(Star gazetesi Açık Görüş ekinde 20 Eylül 2009'da yayımlandı)
“Yanlış Cumhuriyet” çatırdıyor mu? Tabii çatırdıyor.
23 Ocak 2007’de Hrant Dink’in cenazesi Cumhuriyet tarihinin manipüle edilmemiş en büyük kitle gösterisine dönüştüğü gün bir kiriş çatlamıştı.
Milletin yeni halaskârlığına soyunmuş Büyükanıt Paşa 27 Nisan 2007’de afra ve tafra ile muhtırasını verip “ne diyor bu adamlar yahu?” tepkisiyle karşılaştığında sistemin iç organlarının iflas ettiği anlaşıldı.
15 Ekim 2008’de Başbuğ Paşa 90 seneden beri kanıksadığımız malûm tehdit-hakaret nutuklarından birini atıp ertesi gün Taraf gazetesinde “Önce İndir o Elini” cevabını aldığında çatırtı kulakları sağır eden bir hal aldı.
Ümit Kıvanç zelzele aslında 17 Ağustos 1999 depreminde başladı diyor; o da mümkün. Belki ben geç farkettim.
Ahali sağlam lakin devlet köhne
Sonuçta bu binanın bu sıkleti çekemeyeceğini görmemek için ya kör olmak lazım, ya da belediye imar memuru.
Türkiye aldı başını gitti. Kör taşranın ücra köyüne yol gitti, televizyon gitti, internet gitti. “Hıh, bunlar da üniversite mi?” diye burun kıvırdığımız yüz tane taşra üniversitesinden dünyaya aç milyonlarca genç mezun oldu. İnsanlar Yozgat’ın köyünden çıkıp – bazan İstanbul’a bile pek uğramadan – gidip Sudan’da okul, Bulgaristan’da düdüklütencere fabrikası, Filipinlerde kerhane açıyorlar, Alman üniversitelerinde Zazaca filoloji okuyorlar, Adisababa Hilton’a müdür oluyorlar.
1920’lerde kalmış vatan millet, atam yatam edebiyatıyla daha nereye kadar gidebilirsin?
Ceset kokusu
Dünya aldı başını gitti. 1968 hengâmesinde yetişen kuşaklar dünyayı elinden tutup, 1930’ların, 1950’lerin savaş korkağı dünyasından bambaşka bir yere taşıdılar. Sen daha halâ çocuklara atlet fanila giydirip 19 Mayıslarda Türkçe “Heil Führer” yazdırmayı marifet sayan zihniyetle kime ne laf anlatabilirsin?
Gidin İstanbul’da herhangi bir büyük firmanın genel merkezini ziyaret edin. Sevmeniz şart değil, oradaki genç insanların özgüvenine, enerjisine bakın. Sonra Ankara’da herhangi bir bakanlığın leş kokulu koridorlarında bir dolaşın. “Koparalım kafasını daha fazla acı çekmesin” duygusuna kapılmadan bunu yapabilecek insan var mıdır?
Koku dediğim öyle klorakla temizlenebilecek bir koku değil, manevi bir koku. Ölmüş, fakat millet heyecanlanmasın diye ölümü halktan gizlenen padişah cesedi kokusu...
Yenilen pehlivan...
Yanlış Cumhuriyetin sahibi ve hamisi olan kurum, son yıllarda üstüste iki büyük savaş kaybetti.
Biri İrtica Savaşıdır. Savaşa açık açık ve pervasızca girdiler. 27 Nisan – 27 Temmuz 2007 Cumhurbaşkanlığı Meydan Muharebesinde feci bir dayak yeyip yenildiler.
Diğeri Kürt Savaşıdır. Kimse kimseyi kandırmasın, 25 yıl süren bu savaş TSK için net bir yenilgiyle sonuçlanmıştır.
Bir gerilla örgütünün düzenli orduya karşı meydan muharebesi kazanması mümkün değildir. Aradaki devasa güç farkına rağmen 25 yıl yaşamayı başarması bizatihi zaferdir. Liderini esir verdikten sonra yaşamaya devam etmesi daha büyük zaferdir.
...Savaşa doymaz
Yanılmıyorsam 1992 olmalı, o zamanki genelkurmay başkanının çıkıp “bunlar dağda üçbin ila beşbin kişidir, bu yıl hepsini imha ederiz” diye konuştuğunu hatırlıyorum. Aradan bunca yıl geçti, şimdi verdikleri sayı 6000 ila 8000. Refleks olmuş alışkanlıkla adam halâ çıkıp “son terörist imha edilinceye kadar mücadele devam edecek” diyebiliyor, kimse de kalkıp “25 yıldır niye etmedin öyleyse” diye sormayı akıl etmiyor.
Yenildiler, ve işin kötüsü bu yenilgiyi daha fazla gözden saklamanın imkânı kalmadı. Yenilginin ceremesi vardır; insan canı da poker masasında harcanan fiş değildir. Yenilen orduda hangi depremlerin yaşanacağını, sarsılmaz sanılan hangi kolonların çatlayacağını önümüzdeki aylar veya yıllar gösterir sanırım.
Ama biz kardeşiz!
Bunca girizgâhtan sonra nihayet geldik esas konumuza: Kürt Açılımı nedir, ne değildir?
Hemen söyleyeyim. Bir, mahçup lisanla yenilgi itirafıdır. İki, yangından mal kaçırma operasyonudur.
Birincisine dair: Hani adamı zayıf görüp bir tane çakarsın, sonra bakarsın ki pabuç pahalı, bir kutu şeker alıp kapısına dayanırsın, “ehem, aslında biz din kardeşiyiz, aa bak çenende çizik olmuş vah yazık” diye şirinlik yaparsın, o kadarını söyleyelim yeter. Başbakanın, içişleri bakanının sözlerine bakıp da ben bundan öte bir bilinçlilik hali, ciddi bir özeleştiri, neyi hedeflediği belli bir tamirat planı göremiyorum, kusura bakmayın.
İkincisine dair: Osmanlı bu işleri çok görmüştür. Sebep ve süreç bakımından Kürt meselesinin tıpkısının aynısı olan kavgalar daha önce Sırbistan’da, Yunanistan’da, Romanya’da, Bulgaristan’da, Makedonya’da, Arnavutluk’ta, Ermenistan’da, Suriye’de, Lübnan’da, Girit’te yaşandı. Ders alındı mı? Asla!
Eski açılımlar
Baştan yapılması gerekenler her seferinde apaçık ortadaydı, biraz vizyon ve cesaretle kolayca üstesinden gelinebilirdi. Yapılmadı, sürüncemede bırakıldı, “son terörist imha edilinceye kadar kahraman ordumuz teyakkuzdadır” mavalıyla ahali uyutuldu. İş işten geçtikten sonra çözüm paniğine girildi, ama ne fayda?
Siz Makedonya Açılımını bilir misiniz? Rumeli dağlarında senelerce kan gövdeyi götürdükten sonra nihayet 1904’te Avrupa’nın zoruyla Makedonya reform paketini açtılar. Heyhat ki Bor’un pazarı geçmişti. Sekiz yıl sonra Makedonya gitti, bütün Rumeli’ni de peşinden götürdü.
Ya 1914 Ermeni Açılımını bilir misiniz? Alabildiğine mütevazı ve mantıklı bir reform paketini, 1878’de söz verildiği halde tam 36 yıl süründürmeyi başardılar. Sonunda dünya konjonktürünün değiştiğini sezip alelacele peki dediler. Yirmi yıl önce olsa herkesi memnun edecek güzel bir paketti. Ama artık yirmi yıl öncesi değildi, Ermenilerin de kolay kolay bir şeyden memnun olacak hali kalmamıştı. Sonuçta ne oldu biliyorsunuz. Barış imkânı heba edildiği için, topyekûn imhadan başka çözüm kalmadı.
Çok az, çok geç
Siz bu sefer farklı olacağını ummak için yeterli bir neden görebiliyor musunuz? Çok isterim ki yanılmış olayım, ama ben göremiyorum. İngilizcede “too little, too late” diye bir deyim vardır: Çok az, çok geç.
Yıllardan beri hiçbir ciddi sorunu çözmeyi başaramamış bir devlet yapısıyla, dağda adam katletmeyi meslek edinmiş ve başka bir hayat tarzı düşünemeyen generallerle, bir gün söylediğini ertesi gün yalamayı alışkanlık haline getirmiş bir hükümetle gidilebilecek yerin sınırı bellidir: too little, too late!
Nazlı gelin açılımı
“Ulusal bilinç” adı verilen asrın vebası Kürt halkını sarmıştır. Bu hastalığın tedavisi kolay değildir. Bir kere buna yakalanıp da yüz seneden önce iyileşen görülmemiştir. Korkarım ki daha işin başındayız ve vatan-millet- Fırat uğruna daha çok acılar çekilecektir.
En başa dönelim.
Sorunu yıllar boyu sürüncemede bırakıp kangren ettiren yapı ortadadır. Yanlış Cumhuriyet’i, tüm kurumları ve zihniyetiyle yeniden yapılandırmadan bu belanın altından kalkılabileceğini sanmak hayal olur.
Efendim Anayasanın bilmemkaçıncı maddesinden iki kelime silelim, bin kişiyi Suriye’ye gönderelim, İmralı’ya üç oda bir salon ekleyelim, TRT yetmez Şovtivi de Kürtçe yayın yapsın... Bunları geçiniz bir kalem.
Güç ve cesaret
Siz “kırkbin kişiyi katletmek yetmez daha kan isterük” diyen adamları topyekün tasfiye edebiliyor musunuz?
Rasyonel karar alma yeteneğini tümden kaybetmiş bir bürokratik yapıyı yeni baştan kuracak Personel Reformunu yapabiliyor musunuz?
1938’in 10 Kasım’ında saatleri ve beyinleri durmuş bir eğitim sistemini ıslah etme hayalini bir yana bırakıp her şeyi baştan kurmayı göze alıyor musunuz?
Etrafınızda size tarihi bağlarla bağlı ulusları yeniden size entegre edecek ölçekte, belki devletinizin kimliğini yeniden düşünebiliyor musunuz?
Bunları yapacak gücünüz ve cesaretiniz varsa eyvallah. “Açılım” yolda demektir.
Yoksa boş iş. Biz oturup çatırtıları dinleyelim, tepemize yıkıldığında nereye kaçarız diye tedbirimizi düşünelim.
______________
Sevan Nişanyan’ın Yanlış Cumhuriyet adlı kitabının yeni basımı yakında Everest Yayınları’dan çıkacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder