3 Aralık 2010 Cuma

Anayasa Sohbetleri 7 - Eğitim

Silahlı Kuvvetler malum. Yargının da bu memlekette neye hizmet ettiği iyi kötü anlaşıldı, o konuda da epey fikir üretilmeye başlandı. Ama cehennemin üçüncü atlısından henüz gereği gibi söz eden pek yok.
Okullardaki Atatürk köşeleri kaldırılmadan – onların temsil ettiği iktidar hiyerarşisi sorgulanmadan – güzel ülkemizde demokrasi ihtimali var mıdır dersiniz? Sen istediğin kadar generalleri gemle, yüksek yargı kadrolarını düzelt. Kesilen kafasının yerine yenisi çıkan ejderhalar gibi, eğitim sistemi aynısını gene üretmeyecek midir? 
*
Post-Kemalist çağın eğitim felsefesinde gözden kaçırmamak gereken temel ilke şu: Hakikat tek ve mutlak değildir. Sen hakikatin tek olduğunu düşünebilirsin. Ben hakikatin tek olduğunu düşünebilirim. Ama memlekette senden benden başka her çeşit insan var. 1400 sene önce yazılmış bir kitabın tek ve mutlak hakikat olduğunu düşünenler var. Kürt ulusunu yeniden inşa etmeyi hayatın tek anlamlı hedefi sayanlar var. Doğuştan solcu Dersimliler var. Amerika’da son moda neyse hakikat odur diyenler var. Varoğlu var.
Bunların hepsinin eşit ve tam vatandaşlar olduğu fikrini içimize sindireceksek eğer, “senin fikrin sayılmaz, uzat kafanı tornadan geçirelim” deme lüksümüz de yok demektir. Saygı göstereceğiz. Peki birader, sen de doğru bildiğini okut diyeceğiz. Hatta biraz daha ufukluysak, belki ondan da bir şeyler öğrenebiliriz diye kulak kabartacağız.
Öyleyse isteyen istediği okulu kursun, istediğini okutsun, Eğitim Bakanlığını da kapat gitsin diyebiliyor muyuz? 
Heyhat, diyemiyoruz. Zira:
MADDE: Her çocuğun eğitim ve öğrenim hakkı vardır. Devlet her çocuğun yeterli eğitim alması için gereken tedbirleri alır.
Şimdiki anayasa “Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz” diyor. Doğrusu o değil bence. Yetişkinler için eğitim hakkından söz etmek, hak kavramının içini boşaltmaktır. Hak deyince, mahkemeye gidip çatır çatır koparabileceğin bir şey olması gerekir. “Hak devletin vatandaşa verir gibi yaptığı bir şeydir; isterse geri alır,” mantığıyla yazılan 12 Eylül anayasasının öyle bir derdi olmadığından, salla gitsin, yazmışlar.
Burada konu öncelikle çocuğu ebeveyne karşı korumaktır. Ana baba “ben çocuğumu okutmayacağım, kime ne” diyemez. Çünkü ana babanın hakları varsa çocuğun da hakları vardır. O hakları, mecburiyet halinde, devlet korur.
Bu da demektir ki devletin,  a) eğitim nedir ne değildir, hangi koşullarda çocuğun eğitim hakkı ihlal edilmiş olur, karar vermek, ve b) her çocuğun iyi kötü eğitim alabileceği bir altyapının oluşmasını teşvik etmek görevleri vardır. Şu aşamada başka çaresi görünmediği için, okul da kuracak ve işletecektir.
İsteyen istediği okulu kursun, peki. Ama ŞU okulun, anayasada yazdığı manada “eğitim ve öğrenim alma” hakkını karşıladığına kim karar verecek? Misal, Hayat Mektebi kurdular, “patronun ayak işlerinde 12 saat çalışma kursu” açtılar. Ya da “parayı ver yaylan, diploma kolay” dediler. Bunların üstünü kim çizecek?
Hem bir standart koyacak, hem de bu yetkisini kötüye kullanıp “Tek ve mutlak hakikat vardır, 70 sene önce vefat etmiş bir emekli generalin ağzından çıkanlardır” gibi saçma teorilere kapılmayacak bir mekanizma lazım. Zor iş.
*
Ne yapacağız? a) Kamu okullarını yerel yönetime devredeceğiz, b) Özel okulları teşvik edeceğiz, denetimini de ayrı bir heyete veya bağımsız denetim kuruluşlarına vereceğiz, c) Öğretmenlik mesleğini özgürleştireceğiz. En az üç hafta daha bu konudan kurtulamayız sanırım.
MADDE: Kamu Okulları Bakanlığı, kamu okullarında uygulanacak eğitim ve öğrenim standartlarını belirler. Okul bitirme sınavlarını tasarlar ve uygular.
Bugün adına Milli Eğitim Bakanlığı denilen ucubenin Sultan Mahmut zamanındaki ilk adı Mekâtib-i Umumiye Nezareti idi, Kamu Okulları Bakanlığı yani: pratik, yalansız, düz bir isim. Bütün eğitimin değil, sadece kamu bütçesinden beslenen okulların bakanlığı.
Birkaç yüz kişilik ekip bence rahat rahat yeter. Belki bakanlığa da gerek yoktur, kurum olur, müdürlük olur, şura olur, ne bileyim.
Elindeki esas silah bitirme sınavlarıdır. Bugünkü ÖSYS sınavını lise bitirme sınavı yaparsın; o sınavı geçmeden kimse liseden mezun olmuş sayılmaz. Fransızların bakaloryasında, İngilizlerin A ve O-Level’larında ana fikir aynı. Zaten ÖSYS’yi üniversite giriş sınavı saymak abestir. Verilen sınavın üniversite başarı ihtimaliyle alakası yok, lise derslerini öğrenip öğrenmediğini ölçüyor sadece.
Sınav standardını koyduktan sonra ayrıca detaylı müfredat ilan etmene bile gerek yok aslında. Okullar ister istemez kendini sınava göre ayarlayacaktır. Sınav kazandıran okul = iyi okul. Teftişle müfettişle uğraşmasan bile, memlekette öyle yakıcı bir diploma hırsı var ki, öğrenci velileri standarttan sapan okula haddini bildirir zaten.
Yeter ki bir had bildirme mekanizması olsun.

(Devamı var)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder