8 Haziran 2013 Cumartesi

Dalyarak Risalesi: AKP’li Macit Konuştu, Dilbilim Kazandı

Dalyarak ne kadar eskidir, kestirmek zor. Bula bula Engin Ardıç’ın 1987 tarihli bir makalesinde buldum, orada da yüzü tutmamış, “dalyaprak, daltarak” diye cilve yapmış. A. Fikri’nin Lugat-ı Garibe’sinde (1889), Mihailov’un İstanbul argosu sözlüğünde (1930), Osman Cemal Kaygılı’nın Argo Lugati’nde (1932) yok. Oysa benim çocukluğumun sokaklarında (1960’lar) yaygın bir deyimdi diye hatırlıyorum. Daltaşak versiyonu da ayrıca mevcuttur.

Dallama bunun az kibarize halidir. O biraz daha yaygın olarak matbuata yansımış. 1940’lardan örneğini buldum. 1990’lardan itibaren Cumhuriyet gibi ağırbaşlı gazetelere bile sızmış tek tük. 1940’larda dallama varsa, dalyarak daha eski olmalı diye akıl yürütebiliyorum.

Ahmet Vefik Paşa lugati (1876) daltaban’a yer vermiş, “pabuçsuz, ayak takımı” demiş. Sanırım burada dal+ birimini “yalın, çıplak” anlamında yorumlamış. Yaygın bir görüştür, ama bana pek inandırıcı gelmiyor. Bana sorarsanız daltaban da burada dalyarağın evcilleşmiş halidir. Yani Vefik Paşa zamanında daltaban varsa, dalyarak haydi haydi vardır bence.

Meninski sözlüğünde (1680) dalkılıç var, dal دال maddesi altında, “vibrato gladio” demiş, yani “kılıcını sallayarak veya çırparak”. Dalkavuk var, “kavuk sallayan, müdahin” diye Türkçe şerhetmiş. “Kavuk sallamak” Türkçede 20. yy’a dek yaygın deyimdir. “Evet efendim, haklı buyurdunuz efendim” diye kafa sallayarak amire yağ çekme anlamında kullanılır.

Yarak, malum, Türkçe: “1. her türlü gereç, donanım, armatür,” dolayısıyla “2. silah, kılıç,” dolayısıyla, 3. güncel anlamı. Dalyarak o halde aşağı yukarı dalkılıç ile aynı anlamda. Dalyatağan da var, misal Enderunlu Vasıf’tan: “Daye-i Cezair-i nazmım ki felekte/keşti-i beyanımda suhan dal yatağandır”. Eski zaman megalomanları bugünkülere fark atarmış, breh.

Peki dal ne demek? Ağaç dalındaki dalla alakalı olmadığı belli. Ama ne?

*
Türkiye Türkçesindeki dal Eski Asya Türkçesinde tal olur, oradan arayalım. Talmak, Divan-ı Lugat-i Türk’te (1070) yok. Clauson’a göre Eski Uygurcada “bayılmak, bilincini yitirmek” anlamındaymış. Çağataycada (15. yy) “hasta olmak, bitap düşmek.” Kitab-ül İdrak adlı Kıpçakça sözlükte (1312) yine “bitap düşmek”. Ama Rumîler (yani Anadolulular) “suya dalmak” anlamında da kullanır diye ayrıca belirtmiş yazar. Buradan bize ipucu çıkar mı? Çıkmaz, sanmam.

Ama Divan-ı Lugat-i Türk’te başka şeyler de var. Mesela. Talğan: tutarık adı da verilen sara hastalığı, ki titreme ve çırpınmayla gelir.  Talğurmak: içi bulanmak, midesi altüst olmak. Talbınmakveya talpınmak: kuşun veya suyun çırpınması. Talpışmak, kanat çırpışmak veya deniz dalgalanmak. Talkıtmak: hayvanın sırtındaki yükü dürterek yerleşmesini sağlamak demekmiş; ayrıca defetmek, savmak, bir işi önemsemeyip ertelemek. Hımm, bizim “sallamak” dediğimiz şey değil mi? Talka: koruk, veya koruk salkımı. Acaba bunun da esas anlamı salkım mıdır, Farsça âveng karşılığı, sarkan ve sallanan şey?

Bunların hepsinin ardında ben “sallamak, çırpmak” anlamına gelen bir *tal- fiili görüyorum, acep yanılıyor muyum? Orta Asya Türkçesinde 11. yy’dan önce kullanımdan düşmüş, ama belli ki türevleri kalmış.

Nitekim ahanda burada, Tarama Sözlüğü II.983, 15. yy’dan Anadolu Türkçesi örneği: “Bir nesneyi el ile yukarı kaldırıp dalmak? (dallamak? طالمق) ve sallamak, ağır mı veya yeğni mi göreyin deyü”. Deyim dallamak ve sallamak, eline alıp tartmak demekmiş. Yeğni, “hafif”in Türkçesi.

O halde: dalkavuk = kavuk sallayan. Dalkılıç = kılıç sallayan. Dalyarak = yarak sallayan. Ki güzel Türkçemizde buna salak veya sallak da denir. Meninski, col. 2922, bu son sözcüğü “priapus” diye çevirmiş,ki tam manasıyla uyar.

*
“Denizde çalkantı” anlamında dalga sözcüğü Türkiye Türkçesine mahsus. En erken örneklerde dalaz/talazgörülüyor: “geldi ol gemilere bir katı yel ve geldi anlara talaz/dalaz her taraftan,” yaklaşık 1430’lardan. Dalazlanmak/talazlanmak“dalgalanmak” 19. yy’a kadar yaygındır; Anadolu ağızlarında hala tek tük kullanılır. Yine 15. yy’dan itibaren dalğa/talğa: “fetret ola dalğalıkdur rûzigâr / âdemî endîşe kılur hûr u zâr”. Kitabül İdrak’ın 15. yy’da yazılmış Kıpçakça haşiyesinde de talğageçiyor. Bunlarla çağdaş Çağatay Türkçesinde tercih edilen biçim ise talğak: “talğak ve tûfan ve yağın ve çapkun bolur”.

Eski Ortaasya Türkçesinde bunlara yakın veya eşdeğer bir sözcük yok. Sonradan çıkmış bir tabir diyeceğiz, ama yok, o da değil. Çünkü Moğolca dolgiya= dalga. Dolgi- fiili “dalgalanmak, sıçramak, çırpınmak”. 

Türkçe sözcüğün Moğolcadan alıntı olması akla yakın değil, Moğolcanın Türkçeden alınmış olması daha bir mümkün. Eee, o zaman? Oğuzca ve Kıpçakçanın atası olan Eski Batı Türkçesi ile Moğolca arasında bir köprü mü var? Orta Asya Türkçesini nasıl baypas etmişler? Anlamak zor. Hem bu tek örnek değil, sekiz on tane daha sayabiliyorum böyle, Oğuzca ve Anadolu Türkçesi ile Moğolca arasında ortak olup, Eski Orta Asya Türkçesinde bulunmayan kelime.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder