3 Kasım 2012 Cumartesi

Ceylan gözlü, şeffaf bacaklı, dik memeli huriler


Arda Viraz Nâmag(“Erdemli Viraz’ın Kitabı”) takriben M 5. yüzyılda Sasanî egemenliğindeki İran’da kaleme alınmış. Metin dili Pehlevîce, yani İslam-öncesi devir Farsçası. Kitap, dindar ve erdemli bir insan olan Viraz’ın manevi yolculuğunu anlatıyor. Tanrıya itaati temsil eden Srôş (Yeni Farsça sürûş,“itaat”) önderliğinde Viraz, ölümden sonra ruhun geçeceği aşamalara tanık olur, Zerdüşt dininin hakikatlerini öğrenir.

İngilizce çeviri şurada: http://www.avesta.org/pahlavi/viraf.html. Orijinal metnin Latin harfleriyle transkripsiyonu şurada: http://titus.uni-frankfurt.de/texte/etcs/iran/miran/mpers/arda/arda.htm. Farsça üç beş biliyorsunuz elbette. Sabırla bakarsanız bunun da bir bölümünü sökebilirsiniz.

Kitabın dördüncü babında Viraz, Çinvâd köprüsünü geçerek, ruhların ölümden sonra geldiği güzel kokulu bahçeye ulaşır. Burada kendi dindarlığı ve erdemleri, güzel-suretli bir kadın kılığında (kanīg kirb ī nēk pad dīdan ī hu-rūst) karşısına çıkar. Kadının, göz okşayan ve ruhu dinlendiren, aşağıya doğru şişkin ve ihtişamlı memeleri vardır. Viraz kadına “sen kimsin?” diye sorar. “Yaşayanlar aleminde senden daha güzel-suretli (hu-çihrtar)ve muhteşem bir kadın görmedim.” Kadın cevap verir: “Ben senin ruhunun güzelliğiyim, ey güzel-düşünceli, güzel-sözlü, güzel-edimli, güzel-dinli genç.”

Burada ilgimizi çeken sözcük hu-rūst. Sözcüğün sonundaki +st, bizim +li ekine tekabül eden bir yapım eki. Yani sözcüğün yapısı hu-rū-st. Hu “iyi, güzel” demek, Yunanca eu (eu-thanasia, eu-genics, eu-calyptus, eu-phoria, eu-angelos vb.) eşdeğeri. Farsçadan bildiğimiz Hurrem (güzel-barış), Husrev (güzel-namlı), huner (güzel-marifet), humâyun (güzel-kutlu) sözcüklerinde bu hu var.

da tanıdık, halife-i rû-yi zemin (yer yüzünün halifesi), rû-be-rû (yüz yüze), Gülrû (gül yüzlü), Mehrû (ay yüzlü) vesaire. Kürtçe aynı anlamda, Rûken = “güler yüz(lü)”. Modern Farsçada “yüz” anlamı ağırlıkta, ama orijinal kapsam daha geniş: “bir şeyin dış görüntüsü, yüzey, fasad” ve aynı zamanda “ihtişam, güzellik.”

[Çihr ve çihre de aynı anlam sahalarına sahip bir sözcük: “1. çehre, surat, 2. ihtişam, güzellik.” Sanskritçesi çithra, “güzellik”.]

O halde hu-rû = “güzel-suretli”. Yukarıdakinden bin yıl daha öncesine ait Avesta dilinde hu-raodha diye geçiyor. Bartholomae, Altiranisches Wörterbuch, s. 1836-1837, Zerdüşt metinlerinden otuz kadar örnek vermiş. Beş altı tanesini çek ettim, hepsi de erdemli/dindar kişinin veya tanrının fiziksel güzelliğine dair. Benim anladığım şu: eski Zerdüşt metinlerinde sık sık geçen bir soyut tabir, orta devirde gayet sevimli bir imgeyle kişileştirilmiş, personifiye edilmiş yani.

*
İslami gelenekte hûrحور veya hûriye حورية adıyla anılan varlıklar, Kuran’da şöyle geçiyor. Duhan 54: كَذَلِكَ وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ“Onları hûr ˁîn ile evlendirdik.” Tûr 20:  وَزَوَّجْنَاهُم بِحُورٍ عِينٍ aynı. Vakıa 22-23: وَحُورٌ عِينٌكَأَمْثَالِ اللُّؤْلُؤِ الْمَكْنُونِ “(amellerinin mükâfatı olarak) saklı inciler gibi hûr ˁîn verilecek”. Rahman 72: حُورٌ مَّقْصُورَاتٌ فِي الْخِيَامِ “onlar çadırlar içinde saklı hûr’dur.”

Arabî sözlüklerin hepsi hûrsözcüğünü dişi ve çoğul kabul ediyor. Tekil biçimi dişi halde hawrâ حوراء ve eril halde ahwar أحور imiş. Bu sözcük Arapçada yaygın değil, ancak HWR (“beyaz olma, beyazlık, aydınlık”) kökünden “beyaz renkli” diye yorumlanabilir. Kuran'da üç kez hûr sözcüğüne bitişen ˁîn de anlamca muğlak bir kelime. Arapça ˁayn “göz” kökünden aˁyîn “koca gözlü” sıfatının çoğulu diye yorumlanması mümkün. Nitekim gramercilerin çoğu böyle yorumlamış.

Sonuç olarak elimizde “ak renkli koca gözler” gibi bir anlam var şimdilik. Ürkütücü.

Arapça sözlüklerde gezinmeye devam ediyoruz. Tüm sözlüklerin anası olan Kamus, hûr için “ceylan ve ineklerdeki gibi, akı çok ak ve karası çok kara olan gözlere sahip” demiş, dolayısıyla “gözün görünen kısmı çok karadır” diye eklemiş. Genel kabul gören görüş bu. Bana sorarsanız ben çırpınmış derim. “Ak gözlü ne demek? Olsa olsa akıyla karası belirgin demek. Demek ki kara gözlü demek.” Yok daha neler!
Türkçe mealler çırpınmaya devam etmiş. “Ceylan gözlü huriler”, “iri gözlü huriler”, “kara gözlü huriler”,  “iri kara gözlü eşler”, “güzel eşler”, “net görüşlü eşler”, “bembeyaz, şahin gözlü huriler”, “gözleri iri, elbiseleri tertemiz, renkleri beyaz cariyeler”, “güzel gözlü saf ve temiz eşler”, döktür döktürebildiğin kadar. Huri eğer “ceylan gözlü” demekse, ceylan gözlü hurilerne ola ki?

Hadislere girince daha fantastik bir aleme adım atıyoruz. Buhari’nin sahih saydığı bir hadise göre (54.476) huriler o kadar beyaz ve şeffaf tenlidir ki, ciltlerinin içinden bacak kemiklerinin iliği görünür. Buhari 55.544’e göre huriler işemez, dışkılamaz, tükürmez ve burunları akmaz. Tarakları altındandır ve terleri misk gibi kokar. Hepsi birbirinin aynıdır ve Adem babamız gibi boyları altmış arşındır. Sahih-i Muslim 40.6793’e göre hurilerin çehresi dolunay gibi beyaz ve aydınlık olacaktır. Cennette herkesin iki zevcesi olacaktır, ve vücutları bacak kemiğinin iliği görünecek şekilde şeffaf beyaz olacaktır. Bunları Hz. Muhammed Ebu-Hureyre’ye söylemiş. El Tirmizi’nin aktardığı hadise göre hurilerin bembeyaz cildi vardır ve içlerinde kemikleri inci ve yakut gibi ışıldar. Yukarıda belirtilenlere ek olarak adet halleri ve çocuk doğurma gibi mekruh özellikleri yoktur. Hepsi bakiredir; memeleri yuvarlak ve kalkık olur, sarkma yapmazlar. Bu bilgiler de yine sağlam sayılan bir aktarımla Muhammed’e dayandırılmış.

*
Şu kadarı bence net. İranî gelenekten aktarılan “güzel yüzlü” cennet kadınları, Arapça (ve Aramice) HWR köküyle birleştirilip “beyaz tenli, ak yüzlü” varlıklar olarak tahayyül edilmişler. Hadislerde aktarılanları doğru kabul edersek, Muhammed'in kendisi de kullandığı sözcüğün anlamından habersiz görünüyor. Diğer olasılık Muhammed, veya Kuran müellifi her kim ise, sözcüğü bilinçli olarak kullandı fakat İslami gelenekte bu anlam unutuldu veya yanlış yorumlandı. Bu ihtimal bana daha zayıf görünüyor.

Çözemediğim bir ufak soru: Kamus yazarı İranlıdır. Fars dilini iyi bilen biridir. Sözcüğün Farsi kökenini o nasıl atlamış olabilir acep?

*
Kaynakça da vereyim. Konuya ilk önce Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Quran, sf. 117 v.d.’da muttali olmuştum. Ancak Jeffery’nin makalesini özensiz buldum. Daha sonra geçen Temmuzda Berlin Devlet Kütüphanesinde çalışırken Geo Widengren, Muhammad, the apostle of God, and his ascension, sf. 186’da daha esaslı malzemeye ulaştım. Zerdüşt metinlerini internetten bulup inceledim. Hadisler de internette aranınca kolayca bulunuyor. Bartholomae’nin pdf’ini Mesut Keskin göndermişti. Ona da sık sık şükretme fırsatı buluyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder