30 Kasım 2012 Cuma

Kahramanmaraşlı Nestor'un mezhebi

Geçen gün Face’teki tartışmada Nestorculuk bahsi açılınca aklıma geldi. Kuran'daki tuhaf İsa öğretisi acep Nestorcu Hıristiyanlıktan iktibas mıdır demiştik. [Dipnotları okumazlık etmeyin. Asıl inciler orada.]

 *
Nestorios Kahramanmaraş’ta – o zamanki adıyla Germanikia’da[1]– doğmuş. Antakya’da okuyup papaz olmuş. Zamanın büyük ilahiyatçısı Mopsuestialı Theodor’un[2]etkisi altında kalmış. Spekülatif yeteneğini sergileyen vaazlarıyla tanınmış. 428’de İstanbul patriği seçilmiş. Lakin, devrin büyük yobazı olan İskenderiye patriği Kyrillos ile giriştiği tartışmada fena hırpalanmış. 431’de Efes’te toplanan kiliseler konsili, Hazreti Meryem’in theotókos (“tanrı-doğuran”) sıfatını reddetti diye galeyana gelip Nestor’u aforoz etmiş. İmparatorun emriyle hoca Mısır çölündeki bir manastıra sürülmüş. Bir süre sonra, kimliği meçhul birtakım eşkiyanın saldırısı sonucu hayatını kaybetmiş.

Kyrillos’un Efes konsilinde Nestor’a karşı ilan ettiği oniki anathema halen hem Katolik ve Ortodoks kiliselerince hem Ermeni, Süryani, Kıpti vs. gibi Doğu kiliselerince kanonik sayılır (“bağlayıcı” diyelim, anlaşılsın). Kyrillos’un anathemaları ile Nestor’un karşı-anathemalarının İngilizcesini şu sayfa ve devamında bulabilirsiniz: http://www.ccel.org/ccel/schaff/npnf214.x.ix.i.html.[3]Metafiziğin dibine vurmuş şahane metinlerdir. Nestor’un esas teorik eseri binbeşyüz sene boyunca – en azından Batı dünyası için – kayıpmış. 19. yüzyıl sonlarında Amerikalının biri Hakkariyakınındaki Kuçanis[4]köyündeki Nasturi patrikliğinin kütüphanesinde Süryanice nüshasını bulmuş. Arzu ederseniz onun da İngilizce tercümesi şurada: http://www.tertullian.org/fathers/nestorius_bazaar_0_intro.htm.[5]

Özetle diyor ki, İsa’nın tanrı kimliği ile insan kimliği iki ayrı prosopon’dur,[6]maddenin tanrılaşması sözkonusu olamaz, sonlu olan sonsuz olamaz, dolayısıyla Meryem’e “tanrı-doğuran” demek yanlıştır; İsa, tanrı kimliğiyle çarmıha gerildi ve öldü diyemeyiz; acı çeken ve ölen, tanrısal kimliğin bir tür yansıması veya yanılsaması olan bedensel varlıktır.

Bu görüşe Diyofizitizm (iki-kimlikçilik) adı veriliyor ve zındık sayılıyor. İşin fenası, bunun zıddı olan Monofizitizm (tek-kimlikçilik) de Ortodoks ve Katolik kiliselerince zındık sayılıyor. Süryani Kadim ve Ermeni kiliseleri bu ikinci tip zındıklardandır. Ayrı hikâye, onu karıştırmayalım şimdi.

*
Nestor öğretisi, o devirde entelektüel odağı Antakya ve Urfa’da olan Süryani aleminde destek görmüş. Urfa medresesinde hoca olan Kyrrhos’lu Theodoret[7]daha mutedil bir Nestorist formülasyonla durumu kurtarmaya çalışmış. Urfa piskoposu İbas[8] 448 yılında Nestorculuk yaptığı iddiasıyla mahkemeye çıkarılmış, paçayı zor kurtarmış. Nihayet 489’da imparator Zenon[9]Urfa Okulunu kapatınca Rum diyarında Nestorculuğun sonu gelmiş.

Rum ülkesinde Nestorculuk ezilirken, devrin diğer süpergücü olan komşu imparatorlukta olaylar farklı rota izlemiş. Sasani başkenti olan Ktesifon’daki[10]İran Hıristiyan kilisesi, Patrik Dadişo eyyamında (421-456) Nestorcu öğretiyi benimsemiş. Böylece Nestorculuk, Zerdüşti İran’da bir tür “resmî azınlık dini” olan Hıristiyanlığın resmî mezhebi niteliğini kazanmış.[11]İslamöncesi devirde, Kerkük-Erbil, Tebriz, Deyleman ve Horasan başta olmak üzere İran’ın tüm vilayetlerinde Nestorcu-Hıristiyan cemaatler oluşmuş.[12]Erken İslam egemenliği dönemde Nestorcu Şark Kilisesinin etkinliği daha da artmış. Asya'ya yayılmışlar. 770 civarında Çin’in o zamanki başkenti Xian’da güçlü bir Nestorcu piskoposluk tesis edilmiş. Uygur Türkleri aynı tarihlerde topluca Nestorcu Hıristiyanlığı benimsemiş.[13]Hindistan’ın güneyinde Nestorcu kilise örgütlenmiş.[14]

Kültür tarihi açısından daha ilginç olan olay, zamanın en önemli entelektüel merkezlerinden biri olan Urfa Okulunun, Nestorculara yönelik baskılar nedeniyle darmadağın olması; hocalarının İran'a iltica edip, sınırın hemen öte yanında bulunan[15]Nusaybin’e taşınması.[16]En geç 489’da Urfa Okulunun kapanmasıyla Nusaybin, Ortadoğunun başlıca skolastik merkezi olarak öne çıkmış. Bu statüsünü Kahire’de el-Ezher’in ve 11. yüzyılda Bağdad’da Nizamiye Medresesinin kuruluşuna kadar korumuş. Daha sonra İslami skolastiğin esaslarını oluşturan kıraat, tefsir, aktarım (hadis), mantık, gramer, iştikak ve nücum ilimlerinin temelleri bu okulda atıldı demek yanlış olmaz.

*

Uygurları saymazsak, tarihte Nestorist mezhebi benimseyen tek kayda değer devlet, Lahmî Arap devleti. Bunlar 3. yüzyılda Irak’ın güneyindeki Hire’de egemenlik kurmuşlar. Kuveyt ve Bahreyn’e uzanan alanda hüküm sürmüşler. Kimi kaynaklara göre İmrül Kays bin Amr[17]zamanında, kimilerine göre 6. yüzyılda Hıristiyan olmuşlar. Sasani siyasi-kültürel etkisine (ve Ktesifon patrikliğine) tabi oldukları için, doğal olarak Nestorcu çizgiyi takip etmişler. 602 senesinde İran Şahı Husrev Pervîz son bağımsız Hire kralı Numan bin Munzir’ı öldürüp Lahmi hanedanına son vermiş. Ama birkaç sene sonra bilumum Arap aşiretleri Lahmîlerin intikamı için birleşip, Sasani devletini Zikar (ذي قار) harbinde perişan etmişler. Sene 609 dolayı, Muhammed’in peygamberlik ilanından hemen önce.

Acaba Muhammed’in başlattığı siyasi hareketin bu olaylarla ilgisi nedir? Lahmilerin müttefiki olan Arap aşiretleri arasında Nasturi-Hıristiyan oranı neydi? Öteden beri anti-Rum kampına mensup olan bu zümre, bu sefer İran’la bozuşunca üçüncü bir yol arayışına girmiş olabilirler mi? Müthiş konular bunlar, araştırmak lazım.

Bir zamanlar Arap şairlerinin öve öve bitiremediği Hire kenti Lahmîlerden sonra yıkılıp terk edilmiş. İslam fütuhatından sonra bunun taşlarıyla, hemen yakında Kûfe kentini inşa etmişler.

*
770 küsur tarihinde Bağdat kurulunca Nasturi patrikliği Arapların Medayin adını verdiği Ktesifon’dan bu kente taşınmış. Abbasi halifeliğinin parlak döneminde serpilip palazlanmış. Sonra talihi dönmüş, 13. yüzyıldaki Moğol istilasını izleyen devirde zulüm ve kahır görmüş. 1318-1328’de patrik olan Erbil’li Timotheos devrinde Bağdad’ı terk edip, Hakkâri dağlarında ulaşılmaz bir yerde bulunan Kuçanis’e sığınmışlar.

1550 civarında Nasturilerin bir zümresi Rabban Sulaka d’Bêth Ballo[18]önderliğinde Roma’daki Papanın elini öpüp Kuçanis’ten bağını koparmış. Keldanî adı verilen bu zümre, Bağdat, Musul, Kerkük, Erbil, Siirt, Nusaybin gibi kent merkezlerinde açık ara galebe çalmış. Ancak Hakkari ile Erbil arasında yaşayan dağ ahalisi Kuçanis’e sadık kalmış. Cizre beyi Bedrxan ile Hakkari Beyi Nurullah’ın 1839 ve 1846’da giriştikleri katliamlara dek Hakkari, Şemdinan ve İmadiye nüfusunun muhtemelen yarı yarıya Nasturi olduğu anlaşılıyor[19]. Bir kısmı müstakil aşiret, bir kısmı Kürt aşiretlerine bağlı mevali imiş. Aramice/Süryanicenin doğu lehçesi olan anadillerine[20]ek olarak hepsi Kürtçe bilirmiş. Barzani ailesinin Nasturi’den dönme olduğu rivayet edilir. İsmet İnönü’nün dedesinin de, 1846 katliamının ana sahnelerinden biri olan Tiyari vadisinden[21]Bitlis’e mülteci gittiğini Avni Özgürel bir keresinde yazmıştı; ne kadar doğrudur bilmem.

Enteresan olan bir detay da şu. 1915 öncesinde Nasturi ve Keldani nüfusun yoğun olarak yaşadığı alanın doğu sınırı – Batman-Nusaybin-Musul'un hemen doğusundan geçen hat – 5. yüzyıldaki Bizans-Sasani sınırını birebir yansıtıyor. Hayret etmemek elde değil.

*
1915’te Türk ordusu Hakkari ve civarındaki bütün Nasturi nüfusu tehcir etmiş. Üç yıl boyunca İran tarafında, Urmiye ve Salmas yakınındaki mülteci kamplarında yaşamışlar. 1918’de patrik 21. Şimun, İttihatçıların adamı olan Kürt lideri Simko tarafından Salmas’ta öldürülmüş. Harpten sonra bir kısmı yurtlarına geri dönmeye teşebbüs etmişler. TC Silahlı Kuvvetlerinin 12-28 Eylül 1924 tarihlerinde giriştiği Oramar[22]Tedip Harekâtı sonunda imhaedilmişler.

Resmi bildiri imhadiyor. Bir tarihte Genelkurmay belgelerinden okuduğumdan eminim. Şimdi kaynağı bulamadım.

1. Dünya Harbinden sonra patrik hazretleri “can kıymetli” deyip San Fransisco’ya göçmüş. 1976’da seçilen son patrik orasını sevmediğinden şimdi patrikhane makamı Illinois’nin Morton Grove kasabasındaymış. Google Earth’ten baktım. Birch Avenue üzerinde, önde iki arabalık park yeri olan orta karar bir suburb evi.




[1]Anadolu’da iki Germanikeia vardır, ikincisi hâlâ aynı adı taşıyan Ermenek’tir. Caligula lakabıyla tanınan üçüncü imparator Gaius Germanicus (M 37-41) zamanında adlandırılmışlardır. Caligula, babasının Germenlere (yani Almanlara) karşı kazandığı zafer dolayısıyla bu soyadını taşır.
[2]Mopsuestia-Misis şimdi Adana’nın Yakapınarilçesidir. Mopsuestia’lı Theodoros (ölümü M 428) meşhur Urfa Okulunun fikrî önderi ve kurucusu sayılır.
[3]Her maddeye ekli notlarda Jezüit ilahiyatçılardan Dionysius Petavius’un (Denys Pétau, 17. yy) yorumları ile 5. yy ilahiyatçılarından Kilisli Theodoret’in (Theodoret of Cyrrhus) itirazlarına cevapları verilmiştir.
[4]Şimdiki adı Konaklı. 14. yy’dan 1915’e dek Nasturi patrikliğinin makamı idi. 1993’te köy boşaltıldı ve kısmen tahrip edildi. Tüyler ürpertici bir yerdir. 2005'te gittim.
[5]Süryanice aslını 1910 senesinde bizim Mıhitaryan rahiplerinden Peder Paul Bedian Viyana’da yayımlamış.
[6]İsa’nın tanrılığını reddeden bir görüş erken Hıristiyanlık bünyesinde işitilmemiştir. İskenderiyeli Arios (ölümü M 336) Oğul’un tanrılığını reddetmez, ancak Baba’ya tabi ve ikincil sayar. 325 yılındaki İznik konsilinde reddedilen bu görüş Şarkta çok az taraftar bulmuş, ancak Batıda barbar Germen kavimleri arasında yaygınlık kazanarak 7. yüzyıla dek etkisini sürdürmüştür.
[7]Kyrrhos harabeleri Kilis’in 13 km batısında, Suriye sınırının hemen öte tarafındadır. 1150 civarına kadar bölgesel merkez olmuş, daha sonra bu işlevi bugünkü Kilis devralmıştır. Kilis adı muhtemelen Kyrrhos sözcüğünden bozmadır. R > L evrimi Farsça, Arapça ve Türkçede tipiktir.
[8]Yunanca İbas şeklinde aktarılan adın Süryanicesi İbô (veya Hibô) olarak geçer. Şaka değil.
[9]474-491 yıllarında imparator olan Zenon, Ermenekyakınındaki bir kasabada doğmuştu. Onun onuruna Zenonopolis adı verilen bu kasaba, bir görüşe göre Ermenek’e bağlı İznebol (şimdi Elmayurdu) köyü, diğer görüşe göre Sarıveliler ilçesine bağlı Uğurlu köyü yakınındaki Körüstan harabesidir.
[10]Bugünkü Irak’ta, Bağdad’ın banliyösü olan Medainkentidir. MÖ 3. ila MS 7. yüzyıllarda bin yıl süreyle İran'ın başkenti idi.
[11]İran’da Hıristiyan dini I. Yezdgerd zamanında 409 veya 411 senesinde resmen serbest bırakılmış ve Ktesifon piskoposluğu bu tarihte tesis edilmiş idi. İslam hukukunun azınlık dinleri hakkındaki düzenlemelerinin bir bölümü hiç şüphesiz Sasani devletinin bu tecrübesine dayanır.
[12]Ktesifon’a bağlı tarihî piskoposlukların listesi için bkz. http://www.nestorian.org/location_of_nestorian_bishops.html
[13]Daha sonra İslami bir anlam yüklenecek olan namaz, oruc, Çalab gibi bazı dinî terimlerin Orta Asya Türkçesine bu tarihte Nestorcu-Hıristiyan gelenekten alınmış olması muhtemeldir.
[14]Hindistan’ın güneyinde Nestorcu-Süryani geleneğinin bugün bölünmüş olduğu çeşitli mezheplere mensup yaklaşık 10 milyon Hıristiyan nüfus varmış. Doğu ve Batı Süryani mezhebi ile çeşitli Uniat kiliselere mensup Hıristiyanlar Kerala eyalet nüfusunun %19’unu oluşturuyor.
[15]4. yüzyıldan İslamın gelişine dek Roma-İran sınırı, Rize-Çayeli, Erzurum, Silvan ve Mardin-Dara Rum tarafında kalmak üzere Kuzey-Güney doğrultusunda uzanan bir hat idi.
[16]Bazı kaynaklara göre Nusaybin Okulu daha 4. yüzyılda Mor Efrem tarafından kurulmuştu. Yahudi Talmud literatüründe de Nusaybin Okulu sıkça zikredildiği için, bir tek okuldan ziyade (eski Oxford ve Cambridge gibi), çeşitli kurumların bir arada bulunduğu bir entelektüel merkez düşünmek gerekir. Halen Nusaybin merkezinde bulunan Mor Yakub manastır ve kilisesinin “Nusaybin Okulunun binası” diye gösterilmesi popüler bir yanılgı sayılmalıdır.
[17]Bu İmrul Kays, İslam öncesi Arap şairlerinin en büyüğü sayılan İmrul Kays bin Hucr ile karıştırılmamalıdır. Necd’de hüküm süren Kindî hanedanına mensup olan bu İmrul Kays da muhtemelen (Nasturi) Hıristiyandır. Taht hakkını kaybettikten sonra Rum imparatoruyla görüşmek için M 560 dolayında İstanbul’a gelmiş, dönüşte Ankara’da vefat etmiştir. Ankara’daki türbesinin halen Hıdırlıkadı verilen yer olduğu söylenir.
[18]Bêth Ballo adı verilen yer muhtemelen bugün Adıyaman Gerger’e bağlı olan Bîbol(Konacık) köyüdür.
[19] Michel Chevalier, Les montagnards chrétiens du Hakkâri et du Kurdistan septentrional (Paris 1985) ayrıntılı tasvir ve harita verir. Birkaç sene önce Mollafenari’deki Kubbealtı Fotokopi’de hasbelkader bulmuştum.
[20]Bu dilin Türkiye’de konuşulduğu son yer Pervari’ye bağlı Hertvin (şimdi Ekindüzü) köyü idi. Köy halkının 1960 ve 70’lerde İsveç’e göçünden sonra, bu ülkede birkaç yüz kişinin halen “Hertvince” adı verilen bu Aramice lehçesini konuşabildiği belirtiliyor.
[21]Tiyari vadisi Çukurca’nın batısındadır. Aşita (Çığlı) ve Keletan (Taşbaşı) köyleri sırasıyla Aşağı Tiyari ve Yukarı Tiyari nahiyelerinin merkez yerleşimleridir. Daha doğudaki Txuma vadisi (merkezi Zawita– Hişet köyü) ile birlikte bu bu yerler, 1846 öncesinde bölgedeki en güçlü “bağımsız” Nasturi aşiretlerinin yurdu idi.
[22]Oramar, şimdi Yüksekova’ya bağlı Dağlıcabucağı. Türkiye’nin en güzel yerlerinden biridir. Kürt nüfus 1924’ten sonra yerleşmiştir.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Eisenstein'ın armağan ekonomisi doğayı kurtarır mı?


Senelerce iş hayatımda Bilişim Zirvesi için pazarlama ve konuşmacı organizasyonu alanlarında hizmet vermiş biri olarak, 2012 konferansı benim için çok farklı geçti. Son 4 senedir tam zamanlı anne olarak evde iki kızıma bakıyorum, bir yandan da bloglar yazıyorum. Bu sene zirveye ilk defa MOM-Zkonferansına konuk panelist olarak davet almanın gururunu yaşadım. Bir yandan da zirvenin diğer günlerinde çok değerli konuşmacıları dinleme şansım oldu. MOM-Zve z-kuşağıile ilgili önceden yazmıştım.


Fikirlerinden en çok etkilendiğim ve beğendiğim konuşmacı Amerikalı araştırmacı, yazar, aktivist, düşünür ve fütürist Charles Eisenstein’dı. Konuşmasının ilk bölümünü zirvenin açılış gününde yapan Charles, takım kravatlı gelen kalabalığa tezat bir şekilde sade bir pantolon ve t-shirt giymişti.

Charles konuşmasının başında “Ben antiteknoloji taraftarı değilim, fakat teknolojinin gerçek rolü henüz yeni ortaya çıkmaya başlıyor” dedi ve size konuşmada tuttuğum notlarımı iletiyorum:

Konuşmanın ilk bölümünün videosu için linke tıklayabilirsiniz:


“İnsanları ne mutlu eder? Telefonda daha fazla dakika konuşmak bizim birbirimizi daha iyi tanıyor olduğumuzu göstermez, bizi yakınlaştırmaz. Teknoloji 1850’lerden beri daha fazla boş zaman vaadinde bulunuyor. Fakat bu şimdiye kadar hiç gerçekleşmedi. 1973 senesinde bir fütürist 2000 yılında tüm zihinsel işlerin bilgisayarlar tarafından yapılacağını söylemişti. Amerika’da insanlar şimdi 1973’den daha fazla çalışıyorlar. Teknoloji hayatımıza girdikçe biz doğadan uzaklaşıyoruz. Doğayı değiştirmekle kalmıyor, ona yapay bileşenler ekliyoruz. Teknolojiyi kullanarak doğanın efendisi olmaya çalışıyoruz. Artık doğaya ihtiyacımız kalmadı, neye ihtiyacımız olursa onu yaratabiliyoruz. Bilgi devriminden henüz kısa bir süre sonra artık daha fazla insan doğal olmayan, hatta daha materyalistik olmayan bir dünyada yaşıyor. Şimdi biz doğadan, toplumdan, kendi bedenlerimizden daha kopuğuz. Bu en üst seviyeye geldiği noktada, ki o şimdi, bunun tam tersi gerçekleşecek. Doğaya dönüş başlayacak.

“Kriz heryerde. Şimdi devletler bunu birkaç sene öteleyerek sanki herşeyin yolunda gittiği rolünü oynuyorlar. Kültürümüzde bu gidişatı değiştirebilecek en basit ve en önemli temel şey nedir? Mitoloji ve mitler. Ben kimim, neden buradayım, nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz? Bunların cevapları bilim ve dini açıklamalarla birkaç yüzyıldır etrafımızda.

“İnsanlığın gelişimine bakarsak: ilk başta ilk insanın hiçbir aleti yoktu. Sonra aletler icat oldu, ardından ateş bulundu. Dil gelişti. Tarım devrimi, endüstriyel devrim, bilgisayarlar, bilişim devrimi derken her aşamada doğadan daha fazla uzaklaştık. Bunun ötesi ne olacak? Uzay kolonileri mi? Böylece doğayı tamamen arkamızda bırakabiliriz. Peki dünyada ne olacak?

“Gelişmiş bir ülke sayılan ABD’yi hedefiniz olarak koymak pek güvenli değil. Gelişmiş bir ülke ama tamamen obez, umutsuz, hasta insanların, hasta bir çevre ve hasta bir doğada yaşadığı bir yer. Her yıl çöller daha da genişliyor. Türkiye olarak siz gelişmekte olan bir ülkesiniz fakat hedefiniz ABD gibi olmaksa ona güvenmeyin. ABD hastalıklı bir ülke ve her gün yeni birçok hastalık çıkıyor.

“Nereye doğru gidiyoruz? Yeni teknolojilere mi? İnsanlık artık ekolojik bilinç geliştiriyor. Şimdi artık bozulmanın en tepe noktasında olduğumuza göre doğaya geri dönmemizin zamanı geldi. Her bireyin kendine has verebileceği bir yeteneği, bir hediyesi vardır. Bu hediye eğer onu kullanamayacağınız bir işte çalışıyorsanız anlamlı olmaz. O zaman neden bu işi yapıyorum, sadece para için mi duygularına kapılırsınız. Ben dünyaya harika bir şey yapmak için geldim. İşte bu bilgi ekonomik sistemin, doğaya özen göstermeyen eski bilgilere dayalı para sisteminin karşıtıdır.

“Yeni dünyanın doğabilmesi için önce eski dünyanın yıkılması gerekiyor. Krizler olacak. Doğanın sağlıklı olması bizim de sağlıklı olmamızdır, nasıl başka insanların iyiliği benim iyiliğimse. Hepimiz birbirimize bağlıyız. Ekoloji ile uyumlu bir para sistemi evrimi gerekiyor. Hem doğa hem de toplumun fayda sağlayabileceği böyle bir şey yapmak cesaret gerektiriyor. Artık doğayı kirletmek çok pahallıya maloluyor, aynı şekilde topraktan temiz su çıkarmak da. Sıfır üretim atığı sağlayacak işler yapmak ve doğaya, topluma bunu geri kazandırmak gerçekten cesaret gerektiriyor. Bilgi teknolojilerinin ana sebebi, insanlığı biraraya getirmek, birlikte çalışıp yaratabileceğimiz platformlar kurmak, bireysel hediyelerimizi ortaya koymak. Teknoloji bize bunu daha az parayla yapma imkanı sunuyor.

“Eski insanlar kendi hediyelerini verebildikleri doğa ile uyumlu çalışan bir ekonomi sistemi kurmuşlardı. Bulunduğumuz gelişmiş iletişim çağında neden haftalık 10-20 saatlik çalışma saatimiz yok? Bilgisayarlar her şeyi çok hızlı yapabiliyorlar. Neden daha az çalışamıyoruz? Her an daha fazla tüketmeyi ve daha fazla üretmeyi seçiyoruz. Para sistemi ekonomik büyüme ile paralel çalışıyor. Ekonomik büyüme planlarımız artık zorlaşıyor. Geçmiş yılda bilgi teknolojileri (IT) sektörü %13 büyümüş. Bu demek oluyor ki bu sektöre daha fazla para yatırılmış. Ancak doğadan ürüne dönüştürebileceklerimizin de bir limiti var. Her şey için para ödemeyi gerekli kılan finansal sistem de kriz aşamasına geldi. Bunu birkaç sene daha ötelemek için gelişmiş ülkeler bir gelişmekte olan ülke bulur. Bu ülkenin doğası servisler ve ürünlere dönüştürülür. Örneğin komşusu ile konuşmak için yürüyen ve yüzyüze konuşan halka, arabalar ve cep telefonları tanıştırılır. Fakat artık doğadan daha fazla ayrı kalmak istemiyoruz. Bu dönüşüm için 3 farklı seviyede tavsiyelerim olacak..

“Birincisi, kişisel tavsiyem. Hediye vermenin ve bu dünyaya bir hediye ile geldiğiniz bilincine varın. Bu dünyada hiçbir şey kazanılamaz, her zaman şükran ve minnet duymalıyız, sana ne verebilirim diye düşünmeliyiz.

“İkincisi, organizasyonel tavsiyem. Bir lider kendi hediyelerini paylaşabilmeleri için insanlara basamaklar ve imkanlar yaratan bir kişi olmalıdır.

“Üçüncüsü, hükümetlere tavsiyem, ABD’de tarım sistemi tam bir felaket, çünkü ürün üretebilmek içi gittikçe daha fazla kimyasal kullanmak zorundayız. Türkiye geleceğe ABD’den daha yakın. İnsanlar Türkiye’de toprağa daha yakın yaşıyorlar, daha az kimyasal kullanılıyor, ilkel yollarla daha fazla ürün alınabiliyor. Her ülkenin bu dünyaya verebileceği özel bir hediyesi vardır. Herşeyin faydasına olacak şekilde nasıl katkıda bulunabiliriz? Bu işte hepimiz beraber çalışmalıyız.”



Charles, Bilişim Zirvesi’nin açılış konuşmasını en güzel yerinde burada kesti. Ancak ikinci bir konuşmayı da zaman paylaşım bankası olarak hizmet veren Zumbara davetlisi olarak iki gün sonra yaptı. İlk konuşmasında anlattıklarına değinen Charles’ın devam konuşmasından notlarım ise şöyle:

“Dünyada gitgide daha fazla insan hayatlarını mutsuz yaşıyor. Gelişmiş ülkeler, hayatta kazananlarsa o zaman kaybedenler Afrika’da, Kamboçya’da mı? Aslında kazananlar kazanmıyorlar. Cennet dediğiniz gelişmiş ülkeler aslında cehennemler. Örneğin neden hep özendirilen o ünlü mankenler gerçekte mutsuz, sıkılmış ve kızgınlar? Neden ormanları kesiyoruz? Neden eski mahalleleri yeni alışveriş merkezleri yapmak için yıkıyoruz? Daha fazla para için.

“Ben güzel şeyler yapmak istiyorum, hayvanları kurtarmak istiyorum diyebilirsiniz. Ama kimse bunun için para ödemek istemiyor. Neden para daha güzel bir dünya için düşman oluyor? Çünkü para sadece insan tarafından yaratılmış. Para güç sahibi olması için değer biçilmiş bir kağıt parçasından ibaret. Neden daha güzel bir dünya için böyle bir düşman yarattık?

“Paranın önemli olduğuna dair bir ortak anlaşmamız var. Peki bu anlaşmayı nasıl değiştirebiliriz? Yakın zamanda bunu yapmak için şansımız olacak çünkü para sistemi olacak kriz sonucunda çökecek. Bu çöküş ile birlikte yeni hikayeler de oluşacak.

“Sahne ve seyirciler eski dünyadan gelen bir düzen. Yirmili yaşlarımda Tayvan’da yazılım firmalarına danışmanlık yapıyordum. Bir gün bir toplantıda farkettim ki anlatılanların hiç biri ile ilgilenmiyorum. Acaba gerçekte hiç ilgilenmediğimiz konularda ilgileniyormuş gibi görünmek için mi bize para ödeniyor? Ne zaman gerçekten değer verdiğim bir şeyi yapacağım? Gerçekte istediğim hayatı mı yaşıyorum yoksa bana para ödenen hayatı mı? Dünyaya önemli bir şey yapmak için geldim. Ancak bu duygu para toplumu, hayatta kalmak, yemek için yeterinde para kazanma sistemi ile çakışıyor.

“Para nasıl işliyor ve ne tür etkileri var? Haydi “Banka” oyunu oynayalım. Para ödünç vererek yaratılıyor. Bankalar parayı kredi olarak verdikten sonra onu geri alıp bir başkasına vermez. Bilgisayarda yeni para yaratır. Örneği banka 1 milyon TL kredi verirse, onu 2 milyon TL gibi faizli bir miktarda geri vermeniz gerekir. Gerçekte ortada olan paradan çok daha fazlası bankaya borçlanılmıştır. Her kim bankadan kredi alırsa birbiri ile bir yarışa girmiş olur. Bu insanların yarısı ise iflas eder. Ev, araba, iş... gelirlerin diğer kalanı tümden bankaya gider. Hiç bir zaman dünyada yaşamak, sevmek veya herhangi bir şey için yeterince para olmaz.

“Geleneksel köylerde para büyük bir şey değildir. İnsanlar hayatı yavaştan alırlar. Bankalar ise her zaman daha fazla para yaratarak, daha fazla iflas, daha fazla para, daha fazla iflas yaratırlar. Bankalar iyi iş fikirleri olan bir şeyler satıp daha fazla para kazanabilecek insanlara kredi verir. Parasız hediye ekonomisinde ise bir kişinin varlığı başka bir kişinin varlığına katkıda bulunur. Para ekonomisinde daima insanlara satacak yeni şeyler bulunur. Doğada bedelsiz bir şey bulunur, mesela petrol topraktan çıkartılır, bir ürün haline getirilir ve satılır. İnsanların birbiri için yaptığı bir şey bulunur ve satılacak bir hizmet haline getirilir. Eski zamanlarda kimse konuşmak, müzik, oynamak, egzersiz yapmak, dans etmek, yemek pişirmek ve evinizi tamir etmek için para ödemezdi. Şimdi Amerika’da evinizi tamir etmek yasalara aykırı. Bir şeyi elimizden geri alalım, suyu ele alalım, modern insanın bunu içtiği imajını yaratalım, aynı modern insan çocuklaırnı yuvaya yollasın, kendi evde eğitmesin, sonra da bunları tekrar marka olarak o insana geri satalım.

“Birbirimizin hikayelerini bilmiyoruz. Geçmişte insanlar birbirlerini dolayısıyla kendilerini daha fazla tanıyorlardı. İnsanların kullandığı bir şey veya hizmet bul, onu geri al, sonra tekrar geri sat, zengin ol. İşte bu para sistemi. Problem şu ki artık satabileceğimiz ürün ve hizmetler sona geliyor. Dünyanın ekolojik limitleri sona yaklaşıyor. Artık finansal ya da parasal aletler çalışmıyor. Sistemler krizlere dönüşüyor. Yeni bir dünyanın ortaya çıkabilmesi için eski dünyanın yıkılması gerekli. Dünya güzel, daha iyi olmalı.

“Para ekonomisini hediye ekonomisi ile karşılaştıracak olursak, hediye sisteminde ne kadar verirseniz o kadar çömersinizdir. Eğer birine daha fazla verirseniz, o benim için daha fazladır. Dini öğretmenler bunu bize çok uzun süredir söylüyorlar. Eğer çok fazla alırsanız ve karşılığında geri vermezseniz o zaman insanlık acı çekecek, hayatta kalamayacaktır. Evrensel gerçek şu ki, birine ne yaparsam o da bana yapar. Para sistemi bunu anlamaz. Her seviyede hareket ve değişim önemlidir. Para alışkanlıkları iliklerimize kadar işlemiş. Bunlar yarışma ve güvensizlik yaratıyor.

“Hayatın amacı sadece hayatta kalmak.Para sistemi yani bizi kendi benliğimizden ayrı düşüren bu sistem neden dünyada olduğumuzu, kendi hayat amacımızı bulana kadar değişmeyecek. Hayatın amacı aynı zamanda vermektir, bir şeye hizmette bulunmaktır, kendini feda etmek değil. Senin için daha fazlası benim için de daha fazladır. Hayatında verme ruhunda yaşayan herkes için mucizeler gerçekleşecektir. Kendinizi daha iyi anlayın, burada vermek için bulunuyorum. Ekosistemlerde her canlının vereceği değerli bir hediyesi vardır, birini çıkarırsanız sistem çöker. Bu insan toplumu için de aynıdır. Ancak para sistemi verme imkanları yaratmaz. Sıfır kar para sisteminde mümkün değildir. Sıfır kar ile insanlara yiyecek ekmek verirseniz, siz kendiniz acıktığınızda onlardan ekmek isteyebilirsiniz. Para bizi ayırıyor. Eğer bir hediye verirseniz ilişkiniz sonlanmaz. Eğer para karşılığında bir iş yapılırsa insanlar arasındaki ilişki sonlanır.Birine herhangi bir şeyi yapması için para ödeyebilirsiniz. Bu çok acı verici bir yaşam şekli çünkü insanları yalnızlığa itiyor.”

Charles Eisenstein, Okuyan Us Yayınevinden çıkan kitabında bu konulara daha detaylı yer veriyor.
  
Kutsal ekonomi ile ilgili daha fazla bilgi için BTnet tarafından yapılan röportajı izlemek isteyebilirsiniz. 


Cyminology - As Ney

Antik Pers İmparatorluğu’nun musiki kültürü ve edebi eserlerinden etkilenerek, bu tema üzerine kurulu eşsiz bir müzik ortaya koyan Cyminology, varlığıyla doğu-batı kültür köprülerine bir yenisini daha ekliyor. Güçlü ve ritmik olmasına rağmen kimi zaman hassas ve kırılgan bir hale dönüşebilen müzikleri ile bir kategoriye dahil edilmesi çok güç olan Cyminology, Alman-İranlı Cymin Samawatie’nin olağanüstü vokaliyle zenginleşiyor.

Cymin Samawatie - vocals
Benedikt Jahnel - Piano
Ralf Schwarz - Bass
Ketan Bhatti - Drums

27 Kasım 2012 Salı

Kasım Ayının Çekilişi





Aaaa Kasım bitiyor çekiliş ne oldu diye soran yok ayol! Artık hediyelerim ilgi görmez oldu fırk fırk :( Tamam öyle olsun yazdım bunu bir kenara! Siz isteseniz de istemeseniz de ben yapmaya devam edeceğim. Kendim çalar kendim oynarım misali hii hii ;) Napıyım bu da benim eğlencem, hor görme noniyi :)




Bu ay bir okuyucuma Twist'ten seçtiğim kolye ve küpeyi hediye edeceğim...






Benim çekilişlerime katılmak için öyle facebook'ta, twitter'da, blogda orda burda benden bahset, beni methet, beni sev gibi zoraki yazılar yazmanıza gerek yok. Emrivakileri hiç sevmem. Keyif alan beni takip etsin. Ayrıca ne kendimi ne de okuyucularımı gereksiz işlerle yoramam, herkesin zamanı kıymetli. Ben katılımcı listesini oluşturabilmek için bir soru sormayı tercih ediyorum. Hem böylesi daha eğlenceli oluyor ;)


Gelelim bu ayki çekilişin sorusuna:


"Her insanın biraz beyaz biraz siyah bir yanı vardır. Sizin siyahınız, sevmediğiniz yanınız nedir?"


Örneğin ben kinci yanımı hiç sevmem ama maalesef bunu değiştiremiyorum, boğa burcunun bir özelliği bu; yapılanı asla unutmaz ve bir kenara yazar. Bu ay çekiliş yapmam gerektiğini bana hatırlatmadığınızı bir kenara yazdığım gibi hee hee :)


Hadi bakalım şimdi sıra sizde! Siyahlarınızı sepete atın lütfen ;)







Bu ayki çekilişe katılan herkese kocamaaan teşekkürler!


Siyahlarımızı kirli sepetine attık, onları bir güzel yıkadık, aklandık paklandık ;)


Bakalım bu ayın en şanslı karası kimmiş?




96. sıradaki Şengül! Kendisini tebrik ediyor, 1 hafta içinde benimle iletişime geçmezse hediyesinin yedek talihliye gideceğini huzurlarınızda iletiyorum :)




Yedek talihli: 40/gamiize



Bir sonraki çamaşır gününde pardon çekilişte buluşuncaya dek pakçakalın!!!


26 Kasım 2012 Pazartesi

Ak Kuzum ♥ ♥ ♥







Minik prensesimden bahsetmek istiyorum size birazcık... Benim güzeller güzelim gün geçtikçe büyüyor, ondaki bu değişimi birebir gözlemlemek harika bir ayrıcalık! Tabii bu bir tercih meselesi, herkesin kararına saygım sonsuz ama ben çalışan bir anne olmadığım için çok mutluyum. Hiçbir kariyer bir bebeğin bir gülüşüne değişilmez diye düşünüyorum. Bebekleri doğduktan 3-4 ay sonra işlerine geri dönmek zorunda kalan annelere de sabır diliyorum, ben bebeğimi uyurken bile özlüyorken kimbilir onlar ne zorluk çekiyordur, kolay değil gerçekten...








Babam kara koyunun ak kuzusu olurmuş diyor, çok doğru söylüyor öyle di mi :)


Ak kuzumun artık beni tamamen tanıyor biliyor olmasının zevkini sürüyorum şu sıralar ;) Öyle ki benim dışımda bir başkasının elinden biberonunu dahi içmek istemiyor. Maalesef birçok şey denememe rağmen sütüm artmadı, ben de bu gerçeği artık kabullendim. %70 mama %30 anne sütü şeklinde devam ediyoruz. Nil için beni emmek; yemek sonrası içilen keyif kahvesi gibi birşey oldu artık, napalım buna da şükür diyoruz. Bunların yanında artık ek gıdaya da geçtik; sabahları armut ve kuru kayısı püremiz, akşam üstleri de yoğurdumuz var. Ek gıda için biraz erken olduğu düşünülebilir ama bizde çok işe yaradı, mama kabızlık yapıyordu bu sorunu artık çözmüş olduk.








Nil yeni yeni ellerini keşfetti, oyuncaklarını kısa süreli de olsa elinde tutabiliyor ve beni tırmalamak son günlerdeki en büyük zevki gibi görünüyor :P Özellikle kucağımdayken saçımı yolmaya bayılıyor zilli! Bir tek geçenlerde kucağımdayken bana bakıp yüzümü okşadı ben de zevkten dört köşe oldum tabii ama sonrasında yine yapıştı saçlarıma :) Hem severim hem döverim diyenlerden bizimkisi ;) Müzikle pek arası yok, hamileyken klasik müzik dinleyin bıdı bıdıları bizde yalan oldu, ileride ne olur bilemiyorum ama müzik şimdilik küçük hanımın ajandasında yer almıyor. Kendi çapında birşeyler anlatmayı çok seviyor, karşılıklı sürekli aguluyoruz. Kitapta bebekleri konuşmaya teşvik etmek için onlar agularken dinlememiz gerektiğini ve ara sıra da "aaa öyle mi oldu" gibisinden tepkiler vermemiz gerektiğini okumuştum, ben de buna özen gösteriyorum. Ama 3 yaşına kadar TV'den uzak tutma olayını nasıl halledicez inanın hiç bilmiyorum! Evde yalnız kaldığım günlerde kafayı sıyırmamak için TV'yi açıyorum, Nil sırtı dönük olsa bile kafasını çevirip ekrana bakmaya çalışıyor, ben de bakmaması için hemen yönünü değiştiriyorum. Evde böyle iki hatun köşe kapmaca oynuyoruz resmen :) Neyseki iki çiçek bir böcek olmamıza az kaldı! Prensimiz öbür ay yanımızda olacak ve bizi kapıp Moskova'ya kaçıracak ;) 8 ay sonra yine Moskova'da bu sefer kızımla birlikte olmak bakalım nasıl olacak? Bunu çok merak ediyorum doğrusu!




Prensimin ameliyatı ve kızımızın doğumu ile birlikte Moskova defterini kapatma kararı aldık, baharda temelli dönüyoruz, bu yüzden İstanbul'daki evimizi şimdiden hazırlamaya başladık. Nil'in mobilyalarını Modoko'daki Festival Mobilya'ya yaptırdık. Hangar gibi mağazada gözümüze küçücük gelen mobilyalar eve girince adeta boyut değiştirdi! Küçücük Nil'im bu mobilyaların arasında oyuncak bebek gibi kalacak vallahi hii hii :) Duvarlar için önceden duvar kağıdı düşünüyorduk ama bunun pek sağlıklı olmayacağına karar verip vazgeçtik, şimdi bir ressama teslim edeceğiz, bakalım nasıl bir iş çıkartacak? Bizden haberler şimdilik bu kadar, aslında daha fazlası da var ama başka bir güne yazacak konu kalsın öyle di mi ;)


Hepinize harika bir hafta dilerim!



p.s İlk ve üçüncü fotoğraf canım arkadaşım Selin'in objektifinden... Işığına sağlık güzel hamişim benimmm!



Bahtsız bedeviyim ben.

Bu akşam Sting konseri  var. Biletler ilk çıktığı gün heyecanla aldım biletlerimizi, aylardır bekliyorum, biletler cüzdanımda.

Ve ne yazık ki konsere gidemiyorum. Bu akşam geleneksel birinci vize haftam başlıyor. İlk kez tekrar okumaya başladığıma pişman oldum. İlk kez bu gece vizelere gireceğime orada Sting'i izlesem ne şahane olur dedim. Ilk kez "Tüh be" dedim.Gercekten de tüh be!



Hem

23 Kasım 2012 Cuma

Faun (Discography)

Ekşi'den
Bir arkadaşımın aha türkçe şarkıları var diye bugün bana atmasıyla tanıdığım, yüzümü güldüren gruptur. müzikte iyi hani.

Albümlerinde kullandıkları font, ezgi ve imgelerle kelt kültürünü kullanan bu kültürü benimsemis çok özel bir grup. Pagan vari tarzlarınıda es geçmemek gerek. Zor zamanlarda şarkıları yardımcı olur.

Takım adına keyifli dinlemeler, othello.

Loyko (Discography)

1991’de, sergei erdenko, oleg ponomarev ve igor staroseltsev tarafından kurulan, rus çingene müziğini gelenekçe yaşatıp, aynı zamanda yeni tekniklerle ilerletmeye de çalışan, eğitimli ve çok yetenekli bir müzisyenler topluluğudur. adlarını grup üyelerinden kimilerinin büyük dedeleri olan ve 19. yüzyılda aynı isimle müzik yapan efsanevi bir çingene orkestrasından almışlardır.

Tüm takım adına keyifli dinlemeler, Othello

Önümüze gelene bin tekme

Leo doğduğundan beri söylediğim, artık beraber söylediğimiz bir çocuk şarkısının kendimize uyarlanmış halidir " önümüze gelene bin tekme!"İçeriği de aslında biz beton binalar istemiyoruz, biz gökyüzümüzü, biz denizimizi, biz ağaçları istiyoruz şeklinde uzayıp gider.Sebebi ise Çiftehavuzlarda meteoroloji binasının yerine dililen 4 adet 50 katlı binadır. Doğduğundan beri süregelen inşaat bitmek

22 Kasım 2012 Perşembe

Mazeretim vaaar, bebekliyim ben!





Yok içime sinmedi benim, bir iki kelam edeyim istedim. Her gün "bugün bloga birşeyler yazıyım" diye niyetleniyorum ama akşam olunca bu fikrimden anında cayıyorum. Aslında kızımla ilgili yazacak çok şey var ama gün sonunda buna enerjim kalıyor mu hayır. Bir de ben blogumu çektiğim fotoğraflarla renklendirmeyi seven biriyim, kuru kuruya yazı yazmayı sevmiyorum. Yazdıklarımı da uzatmayı seven biri değilim, az ve öz olsun istiyorum. Fotoğraflar kısıtlı, kelimeler az olunca blogda (Nil'im dışında) paylaşacak pek birşey olmuyor. Aslında böyle olmasını da istemiyorum sonuçta burası benim hayatımın kısa bir özeti. Arada sırada kafama esiyor ve bugünkü noni postlarımdan yapmak istiyorum, üstümde yeni aldığım bir bluz ile afilli pozlar vermek istiyorum ama nerdeee bir bakıyorum dakka bir gol bir olmuş, o yeni aldığım bluzün üstüne Nil en son yediği mama ile imzasını atmış, veya o minik elleriyle saçlarımı yolmuş, yolunan saçlardan arta kalanı kurtarmakla cebelleşen zavallı yavrucak benim yaka paça bir kenara gitmiş, afilliden geriye kalmış sadece bir fil :) Hem de 67 kiloluk olanından hey maşallah! Ama seviyorum bu yeni hayatımı :) Anneliğin tadını doyasıya çıkarttığımı düşünüyorum. Kızımın huzurlu ve mutlu bir bebek olması için elimden geleni yapıyorum. O büyüdükçe ben de onunla birlikte büyüyor onunla birlikte olgunlaşıyorum gibi duygusal bişiler zırvalayacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yok ayol ben aynı bildiğin benim işte :) Ayrıca saat olmuş gecenin biri. Hadi tutmayın beni yatıcam ben şimdi :)


 


Ben...







Artık buradan koptum tamamen...


Beni affedin lütfen...


21 Kasım 2012 Çarşamba

Food Matters Belgeselini izleyin

Food Matters Belgeseli 21-30 Kasım 2012 arası ücretsiz izlenebiliyor. İlk 8dakikadan can alıcı notlarım:

-Yiyecekleriniz ne kadar yaşlı? Tarladan bize ulaşana kadar 3200 km kadar yol yapabiliyor.
-En az 5 günlük Yiyeceklerinizden ne kadar besin değeri temin edebiliyorsunuz? Eğer şanslıysanız %40 en fazla.
-Kimyasal gübreli topraklara P, N, K eklenirken, normalde toprakta 52 çeşit mineral bulunuyor. Toprak gitgide mineral eksikliği yaşıyor. Bitkiler de hastalıklı oluyor.
-Marketlerdeki vejeteryan yiyeceklerle sadece beslenesniz bile bunlar toksik, mineral bakımından eksik, herbisit, fungisit, pestisit ve pek çok kimyasal içeriyor.
-Sadece buharda bile pişirseniz sebzeleriniz canlı enzimlerini kaybediyor. Pişmiş yiyeceğe vücudunuz ve bağışıklık sistemini yabancı gibi algılıyor, savaş veriyor.
-Eğer bir öğünde %51'den fazla pişmiş gıda yiyorsanız vücudunuz istila edilmiş gibi reaksiyon veriyor.
-Eğer bir öğünde %51'den fazla çiğ besin alıyorsanız kendi kendimizi yoketmiyoruz.
-Yemek yedikten sonra yorgun değil, canlı ve enerjik hissetmeniz gerekiyor.
http://www.foodmatters.tv/2012-Free-Screening (bu linkten ücretsiz izlemek için 21-30 Kasım 2012 tarihleri arasında kaydolmanız gerekiyor)

Nivokido

Leo'ya oyuncak aldığımız şahane bir yer var. Adı Nivokido. Erenköy'de Cadde üzerinde. Dükkanın ön tarafında bir kapalı oyuncak deneme merkezi var. Biz her gidişimizde bir oyuncak alıp binlerce oyuncağı da ön tarafta deniyoruz. Bu "Oyna, beğen, al" durumu bizim çok hoşumuza gidiyor.





Dükkanın en beğendiğim tarafı ise üstüste oyuncak dolu olmaması, ve düzenli bir şekilde raflarda duruyor

20 Kasım 2012 Salı

Swami Saraswati'nin İslam Eleştirisi (kısım 4)


60. “Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz o büyük bir sapıklığa sapmıştır. Önce inanıp sonra inkar edenleri, sonra inanıp tekrar inkar edenleri, sonra küfrünü artıranları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez.” (4.136-137)

Cevap: Halâ daha Allah’ın ortağı yok mu diyeceğiz? Allah’ın ortağı yoktur dedikten sonra inancı Allah’tan başka bir dizi koşula bağlamak çelişki değil midir?

Allah üç defadan sonra bağışlayıcı değil midir? Yoksa üç kez inançsızlıktan sonra da doğru yolu gösterir mi? Dördüncü defadan sonra doğru yolu göstermekten vaz mı geçer? Demek ki herkes hayatta dört kez inançsızlık ederse dünyada kâfir sayısı pek artacaktır.

61a. “Allah münafıkları [Müslüman görünen iki yüzlüleri] ve kâfirleri [tanrıyı inkâr edenleri] Cehennemde toplayacaktır.” (4.140) “Münafıklar Allah’ı aldatırlar (aldatmaya çalışırlar)… Fakat Allah’ın şaşırttığına (yoldan çıkardığına) asla yol bulamazsın.” (4.142-143)

Cevap: Allah’ın Müslümanları Cennete ve diğerlerini Cehenneme göndermesinin haklı sebebi nedir? Adalet (hak) duygusuna sahip bir insan böyle bir şeyi kabul eder mi?

Sahtekârlara aldanan ve onları aldatan bir tanrıya lanet olsun! O sahtekârlarla aynı anlayışın sahibidir; gitsin onlarla anlaşsın. ‘Dengi dengine çift koşsan, sabanın iyi yürür.’ Tanrısı sahteci [yoldan çıkarıcı] olan insanların sahteci olmamalarını nasıl beklersin?

61b. “Ey müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin.” (4.144)

Cevap: Müslüman olmayan iyi bir insan yerine kötü bir Müslümanla dostluk etmek doğru olabilir mi?

SN notu: لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ ayetinin anlamı, tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde, “dost olmayın” demektir. Liberal Müslümanları mahcup eden bu ifadeyi çeşitli şekillerde tevil etme arayışları inandırıcı değildir.

Yazarın tek cümlelik cevabı, “tarafgirlik” tezinin kusursuz bir özetidir. Ölçütümüz iyilik/erdem [hak] mı olacak, Müslümanlık [aidiyet] mi olacak? Temel ahlaki soru budur. Çağdaş dünyanın en yakıcı krizlerinin pek çoğu da bu soruya dayanır. Haktan değil aidiyetten yana tavır alan bir öğreti, ancak ahlaksızlık öğretisi olabilir.


62. “Peygamber size rabbinizden hakikatle geldi. İnanın, bu sizin hayrınızadır. İnanmazsanız bilin ki yerde ve göklerde olan şeyler Allahındır.” (4.170) “Allah birdir.” (4.171)
  
Cevap: Kuran peygambere inanmayı emrettiğine göre, inanç açısından peygamber Allah’ın ortağı değil midir? Allah’a şirk koşulmuş olmuyor mu?

Elçilerle konuştuğuna ve elçi gönderdiğine göre Allah belli bir yerdedir, sonsuz olamaz. Kuran bazen Allah’ın bir yerde olduğunu belirtip, bazen de her yerde olduğunu bildirdiğine göre aklı karışık olan biri tarafından yazılmıştır, veya birden fazla kişinin eseridir.

68. “Allah adına yalan uydurandan ve kendisine hiç bir şey vahyedilmediği halde, 'Bana vahyediliyor,' diyenden ve ' ALLAH'ın indirdiği gibi ben de indireceğim,' diyenden daha zalim kim olabilir!” (6.93)

Cevap: Bundan anlaşılıyor ki Muhammed Allah’tan kendisine bir mesaj geldiğini ileri sürdüğünde, başka birileri de aynı oyunu oynayıp kendilerine Allah’tan ayetler geldiğini ve bundan dolayı peygamber olduklarını iddia etmişlerdi. Onlarla mücadele etmek ve kendi iddiasını güçlendirmek için Muhammed bu yola baş vurdu.

69. “Sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, 'Adem'e secde edin' dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti. O ise secde etmedi. Allah, 'Sana emrettiğim halde, seni secdeden alıkoyan nedir?' dedi. (İblis) 'Beni ateşten, onu çamurdan yarattın, ben ondan üstünüm' cevabını verdi. (Allah) Ona, 'İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez, defol. Sen alçaktakilere aitsin' dedi. (İblis) ‘Kıyamet gününe kadar bana süre tanı” dedi. (Allah) ‘Peki sana süre tanıdım” dedi. (İblis) ‘Beni yoldan çıkardığın için ben de senin Doğru Yolun üzerinde onlara karşı oturacağım, onlara önden, arkadan, sağdan, soldan sokulacağım, ve onların çoğu sana şükretmeyecek,’ dedi. (Allah) ‘Lanetlendin ve kovuldun, defol git; sana uyacak olanların hepsini cehenneme dolduracağım' dedi.”

Cevap: Allah’la Şeytan arasındaki bu münakaşayı dikkatle izleyin. Piyon hükmündeki bir meleğe Allah’ın boyun eğdirememesi, ona doğru yolu gösterememesi, isyan edip kötülük yoluna saptığı halde onun cezasız çıkıp gitmesine göz yumması çok tuhaftır. Allah böyle büyük bir hataya nasıl düşer?

Şeytan insanları kötü yola düşürdüğüne ve Allah da Şeytanı kötü yola düşürdüğüne göre, demek ki Allah Şeytanın Şeytanıdır. Nitekim Şeytan da Allah’ı, haklı olarak, kendisini doğru yoldan çıkarmakla itham etmektedir. Bu anlatım, Allah’ın iyiliğini göstermez; yeryüzündeki tüm kötülüklerin nihai kaynağı olduğunu gösterir. Müslümanlar böyle bir tanrıyı belki kabul edebilir, ama diğer iyi ve bilge insanlar bunu kabul edemez.

Allah’ın melekle konuşma biçimi, onu tıpkı insanlar gibi fiziksel beden sahibi, bilgisi kısıtlı ve adaletsiz biri yapmaktadır. Bilge insanların İslam dinini reddetmelerinin sebebi budur.

Şeytan, insana secde etmemekte haklıdır. Bugün tüm taraflar, insana secde etmenin günah olduğu noktasında hemfikirdir. Buna rağmen, burada iddia edildiği üzere, Allah’ın insana tapınmayı emretmesi bizim kavrayışımızı aşar. Bu masaldan çıkaracağımız en önemli sonuç, akılcı (rasyonel) itaat öğretisinden asla sapmamak gerektiğidir – emri veren tanrı bile olsa sapmamak gerekir, nerede kaldı insan!

SN notu: Cevabın son cümlesinin güzelliğine bakar mısınız?
 

70. “Rabbiniz Allah gökleri ve yeri altı günde yaratmış, sonra arşa (taht’a) kurulmuş olandır.” (7.54) “Rabbinizi içtenlikle ve gizlice çağırın. O, haddini aşanları sevmez.” (7.55)

Cevap: Evreni altı günde yaratıp sonra yukarıdaki tahtta oturan (dinlenen) bir tanrı sonsuz ve kadiri mutlak olabilir mi? Tanrınızın kulağı ağır mı işitir ki, sadece çağrıldığında duysun?
Evreni altı günde yarattıktan sonra tahtında dinlendiyse yoruldu demektir. Bu tanrı şimdi uyanık mı uyuyor mu? Uyanıksa bir işi var mı? Yoksa istirahatine devam edip boşa mı vakit geçiriyor?

SN notu: اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ (istivâ ‘alâ-l-‘arş) deyimi çeşitli şekillerde tevil edilse de, düz anlamı şüphesiz “tahtında dinlendi” demektir. Arş bildiğimiz tahttır; Güneydoğu’da kullandıkları dam yataklarına da ta Asuriler zamanından beri ‘arş adı verilir. İstivâ “taht gibi kuruldu, oturdu, rahat etti” demektir. “Tahtına kurulma” ibaresi şüphesiz “egemenlik ilan etti” gibi bir anlama da yorulabilir. Ancak Kuran ayetinin işaret ettiği Tevrat Yaratılış (Genesis) 2.2’deki işbith ישׁבּת sözcüğü, şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde “mola verdi, dinlendi” anlamına gelir.

Kuran’da tanrıya atfedilen antropomorfik özellikler, geç dönem Yunan felsefesiyle veya Talmud dönemi Yahudi spekülatif geleneğiyle tanışıklığı olmayan bir kültürel çevreyi düşündürür. İnsani özelliklerden soyutlanmış bir Tek Tanrı düşüncesi, Orta Doğu’da, Kuran’dan önceki 800 yıl boyunca enine boyuna tartışılmıştı. Kuran yazar(lar)ının bu literatürden fazla haberdar olmadığı anlaşılıyor.

71. “Yeryüzünde kötülük yapmayın ve fesat etmeyin.” (7.74)

Cevap: Bu güzel bir öğüttür; ancak Kuran’ın başka yerlerinde savaşmayı ve kâfirleri öldürmeyi öğütleyen birçok ayetle çelişkilidir. Öyle anlaşılıyor ki Muhammed zayıfken barışı öğütledi, ancak güçlendiğinde savaş ilan etti. Savaş ve barış birbirine zıt ilkeler olduğuna göre, her ikisi birden doğru olamaz.


72. “Musa asasını yere attı, ve o bunun üzerine yılana dönüştü.” (7.107)

Cevap: Bu ifadeler Allah’ın ve Muhammed’in böyle saçmalıklara inandığını gösterir. Oysa bilgelik sahibi insanlar, böyle şeylerin cambazlık ve sahtekârlık gösterisi olduğundan şüphe etmezler.

73. “Bu nedenle (Mısırlılara), ayrı ayrı birer mucize olan su baskınını, çekirgeleri, haşeratı, kurbağaları ve kanı musallat ettik.” (7.133) “(Onlar buna rağmen Musa’ya inanmayınca) onlardan intikam aldık ve mucizelerimizi yalanladıkları için onları denizde boğduk.” (7.136)

Cevap: Ahlaksızlığa bakar mısınız? Allah burada birisine şantaj yapmak amacıyla yılan göndereceğini söyleyen köy zorbası gibi davranıyor. Bir kavmi denizde boğan ve diğerini karşıya geçiren tanrı, adalet hissinden yoksun biridir.

73b. “Şüphesiz onların dini helak olmaya mahkûmdur ve ibadetleri de batıldır.” (7.139)
 
Cevap: Kendi doğruluğunu iddia edip, milyonlarca insanı barındıran diğerini batıl ilan eden bir dinden daha küstah ne olabilir? Zira hiçbir dinin takipçileri tümden iyi veya tümden kötü olamaz. Ancak çok cahil insanlar, bir dinin mensuplarının topyekûn kötülüğüne hükmederler. (…)

SN notu: “Ancak çok cahil insanlar, bir [başka] dinin mensuplarının topyekûn kötülüğüne hükmederler.” Bu ilke, çağımız için yol göstericidir. Bir kimsenin, bir yandan Kuran öğretisini yol gösterici kabul edip, diğer yandan bu ilkeyi ikirciksiz ve tereddütsüz bir şekilde benimsemesi mümkün değildir. Dolayısıyla Kuran öğretisi reddedilmeli, bu yapılamıyorsa Kuran’ın çelişkileri ve yanlışları herkesin anlayacağı bir şekilde sergilenmelidir.


74. “Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: 'Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım' dedi. Allah: 'Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni göreceksin' dedi. Rabbi dağa görününce onu yerle bir etti ve Musa baygın düştü;” (7.143)

Cevap: Konuşan ve görünen şey sonsuz (mutlak) olamaz. Eskiden böyle mucizeler gösteren tanrının şimdi buna benzer şeyleri yapmaması inandırıcı değildir. Bilinen doğrulara aykırı olan böyle iddiaların üzerinde durmaya değmez.

75. “Rabbini sabah ve akşam kendi içinden yalvararak, alçak gönüllülükle ve sessizce an; gafillerden olma.” (7.205)

Cevap: Kuran bazı yerlerde Allah’ı yüksek sesle çağırmayı, bazı yerlerde ise sessizce zikretmeyi emrektedir. Bu tavsiyelerden hangisi doğru, hangisi yanlıştır? Bir mısra diğeriyle çelişirse, buna meczup şarkısı denir. Tutarsız sözler ciddiye alınamaz. (Sessiz zikir şüphesiz evladır.)

SN notu: Burada kastedilen şey şüphesiz sadece ibadet stili değildir. Kuran’ın, din uğruna cinayeti ve savaşı öven, farklı inanç sahiplerine karşı saldırganlığı hak sayan agresif öğretisi eleştirilmektedir.


76. “Sana ganimetleri sorarlar. De ki, ganimetler Allah’ın ve resulündür. Allah’tan korkun.” (8.1)

Cevap: Ganimet aldıkları, haydutlar gibi davrandıkları ve başkalarını da buna teşvik ettikleri halde bunlara tanrı, peygamber ve mümin adı verilmesi çok tuhaftır. Allah’tan korktuklarını söylüyorlar ama çapulculuk yapıyorlar, türlü günaha giriyorlar, ve buna rağmen “dinimiz en iyisidir” demekten utanmıyorlar. Veda’ların hakiki dinini inkâr etmekten daha büyük bir ikiyüzlülük olabilir mi?

SN notu: Veda kelime anlamı itibariyle “bilgi, bilgelik” demektir. Yazarın hayal kırıklığına yol açan son cümlesi, bu açıdan ele alındığında bir nebze anlaşılırlık kazanır.

77. “Allah kendi dediğinin olmasını ve kâfirlerin ardının (neslinin?) kesilmesini irade etti.” (8.7) “Şüphe yok ki ben, ardı ardına bin melekle size yardım edeceğim.” (8.9) “Kâfirlerin yüreğine korku salacağım. O yüzden, onların boyunlarını vurun ve tüm parmaklarını (pençelerini?) koparın.” (8.12)

Cevap: Müslüman dinine inanmayanların kökünü kurutan bir tanrı ve onun peygamberi ne kadar zalimler! Allah onlara, kendisine inanmayanların kafalarını ve parmaklarını kesmeyi emrediyor ve bu zulüm eyleminde onlara yardım vaat ediyor! Bu tanrının, Lanka kralından aşağı kalır yanı var mı? Bu tüyler ürpertici öğreti tanrının değil, Kuran’ı yazan kimsenin öğretisidir. Eğer bu kitap tanrının işiyse, öyle tanrı bizden uzak olsun.

SN notu: Tanrı Rama ile savaşan Lanka kralı zalim Ravana, Hint mitolojisinde yaklaşık olarak Nemrut veya Firavun mukabilidir.

Enfal suresinin savaşçı dili şüphesiz mecazi anlamda da yorumlanabilir. Ancak, Bedir savaşı sırasında indirilen bu surenin, gayet somut bir çatışma ortamında taraflardan birini coşturma işlevine hizmet ettiği unutulmamalıdır.


79. “Fitne ortadan kalkıncaya ve Allah’ın dini (egemen) oluncaya kadar onlarla savaşın. (…) Bilin ki, elde ettiğiniz ganimetin beşte biri Allah’a ve resule ve onun yakınlarına ve yetimlere, fakirlere ve yolculara aittir.” (8.39-41)

Cevap: Yeryüzünün barışını bozan böyle çıkarcı ve saldırgan bir tanrıya Müslümanlardan başka kim inanır? Allah ve onun resulü adına yağmaya ve talana girişen ve başkalarını da buna alet edenler, hayduttan başka ne olabilir? Allah eğer o ganimetten pay alıyorsa, kendisi de soygunun suç ortağıdır. Böyle bir soygunu övmesi, tanrılığına hakarettir. Barışı bozan ve insanlık için bir facia olan böyle kötü bir öğretinin din adı altında dünyaya yayılması büyük bir talihsizliktir. Bu tür dinler yaygın olmasa, dünya şüphesiz çok daha huzurlu ve mutlu bir yer olurdu.

80. “Melekler, kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vurup “yangın azabını tadın” diyerek canlarını alırken göreydin.” (8.50) “Onlar Rabbin ayetlerini yalanladılar, ve biz bu yüzden Firavun’un halkını helak ettik ve zulmlerinden ötürü onları suda boğduk.” (8.54) “(Anlaşma yaptığın) bir kavmin hıyanetinden korkarsan (şüphelenirsen) sen de onlarla anlaşmanı boz. Allah hainleri sevmez.” (8.58)

Cevap: Rusya Türkiye’yi, İngiltere Mısır’ı hezimete uğratırken o melekler uyuyor muydu? Eskiden Allah kendisine ibadet edenlerin düşmanlarını helak edip suda boğuyor idiyse, şimdi neden yapmıyor?

Kendi dinlerine inanmayanlara karşı nasıl davranmaları gerektiğine dair söylenenler utanç vericidir. Böyle öğütler bilge, erdemli ve iyi yürekli birinin ağzından çıkmaz. Bu öğreti, Müslümanların tanrısının adalet, merhamet ve diğer erdemlerden yoksun olduğunu gösterir.

SN notu: Adı geçen siyasi olaylar 1878 ve 1881 yıllarına aittir.


81. “Ey Peygamber! Müminleri savaşa yüreklendir. Aranızda sabırlı yirmi kişi varsa, iki yüz kişiye galip gelirler.” (8.64) “(Savaşta) elde ettiğiniz ganimeti helâl ve temiz kabul edin ve yiyin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” (8.69)

Cevap: Kendi taraftarlarını haksız dahi olsalar kayıran, onlara galibiyet ve ganimet vaadeden şey nasıl adalet, nasıl bilgelik, nasıl dindir? Barışı bozup savaş açan, başkalarını buna teşvik eden, ganimeti hak sayan bir öğreti, bırakın adil ve merhametli olan tanrıyı, akıllı bir insanın öğretisi dahi olamaz. Bu nedenle Kuran, tanrının sözü değildir.

82a. “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babanızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Aranızda kim onlara dönerse (onlara teveccüh ederse) zalimlerdendir (günahkârdır).” (9.23)

Cevap: İnsanlara babalarını, analarını, kardeş ve arkadaşlarını terk etmeyi telkin etmek kötülüktür. Bu kötü öğreti reddedilmelidir.

SN notu: Bu noktada yazara katılmak güçtür. Tarafgirliği lanetleyen ve salt erdem/hakikat arayışını öne çıkaran bir öğreti, onunla çeliştiği noktada, mantıken, aile-aşiret-kavim sadakatini de reddetmeyi gerektirir. Nitekim Swami’nin (daha sonra aktaracağım) yaşam öyküsü, bilgelik arayışı uğruna kendi babasını ve ailesini terk etmesiyle başlar. Bu cevapta bir psikolojik lapsus mu görüyoruz?

82b. “Allaha ve kıyamet gününe inanmayanlarla ve Allahın ve resulünün haram ettiğini haram saymayanlarla ve hak dinini din edinmeyenlerle savaşın (onları öldürün); ta ki kendilerine kitap verilenler cizye ödeyinceye ve boyun eğinceye kadar.” (9.29)

Cevap: Allah, imanını savaşsız yaymaktan aciz midir? Böyle bir tanrıyı kabul etmekten, tanrı bizi saklasın. Tanrı değil eşkiyadır bu.

SN notu: Tüm meallerde “savaşın” diye çevrilmiş olan fiilin aslı قَاتِلُواْ  kaatilû olup, “öldürün” diye çevirilmesi herhalde daha doğrudur. Ayet, kitap ehlinin (Hıristiyan ve Yahudilerin) cizye ödemek suretiyle “küçüklenmesini” (وَهُمْ صَاغِرُونَ“aşağılanmak” veya “aşağı konumu kabul etmek”), aksi takdirde öldürülmesini emretmektedir.


83. “Biz Allah'ın, kendi katından veya bizim elimizle, sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz.” (9.52)

Cevap: Müslümanlar Allah’ın zaptiyesi midir? Başka inançtan olanları cezalandırmak onların görevi midir? Başka dinden olan milyarlarca insan tanrının sevgili kulları değil midir? (…) Şaşırtıcı olan, aklı başında Müslümanların da bu mantıksız ve temelsiz dine inanıyor olmasıdır.

84a. Allah mümin erkek ve kadınlara, sonsuza dek kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler, Adn bahçelerinde temiz konutlar vaad etmiştir. En büyüğü Allah'ın rızasıdır. İşte en büyük kurtuluş budur.” (9.72)

Cevap: Kuran’ın kendi bencil ve partizan amaçları için insanları kandırdığını görüyoruz; böyle bir yem olmasa Muhammed onları kandırabilir miydi? Aynı kandırmaca başka dinlerde de vardır.

84b. “Onlar (sadaka veren müminlere) gülüyorlar (alay ediyorlar); Allah da onlara gülecektir (alay edecektir).” (9.80)

Cevap: İnsanlar elbette birbirine güler. Ama Allah onlara gülmemelidir (alay etmemelidir). Kuran din kitabı mı, güldürü kitabı mı?