5 Haziran 2012 Salı

Azerbaycan'da Sevan 'Ne mutlu Türküm diyene' diyor


Reşt’ten Astara’ya giderken aklıma esti, Azerbaycan’a geçmeye karar verdim. İran bunalttı bir parça, asıl neden o. Bir de buz gibi bira çekti canım, İran’da kolaysa bul. Bakü’den İzmir’e THY’nin direkt uçuşu var, onunla dönerim diye hesapladım.

Astara’da İran gümrüğünden çıkış yaptım, bisikletin üstünde tıngır mıngır Azeri tarafına geçtim. Vizen nerede? Aa, hiç aklıma gelmemiş. Bir kolaylık mümkün müdür? Baktılar TC pasaportu, kardaş, ver bakalım dediler. Aaa Ermenistan vizen var senin? A, Bedros nasıl isim? Ermeni misin? Komutanım girdi devreye. Etrafım sarıldı. Ayı gibi bir binbaşı belirdi. Arka tarafta güvenlik binasına götürdüler. Çantamda İran karayolları haritası vardı. Onu aldılar. Burada bekle dediler. Etrafta in yok, cin yok.

Yarım saat sonra yamuk tipli iki subay geldi. Sorgu: Ermenistan’a niye gittin? Nerede kaldın? Kimi gördün? Almanya’ya niye gittin? İtalya’da ne işin vardı? Hangi otelde kaldın? Neden bu vize fotoğrafında bıyıklısın öbüründe değilsin? Vay Fransa'ya da gitmişsin? Amacın neydi? Ayı binbaşı geldi. Ermenistan doğumluymuş, 1988’de mülteci gelmişler. “Ermeniler için dünyada tek çözüm var” dedi, başparmağıyla boğaz kesme hareketi yaptı, gözlerinde tarife sığmaz bir nefret. Elleri benim kafam büyüklüğünde ve nasırlıydı. Tek vuruşta kafamı kırabilir.

Sivil tipler geldi, bariz KGB stili. Biri sorguya başlıyor. Az sonra o gidiyor, diğeri geliyor, aynı soruları baştan sormaya başlıyor. O kahve içmeye çıkıyor, üçüncüsü geliyor hadi baştan. İnternetten bakmışlar, kaya mezarı nedeniyle aldığım iki yıl hapis cezasını görmüşler. Sen hapisten kaçıp mı buraya geldin? E tabii, dedim, Türkiye’de hapisten kaçan bir Ermeni için vizesiz Azerbaycan’a gelmekten daha doğal ne olabilir?

Bir yandan düşünüyorum, “vazgeçtim Azerbaycan’a girmekten” de, pasaportunu geri iste canına yandığımın. Ama az da olsa içimde bir umut var, belki vize verirler diye. Bir şişe soğuk bira uğruna, yarab, ne eziyetler çekiliyor.

Altıncı veya yedinci sorgucudan sonra albayım geldi, suratından düşen bin parça. Hepsi hazırola geçtiler. “Seni tutukluyoruz,” dedi. Van-Saray sınır kapısından çıkışta pasaporta standart damgadan faklı bir çıkış damgası vurmuşlardı. Bunun sahte olduğuna karar vermişler. Sabrım taştı. “Bakın,” dedim, “siz Türkiye Cumhuriyyetinin ay yıldızlı damgasına sahte diyemezsiniz, bir kere kendinize gelin.” Cık, olmaz! Ulusal onurla bu kadar oynanmaz!

Oyun hoşuma gitti, devam ettim, sesimde epik bir tını. “Bir Türkiye Cumhuriyyeti vatandaşına bu şekilde davranmak sizin haddinizi aşar. Başka sorunuz varsa TÜRK POLİSİNİ arayın, onlar size gerekli cevabı verir. Benden bu kadar.” Türk Polisi’ni hakikaten büyük harflerle yazmaya layık bir milli gurur ifadesiyle söyledim, Allah sizi inandırsın. Albayım morardı, ötekiler kendisine bakıyor, “girişelim mi?” gibilerinden.

Çıkıp gittiler. Bir saat daha orada beklettiler. Sonra “yürü” dediler, “gidiyoruz.” Ben nezarethaneye gitmeyi bekliyorum. Ayı binbaşı geldi, elinde pasaportum, İran tarafına yürüttü. “Şimdi ‘burada Ermeni var’ diye bağırsam bu insanlar seni paramparça eder,” diye hayallerini paylaştı. “Belki yaparsın,” dedim, “amma Türkiye Cumhuriyyeti de senin ebeni siker, bilirseen?” Omuz silkti, enseme bir şaplak atıp köprüye doğru itti. Gitti.  

İran gümrüğünde mesai bitmiş, kapıyı kapatmışlar. Genç memurlar geldi. İnanılmaz bir sevimlilikle koşup büroyu açtılar, mühürü buldular, işlemimi yaptılar, çaylar bisküviler ikram ettiler. İran’ı bisikletle dolaştığımı duyunca sevinçten zıp zıp zıpladılar. Beraber hatıra fotoğrafı çektirdiler.

*
Sorgu sırasında defalarca sordular, daha önce Azerbaycan’a geldin mi? Hayır dedim, inkâr ettim. Ama içimde kısık uzak bir ses, “ya bulurlarsa?” diye durup durup soruyor. Yirmiiki sene olmuş gerçi, pasaport sahteydi, isim de farklı, ama bunlar KGB’dir, ya bir yerlerde kaydı varsa? Allah kahretsin, Agos yazılarımda hikâyeyi anlatmıştım, aha burada, http://nisanyan.blogspot.com/2008/12/gence-kaplan-rasim-be.html , ya interneti didik didik edip “bu ne lan” diye önüme koyarlarsa? O zaman hapı yuttuk işte. Kimin ebesi üzülür?

Vallahi de billahi de kötü bir niyetim yoktu, uluslararası komplo filan da yoktu. Türkiye o devirde bana pasaport vermiyor, Isparta piyade tümeninde Ali Nesin’le başımıza gelenler yüzünden, ben de mecburen kendi uçağını kendin yap yoluna başvurmuşum. Bakü’de çok da güzel gezmiş, konukseverlik görmüşüm. Ama şimdi kolaysa bu hıyarlara anlat bakalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder