Pera Müzesi'nde Andy Warhol'dan sonra gezdiğimiz ikinci sergi "Stephen Chambers: Büyük Ülke ve Diğer Hikayeler" oldu. Andy Warhol'un renkli dünyasından sonra Stephen Chambers'ın tarzını biraz karamsar buldum, bana çok hitap etmedi doğrusu... Sergi gelecek hafta sonuna kadar Pera Müzesi'nde ziyaret edilebilir, gidemeyecek olanlar da aşağıda çektiğim fotoğraflara bir göz atabilirler ;)
İngiliz sanatçı Stephen Chambers öncelikle bir ressam olarak tanınmakla birlikte, kariyeri boyunca ona zengin ve farklı sanatsal ifade araçları sağlamış baskı tekniği de genel pratiği içinde değişmez bir ilgi alanı olarak yerini koruyor.
Londra Kraliyet Sanat Akademisi'nde düzenlenen solo sergisi için 2012'de yapılmış görkemli çok parçalı baskı eseri "Büyük Ülke", bu mecraya deneysel yaklaşımının bir örneğini oluşturur ve sanatçının hem fikirlerini geliştirir hem de riskler alabileceği bir alan olarak baskının değerini ortaya koyar. Bu geniş ve tutkulu çalışma, bu serginin de odak ve başlangıç noktasını oluşturuyor.
Her biri ayrı olarak çerçevelenmiş, aynı boyutlarda 78 ayrı baskılı kağıt yaprağını bir araya getiren "Büyük Ülke" farklı ölçeklerdeki bir dizi vinyetten oluşur. William Wyler'in aynı adlı western filmine yapılan gönderme, Amerikan Ortabatısının görkemine ve sınırsızmış gibi görünen bu ülkede yeni ve daha iyi bir yaşam umudu taşıyan göçmenler ve sınıra yerleşenlerin deneyimlerini anıştırır.
Her figür silüete yakın bir biçimde resmedilerek sinemasal ve illüstratif bir nitelik yaratılır ve her yaprağı örten desenler görüntüyü kağıdın yüzeyine örme etkisi yapar. Yağlıboya resimlerde olduğu gibi belirli bir tarihsel zaman duygusu yoktur; figürlerin giysilerinin alışılmadık ve kostüm benzeri niteliğini belli bir kültüre oturtmak mümkün değildir. Bazı motifler tekrarlanır; yolculuğu ve toprak üzerinde çalışmayı anıştıran valiz ve at; insanın konfor ve barınak ihtiyacına işaret eden çiftlik evi ve yakılan ateşler. İşaret eden parmaklar hareketi, genellikle kalkış limanlarına doğru veya yeni bir ülkeye ayak basmak için ilerlemeyi temsil eder. İşin geneline yansıyan etki, insanoğlunun manzaranın muazzamlığıyla ilişkisini ve bunun içinde kendi mikro kozmosunu kurma denemelerini keşfederek, evrensel bir niteliğe sahip olmasıdır.
Tavşanlar Arasında (1993)
Bu olağandışı kompozisyon, karanlık ve güzellik arasındaki buluşma noktalarını keşfeder. Yatan kişi ölümü simgeler ama bedenin üzerindeki desenler ve bacaklar boyunca ilerleyen eğreltiotuna benzeyen yapraklar bir tür yenilenmeyi akla getirir. Bahar aylarını simgeleyen tavşanlar aynı zamanda yeni hayatı temsil eder. Chambers'ın ölümü resmetmeye yönelik ilgisi 15. yüzyılda yaşamış Dirk Bouts'un "Defin" (1450'ler civarı) adlı eserinde İsa'nın ölü bedeninin resmi karşısında duyduğu hayranlığa dayanır.
Tuhaf Duman (1989)
Sergilenen en erken tarihli bu eser Rönesans dini resimleri etkisini akla getirir. Ancak Chambers, bu resimde haçın yer almasının çarmıha germeye bir gönderme olmaktan çok bir "Batı uygarlığı simgesi" olarak kullanıldığına dikkat çeker. Haçın varlığından etkilenmeden dinlenen işçiler sonraki işlerde görülen figürlerden daha etraflı bir biçimde resmedilmiştir ama kopuş duyguları benzerdir. Burada Chambers derinlik ve uzamı görsel olarak tarif etmenin en etkili yolunu düşünür. Bu nedenle, Tuhaf Duman, sanatçının hala kendi görsel dilini belirlediği önemli bir noktayı işaret eder. Uzamın tarifi meselesi daha sonraki işlerinde çözüme kavuşmuştur, bunlara Chambers'ın açık ve sonsuz arka planlar sunduğu Büyük Ülke de dahildir.
Staccato Arazisi (1989)
Tuhaf Duman'da görülen, tahta ve kadim marangozluk hünerine duyulan ilgi, ahşap pano zemininin özenle gerçekleştirilmesinde de bulunabilir. Tahta yığınları motifi ilk kez bu işinde görülür. Değişen vinyetlerin ya da sahnelerin aynı kompozisyonda yer alması da ilk kez bu resimde kullanılmıştır.
Burada sanatçı formel perspektifi özellikle reddederken kazılı deliklerle derinlik duygusu yaratarak bir kaygısını ortaya koyar. Yaşamı kurmak ve sürdürmek için dünyayı yönlendirme ve idare etme fikri daha sonra Büyük Ülke baskısında da ele alınan bir temadır. Boyanın tonu, figürlerin hareketi, delikler ve perspektiften kaçınılması hep erken dönem Flaman ressamlarını hatırlatan unsurlardır.
Louis İçin (Savaş Ateşiyle) (1995)
Tek Parçalık Gerçek (1998)
Bu eserde gördüğümüz altın rengi arka planın yekpare bloklar şeklinde uygulanması, kareler halindeki incecik altın varakların yekpare bir altın varak kafesi oluşturacak şekilde yan yana dizildiği sulu yaldızlamayı hatırlatır. Rönesans mihrap parçalarından aşina olunan bu teknik burada çağdaş bir yaklaşımla kullanılır ve Stephen Chambers’ın sıkıntılı figürlerine aydınlık bir arka plan sağlar.
Elektrik (1995)
Türk Sakaları (2006)
Chambers'ın eserlerinin ortak özelliklerinden biri onlara evrensel bir cazibe sağlayan güzelliğidir. Kuşlar, onun için alışılmadık bir öznedir ve işin kompozisyonu da özgündür; ağaç dalları soyut, saran bir desen sağlar ve renkli ışıklar zinciri biçimi vurgular. Sanatçının bütün eserlerinde güzelliğin niteliği izleyicinin dikkatini çekme ve meşgul etme etkisine sahiptir.
Blake Resimleri
Serinin başlangıcı, 2002 yılında bir galerinin, çeşitli çağdaş sanatçılara verdiği siparişle Londra, Tate Gallery'de sergilenen William Blake'in resimlerini yeniden yorumlamalarını istemesine dayanır. Galerinin seçtiği sanatçılar arasında yer alan Chambers, bu sipariş üzerine üç iş gerçekleştirdi ve daha sonra seriye devam etme isteği duydu. İşlerin çoğu Blake'in "Cennetin Kapısı" adlı eserinden türemişti. Sonraki işler yorumlama olarak daha az doğrudandır; Blake'in İncil hikayelerini, resmedilmiş sahnelere daha çağdaş yorumlar getirerek değişken anlatılara tercüme eder. Örneğin "Makas" ve "İki Kara Melek"te, melek rahatı kaçmış bir yörünge sunar. Chambers her zaman William Blake'i hem asi hem de sıradan İngiliz tipini temsil eden biri olarak görmüştür.
Makas (2002-2006)
Kılıç (2002-2006)
Harman (2002-2006)
Bulunmuş Küçük Çocuk (2007)
İki Siyah Melek (2006)
Siyah Kasket (2002-2006)
Kömürcü Kızkardeşim (2006)
Yıkılmaz Ağaç (2001)
Azize Ursula (Tazı ve Aşk ile) (2007)
Bela Belayı Bulur
20 aside yedirme baskıdan oluşan bu sıradışı seri Chambers'ın, Hindu tanrıçası Kali'nin Norveç tantısı Loki ile buluşmasıyla oluşacak çarpışma üzerine düşünmesiyle başladı. Ardından Chambers, kurgu metinlerin sayfalarında var olan veya farklı dönemlerde yaşamış ve gerçekte asla buluşamayacak karakterler arasında hayali ilişkiler kurmaya başladı. Büyük Ülke baskısında olduğu gibi, burada da Chambers'ın hayal ettiği gerilimler, imgelerin zengin zarafetiyle yumuşatılıyor. Figürlerin üzerinde görülen karmaşık ayrıntılar önceki resimlerinde de uyguladığı bir tekniktir ve nötr bir arka plana karşı figürleri etkili bir biçimde vurgular, bu hayali kahramanların karmaşık psikolojik durumlarıyla ilgili duyguyu izleyiciye aktarır.
Venedik Baskıları
Chambers bu monotip baskıları (renk uygulama yöntemi sayesinde kağıt üzerine yapılmış resimleri andıran tek nüsha baskı) 2005'te Venedik'teki iki haftalık bir baskı ihtisası sırasında geliştirdi. İlhamını Bizans mimarisi kadar Venedik'in zengin tarihi, güzel sanatlar birikimi ve modern hayatından alır.
Kişiler arasındaki iletişim, Büyük Ülke'de de görülen konuşma balonlarıyla sağlanır, bunların boş olması izleyiciyi iletişimin doğası üzerine düşünmeye davet eder. Büyük Ülke'de olduğu gibi bu işlerde de imgenin üzerine gelen ve görüntüyü bir arada tutacak şekilde "diken" bir mekanizma görevi gören kozmik soyut desen dikkati çeker.
Flaman Atasözleri
Pera Müzesi’ndeki sergiye özel olarak üretilen ve ilk kez sergilenen Flaman Atasözleri serisinin esin kaynağını, Chambers’ın uzun zamandır hayranlık duyduğu Pieter Brueghel’in (yak. 1525–1569) On İki Flaman Atasözü oluşturur. William Blake’ten yola çıkarak hazırladığı Cennetin Kapıları serisinde olduğu gibi, Chambers ilişkilendiği eserlerin uyarlamasını yapma ilhamı içindeydi. Brueghel’in bu on iki işi Chambers için, her birinin anlattığı masalla, bir cazibe kaynağıydı; zamansız olan ve insan zaafını, kibrini, oburluğunu ve daha pek çok şeyi gözler önüne seren bu atasözleri sanatçının deyişiyle "insan davranışıyla ilgili ebedi gerçeklerdir".
"Üzgün üzgün bakıp düşünmenin manası ne, buzağı boğulunca, kuyuyu doldururum iyice"
Bu resim buzağısının boğulduğunu görünce kuyuyu doldurarak “cezalandıran” ve böylece sonradan olacakları da çeken bir çiftçiyi gösterir.
"Ben zayıflarım, öteki şişmanlar, hep ağın arkasında balık tutarım"
"Faydasız işlere meyyal olan, domuzun yoluna gül döker"
"Neyi kovalarsam kovalayayım yakalayamam, hep aya karşı işerim"
"Ben bir dalkavuğum ve öyle bir mizacım var ki hep pelerinimi rüzgara savuruyorum"
"Zırhımı giydim, kılıcımı kuşandım, artık yiğit bir horozum, kedinin boynuna çanı takarım"
Bu resim, tepeden tırnağa silahlanmış bir adamı anlatır, o kadar yüreklenmiştir ki bir kedinin boynuna bir çan takacak cesareti bulur.
"Yanlış zamanda zar atan, sarhoşken içen, hem itibarından olur hem kokar"
"Komşumun sefası içime dokunur, şavkı suya düşen güneşe katlanamam"
"Mavi bir pelerinin altına saklanırım ama ne kadar saklansam da hemen tanınırım"
"Bir elimde ateş, bir elimde su, gevezelerin ve dedikoducuların yanında ağzımı sımsıkı tutarım"
"Hemen parlarım, suratsızım ve sonuçta koşup duvara kafamı çarparım"
Sergi hakkında aktarabileceğim fotoğraflar ve notların burada sonuna geldik, bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder