hayatımda bu soruları son zamanlarda devamlı soruyorum. Artık büyük marketlerden paketli gıda alışverişi yapmıyorum. Hazır gıda almıyorum. Et yemiyorum, yiyen aile bireylerime az miktarda mahalle kasabından veya balıkçısından alınıyor. Etin hayatımızda çok da gerekli bir protein kaynağı olduğunu düşünmüyorum artık. Çok çok uzun yaşayan insanların sırrı doğanın sunduklarını doğal haliyle pişirmeden, işlemeden tüketmekte, sakin ve stressiz bir yaşam sürdürmeye çalışmakta gizli.

Videoyu resme ya da bu linke tıklayarak izleyebilirsiniz.

Basit ballı karışım




Soğuk kış günlerinde bitmeyen öksürükler için ballı karışım yapın

Milliyet.tv'de yayınlanan yeni karışımımı anlattığım videomu izlemek için resime ya da bu linke tıklayabilirsiniz.

Bir kaç senedir çocuklarımla evde ballı bir karışım tüketiyoruz. Yapımı çok kolay, hatta 4 ve 2.5 yaşındaki kızlarım kendileri yapıyorlar. 3 tane baharatımız var. Tarçın, zencefil ve zerdeçal.
Hepsinden 1 tatlı kaşığı toz olarak bir kavanozda karıştırıyoruz. Macun kıvamına gelecek kadar balı üzerine döküyoruz. Bal organik ve 36 derece üzerinde sıcaklığa maruz kalmamış olmalı. Ayrıca balın şeker balı olmamasına da dikkat edelim. Bu karışıma taze çekilmiş keten tohumu, çörek otu ve kırmızı üzüm çekirdeği de ekleyebilirsiniz. Günde bir çay kaşığı çocuğunuz, siz bir tatlı kaşığı yediğinizde bağışıklığı kuvvetlendirici etkisi oluyor.
Tarçın ateşe ve boğaz ağrılarına iyi gelir, zerdeçal göğüse inen öksürüğe ve boğaza çok iyi gelir, hatta faydalı özelliklerinden dolayı baharatların kralı olarak bilinir. Zencefil bağışıklığı kuvvetlendirir. Keten tohumu önemli bir bitkisel omega-3 kaynağıdır. Çörek otu bağışıklığı kuvvetlendirir, kırmızı üzüm çekirdeği antioksidandır.

Not: Bal 1 yaşın altındaki çocuklarda Boutulizm denilen zehirlenme etkisi yaratabileceği için yedirilmemeli diye tavsiye ediliyor. Bu durumda emziren anneler kendileri yiyip bebeklerine faydasını süt yoluyla geçirebilirler. Zerdeçalı da yine bir yaşından altındaki bebeklere, emziren annelere ve hamilelere kuvvetli bir baharat olduğu için önermiyorlar. Ben de bebekler kendileri 1.5-2 yaşına doğru yemeye başladıklarında karışıma zerdeçal eklemeye ve o aman ben de yemeye başlamıştım. Öncesinde sadece 1 yaş üstüne tarçın ve zencefilli hazırladık karışımı.

23 Şubat 2013 Cumartesi

Kuran'ın Kültürel Kaynakları - III: Aramiceden Arapçaya alıntılar

Yazı dili Aramiceden “ummî” dili Arapçaya aktarılan sözcüklere dair klasik devir Arap dilcileri epeyce bilgi verir. Arap gramerinin babası sayılan Sibaweyh (8. yy), Arapça fiil kökü bulunmayan, veya faˁāl ve fuˁlān gibi Arapçada var olmayan vezinlere uyan kelimelerin muarreb (yani yabancı dilden “Araplaşmış”) olduklarını kabul eder.  El-Cewalikî (10. yy) el-Muarrebadlı eserinde Kuran Arapçasına Süryanice ve Farsçadan alınmış sözcüklerin geniş bir listesini sunar. Es-Suyûtî (15. yy), el-Itkan adlı eserinde yabancı alıntılar meselesine dair doktrin tartışmalarını etraflıca özetler.

Batıda Kuran’ın filolojik kaynaklarına ilişkin ilk önemli akademik çalışma Abraham Geiger’in 1833’te Yahudi dini kavramlarının Kuran’daki kullanımına ilişkin doktora tezidir. 1880’de Siegmund Fraenkel Arap dilinde Aramice alıntılara ilişkin eserini yayımlar. 1912’de Theodor Nöldeke, Neue Beiträge zur semitischen Sprachwissenschaft adlı dev eseriyle, konuyu yeni bir bilimsel ciddiyet düzeyine taşır. 1920’lerde HorovitzKuran’da geçen Tevrat kökenli kişi adları üzerine çalışır. 1938’de Arthur Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’an adlı klasik eserinde o güne kadarki tartışma ve bulguları senteze ulaştırır. 1960’larda Maniheizm üzerine çalışan Geo Widengren, o güne dek Sami dillerine yapılan vurguya sırtını dönerek, Kuran dilinin İrani ve Zerdüşti kaynaklarını araştırır.
Konuya ilişkin sayısız kitap, tez ve makaleyi burada özetlemek gereksiz. Çekişmeli bir akademik tartışmanın 180 yıldan beri sürdüğünü, hemen her iddianın didik didik edildiğini, her kelime hakkında lehte ve aleyhte mürekkep dereleri akıtılmış olduğunu belirtmekle yetineyim.
*
Aşağıda Kuran Arapçasına Aramice-Süryaniceden alınmış olan bazı sözcükleri listeledim. Kapsamı dar tutulmuş bir listedir. Sadece Aramice/Süryanice yazılı kaynaklarda yeterli sıklıkta ve anlamından şüphe edilmeyecek şekilde kullanılan kelimeleri gösterdim. Literatürde fikir birliği olmayan konulara hiç girmedim. (Mesela, Aramice kaynaklı olduğu bence muhakkak olmakla beraber Aramice yazılı örneği gösterilemeyen küfr sözcüğü listede yoktur.) Farsçaya da şimdilik değinmedim.
                          .
A) Yazıyla ilgili kelimeler
Yazı kültürüne ilişkin kelimelerin, yazıyla çok geç bir dönemde tanışan Arap diline yabancı dilden alınmış olması doğaldır. Aşağıdakilerin tümü Aramice/Süryaniceden Kuran Arapçasına aktarılmış sözcüklerdendir.
kitab, kur’an, harf, hatt, hece, nusha, sahife/suhuf, terceme, nokta, imla, kalem, kırtas (papirüs), raqq (parşömen), sure, mecelle, sicill, satr (yazmak), sifr (kitap), sefere (kâtipler), ders
[KTB kökü evet Arapçadır, ancak aslen “sivri bir uçla kazımak, çentmek, çizik atmak” anlamındadır; “yazılı metin” anlamında kitâb sözcüğü ise Aramicede Milat öncesinden itibaren yaygındır. Keza “yüksek sesle söylemek, haykırmak” anlamındaki QRA fiilinin yazı okumaya ilişkin özel anlamını Aramice ve Arapçada birbirinden bağımsız olarak kazanmış olması düşünülemez. Qeryânâ Süryanicede “makamla okunan ilahi” ve “kilisede belli günlerde kıraat edilecek ilahileri gösteren kitap” anlamındadır. Süryanice yod harfinin Arapça hemze ile karşılanması tipiktir.]
                   .
B) Dinî kavramlar
Kuran’ın “teknik” vokabülerini oluşturan dinî kavramların ezici çoğunluğunun Aramice/Süryaniceden alınmış olması ilgi çekicidir.
din, millet, nebi, ilah, rabb, melek, şeytan, cennet, cehennem, araf, alem, kıyamet, ayet, ruh, nefs, rahman, kurban, subhan, ğufran, küfran, sultan, furkan, hanif, tevbe, amin, şahid/şüheda, salât/salavat, secde/mescid, tufan, tabut, zina, recm/racim, nafaka, iblis, fıkh, hitan, kürsi, arş, cünub, cürm, harac, kefaret, nifak, tufan, tabut, deccal, Yecüc ve Mecüc, tağut, dabbe, hacc, zekât, savm (oruç), sadaka, îd, ummi, berzah, hātemul enbiya, sıbğa (vaftiz), Tuba, sırat, selsebil, ceberut, melekût, illiyun, kayyum, rahib/ruhban, kâhin, mesih
Sayılan sözcüklerin bazılarının kökü Arapçada bağımsız olarak mevcuttur. Örnek: NBY (bağırmak, kavga etmek), CNN (gizli olmak), RWH (esmek), QRB (yakın olmak, yakınlık göstermek), RHB (korkmak) vb. Ancak bu primitif kavramlardan, gelişkin bir inanç ve ibadet sistemine ait nebi, cennet, ruh, kurban, rahib gibi yüksek kültür kavramlarının, iki ayrı dilde, birbirinden bağımsız olarak türemiş olması imkânsızdır.
Listedekilerin hemen her birinin, Yahudi ve Hıristiyan geleneği içerisinde, MÖ 1000 ile MS 600 yılları arasında belirip olgunlaşmasını adım adım izlememize izin veren yazılı kaynaklara sahibiz. Dolayısıyla, MÖ 2000’den önceki bir tarihte müstakil dillere ayrışan Sami Anadilinde, bu kavramların mevcut olmadığını güvenle söyleyebiliriz. Bu durumda iki olasılık sözkonusudur. Ya bu sözcükler Arapçada oluşmuş, kültürel etkileşim yoluyla İbranice ve Aramiceye aktarılmıştır. Ya da bunun tersi olmuştur. Üçüncü bir olasılık mevcut değildir.
Dil ve kültür tarihinin normal akışında, ikinci olasılığın baskın olduğundan şüphe edemeyiz.
                    .
C) Yunancadan Süryaniceye alınmış kelimeler
Roma imparatorluğunun Doğudaki egemen dili olan Yunancadan Süryaniceye çok sayıda, Yahudi Aramicesine daha az sayıda yüksek kültür sözcüğü aktarılmıştı. Bir kısmı Kuran Arapçasında da görülen bu sözcüklerin, Sami kökenli olmadıkları, dolayısıyla Arapçada yerli olamayacakları açıktır.
beled (politeía = devlet), burc (pyrgos = kule), cins (gênos),  dirhem (draxmê, para birimi), dinar (dênarios, para birimi), feradis/firdevs(paradeísos = cennet), İncil (euangêlion), kırtas (kartés = papirüs), zevc (zeugos = eş), sicil (sigillion = resmi evrak), qıntar(kentenárion = kantar)
D) Tevrat ve İncil kaynaklı kişi adları
Kuran’da zikredilen kişi adlarının %90’ı bulan kısmı, Eski ve Yeni Ahitte adı geçen kişilere aittir. Bunların bir kısmının orijinal İbranice/Aramice biçimde (Musa, İsa, Yahya), bir kısmının ise Yunanca Kutsal Kitaptan Süryaniceye aktarılan Yunancalaşmış biçimlerde (Elyâ ve Yûnâ yerine İlyas ve Yunus) alıntılanmış olması ilgi çekicidir.
İbrahim, İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Süleyman, Davut, Musa, Üzeyr, Adem, Eyüp, Yunus, Danyal, Nuh, İlyas, Harun, İmran,  Şuayib, Lut, Mikail, Cebrail, Nemrud, Karun, Talut, Elyesa, Zekeriya, Yahya, İsa, Meryem
   

22 Şubat 2013 Cuma

Veee...





Yuppiii bir çekiliş daha sona erdiiii :)


Bu ayın çekilişine katılan herkese teşekkür ederiz :)




87 kişi arasından bakalım kazanan kim olmuş?




72. sırada yorum bırakan 5.5 aylık hamiş şermin'i tebrik ediyorum! İletişim bilgilerini bana gönderir göndermez minik prensinin milk forever body'sini kendisine ulaştıracağız. Ayrıca şimdiden süt kokulu bebişini sağlıkla kucağına almasını diliyorum!


Bu ayki çekilişte destek veren Popique Organics'e de sonsuz teşekkürlerimi gönderiyorum!


Bir sonraki çekilişte görüşmek dileğiyle ;)



Feministlere dair bir röportaj

Bulut Öncü sordu, ben cevapladım.

- Geçtiğimiz hafta üniversiteye gelmeni çeşitli gerekçelerle istemeyen feminist ve LGBT gruplar tarafından ODTÜ’de bir protesto gerçekleşti. Medyada bu olay ile ilgili birçok şey yazıldı, söylendi. Peki, senin pencerenden bakacak olursak bu olaylar nasıl gelişti? 
 

Beş sene önce olmuş bir olay ve yine o tarihte söylenmiş bir söz bahane edilerek, küçük bir grup tarafından, saldırgan ve terbiyesizce bir eylem gerçekleştirildi. Sabahki oturumda sözde “Protestolarını” dile getirerek sahneyi işgal ettiler. Gülümseyerek karşıladım, hatta protestocularla birlikte kameralara poz verdim. Öğlen arasında protestocu grup dışarıda etrafımı sardı. Grupla birlikte olan erkeklerden biri alaycı bir tavırla “Bir daha ODTÜ’ye gelmezsin herhalde” şeklinde laf atınca, yine gülerek “Sike sike gelirim, merak etme” cevabını verdim. Bu esnada sanırım toplantıyı organize eden grupla protestocular arasında, benim tanık olmadığım bir arbede yaşanmış. Öğleden sonraki oturumda protestocular sahneyi işgal ederek “Sevan Nişanyan’ı ODTÜ’de konuşturmayacaklarını” bildirdi. Bir saate yakın sürekli gürültü çıkararak Edip Yüksel’le tanrının varlığı ve yokluğuna dair yapacağımız münazarayı engellemeyi başardılar.

Protesto için ileri sürülen gerekçenin göstermelik olduğunu düşünüyorum. Son zamanlarda Türkiye’de “Otorite”yi temsil eden çeşitli kesimleri rahatsız eden şeyler söyledim. Sanırım “Feminist” kisvesi altında girişilecek bir saldırının, mesela “İslami” kılıklı veya doğrudan devlet güçlerince girişilecek bir eylemden daha etkili olacağını hesapladılar.


- Protesto eden feminist grubun şöyle bir açıklaması var: ‘’Sevan Nişanyan'ın gelmesini şu nedenlerle istemiyorduk: Eski eşine şiddet uygulaması ve bu şiddeti "Sembolik bir jest" olarak tanımlarken ufacık bir pişmanlık göstermek bir yana eylemini sevimli ve haklı göstermeye çalışması, yaşanan süreçte (Ethen Mahçupyan'ın da üstün çabalarıyla) bir kadın gazetecinin Agos'tan istifa etmek zorunda kalması ve son olarak şiddete maruz bıraktığı kadına destek olan kadınları hedef göstererek yaptığı "Feminizmin çirkin bir nefret ideolojisi olduğunu düşünüyorum. Aynen bu beklenirdi onlardan, kendilerinden bekleneni yaptılar. Çirkin bir ırkçılıktır feminizm, başka bir şey değildir" açıklamasıdır.’’ Bu açıklamanın seni, düşüncelerini ve geçmiş yıllarda yaşananları tam olarak yansıttığını düşünüyor musun?


İlk önce, insanlar arası şiddeti a priori reddeden bir bakış açısının ahlaken geçerli olamayacağını düşünüyorum. Belirli sınırlar içinde kalmak şartıyla şiddet, doğal ve bazen ahlaken zorunlu bir davranış biçimidir. İkincisi, bir kadınla erkek arasında geçen her kavgada kadını otomatikman mağdur, erkeği otomatikman zorba veya haksız gören bakış açısını aptalca ve ahlaksızca buluyorum. Küçük burjuva vizyonunun dar sınırları dışında kalan gerçek dünyada, cinsler arası ilişkide şiddet de vardır ve hiçbir zaman tek taraflı değildir.

Feminizme ilişkin söylediğim sözler, o dönemde “Feminist” olduğunu söyleyen birtakım isterik ve saldırgan kişilere verilmiş bir cevaptı. Belki biraz duygusal ve abartılıydı. Fakat önemli bir doğruluk payı da içerdiğini düşünüyorum. Toplumun herhangi bir zümresini ötekileştirme, şeytanlaştırma, peşin hükümle reddetme üzerine kurulu her ideolojinin çirkin ve tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Erkeklerin her kavgada haksız ve saldırgan olduğunu varsayan düşünce tarzıyla, mesela Yahudilerin her kavgada haksız ve zorba olduğunu kabul eden düşünce tarzı arasında bir fark göremiyorum.  “Irkçılık” tabirini de bu anlamda kullandım. Yoksa merak buyurmayın, “Ermeniyim o yüzden saldırıyorlar” gibi bir şey geçmedi aklımdan.

- Eski eşin Müjde ile dostluğun hala devam ederken yıllar önce yaşanan ve sürekli karşına çıkan söz konusu olaydan dolayı pişmanlık duyuyor musun? Bu konuda söylemediğin veya yüksek sesle söylemediğin bir şey kaldı mı?


Konunun benden ve Müjde’den başka hiç kimseyi ilgilendirmediği kanısındayım.

- Agos'tan istifa etmek zorunda kalan kadın gazeteci ile daha sonra konuşma fırsatı bulabildin mi?


Konuştum. Pişman olduğunu, gaza geldiğini söyledi, benden af diledi. Ayrıca “İstifa etmek zorunda” filan kalmadı. Kendi isteğiyle istifa etmişti.

- Feminizm hakkındaki açıklamaların gerçekten inandığın düşüncelerin mi yoksa bir anlık gerginlikle ağzından çıkan cümleler mi?

Az önce buna cevap verdim. Daha diplomatik söylemeliydim belki ama özü doğrudur.

- Ülke gündemi hakkındaki düşüncelerini yumuşak bir üslupla açıklayan Sevan, konu ‘’Kadın ve Feminizm’’ olunca kendini neden farklı biçimlerde ifade etmeyi tercih ediyor ve geriliyor? Ya da öyle mi görülüyor?


‘’Kadın ve feminizm” arasındaki alaka olsa olsa “Türk ve Türkçü” arasındaki kadardır. “Nazileri sevmem” demek ne zamandan beri Almanları taciz etmek anlamına geliyor? Kadınlar hakkında olumsuz veya yaralayıcı olan hangi sözü söylemişim? Bu konuda Aslanlı Yol’da bakış açımı özetleyen epeyce malzeme vardır. Bir bakın bakalım, “gerilmiş” miyim?


- İfade özgürlüğünün bir tezahürü olan protesto hakkını kullanan gruplara karşı söylediğin ‘’ "S*ke s*ke ODTÜ'ye geleceğim" sözünü hala doğru buluyor musun? Bu hakkın senin ifade hürriyetini kısıtlayacak şekilde kullanıldığını düşünüyor musun?


Göt gibi konuşana böyle cevap verilir.

- Kendi siyasi düşüncen içerisinde kadının özgürleşmesini nasıl kurguluyorsun?


Türk toplumunda kadınların aşağılanmasına ve ezilmesine yol açan iki önemli faktör görüyorum. Birincisi geleneksel İslami dünya görüşü ve söylemlerdir. Bunlarla mücadele edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İkincisi köyden kente göçün doğurduğu, kırsal alanda geçerli cinsler arası dengelerin kent yaşamına uyum sağlayamamasından doğan ciddi problemlerdir. Bu ikincisinin, sosyolojik süreçte zaman içinde aşılacak bir hadise olduğuna inanıyorum.

- Son olarak seni protesto eden feministlere ve LGBTlere söylemek istediğin bir şey var mı?
İki kelime: Dolmuşa binmeyin.

Kanada Günlüğü



Tam olarak 4 gün sonra eşyalarımız Kanada'ya doğru yola çıkmak üzere yüklenecek. Evdeki son durum özeti ise ben aaa iç çamaşırlarımı hayatta paketletmem diye başladığım paketleme serüvenini tüm soyunma odasını toplayarak bitirdim. Dolapları açtığımızda artık sadece Ikeadan aldığım Skubb kutular var. Sanırım 35 tane kadar paketledik.



Kutularda şu yukarıdakiler, gelecekteki hayatımızda artık

21 Şubat 2013 Perşembe

TARİHİN İÇİNDEN GEÇMİŞ BİR ŞEHİR: BURSA

Şirinanne'den bir yorum geldi. Bırak artık yemek tarifleri yazmayı da gezmelerinizi anlat artık diye:)
Ben de ona hak verdim. Artık elimdeki telefon ile fotoğraf çekip  blog yazmayı bırakıp bilgisayarı açtım. Yaptığımız gezinin fotoğraflarını düzenleyip yazmayı başardım sanıyorum.

Biz kış geldi taşındık mekan değiştirdik diye gezmeye ara vermiyoruz tabi. İşte ilk gezimiz: BURSA


Bursa'yı ve özellikle ilçelerini çok severim. Eski olan mekanları seviyorum sanırım. Eski olmak yetmiyor, eskiliği koruyabilmek orijinal kalabilmek de önemli. Bursa bu konuda birçok şehrimize göre iyi durumda...

Böylece biz de havanın soğumuş olmasını da göz ardı ederek gittik Bursa'ya çoluk çocuk üstelik günübirlik... Yine bizim gibi çoluk çocuk gezmeyi seven arkadaş çiftimizle...

Bu kadar kısa sürede neler yapabiliriz diye araştırınca birçok öneri geldi ancak biraz da akışına bırakarak yol aldık. İyi ki de öyle yapmışız.
Aşıklar kahvesi ve kurdelecilerde bu kadar vakit geçireceğimizi nereden bilebilirdik.


İDO nun arabalı deniz otobüsü seferleriyle öğle olmadan vardık Bursa'ya... Bu saatlerde dahi hanlar işlek sayılabilirdi. Bu tarihi çarşıları& hanları seviyorum.
ARM_9436


Hemen bitişikteki İpek Han'a girdik. Buradaki kurdeleler biz iki hanımı fazlasıyla cezbetti. Pişmanım oradan etamin iplikleri ve kaneviçe kasnakları da almadığıma. Bu bahaneyle bir kez daha Bursa'ya gitmek şart :)
ARM_9443ARM_9437

Buradan geze geze Kozahan'a vardık.

DSC04646


Bursa Kozahan o kadar sakin huzurlu güzel bir yer ki....
İster sahlep ister türk kahvesi için, biz ısınmak için sahlebi tercih ettik.

ARM_9498ARM_9489

yanına da simit olabilir...

ARM_9493


Bir başka durağımız cami idi.

ARM_9516


Şadırvanı da içinde olan tek camiymiş diye duyduk.

ARM_9505


Yemek konusuna gelince tabi ki İskender :)

ARM_9543

Ama hangisinde? Gelmişken en eskisi en köklüsü olsun diğerlerini zaten İstanbul'da da yiyebiliyoruz diye Yavuz İskender olsun dedik. Kozahan'a da çok şık bir şube açmışlar. Gerçek İskender odun kömüründe ağır ağır pişiyor ve sadece öğlenleri servis ediliyor.
Bakınız aşağıdaki fotoğrafta sağda ki közler odun közleri. Sıradan İskenderciler kolayını bulmuşlar elektrikli olanları var. Onlarla yapılıyor İskender. Ama bu işi eski usule uygun devam ettirenler odun ateşinden vazgeçmiyorlar. Lakin kötü tarafı bu nezih yerlerde iskenderi sadece öğle vakti yiyebiliyor oluşunuz. Hani ikindi vakti gidiym de bir halis İskender yiyeyim yok yani... İskender öğlen vakti yapılıyor yeniyor bitiyor.

Bursa'da sokaklar hanlar arasında dolaşırken kendiliğinden bir sokağın devamında karşıladı bizi Aşıklar Kahvehanesi... Ve uzun bir süre de bırakmadı. Bakınız içerde oturmuş kucağında uyuyan İpek ile ben... Yanımda da Japon bir bayan oturuyor.

ARM_9562

Çok farklı bir yer... Her şey süsten püsten uzak öz mü öz, esaslı mı esaslı, adının hakkını veren bir yer aşıklar kahvehanesi. İçerde türküler söyleniyor. Ney üfleniyor, sazlar çalınıyor. Para için değil. Müzik icra edenlerin dışında zaten o kadar az sandalye var ki. Kozahan'dan bile daha uygun fiyata sahlep içiyorsunuz, nefis mi nefis... Ticaret buraya uğramamış...

Bir türküye gözyaşlarıyla eşlik etmeyeli çok uzun zaman olmuş... Aşıklar kahvehanesi bizi mest etti, derbeder etti. Hiç garipsemeden bizi ağırladılar, sanki hiç yokmuşuz gibi orada. Ne keyif aldık biz de orada olmaktan...
Elleri dert görmesin çalanların, üfleyenlerin söyleyenlerin nefesine sağlık...
Bursa'da bir kez daha gelmek şart oldu bu mekanla birlikte...
ARM_9558

20 Şubat 2013 Çarşamba

Kuran'ın Kültürel Kaynakları - II


ODTÜ Teoloji Sempozyumunda yaptığım sunumun devamı. Toplam 4 bölüm olacak. Yazıya dökmesi vakit alıyor.
II. Aramice Yazı Dili
Haritada gösterilenlerin hepsi Arapça konuşan topluluklardır. (Güney Arapça, yani Yemen Arapçası ile akraba bir dil konuşan Habeşistan hariç.) Günlük konuşma dilleri Arapçadır. Arap dünyasından söz ediyoruz.
Ancak bu dünyada, gerek Hıristiyan gerek Yahudilerin litürji dili, yazı dili, Arapça değil Aramicedir. Kutsal metinleri yazdıkları ve tefsir ettikleri, ilahi ve ibadetlerini icra ettikleri, “kutsal” sayılan hukuki metinleri yazdıkları dil budur. Arapçayla akraba bir dildir. MÖ 1. binyıl başlarından itibaren Suriye, Filistin ve Mezopotamya’nın ortak konuşma dili, MÖ 6. yy’dan itibaren tüm Ortadoğu ve İran’ın “yüksek” kültür dili olmuştur. 1600 yıldan beri yazılı kültüre sahiptir.

İslamiyetin doğduğu dönemde bu dil, her biri eski “emperyal” Arami alfabesinden türemiş iki veya üç ayrı yazı ile yazılmaktadır.
En eski Aramice elyazması, MÖ 6. yy
Yahudi Aramicesininin kültürel odağı Babil – yani Sasani devletinin başkenti olan Medain/Ktesifon – kentidir. Burada yaygınlaşan elyazması harfleri, bugün İsrail’de kullanılan ve “İbrani yazısı” diye bildiğimiz biçime evrilmiştir.
Yahudi Aramicesi, Irak, 8. yy 
Yahudi Aramicesi, Yemen, 11. yy
Özellikle İran’a tabi Nasturi ve Keldani Hıristiyan cemaatlerinin kullandığı Serto yazısı yine Babil ve Ninive’den – yani Musul’dan – intişar etmiştir. Buna karşılık Urfa’dan yayılan Estrangelo yazısı Yakubi (Süryani Kadim) ve diğer Monofizit mezheplerde rağbet görmüştür. Bu iki yazı tipiyle yazılan Hıristiyan Aramicesine “Süryanice” adını vermek adettendir. Her üç yazı tipi, aynı alfabenin faklı şekillerde işleklik kazanmış biçimleridir. Harf adları ve sıralaması aynıdır; ufak tefek farkları saymazsak yazım kuralları da aynıdır.
Serto yazısı, Suriye, 9.-10. yy
Serto yazısı, Irak, erken İslam dönemi
Arap dilinin yazılı örneklerine, özellikle Ğassani egemenliğindeki Ürdün ve Güney Suriye yöresinde, M 4. yy’dan itibaren rastlanıyor. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arap yazısının, gayet seyrek olarak, bir tür not alma aracı olarak kullanıldığı anlaşılıyor. Eldeki nümunelerin tümü “falan bin filan bu mevkii savunmak için gönderildi” gibi kısa yazıtlardan veya “on deve aldım şu kadar dinar borcum var” gibi ticari notlardan ibarettir. Henüz harf noktaları (seslileri gösteren harekeler değil, mesela b ile t veya n’yi birbirinden ayıran noktalar) icat edilmediği için, el yazısında çoğu harfi birbirinden ayırmak zordur. Hazır birtakım kalıp-sözlerin kaydedilmesine, veya ezberlenmiş bir metnin hatırlanmasına yarayacak bir tür steno notasyonu sözkonusudur.

Arap yazısı ancak Muhammed’in vefatından yaklaşık 80 yıl sonra, Abdülmelik b. Mervan zamanında noktaların eklenmesiyle standartlaştırılmış, metni önceden bilmeyen bir insanın okuyup doğru okuyacağı biçime kavuşturulmuştur. İslam öncesi dönemde bu yazıyla Arapça herhangi bir dinî veya edebî bir metnin kaleme alındığına dair bir belirti yoktur. Aslına bakarsanız, Yahudi ve Hıristiyan cemaatleri dışında, henüz yazılı metin gerektiren bir edebî veya idari veya dini kültür yoktur. [Muhtemel itirazlara karşı hemen belirtelim ki, İslamöncesi döneme ait şiirlerden oluşan Muallakat, 8. yy ortalarında Şam’da Hammad el-Raviye tarafından yazıya aktarılmıştır. Hammad’ın, alfabenin her harfi için ezbere yüz kaside söyleyebildiği rivayet edilir, ki bu rivayet de, eğer doğruysa, Muallakat’ın bu tarihten önce yazılı olmadığına delildir.]
4. yy'a ait Arapça Nabati yazısı
6. yy'a ait Arapça yazı
Basit bir gerçeğe değinelim: “İncil” ve “Tevrat” adı verilen Kutsal Kitap’ın 8. yy’dan önce kısmen veya tamamen Arapçaya çevrildiğine dair hiçbir belirti yoktur. Kaldı ki böyle bir şey mümkün değildir, çünkü ne buna izin verecek bir Arapça yazı dili vardır, ne böyle bir çeviriyi gereksinecek bir kurumsal altyapı mevcuttur. [Oysa güçlü bir Hıristiyan krallığının hüküm sürdüğü Habeşistan’da, İncil İslamdan yaklaşık yüz yıl önce Habeşçeye çevirilmiştir.]
Hz. Muhammed’in Aramice yazı diline vakıf olduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Aksi yöndeki deliller güçlüdür. Mesela, peygamberin ilk eşinin amcaoğlu olan Waraka b. Nawfal’in “Allah’ın izin verdiği ölçüde Hıristiyan yazısı yazmayı öğrendiğini” hadis kaynaklarından öğreniyoruz. Bunun sıra dışı bir başarı olarak takdim edilmesi, Muhammed’in çevresinde bu yazıyı bilenlerin ender olduğunu gösterir. Aynı şekilde, yaşamının son yıllarında peygamberin “Yahudi yazısını bilen (veya öğrenen)” Zeyd b. Sabit’i yazman olarak görevlendirdiğini ve Zeyd’in bu sayede seçkin bir konuma geldiğini öğreniyoruz. Yazman olarak görevlendirilen kişinin Yahudi (diğer kaynaklara göre Süryani) yazısını bilen biri olduğunun vurgulanması yeterince ilginçtir. Bu bilgiye sahip kişilerin, erken İslam toplumunda parmakla gösterilecek sayıda olduğu anlaşılıyor.  
Sonuç
Bu söylediklerimizden çıkarılabilecek ana sonuç, Hz. Muhammed’in Kutsal Kitap’a ve diğer Yahudi ve Hıristiyan dinî metinlerine birinci elden vakıf olamayacağıdır. Faraza Muhammed’in ilkel Arap yazısını bildiğini düşünsek bile, bu dilde okuyabileceği bir literatür mevcut değildir. İbrahim, Musa, İsa ve diğer Kutsal Kitap karakterlerine ilişkin edinmiş olduğu bilgiler, kendisine ancak sözlü aktarım yoluyla ulaşmış olabilir. Sözlü aktarım kaynaklarının ise bol ve kolay ulaşılır nitelikte olduğunu önceki bölümde gördük.
Kuran’ın “Tevrat” ve “İncil” adını verdiği kitaplar hakkında kullandığı ifadeleri, veya bu kitaplardan eksik, yanlış veya yüzeysel olarak aktardığı hikâyeleri bu açıdan değerlendirmek bize ilginç ve gerçekçi bir bakış açısı kazandıracaktır.

Keten tohumlu ve ayçekirdekli yumuşak buğday ekmeği

Başlık uzun oldu biraz sanırım:) Ama ekmeğimin tam adı bu.
Artık bloğumu kendime arşiv haline getirmeye çalışıyorum. Ekmek tarifleri kitapçığımı kaybettikten sonra uzun süre ekmek yapamadım çünkü. Kitapçığı internetten bulup yazdırdık ve tariflerime yeniden kavuştum neyse ki.
Evde ekmek yapmayı seviyorum. Hani bazı ev aletleri alınır ve bir dolap köşesinde aylarca ve hatta yıllarca kullanılmayı bekler. Ekmek makinesi benim için asla böyle olmadı. Ekmek yapmaktan sıkıldığım dönemde kek makinesi oldu bana. Bol bol kekini yedik. Şimdilerde ise yine ekmek makinesi olarak görevine devam ediyor.
Son zamanlarda ekmeklerimin değişmez eşlikçileri ise keten tohumu ve ayçekirdekleri. Çocuklar da biz de seviyoruz. İşte tarifimiz...
900 gr lık ekmek için
Malzemeler:
1 su bardağı su
1/2 su bardağı süt
2 çay kaşığı tuz
2 yemek kaşığı şeker
2 yemek kaşığı zeytinyağı
3 su bardağı beyaz un
1 su bardağı kepekli un
1,5 çay kaşığı instant maya
2 dolu yemek kaşığı keten tohumu
2 dolu yemek kaşığı ayçiçek çekirdeği içi


Yapılışı:
Ekmek makinesi olanlar malzemeleri sırayla hazneye koyup beyaz ekmek modunda çalıştırsınlar. Makinesiz yapmak isterseniz de malzemelerle hamurunuzu yoğurup sıcak bir ortamda mayalanmaya bırakın. 180 dereceli fırında pişirin.

Yumuşacık bir ekmek oluyor.





19 Şubat 2013 Salı

Güvencesizsiniz Karikatür Sergisi



HOMUR Mizah ve Karikatür Grubu Karikatür Sergisi


Büro Emekçileri Sendikası (BES), 23 Şubat 2013 tarihinde yapacağı
Güvencesizler Kurultayı’nda  Homur Mizah ve Karikatür Grubu ile
bir karikatür sergisi gerçekleştirmektedir.

Sergiye 27 karikatürist 50 eserle katılmaktadır.

Sergide eserleri bulunan karikatüristler;
Adımizi, Ahmet Erkanlı, Asuman Küçükkantarcılar, Aşkın Ayrancıoğlu, Atay Sözer, Atilla Atala, Barış İnan, Canol Kocagöz, Cemal Arığ, Cemil Cahit, Coşkun Göle,
Çiğdem Demir, Devrim Demiral, Dinçer Pilgir, Emre Yılmaz,Eray Özbek,
Ergun Akleman, Hülya Erşahin, İsmail Cem Özkan, Mehmet Zeber,
 Milenko Kosanovic, Mustafa Yıldız, Nuri Bilgin, Seyit Saatçi, Tayfun Akgül,
 Turhan Selçuk, Uğur Deniz

Güvencesizler Kurultayı, Türkiye’de AKP hükümeti tarafından hızlandırılan güvencesiz çalışma şartlarının mağdurları, özel sektör çalışanları, taşeron çalışanlar, 4-B ve 4-C statülerinde grev yapan “memurlar” ve kadrolu oldukları halde performans baskısıyla güvencesizleştirmeye çalışılan kamu emekçilerinin bir arada mücadele pratiklerini konuşacakları bir kurul.

Bu fırsatla Homur Mizah ve Karikatür Grubu, egemenlerin iş barışını ve emekçinin sağlığını bozan  uygulamalarına karşı çizgileriyle  BES ‘in bu  mücadelesine destek vermektedir.