20 Kasım 2012 Salı

Swami Dayananda Saraswati'nin hayat hikâyesinden


Bizim Hintli hacının özyaşam öyküsünün ilk sayfalarını aktarıyorum. Tamamı hayli uzundur; arzu edenler http://archive.org/details/satyarthprakashl00dayauoftadresinde İngilizcesini bulabilir.

Bugün Dayanand Saraswati adıyla tanınan ben, 1824 yılında Kathiawar[1]ilinde Morvi Racasına ait olan bir kasabada, Brahman sınıfından bir ailede doğmuşum. Babamın ve doğduğum yerin adını söylemekten öteden beri kaçındıysam, görevimin gereği bunu emrettiği içindir. Çünkü akrabalarım benden haberdar olsa beni arayıp bulacakları şüphesizdir. Onlarla yüzleştiğim zaman ise, eve dönmeye mecbur kalmaktan, yeniden elimi paraya değdirmekten,[2]aileme hizmet etmekten ve onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmekten kaçınamam. Tüm hayatımı adadığım kutsal Reform görevi, bundan ciddi bir zarar görecektir.

Daha beş yaşıma basmadan devanagariyazısını okumayı öğrendim. Babam ve aile büyüklerimden mensup olduğumuz kastın ve ailemizin adap ve usullerini öğrenmeye, sayısız ilahileri, mantraları, duaları ve kutsal metin tefsirlerini hatmetmeyi öğrendim. Sekiz yaşındayken Brahmanlığın kutsal ipliği bağlandı; Gáyatri Sandhya[3]tarikinde eğitim görmeye ve Rudradhyaya’yı[4]takiben Yayurveda Sanhita’yı[5]okumaya başladım. Ailem Şiva mezhebine mensup olduğundan, en büyük hedefleri benim de bu mezhebin kutsal sırlarına erişecek mertebeye gelmemdi. Bu yüzden, ilk çocukluğumdan beri Şiva’nın amblemi olan ve parthiva lingam[6]adıyla bilinen o edepsiz kil parçasına tapınmayı öğrendim. Bu ibadet yolunun pek çok zorlukları ve sonu gelmez oruçları olduğu için, sağlığımdan endişe eden annem her gün ibadet etmeme karşıydı. Babam ise kuralları harfiyen yerine getirmem konusunda ısrarlıydı. Bu konu, annemle babam arasında bitmez tükenmez tartışmalara yol açtı.

Bu arada Sanskrit gramerini öğrendim, Veda’ları hatmettim ve babamla beraber Şiva mezhebinin çeşitli tapınaklarını ve diğer kutsal yerlerini ziyaret etmeye başladım. Babamın değişmez sohbet konusu, tüm dinlerin en kutsalı olan Şiva ibadetinin önemi ve buna gösterilmesi gereken sadakat ve saygının sonsuzluğu idi. Ondört yaşıma gelip Yayurveda Sanhita’nın tamamını, Şabda Ruvapali’yi ve Panini’yi[7]ezberlemeyi tamamladığım güne dek bu böyle devam etti.

Babam hem bankerdi, hem de ailemize atalarımızdan miras olan Cemadarlık[8]makamının sahibiydi; dolayısıyla halimiz vaktimiz yerindeydi ve hayatımdan şikayet etmem için bir neden yoktu. Nerede bir Şiva Purân okunacak ve tefsir edilecek olsa babam mutlaka beni de yanına katıp gitmeyi ihmal etmezdi. Nihayet, annemin şiddetli itirazlarına kulak asmadan, parthiwsa puja[9]kılmaya başlayacağım günün geldiğini bildirdi. Büyük Şivarâtri[10]adı verilen matem ve oruç günü eriştiğinde, gücüm yetmeyeceğine ilişkin uyarıları dinlemeden, bütün gün oruç tutmamı ve aynı gece Şiva tapınağındaki uzun mateme katılmamı emretti; ertesi günü kutsal tarikin yüksek sırlarıyla tanışacağımı bildirdi.

Mateme katılacak olan diğer gençlerle birlikte onun peşinden gittim. Gece tutulacak olan matem, üçer saatlik dört prahara’dan[11]ibaretti. İlk iki prahara’yı başarıyla geçirip geceyarısını bulduğumuzda, bazı tapınak hizmetkârlarının ve sivil cemaatten kişilerin tapınaktan dışarı çıkıp avluda uykuya daldıklarını fark ettim. O kutsal gecede uyumanın, bütün ibadetin sevabını sıfırlayacağını öğrenmiş olduğumdan, gözlerimi kırpıştırmak ve yüzüme soğuk su çalmak suretiyle uykuyu engellemeye çalıştım. Fakat babam o kadar talihli değildi. Bir süre sonra o da yorgunluğa yenik düşerek uyudu, beni ibadetimle tek başıma bıraktı.

Çeşit çeşit düşünceler, yorgunluktan sarsılmış olan aklıma üşüştü. Önümde boğasına binmiş oturan bu put, dinî anlatılara göre yiyen, içen, uyuyan, elinde üç çatallı mızrak tutabilen, davul çalan, insanlara lanet okuyan bu insan suretindeki tanrı, Purana’larda[12]adı anılan Büyük Tanrı, Tüm Evrenin Efendisi, Yüce Varlık olabilir mi diye düşündüm. Düşüncelerimin ağırlığını artık taşıyamaz hale gelince babamı uyandırdım. “Şu ibadet ettiğimiz çirkin amblem Kutsal Kitaplardaki Büyük Tanrının kendisi midir?” diye duraksamadan sordum. Babam “neden soruyorsun?” dedi. “Çünkü Kadiri Mutlak tanrı fikrini, şu üzerinde fareler dolaşan ve böyle kirletilmesine karşı çaresiz olan şu putla bağdaştıramıyorum” dedim. Babam uzun bir açıklama yaparak, Evrenin Efendisini temsil eden bu taşın yüce Brahmanlar tarafından gereken şekilde kutsandıktan sonra tanrının ta kendisi sıfatını kazandığını ve bu sıfatla ona ibadet edilmesi gerektiğini, içinde yaşadığımız karanlık çağda Şiva’yı bizzat görmemize imkân bulunmadığını, bu nedenle kullarının O’na ancak maddi bir suret aracılığıyla ibadet edebileceklerini, bunun Büyük Tanrı’yı, sanki surete değil bizzat Kendisine ibadet ediliyormuşçasına memnun edeceğini açıkladı. Fakat bu açıklama, yaşımın küçüklüğüne rağmen, beni tatmin etmekten uzak kaldı. Açlık ve yorgunluktan kıvrandığım için eve gitmek için yalvardım. Babam gitmeme izin verdi, ancak orucuma devam etmem ve kesinlikle bir şey yememem için beni uyardı. Ama eve vardığımda anneme aç olduğumu söyleyip onun verdiği börekleri yedim ve derin bir uykuya daldım.

Ertesi gün babam orucumu bozduğumu öğrenince büyük bir öfkeye kapıldı, günahımın büyüklüğünü başıma kakmaya çalıştı. Ama o ne derse desin, ben o suretin Büyük Tanrının kendisi olduğuna inanmayı, dolayısıyla o imgeye ibadet etmek için neden oruç tutmam gerektiğini anlamayı başaramadım. İnançsızlığımı gizlemek için, eğitimimin beni çok yorduğunu ve bu nedenle ibadete yeterli vakit ayıramadığımı söyledim. Annem beni kuvvetle destekledi; amcam da beni o kadar güzel savundu ki, sonunda babam tüm vaktimi eğitime ayırmama izin verdi. Böylece Nigandu’yu, Nirukta’yı,[13]Purvamimamsa’yı[14] ve diğer şastraları, ve nihayet Karmakand’ı[15]çalışma fırsatını buldum.

Ailede benden küçük olan iki kız ve iki erkek kardeşim vardı. Unutulmaz bir gece, erkek kardeşlerimle beraber bir arkadaşımızın evinde nauç[16]eğlencesindeyken hizmetkâr gönderip derhal eve dönmemizi bildirdiler. Ondört yaşında olan kız kardeşim ölümcül bir hastalığa tutulmuştu. Tabiplerin tüm müdahalelerine rağmen bizim eve dönüşümüzden iki saat sonra can verdi.

Yakınımdaki ilk ölümdü; yaşadığım şok çok büyüktü. Akraba ve dostlar ağıt yakıp hıçkırdıkça ben taş gibi donup kaldım, insan yaşamının gelip geçiciliği hakkında derin düşüncelere daldım. Dünyadaki hiçbir varlık, ölümün soğuk elinden kaçamaz diye düşündüm; ölüm beni de her an kapıp götürebilir.  Ölümün manasızlığından doğan ruh acısını hafifletecek olan yol nedir; ölümü aşacak olan manevi güvenliğe nasıl ulaşabilirim? Bedeli ne olursa olsun, yaşamımı bu sorunun cevabına adamaya ve ölüm günü çattığında inançsızlığın (anlamsızlığın) dehşetinden kendimi korumaya o gün orada karar verdim. Bu kararımın ilk sonucu, göstermelik ibadet ve ayinlerin, oruç ve eziyetlerin şekilciliğini ebediyen terk edip, manevi (içsel) mücadelenin önemini idrak etmem oldu. Onsekiz yaşındaydım; kararlılığımı herkesten gizledim, kimsenin niyetimi anlamasına izin vermedim. Kısa bir süre sonra son derece fazıl ve alim bir insan olan ve çocukluğumdan beri beni çok teşvik etmiş olan amcam da vefat etti. Beni derin bir üzüntüye sevkeden bu ölüm, dünyevi yaşamın hiçbir kıymeti olmadığına dair inancımı bir kez daha pekiştirdi.

[Bir süre sonra kahramanımız evden kaçarak seyyar bir derviş tarikatine katılır. Babasının adamları bütün vilayeti arayarak kendisini bulur, eve getirirler. Gene kaçar.  Çeşitli manastırlarda kalır, fakir dervişlerle seyahat eder, yoga ilminde kendini yetiştirir, çeşitli tapınak ve kutsal mahalleri ziyaret ederek hacı olur, bir süre ormanda inzivaya çekilir, Hindistan’ın en büyük Veda alimlerinden biri olarak ün kazanır. Tekke ve okullar kurar. 70’e yakın kitap yazar. Putperestliğe ve hurafelere karşı mücadelesi büyük bir ahlaki reform hareketine (Arya Samac) dönüşür. Nastik (ateist) olmakla suçlanır; ziyaret ettiği bazı şehirlerde yobazlar ayaklanarak kendisini linç etmeye kalkarlar. İngiliz idaresine karşı Hint birliğini ve özerkliği savunur. Müritlerinden birkaçı, 20. yy başlarında Hindistan bağımsızlığı hareketinin liderleri arasında yer alırlar.]

Ölümü
(Bu kısım Wikipedia’dan. Kaynağı ve gerçeklik derecesi nedir, bilmiyorum.)

Dayananda, Hindu tapınaklarında beslenen ve kutsal sayılan tehlikeli yılanları öldürmek gibi reform eylemlerinden ötürü çok sayıda suikast teşebbüsüne uğramıştı. 1883’te Jodhpur mihracesi, öğretisini tanımak ve öğrencisi olmak amacıyla onu sarayına davet etti. Dayananda sarayda misafir olduğu esnada mihracenin Nanhi Dan adlı bir rakkase kızla oynaştığına tanık oldu. Büyük bir cesaretle mihraceyi ayıplayarak, ona ahlaksızlıktan uzak durmasını ve dharma yolundan ayrılmamasını öğütledi.

Dayananda’nın müdahalesi rakkase kızın gücüne gitti; intikam almaya karar verdi. Mihracenin aşçısına rüşvet vererek Dayananda’yı zehirlemesini istedi. O akşam aşçı Dayananda’ya zehir ve cam tozu karıştırılmış bir bardak süt verdi. Dayananda sütü içtikten sonra uyudu, fakat kısa bir süre sonra büyük acılar içinde uyandı. Zehirlendiğini anlayarak midesini boşalttı, ama artık çok geçti. Dayanılmaz acılarla yatağa düştü. Tabiplerin müdahalesine rağmen durumu düzelmedi. Vücudu kanlı yaralarla kaplandı.

Dayananda’nın halini gören aşçı pişmanlığa kapılarak suçunu ona itiraf etti. Ölüm döşeğinde olan Dayananda aşçıyı affederek ona bir kese para bağışladı; Mihracenin adamları tarafından öldürülmemesi için krallıktan kaçmasını tavsiye etti. Sonra son nefesini verdi.



[1]Kuzeybatı Hindistan’da, Gucerat eyaletindedir. Mahatma Gandhi aynı ilçede doğmuş ve Saraswati’yi manevi önderlerinden biri saymıştır.
[2] Swami (derviş) yemini etmiş olan kimselerin ellerini paraya değdirmesi veya parayle ilgili bir iş yapması yasaktır.
[3] Tanrıça Gayatri’nin adıyla anılan bir ilahi ve ibadet yolu.
[4] Şri Rudram olarak da bilinen Rudradhyaya, Yayurveda’nın muhtasarı olan Taittiriya Samhita’dan alınan yirmiiki ilahiden oluşur.
[5]Yayurveda, en eski Sanskrit kutsal metinleri olan Veda’ların ikincisi olan külliyatın adıdır.
[6] Tanrı Şiva, bazı ibadetlerde, parthiva lingam(“zeker-i hümayun”) adı verilen penis heykeliyle temsil edilir.
[7] Panini MÖ 6. yüzyılda Sanskrit dilinin gramerini (sarf ve nahiv) kuramlaştıran dilbilimcidir. 3959 başlıktan (sutra) oluşan eseri, İngilizce basımında 1680 sayfadır. Yüzlerce yıl boyunca yazıya geçirilmeden ezber yoluyla aktarılmıştır.
[8] Urduca sözcük eski Hint düzeninde büyük arazi sahiplerine bağlı vergi mültezimini ifade eder.
[9] Deyim “zeker-i hümayun ibadeti” anlamındadır.
[10] Hint takviminde Magha ayının 13/14 gecesine rastlayan büyük Şiva yortusu.
[11] Üçer saatlik nöbetlerde yoga pozisyonunda oturarak tefekkür kastediliyor.
[12] Evrenlerin yaratılışı, tanrıların öyküleri, insanların ataları ve kral hanedanları hakkında bilgi veren eski Sanskrit metinleridir. Büyük Puranalar adı verilen ana metinler yaklaşık 450.000 mısra uzunluğundadır. Küçükleri daha fazladır.
[13]Sanskrit metinlerindeki zor ve belirsiz kelimelerin etimolojisine ilişkin ilim dalıdır. Arapça iştikak karşılığıdır.
[14] Veda’ların felsefi-batıni tefsirini içeren yorumlar külliyatıdır.
[15] İbadet usulüne ilişkin içtihatlar derlemesidir.
[16]Profesyonel dansöz ve şarkıcı kızların katıldığı eğlence. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder