15 Kasım 2013 Cuma

Milli Mücadele neyin mücadelesi - 4

Diyorsunuz ki, hırsızın hiç mi suçu yok? Memleket işgal edilmiş, direnmeseler miydi? Ona da cevap verelim, bu konuyu kapatalım.

Birinci Dünya Savaşı sonrası bir tane değil, buçukları saymasan üç tane işgal var. Bir kere onları ayıralım.

1. İngiliz işgali.

Clausewitz doktrini denir, 18. yy’dan beri Avrupa savaşlarında usul olmuştur. Savaşta yenilen ülke, barış antlaşması imzalanıncaya dek askeri işgal altına alınır.[1]Maksat ülkeyi silahsızlandırmak, savaşı sürdürme yeteneğini ve iradesini yok etmektir. Birinci harpten sonra aynı şekilde ve aşağı yukarı aynı koşullarla Bulgaristan, Avusturya, Macaristan ve Almanya işgal edildi. Orduları terhis edildi, silahlarına, limanlarına, demiryollarına, stratejik sanayilerine el kondu. Barış antlaşmasından sonra çekildiler. Mudanya mütarekesinden sonra, tek el silah atmadan, Türkiye'den de çekildiler. İkinci harpten sonra Almanya dört sene, Japonya yedi sene, Avusturya on sene müttefik işgali altında kaldı. Kimsenin de aklına gelmedi, “vay hain emperyalistler, vatanımızı sömürüyorlar” diye heyheylenmek.

İngilizlerin bugünkü Türkiye’yi kalıcı bir şekilde ele geçirmek, kolonize etmek, ya da kontrol altına almak niyeti olduğuna dair zerrece belirti yok. Adamlar o tarihte Hindistan'dan çekilmeyi konuşmaya başlamış, Türkiye'yi ne yapsın? 1918’de İngiliz mandası fikri ortaya atılmış, "haşa huzurdan" deyip derhal reddetmişler. “Size Amerika baksın” diye yol göstermişler. O tarihte Amerika bugünkü gibi değil, Eski Dünya’da askeri varlığı ve stratejik çıkarları olmayan “nötr” bir ülke, ekonominizi ve idare sisteminizi hale yola koysun, reformları yapsın, daha sağlam bir devlet (“a secure sovereignty”) sahibi olursunuz, bağımsızlığınız bir anlam ifade eder, diye öğüt vermişler. [Gerçi manda fikrini Amerikan Kongresi de oy birliği ile reddetmiş, o ayrı.]

Aynı tarihte Irak’ı da işgal etmişler. Ne yapmışlar? Senesi dolmadan krallık kurmuş, antlaşma imzalayıp 20 sene içinde tam bağımsızlık vermeyi taahhüt etmişler. Sonra 20 seneyi de beklemeden, 1932’de bırakıp gitmişler. Düşün ki Irak dediğin, bin yıldan beri devlet olmamış bir yer. Ordusu, polisi, maliye teşkilatı, belediyesi, tapu idaresi yok. Üniversitesi yok, Bağdat idadisi dışında lisesi bile yok. Birbirini vurmadan bir masa etrafında oturabilecek on tane ele gelir adamı yok. “Yarın çekiliyoruz” desen kan gövdeyi götürür. Ya Türkiye? Bin yıldan beri bağımsız devlet. Ciddi bir devlet geleneğine, bürokrasiye, yetişmiş kadrolara, üniversiteye, canlı sayılabilecek bir basına, anayasaya, parlamentoya, siyasi parti(ler)e, hezimete uğramış olsa da ideolojik canlılığını koruyan bir orduya sahip. Irak’ı kolonileştirmekten imtina eden İngiltere, buraya neden bulaşsın? Ve ne uğruna bulaşsın? Irak’ta o tarihte dünyanın bilinen en büyük petrol yatakları var. Burada? Biraz kuru üzümle incir, bolca davar tezeği.

Nitekim 1918 Kasımındaki İngiliz işgaline, Kemal Paşa dahil hiç kimse karşı çıkmamış. Normal karşılamışlar. “Geldikleri gibi giderler” demişler, haklı olarak. Ne zaman direnişe geçmişler? İngilizler hayatlarının hatasını yapıp, a) İttihat ve Terakki’yi tasfiye etmeye, b) Ermeni ve Rum zararlarını tazmin ettirmeye kalkıştıkları zaman.

2. Yunan işgali.

Müttefikler açısından, a) bir polis operasyonudur, b) bir şantajdır.

Teorik olarak İzmir Osmanlı mülkü kalmış, 1920 yazına dek Türk vali ve belediye başkanı görevini sürdürmüştür.[2]Bir şantaj belgesi olan Sevr Antlaşmasında dahi İzmir Yunanlılara verilmez, beş yıl süreyle Yunan yönetiminde kalacağı ve beş yılın sonunda plebisit yapılacağı söylenir.[3]Maksat ne? Bir, Türklerin Ege bölgesinde giriştiği etnik temizliği kontrol altına almak. İki, Türkler kafa tutmaya [yani etnik temizliği sürdürmeye ve İttihatçı kadroları baş tacı etmeye] devam ederse elde tehdit unsuru bulundurmak. Üç, “savaşta size yardım ettik hani ödülümüz” diye tutturan Yunanistan’ı şimdilik oyalamak, gerekirse ileride bir kemik vermek.

Yunanlılar açısından, a) milliyetçi manyaklıktır, b) yurdundan sürülen Ege Rumları için tazminat ve sığınaktır.
Yunan tarafında iki politika kuvvetle ayrışmış, yurt derdinde olan yerli Rumlar ile fütuhat sevdasındaki Yunan ordusu 1922’de iç çatışmanın eşiğine gelmiştir.

Peki, kabul, 1912 Selanik faciası belleklerde tazeyken Türklerin Yunan işgaline tepki göstermesi doğaldı,[4]kim olsa direnir. Ama olayın başlangıç noktasını gözden kaybetmemekte fayda vardır. Başlangıç noktası, ikibuçuk milyon Anadolu Rumunun 1913’ten başlayarak tehcir edilmesi ve 1919 itibariyle Türkiye’de kontrolü elde tutan İttihatçı kadronun bu politikayı sürdürmeye kararlı görünmesidir. Sor kendine: İzmir’i neden 1918 Kasımında işgal etmediler de altıbuçuk ay beklediler?

Soygunculuğu devlet politikası haline getirirsen elbette düşman edinirsin. Sonra kalkıp, neden alem bize düşman diye hayret etmek saçma.

3. Fransız işgali.

Karışık bir konudur. Yeterince literatür yok, ya da belki ben Fransız kaynaklarına yeterince vakıf olmadığımdan bilmiyorum. Biri araştırsa da aydınlansak.

Bana öyle geliyor ki Fransızlar – daha doğrusu Fransızların bir zümresi – bir tür “Büyük Suriye” projesi üzerinde çalıştılar. Anti-İngiliz bir projeydi. Suriye’de hayatta kalan yarım milyon Ermeni sürgünü Türkiye’ye iade etmektense Adana, Antep, Maraş ve Urfa’ya iskân etmeyi planladılar. Belki İngiliz müttefiki olacağını bekledikleri yeni Türkiye’ye karşılık, kabaca eşit büyüklüğe ve ekonomik güce sahip Fransa yanlısı bir Suriye yaratmayı düşlediler. Haliyle maksadın eğer Suriye’yi güçlendirmekse, elindeki Ermeniler zarar değil kâr olur; Türkiye’ye iade etmeyi değil elde tutup işletmeyi tercih edersin.

Sonuçta Kasım 1919’da İngilizlerden Kilikya işgaline izin kopardılar. Tahmin ettiklerinden güçlü bir Türk direnişiyle karşılaştılar. Fransa’da en sağından en soluna kadar bütün basın ve bütün partiler “Kilikya macerasına” karşı çıktı.[5]Ocak 1920’de başbakan Clemenceau kısmen bu hadise nedeniyle istifaya zorlandı. Yeni hükümet daha Ocak sonunda Kilikya'dan çekilmeye niyetli olduğunu ilan etti. Mayıs 1920’de ateşkes ilan edildi. O tarihten itibaren de Fransa Ankara rejimini destekledi.

*
Hani burada emperyalizm? Hani halkların direnişi? Ben göremiyorum, ya siz?

İngilizin ve Fransızın tavrında insanı irite eden bir kibir var, doğru. Dünyaya nizam vermeyi düşlemişler; buna hem hakları hem güçleri olduğuna inanmışlar. Esmer halklar hemen boyun eğmeyince sinirlenip yanlışlar yapmışlar. İsterseniz bir gün İngiliz politikasının neden kötü olduğunu yazan bir yazı da yazarım. “Olaya bir de onların açısından bak” demek, onları kayıtsız şartsız seviyoruz demek değil. Milli Propagandanın yavelerinden kendini kurtarmaya çalış, at gözlüğünü çıkar, olaya geniş açıdan bak demek. O kadar.

Kaldı ki, kırk milyon kişinin öldüğü bir savaşta dünyayı dize getirmiş adamların birazıcık kibre kapılmasını da anlayışla karşılamak gerek.

Üç general tutukladı diye birilerinin kapıldığı kibire bak, az bile yapmış adamlar dersin.






[1] Bu manada “occupation = işgal” modern bir kavramdır. Osmanlıca “meşgul etme, uğraştırma, oyalama” anlamına gelen işgal tabirinin bu anlamda ilk kullanımına 1892 tarihli Tıngır & Sinapyan Fransızca-Türkçe Istılahat Lugati’nde rast geldim.

[2] Vali 1920’ye dek eski Van valisi ve Evkaf Nazırı Ahmet İzzet Bey, onun vefatından sonra Ağustos 1920’ye dek vekâleten Asım Bey’dir. Bu tarihten sonra valilik makamı boş kalmıştır. Belediye Başkanı Hasan Bey 1922’ye dek görevde kalmış görünüyor, ancak ayrıntılı bilgi bulamadım.
[3] Sevr Antlaşması Madde 69: The city of Smyrna and the territory defined in Article 66 remain under Turkish sovereignty. Turkey, however, transfers to the Greek Government the exercise of her rights of sovereignty over the city of Smyrna and the said territory. In witness of such sovereignty the Turkish flag shall remain permanently hoisted over an outer fort in the town of Smyrna.
Madde 72: A local parliament shall be set up with an electoral system calculated to ensure proportional representation of all sections of the population, including racial, linguistic and religious minorities. (…) The Greek Government shall be entitled to postpone the elections for so long as may be required for the return of the inhabitants who have been banished or deported by the Turkish authorities, but such postponement shall not exceed a period of one year from the coming into force of the present Treaty.
Madde 77: The Greek Government engages to take no measures which would have the effect of depreciating the existing Turkish currency, which shall retain its character as legal tender pending the determination, in accordance with the provisions of Article 83, of the final status of the territory.
Madde 83: When a period of five years shall have elapsed after the coming into force of the present Treaty the local parliament referred to in Article 72 may, by a majority of votes, ask the Council of the League of Nations for the definitive incorporation in the Kingdom of Greece of the city of Smyrna and the territory defined in Article 66. The Council may require, as a preliminary, a plebiscite under conditions which it will lay down.
[4] Kent nüfusunun %60 kadarı Müslüman olan Selanik 1912’de Yunan yönetimine girdikten sonra Türkler göçmeye zorlanmış, 1913’te Müslüman mahallesi “kazara” yanıp kül olmuştu.
[5] Basın dökümleri için bkz. Yahya Akyüz, Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu, 1919-1922, TTK yayını, 1988.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder