5-6 Ekim, Winterthur. Ermeni Tarihine Yeni Yaklaşımlar Konferansı. R. Hovannisian bayat klişeleri tekrarladı.[1]Buna karşılık Profesör Zekiyan bir şaheserdi.[2]Dört saat konuştu. Eski ve yeni Ermeni tarihinden örneklerle, Ermenilerin Doğu ile Batı arasındaki ikircikli konumlarını ne zaman ve hangi koşullarda avantaja çevirebildiklerini anlattı. Tanıştık. Heyecan duyduğumu söyledim. Venedik’e davet etti. Haftaya gelirim, bir iki gün sohbet ederiz dedim. Yazık ki vakit yetmedi, gidemedim.
İyi tarihçi, tarihte başkalarının göremediği detayları görebilendir. Ancak iyi bir tarihçi bugüne dair taze bir şey söyleyebiliyor sanırım. Ya da: geçmişe taze bir gözle bakabilen, bugüne de taze bir bakış getirebiliyor. Aynı yeteneğin belki iki ayrı tezahürü.
7 Ekim: Gimmelwald. 1300 metrede, İsviçre’nin en güzel köyü. Teleferikle çıkılıyor. Araba ulaşımı yok. Dört-beş pansiyon, bir tane bar ve herşeyci dükkânı, bazısı 1500’lü yıllardan yirmi-otuz çiftlik evi, birkaç yüz inek. 1990’dan beri birkaç kez gitmişliğim var.
Köyde hava bozuktu, ama yukarısı Alplerin en muhteşem yaylalarından biri, gök pırıl pırıl. Teleferikle 2677 metreye çıkıp oradan aşağı beş saatte yürüdük. Haşat olduk.
Pansiyon sahibi Ollie esasen İsveçliymiş. Otuz sene önce buraya gelip yerleşmiş. Hayvancılık ve dağcılıkla uğraşıyor. Ayrıca kemancı ve insan hakları aktivisti. Ermenistan’dan birtakım rejim muhaliflerinin İsviçre’ye iltica etmelerine aracı olmuşlar. Uzun uzun onları anlattı.
8 Ekim: Lausanne Otelcilik Okulu.[3] Bir sürü güzel yüzlü genç, kusursuzluk eğitimi görüyorlar. Gıpta ettim. Sonra hüzün bastı. Sözde otelci ve restorancıyız, haybeye iş yapıyoruz, amatörüz duygusuna kapıldım.
Avrupa’nın iç halkalarına girince o duygu çöker insana. Çok çalışmışlar. Çok emek vermişler. Şimdi o emeğin esiri olmuşlar. Pygmalion gibi, yarattıkları esere aşıklar.
9 Ekim: Cenevre yakınında Coppet şatosu.[4] Mme de Staël’ın sürgündeki evi, salonu, yatak odası. Yanda “Avrupa’nın en güzel kadını” Mme Récamier’nin odası. Her ikisi de, benim en sevdiğim yazar olan Benjamin Constant’ın sevgilisi olmuşlar. Constant’ın de Staël’dan olan evlilik dışı kızı Albertine meğer Broglie düküyle evlenmiş. Şimdiki Broglie prensiyle[5]1999’da La Bourdaisière’de tanışmıştık, şatosunda kaldık. Albertine’in beşinci kuşak torunu imiş. Kendini deliler gibi bahçevanlığa vermişti, şatonun bahçesinde 200 farklı cins domates yetiştiriyordu. Şimdi de dünyanın en büyük böcek koleksiyonunu almış, Paris’te böcek müzesi kuruyormuş.
9 Ekim: Freney, Voltaire’in malikânesi.[6] İhtiyar tilkinin evi Fransa sınırının hemen içindeymiş. Arkadaki parkın içinden onbeş dakika yürüyünce, kimsenin ruhu duymadan İsviçre’desin, kralın adamları avuçlarını yalar. Yaşamı boyunca tutuklanma tehlikesiyle yaşayan biri için ideal konut.
10 Ekim: Cremona, kemanın anavatanı. Yeni keman müzesi geçen ay açılmış, bir modern müzecilik şaheseri. Antonio Stradivari’nin atölyesinin bütün aksam ve edevatı, hakiki, kokusu dahil. 1500 küsurdan beri dünyada bilinen tüm keman imalathanelerinin interaktif haritası, ses örnekleri dahil. Dünyadaki tüm Amati ve Stradivari kemanlarının ses örnekleri. Cremona keman yapımcıları loncasına kayıtlı tüm keman ustalarının interaktif katalogu. 50-60 tane güzel insan, fotoğraflarına bakmaya doyamadım.[7]
10 Ekim. Salò ve Gargnano. Mussolini ve hempalarının son sığınağı. Çağı geçmiş bir aristokrasinin tohuma kaçmış şaşaası; gruplar halinde ihtiyar Alman turistler. Mussolini’yi düşünüyorsun: Mütevazı bir aileden gelmiş, yükselmiş, mutlak iktidarın şehvetini tatmış, kendisini ve sınıfını aşağılayanları tir tir titretmiş. Sonra düşmüş. Son aylarını onların mekânında kafese kıstırılmış, ölümü bekleyerek geçirmiş.
Bir yönüyle, sınıf atlamanın imkânsızlığı orada gördüğün. Diğer yönüyle, kendini ustaca savunan Avrupa medeniyetinin, kaskatı kesilip ölmesi.
Radyoda haber-analiz: İtalya’nın Alman azınlığının yaşadığı Südtirol özerk ilinde gençler askerliğini İtalyan Cumhuriyeti ordusunda yapmaktansa Südtirol il milis kuvvetinde yapmayı tercih ediyormuş. Anayasaya göre Südtirol halkı referandumla bağımsızlık ilan etmeye veya başka bir ülkeye katılmaya karar verirse, İtalyan ordusu 48 saat içinde il sınırlarını terketmeyi, polis ve jandarma birimlerini yerel yönetime devretmeyi vs. taahhüt etmiş.
11 Ekim: Müstair. Almanca-Rumanşça çift dilli bir dergi bulundu, sabaha kadar Rumanş dili çalışıldı. Dört beş seneden beri taktım bu dile, şimdi okuduğumun %80’ini iyi kötü anlayabiliyorum. Burada konuştukları lehçe 2008’e dek Vallader lehçesine göre yazılırmış. O tarihte imla reformu yapıp Rumantsch Grischun standardını benimsemişler.[8]Vallader lehçesine özgü ü ve ö harfleri kalkmış. Bütün seslileri diftongize etme eğilimi var (Münster yerine Müstair, vulp yerine vuolp). Bütün kalın k’lar Konyalılar gibi kh okunuyor (chasa chantunal = casa cantonale). Mardinliler gibi a’ları o yapıyorlar.
Köye adını veren Son Jon manastırı 780 yılında kurulmuş. O yıllardan kalma duvar resimleri halen duruyor. İçeride melek yüzlü dokuz ihtiyar rahibe, bir ihtiyar vekilharç, bir sürü inek. İbadetten arta kalan vakitte mandıracılık yapar, peynir üretirlermiş. Ayrıca köy çocukları için kreş, bir de misafirhane işletiyorlar.[9]
Gece 60 santim kar yağmış. Dağa daha da fazla inmiş, yollar kapanmış. Uçağı kaçırdık, sefil olduk. 400 euro fark ödeyip akşam uçağına zar zor yer bulabildik.
[7] Müze için http://www.museodelviolino.org/en. Sanatkârlar için http://www.cremonaliuteria.it/I_LIUTAI/803, ama buradaki resimler o kadar iyi değil. Müzedeki portreler adamların ruhunu yakalamış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder