Beyniniz onu nasıl beslediğinize göre en iyi arkadaşınız ya da en kötü düşmanınız olabilir. Her gün beynimizi ne kadar fazla çöp düşünceyle doldurduğumuza inanamazsınız! Neden beyinlerimize pozitif girişler yapmayalım? Çok kolaylıkla yapabiliriz. Olumlu onaylamalar ve düşünceler bir şeyin varolduğuna ya da gerçek olduğuna bizi inandırır. Bu koşullarda pozitif onaylamalar temelde kendimiz veya başka bir şeyin doğru olduğuna dair inancımızı pekiştirir. Bu aktivite içimizdeki dünyamız dışımıza vurduğumuz için pozitif sonuçlar doğurur.
Bir çoğumuz pozitif onaylayan düşüncelerle kendimizi beslemede zorlanıyoruz. Yapabilen kişiler dahi bazen bilincimiz tarafından "engellere" çarptırılıyor. Öyle ki bilincimiz bazen cesaretimizi kıracak derecede inançlarımızı sorguluyor.
Bilinçaltımız ise aldığı komutları hiç sorgulamadan kabul eder. Böylece pozitif onaylamalar da onlarla beslenirse bilinçaltı tarafından mecburen kabul edilir. Peki, bilinçaltınızı günlük aktivitelerinizi yaparken veya evinizde dinlenirken pozitif onaylamalarla beslediğinizi hayal edin.
İşte mindmp3.com yaratıcıları tam da bunu düşünerek sitelerini oluşturmuşlar.
Örnek müzikler için tıklayın.
Mindmp3.com sitesi e-bültenlerine üye olduğunuzda size aralıklarla beyninizi geliştirecek frekanslarda hazırlanmış çeşitli müzikler hediye ediyor. Sitede oldukça kuvvetli bilinçaltı onaylamalarını karışık türlerde müzik ve rahatlatıcı, sakinleştirici seslerle birleştiren mp3 albümlerinden seçebiliyorsunuz.
Bu müzikler sessiz bilinçaltı mesajları tekniği (silent subliminal messaging, mindzoom.net sitesi) kullanarak oluşturulmuş.Bu teknik yüksek frekansta bir zarf içinde beyine ulaşan ancak insan kulağı ile duyulamayan bir konuşmayı beyninize iletiyor.
Pek çok dünyaca ünlü başarılı sprocu, iş adamı ve sanatçının kulandığı bu inanılmaz teknik hayatınızda şu gelişmeleri sağlayabiliyor:
- Kötü alışkanlıkları yenmenizi
- Kilo vermenizi
- Daha rahat uyumanızı
- Daha hızlı öğrenmenizi
- Hafızanızı geliştirmenizi
- Kokularınızı yenmenizi
- Sosyal yeteneklerinizi geliştirmenizi
- İlerlemenize mani olan engelleri aşmanızı
- Duygularınızı anlamanızı
- İş başarılarınızı katlandırarak artırmanızı
- Genel başarı seviyenizi artırmanızı
Bu müzikleri almak için 3 iyi sebep ise:
1) Orjinal ve yenilikçi olmaları
2) İşleyen tekniklere dayanıyor (Bu teknolojiler 100 senelik araştırmalara dayanıyor)
3) Kullanması çok kolay ve zamanınızı boşa harcamıyor
Eğer gerçekten kişisel gelişim seviyenizi artırmak istiyorsanız Mindmp3.com sitesine girip bugün bir albüm inceleyebilirsiniz.
Örnek müzikler için buraya bakabilirsiniz.
Böylece 2 dakikadan kısa sürede hayatınızı değiştirecek pozitif onaylamalara ulaşabileceğiniz müziklere ulaşabilirsiniz.
Beyin dalgaları teknolojisi müziklerini alabileceğiniz diğer siteler de şöyle:
Brain Evolution System (Ücretsiz demo için linke tıklayın.)
Brain Salon ürünü
Rahat bir uyku için sleep salon ürünü
Videoda İngilizce olarak bu teknolojinin nasıl çalıştığını izleyebilirsiniz.
Video açılmazsa: http://www.brainev.com/tv
Not: Bu tip beyin frekansları içeren müzik teknolojileri 18 yaş üstü kişilere öneriliyor. Daha küçükler için uygun değil. Daha küçükler rahatlatıcı doğa müzikleri ve klasik müzik dinlemeliler.
Ben telefonuma şimdiden bir kaç tane rahatlatıcı müzik albümü indirdim. Siz de bu teknolojiyi kullanıyor musunuz? Yorumlarınızı okumaktan memnuniyet duyarım.
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Ocak 2014 Pazartesi
21 Aralık 2013 Cumartesi
Müzik ruhun gıdası
Geçen seferki hapiste uzunca süre tek müziğim Brahms’ın Ein deutsches Requiem’iydi. Karajan’ın 1947 kaydı, sopranoda gencecik Elisabeth Schwarzkopf. Her gün iki üç defa dinledim. Brahms’ın armonileri ilk bakışta basit görünür, eşlik etmeye kalkarsan fark edersin altta ne kadar karmaşık sesler olduğunu. Şimdi başından sonuna beynime kazınmıştır, bir akorunu duysam tüylerim diken diken olur.
Selig sind, die da Leid tragen, denn sie sollen getröstet werden. Die mit Tränen säen, werden mit Freuden ernten.
Oradaki “Freuden” üzerinde bir patlama var ki, ömre bedel.
Yahut ikinci bölümün sekizinci dakikasına doğru, “Denn alles Fleisch ist wie Gras und alle Herrlichkeit des Menschen wie des Grases Blumen” mısraına doğru tırmanan trombon fanfarı. Duvarları yıkarsın o müzikle.
Yahut üçüncü bölümün sonundaki büyük koral:
Der Gerechten Seelen sind in Gottes Hand und keine Qual rühret sie an.
*
1985’te tek yönlü bir pasaportla beni Türkiye’ye gönderdiler. Geldiğimde ne olacağı belli değil. Tutuklanır mıyım? Hangi zindanda ne kadar kalırım? Meçhul.
Yolda birkaç saat Belgrad’da mola verdim. Daha uçaktayken başlamıştı; orada Meydan civarında volta atarken beynimi büsbütün esir aldı, başka hiçbir şey düşünemez oldum. Matthaeus Passion’un ilk korosu, baştan sona nota kaçırmadan hatırlıyorum, sonra her bir parti diğerinin üstüne binip devasa bir kontrpuana dönüşüyor, Bach’ın bile aklına gelmeyecek melodiler keşfediyorsun o yumağın içinde:
Sehet! Wen? Den Bräutigam.
Seht ihn! Wie? Als wie ein Lamm!
Sehet! Was? Seht die Geduld.
Seht! Wohin? Auf unsre Schuld.
O dönemde Peter Schreier’in Staatskapelle Dresden ile yaptığı kayıt var kulağımda. Schreier o müziğin dans ögesini vurgular, çarmıh yolunu kederli ve içe dönük muazzam bir raks olarak okur. Kolaysa her tarafın hoplamadan aklından geçir bakalım!
Şimdi Matthaeus Passion’da favorim Philippe Herreweghe’nin 1998’de yaptığı Andreas Scholl’lu kaydı. Daha elektrikli sanki.
*
Başka bir sahne, 2008 yazı, Ali’nin Kazancı Yokuşundaki evinde tek başımayım, dışarıda yapış yapış iğrenç bir sıcak. Bütün dünya tepeme yıkılmış, konuşacak kimse yok, küçük sevgilim de terketmiş. Londra’ya mı gitsem? Etiyopya’ya mı göçsem? İlla hapse girmek lazım değil, dışarısı da hapisten beter olabilir bazen.
O günün anısı da Missa Solemnis’tir. İlk üç bölümü boş ver; Sanctus’ta olağanüstü bir aleme adım atarsın. Önce gitgide yalnızlaşan, bu dünyanın kaygılarını terkeden bir dua: “Benedictus qui venit in nomine domini.” Sonra, en beklemediğin anda yerçekimi ortadan kalkar, başka bir boyuta kanatlanırsın: “Osanna in excelsis.” Tüm müzik tarihinin en büyülü anını söyle dersen işte o andır. Daha önce fark etmemiştim, o gün fark ettim. Karajan’ın Christa Ludwig’li Viyana Filarmonik kaydından dinleseniz belki siz de fark edersiniz.
Beethoven’in son dönem eserlerinde buna benzer anlar vardır. 32’nci sonatın yavaş bölümünde beşinci çeşitlemeden itibaren girdiğin yerçekimsiz alan mesela. Ya da Diabelli çeşitlemelerinin 24’üncüsünden itibaren adım adım içine yuvarlandığın tuhaf alem.
Gene de Missa Solemnis’in yanına hiç biri yaklaşamaz.
18 Ekim 2013 Cuma
29 Mayıs 2013 Çarşamba
Ben Bir Baskasidir.!
Bir şehir, ben ve hepsi de buydu.
On sekiz yaşında insanlardan yorulmuştum. Kirk-elli insanin ayni odada uyudugu yatakhanelerden bin kisilik yurtlara kadar her türlüsünde konaklamistik ögrenci yurtlarinin.. Bir süre sonra dayanamadim, bir daha asla diyerek henüz universiteye gitmez iken eve ciktim. Sonrasinda ise hep ev oldu.. Yurt denildigi vakit istemsiz bir sekilde morali bozulan, kimi durumlar karsisinda paranoyak tepkiler veren insan oluvermistim sabahin altisinda kalkilan etütler ile gecirilen on üc yilin ardindan.. Dolayisla alti yil boyunca Ankarada her yerde kaldim, yurt haric.. Ve yine de aksamin dokuzundan sonra disarida kaldigim her an yanlis yapiyor hissini en derinden yasadim. Her gec kalktigimda bir kurali yikmis oldugum duygusuyla uyandim sabaha, düzene karsi durus aslinda böyle böyle istemsiz bir sekilde önce iceride basladi.. Almanyada ise Münih gibi son derece pahali bir sehirde dahi iki odali bir eve ciktim.. Velhasil yaklasik on yil sonra yine döndüm, dolastim ve bu yeni sehirde bir ögrenci yurduna geldim.
Bir oda, ben ve yeni bir sehir.
Beni bu sehirde kimse tanimiyor. Yeni tanidigim insanlarin hicbirisi geride kalan yillarin ortalamasi olan bu kimligi algilayamiyor. Bu algilanan kimlik ile kimse beni ve hareketlerimi baski altina alip beklentilerle esir etmiyorlar.. Yüzüme dogru baktiklari zaman beni göremiyorlar. Kendimi görünmez kilmistim, azat etmistim insanlarin algisindan. Yanimda odalar, odalarin icerisinde insanlar ve o insanlarin bakislarinda yepyeni ya da gercekle sanılanın karısımı bir ben. Benim icin önemli olan gercek ya da sahtenin disinda varolan eskinin sona erdirilmesi. Arayistan ziyade luzumsuz bir baskidan kacis. Sehri turluyorum, yeni tanistigim insanlarin davetlerine istirak ediyorum ve sonrasinda kısa süreli iliskiler yasiyorum ya da yarim yamalak ingilizcemle yaklasabildiğim almanca bilmeyen güney amerikalilarla beraber karsiliyorum dogan günesi..
Özenle seciyorum insanlarimi,ne kadar az kelime o kadar az borges..
..bir oda, gayet yeni bir sehir, futbol.
Pazar ogle sonrasi alman cafesine gidip birami icerken bundesliga seyrediyorum ve akabinde hemen yirmi metre ilerisindeki karadeniz kahvehasine gider iken salimi cikariyorum, gömlegin iki dügmesini acip anahtarlari da tesbih gibi sallayarak iceri giriyorum selamün aleykum diyerekten.. Ne orada ne burada ne de baska yerde siritiyorum herkes cok seviyor beni, birami da cayimi da ismarlayan oluyor olmadi ben tüm kahvehaneye yeni borgesin serefine söylüyorum caylari, biralari.. karismiyorum hic. Onlar da beni karistirmiyorlar, üzerime gecirdigime uygun davranislar sergiliyorlar.. Gercekten inaniyorum kendime ve bazen fazlasiyla kaptiriyorum kendimi.. Bir Galatasaray macinda ekranda beliren Adnan Polat'a küfürler savuran insan isin icine aleviligi filan katinca inletiyorum ortalığı. yeniyi sonradan görme iştahıyla sahiplenip abartıyorum birden..
..bir oda, bir ben ve yepyeni bir sehir.
Sehir yeni kalmali diyorum hep.. hic konusmadan anlastigim hatunlarin bir kismi siniri asip bana dogru geldiklerinde uzaklasıveriyorum hemen. Tehlike arzeden durumlar icin artik eve geri dönme kurali koyuyorum kendime. Her zaman geri geliyorum kapisindan bir baskasi olarak ciktigim yere.. Okula gidiyorum, ise gidiyorum ve yeni borgesleri kesfediyorum icimde.. Ne cok parcaya bölmüsler beni ve en acisi da sanki bunlar yokmuscasina, hepsi bir bütünmüscesine tutarli olmak zorunda kaldigim yillarda cektigim acilar geliyor aklima.. Tekrardan cikiyorum disariya ve eski isyerimdeki yeni arkadasimi ziyaret ediyorum bölgenin en lüks mekaninda. Bu sefer en oturakli borgesi cikariyorum icimden ve yola koyuluyorum. Bir arkadasi ziyarete diye gittigim yerde aynisindan alti tane daha buldugumda ise hic sorun etmedim.. Henüz adini ilk defa menüde gördügüm bir ickiyi ismarlama arifesinde Almanya'da yasayan ama tek cümle almanca bilmeyen Türklere konu nasil gelmisti, bilmiyorum. O dedim, bahsettiginiz insan, benim annanem, uzatmayin. Altiya karsi yetmis iki, mümkün degil yenemezsiniz beni. Birakin basladigimiz yerden devam edelim, kantin ahlakindan goethenin muhtesemliginden ve almanlarin güzelliginden bahsedelim, serefinize icelim ama dinlemediler, ben de dinleyebilecekleri düzeye erisiverdim hemen. Sasirdilar.. Hakaret ettim, küfre yakin cümleler kurdum. Üstelik öyle bir yapiyordum ki kimse yerinden kipirdayamiyordu ya da o denli saskinlik söz konusuydu. uyarmistim, yeni bir sehirdeyim demistim size ki henüz odamdan ve icerisinde barindirdigim yüzlerce insandan bahsetmedim. Tutarlılık denilen nanenin absürdlügünü kavramıs ve artık olusan kosullarin cikardigi her kimligi sahipleniyordum, özgürdüm bu yeni sehirde..
Elestiri adi altinda asagilama kültürü narsizmin bir parcasidir ve insanin kendisini yüceltmesinin bir baska yolunu da icerisinde barindirir. Almanlarin bir kismi eskiden nazizm altinda sahnenin en önde olma yarisina girmislerdi, simdi de elestiri adi altinda bir baska kilif ile bunu yapmaya calisiyorlar. Ankarada da sürekli olarak bulundugu ortamin düsüklügünden sikayet eden insan her daim o ortama kendi yüceligini göstermek isteyen olurdu aslinda. Burada da durum farkli degil. Elestiri ve hatta dedikodu ortami kisinin kendisini rahatlatmasi ya da övgüde bulunmasinin diger yüzüdür, bunun oglu kötüdür derken aslinda oglu ile "bunun oglu" arasindaki farki ortaya koymak isterler.. "Bunlar böyle sekerim" diyen aslinda ben bak böyleyim diyendir. X'lerin,onlarin, bunlarin kültür seviyesi üzerine salakca yorum yapan bu insanlar da aslinda bulundugu ortamdan sectikleri pek de dertlerini anlatamayan kelimeleri ile kimliklerinin insasi icerisindedirler. Insan hem düsündügünü söze dökme eyleminde olup ayni zamanda varolani degil olusturmak istedigi bir kimligin insasinda olursa, tökezler. Bu yüzden dövdüm hepsini.
Maske takiyorum ya da bir baskasi oluyorum degil zaten olanlari disari cikariyorum. Benim degil toplumun o yüzeysel algisinin bana taktigi maskeleri cikariyorum. Istedigimi söyleme/eyleme özgürlügü degil, benden önce yasayanlarin, benim hayatimi hicbir sekilde yasamamis olangillerin belirledigi ortalama davranislarin dayatilmasina karsi bir durus. Ahlaka karsi ahlaksizca ama ahlakli olmak bir baskaldiri. hem o ve ayni zamanda da bu olabilme özgürlügü.
Tutarlilik aslinda sahtekarliga dogru acilan penceredir cigligi..
Bir oda, bir düzine ben ve hala yeni olan bir sehir.
Bu kadar farkli kimliklerin özgür biraktigi o cümleleri o kadar özlemisim ki.. Ne düsünüyorsam söylüyorum, neyi hissediyorum onu belirtmekten kacinmiyorum. Tanimadiklari ben kadar özgür bir ben yoktur bu dünyada. Kimseye karsi gerceklik konusunda bir sinirim kalmiyor artik. Bana bir tek siniri koyan dil.. Özgürlügün sinirini da esaretini de belirleyen kelimeler.."kelimeler seyleri eksilterek duygusuzlastirir. kelimeler kisiliksizlestirir olaganüstü olani" derdi Nietzsche. Dil hem bir tutsaklik hem de özgürlük aracidir... bardakdan bosanircasina yagiyorum üzerlerine.. Ne varsa her seyi söylüyorum bu yeni sehirde.. sinirsizligimin önünde sadece kelimeler var, her anlama gelebilseler duvarlari asacak ve gercek bir özgürlüge ulasacaktim belki de bu piyasaya sürdügüm yeni borgeslerle.. Yine de olanla yetinmeyi her zaman basarmisimdir, sehir hala yetinebilecegim kadar yeni ve fakat ben azaliyorum kimlimklerimde.. yoruluyorum insanlarin saskinliklarinda..
Bir oda, ben ve yalnizligin baskenti yeni sehrim.
yillar önce binlerce insana kafamda yarattigim muhtesem kimligi sunma derdine düsmüs iken, sürekli celisik tavirlardan kacinip alemin en tutarli insani borgesi oynamaya calisirken ne kadar yorulduysam bugün de o kadar yoruluyorum her biri bütüne ait parcalari tek basina bir bütün yapmaktan.. Geriye cekilmeye basladim, "merhaba" demekten itina edip yalnizliga dogru yelken actik.. Beklemedigim bir durumdu. Bu kadar erken odama dönecegimi bilmiyordum ve acil durumlarda calinacak olan kapilar da buradan oldukca uzakta yasamaktaydilar.. Ben, yeni sehrim ve yalnizligim beraberce turluyorduk sokaklarda.. Bazen o benim üstüme biner, bazen yalnizlik her ikimizi de ele gecirir iken benim bu ikisine karsi eylemci durusum pek olmamistir zira elde kalan son siginaklarima karsi tavizkar ve sadik bir anlayis ile yaklasiyordum.
Yalnizlik kelime anlami ile belki dogrudur ama en cok da insan yalniz oldugunda aslinda secme sansi olur ve bir baskasinin,sorumlulugun, gerekirliklerin rahatsiz edemedigi ortamin tanimi icin kullanilir bende. Kısa süreliğine şehirde yasanilan özgürlük artik yalniz kaldigim anlarda mümkündü. Bir siginaktir aslinda yalnizlik. Insan yalniz kaldiginda kitap okuyabilir, yalniz kaldiginda kendisine mesgale arayabilir, yalniz kaldigimda en güzel sigarami kahveyle icerim, en iyi o zaman müzik dinlerim ya da dinledigimi sonuna kadar yasarim.. Sadece yalniz oldugum zaman diliminde Ahmet Kaya'dan Janis Joplin'e dogru kimseyi rahatsiz etmeden gecis yapabilirim..Bütün borgeslerin ayni anda dans etmesi, herkesin istedigini yapabildigi ve fakat kimsenin kimseye dokunamadigi bir ortam.. yalnizlik aslinda gercek anlamda ruhun özgürlügü..
diyordum ki hic beklemedigim bir sey oldu bir oda, pek de yeni olmayan bir sehir ve ben'de!
Bu kadar cok bilesini olan yapiyi kim kaldirabilir diye düsünmekten ziyade arabayi garaja park eder iken o angarya isin agirligi cöktü üzerime. Asagi dogru dik bir vaziyette arabayi durdurup cüzdanin icerisindeki yedek anahtari cikarip kilite zar zor sokup garaj kapisini bir sekilde acip iceride park edecektim arabayi, bir okul dönüsü.. Birden sans yüzüme güldü ve önümde siyah bir seat benden önce girdi o cukura ve bana sadece onu takip etmek kaldi. Yasam bazen o kadar kolaylasiveriyordu ki her sey kafanizda bir sonraki durumun sikintisini yasamaktan ibaretti. O sikintiyi yasamadiginiz vakit isler cok zorlasabiliyordu ve ben sürekli siyrilma olasiligim olan sikintilar üretiyordum icimde.. Her bir borgesin kendisine ait sikintilari, sorunlari vardi ve bunlarin hepsi potansiyel mutluluklardi aslinda. iceri önümdeki arabayi takip eder seklinde girdim ve güzel bir sekilde park ederken arabayi bana muhtesem bir iyilik yapmis olan siyah seat'in hala arabayi park edememis oldugunu gördüm ve o anda anladim onun bir kadin oldugunu..
Yeni olmayan bir sehir, seksen alti tane borges ve hepsine bedel bir kadin..
to be continued..
demişim Kasım 2008'de. Devam etmedi Mayıs 2013'te..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)