30 Aralık 2010 Perşembe

Hukuk

Arapça kelime hakk: doğru. Hem olgusal anlamda doğru, ki hakîkat de hemen hemen aynı anlamdadır. Hem pratik ve etik anlamda doğru: aklı başında adamların “hımm, bu durumda doğru davranış şudur” deyip üzerinde mutabık kalacakları eylem ilkesi. İngilizce tam karşılığı right’tır, Almancası Recht.
İnsanı hayvandan ayıran temel içgüdü budur desek çok yanılmış olmayız herhalde. İnsanın yapabildiği aşağı yukarı her şeyi hayvanlar da yapar, ama HAK kavramına erişemez. Kendi çıkar ve ihtiyaçlarını aşıp mutlak bir bakış açısına yükselemez. Daha ileri gidelim: toplum halinde yaşayabilmenin temeli de bu duygudur. Hak üzerinde mutabık olmadıktan sonra insanlar birbiriyle konuşamaz bile, yamyam gibi birbirini yer.
Hakkın çoğulu hukuk. Karşılıklı haklardan oluşan sistemin adı, ya da hakları inceleyip ortaya koyan ilim dalı. Benim hakkımla senin hakkın çatışırsa hangisinin hak olduğuna kim karar verecek, neye göre karar verecek? Hukuk dedikleri budur, bundan ibarettir.
Hukukun ilkelerini eski devirde peygamberler ve bilgeler formüle etmişler. Hukuku yorumlayıp uygulama görevini de mümkün olduğunca siyasi güçten bağımsız bir bilgeler heyetine bırakmışlar.  Sonra gitgide Devlet, kamu otoritesi sıfatıyla bu işlevi üzerine almış. Tevazuyla, bilgelikle, felsefeden çok kopmadan yapılması gereken bir işken gitgide kibir galip gelmiş, Devlet gücünü hasbelkader üstlenmiş birtakım adamlar “biz ne desek hukuk o” deme cinnetine kapılmışlar. Geldiğimiz nokta budur, kötü bir noktadır.
Bakın İzmir Valisi ne demiş, devlet adına işlenen cinayetleri sorgulama cüreti gösteren bir vatandaşa haddini bildirme babında:
“Biz hukuku uygularız. Uygulamalarımızı kimse engelleyemez. Şahıslar devletin aldığı hukuk kurallarına uyarlar. Devletle şahıs aynı kefeye girer mi?” (Yeni Asır, 24 Ağustos 2010)
Bilmem abartıyor muyum, ama ben bu laflarda bir toplumsal cinnet belirtisi görüyorum. Hakkı Devlet belirler diyor, sana söz düşmez. İnsanı hayvandan ayıran temel içgüdüyü senden esirgiyorum. Devlet ister asar ister keser, sen de bunun hak olduğunu kabul etmek zorundasın diyor.
Ve bunun cinnet olduğunu anlamaktan aciz. Görev tanımı sayıyor. Bununla yetişmiş!
Var mıdır bundan öte felaket?
Deprem meprem olur, birtakım insanlar ölür, binalar yıkılır, bir şevkle girişip yenisini kurarsın. O basit. İnsanı insan yapan temel değerlerden bihaber adamlar iktidar sahibi olur, üstelik yaptıkları işin bilincinde bile olmazsa sen ne yapabilirsin? Nereden başlayabilirsin? Umutsızluğa kapılmamak için neye güvenebilirsin?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder