Büyük Grev, Maden-İş’in MESS’e karşı 1977 Mayıs ayı sonunda başlattığı toplu grev çıkışıyla birlikte işçi ve sendika hareketi tarihine damgasını vuran ve siyasi tarihte iz bırakan bir büyük kavgadır. MESS de Maden-İş de Büyük Grevi, salt bir sendika mücadelesi içinde görmemişler, bir “sınıf kavgası” olarak nitelemişlerdir. Gerçekten de onlarca fabrikada çalışan binlerce işçiyi kapsayan bu büyük kavga, mesajları, hedefleri, sendika-parti ilişkileri, zaman zaman ülke gündemini meşgul eden gerilimleriyle ve sonuçlarıyla politik bir eylem niteliği kazanmıştı. Büyük Grev, solda sert tartışmalar yaratmış, Aziz Nesin’in çok bilinen ve solda fırtınalar koparan Büyük Grev masal öyküsüne de “esin kaynağı” olmuştu.
Canol Kocagöz Foto:Muhittin Köroğlu |
Büyük Grev’in üzerinde çok da durulmamış olan karikatür dünyasıyla kontağını, karikatürcünün ve işçinin fabrika duvarlarında çakışan yollarını karikatürcü Canol Kocagöz’le konuştuk.
Canol Kocagöz, 1970’li yıllarda günlük Politika gazetesi başta olmak üzere Maden-İş gazetesinde, sendikal basında, diğer bazı dergi ve gazetelerde karikatürler çizmiştir. Tarihsel/geleneksel Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) yarı legal yayın organı Ürün Sosyalist Dergi’nin kapak çizimlerini yapmıştır. Kocagöz, 1975-1976 yıllarında da Türkiye’nin saygın sanat meslek kuruluşlarından Karikatürcüler Derneği’nin de Genel Sekreteri idi. 1996 yılında da ayni derneğin Genel Başkanlığı görevini üstlendi. Canol Kocagöz bir grup arkadaşı ile beraber 1999 yılında Homur Mizah ve Karikatür Grubu’nu kurdu. Halen grubun adını taşıyan her sayısı ayrı bir sendika veya demokratik kitle kuruluşundan çıkan Homur Mizah Gazetesi’nin editörlüğüne devam etmektedir.
Arkadaşım Canol Kocagöz’le 4 Şubat 2015 günü yaptığımız kayıtların bir bölümünü, sözlü tarihi yazıya dökmek ve tarihe bir kayıt düşmek adına paylaşmak, yayınlamak istedim.
[…]
Kocagöz: O yıllarda [1975-1976] Karikatürcüler Derneği’nin de Genel Sekreteri’ydim. Diğer sanat alanlarındaki dostlarımızla işçi sınıfı ve emekçi halk hareketiyle nasıl buluşabileceğimizi konuşuyorduk. Genel olarak sanat, özel olarak da karikatürün işçi sınıfıyla buluşmasını sağlamak için neler yapılabilir? İşçi ve emekçilerin mücadele alanında karikatür nasıl kullanılabilir? Bunu düşünüyorduk. O sıralarda Politika gazetesinde haftalık, Pazar günleri yayınlanan bir mizah eki hazırlıyorduk. Adı da Politika’da Mizah’tı. Şu anda sinema alanında çalışan aynı zamanda o yıllarda iyi bir çizer olan Prof. Dr. Oğuz Makal vardı, ikimiz yönetiyorduk o sayfayı. Ama sayfayı yaratan kırka yakın genç yazar-çizer vardı yanımızda. Yıl 1976, 77 olabilir. Maden-İş Sendikası’nın Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası’na (MESS) karşı yaptığı Büyük Grev başlamadan bu alanda sürdürdüğümüz karikatür çalışmalarımız vardı. Karikatür çalışmalarımızı aynı politik görüşte olduğumuz Prof. Dr. Oğuz Makal ve Avukat Ertuğrul Sakaoğlu ile birlikte yürütüyorduk. TKP’nin politik gücü artınca yeni katılımlarla grubumuz genişledi ve oldukça geniş karikatürcü çevresini kucaklamaya başladı. Arkadaşlar hem başka gazetelerde hem de Politika’da çiziyorlar, çarşamba günleri bizim hep birlikte hazırladığımız Politika’da mizah sayfasına destek veriyorlardı. Artık tüm gazete ve dergilerde çizerlerimiz vardı ve bizimle koordineli çalışıyorlardı. Disiplinli ve doğru çizgide mizah yapmamız bize ve hareketimize güç ve onur verdi. Büyük Grev’den önceki çalışmalarımız içinde bir de mizah dergisi çıkarma projesi vardı o sıralarda. Adı bile planlanmıştı, “Sıra” olacaktı. Her sayıda bir konu başlığı ile çıkacaktık. Sıra Demokraside, Sıra 141–142’de, Sıra DGM’de gibi… Derginin rengi de işçi tulumunun rengi gibi mavi olmalı diye düşünmüştük. Bunu gerçekleştiremedik. Ama şimdi kurduğumuz Homur Mizah ve Karikatür Grubu ile yaptığımız işler, 70’lerin sonlarındaki bu deneyimlerimizle kazandığımız becerilerin bugün hayata geçirilmesidir diyebiliriz. En başta da Homur Mizah Gazetesi ile DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası’na çıkardığımız HomurCUK Mizah Dergisi’nin mayasının 1977 deki büyük grevde atıldığını, rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şafak: Karikatürcüler olarak işçi eylemlerine de katılmıştınız…
Kocagöz: 1976’da 1 Mayıs ilk defa yığınsal olarak kutlandığı zaman karikatürcüler olarak biz de, acaba ne yapabiliriz diye düşündük. İlk kitlesel 1 Mayıs 1976 yürüyüşüne Karikatürcüler Derneği pankartı altında Engin Ergönültaş, Cem Kenan Öngü ve birkaç karikatürcü arkadaşla beraber Beşiktaş tarafından katıldık. O dönemlerde kitle eylemlerinde pankartları kendimiz üretirdik ama ben bir gün önce, 29 Nisan 1976 akşamı Paşabahçe Cam Fabrikası önünde 1 Mayıs çalışması için gece vardiyasında bildiri dağıtırken saat 03.00 civarında enselenmiştim. Bu benim ilk tutuklanışımdı. Bir gün sonra sabaha karşı serbest […] bırakıldıktan sonra o zaman yönetim kurulunda bulunan ustamız ve karikatür duayeni, Karikatürcüler Derneği’nin de onursal başkanlarından Turhan Selçuk ağabeyle, Cağaloğlu’nda cadde üstünde tabelacılık yapan Ayet Hakikat’e gittik ve Karikatürcüler Derneği pankartını yazdırdık, sabah da 1 Mayıs’a katıldık.
Büyük Grev’den önce gene bizim Politika’daki çalışmalarımız, politik duruşumuz [gereği] grevlerle yakın ilişkilerimiz sürüyordu. İstanbul Mecidiyeköy’de bulunan Acar film işçileri [için açtığımız] sergi hem karikatür sanatı hem de diğer sanat alanlarına örnek bir çalışma olduğu için çok önemlidir. Zamanını yanlış hatırlamıyorsam Türkiye’de grev çadırlarında açılan bu ilk karikatür sergisinin açılma tarihinin 1975 veya 1976 yılıydı. Profilo’nun karşısında bulunan Acar Film İşletmesi bahçesinde sanat işçilerinin grev çadırında açmıştık. Karikatürün ilk kez sokakta, işçi sınıfı hareketiyle buluşması Acar Film işçileri grevidir diyebilirim. [İlk sergiyi böylece] grev çadırında açtık. Genelde çizgilerde işçi işveren mücadelesi ile sinema sanatının özgürlük ve demokrasi mücadelesine katkısını işleyen çizgiler yer almaktaydı. Biz sergimizi grev çadırında açtık, karikatürlerimizi de nöbet tutan arkadaşlara bıraktık gittik.
Şafak: O karikatürler kayboldu mu?
Kocagöz: Gitti tabii. Peşinde bile olmadık. Herhalde direniş sonuna kadar sergilenmiş çadır kalkınca da karikatürleri de belki hoşuna giden birisi almıştır. O zaman fotokopi tekniği bu kadar güçlü olmadığı için orijinal çizgilerimiz çadırda yer almıştı. Açık olarak söyleyebilirim ki o yıllarda hiç birimizin arşivcilik diye bir alışkanlığı olmadığından karikatürlerimizin peşinde olmadık.
Şafak: Sizler karikatürcüler olarak bir sendika çatısı altında birleşmeyi düşündünüz mü? Bu dönemde kimlerden destek gördünüz ya da gördünüz mü, Canol?
Kocagöz: O dönemler dünyada ve Türkiye’de sendikal hareketlerin yükseliş dönemleriydi. Toplumda tam bir sendikal fetişizmi vardı. Yalnız karikatürcüler arasında değil diğer sanat alanlarında da bir sanatçılar sendikası kurma fikri vardı. Ama sol hareketteki çocukluk hastalığının 1980 öncesi en üst düzeye çıkmasından bu fikrimizi gerçekleştiremedik. Farklı alanlarda bazı sanat ve sanatçı sendikaları kuruldu. Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Müzik-Sen, DİSK Sine-Sen gibi. Ama Acar Film işçilerinin direnişleri sırasında onları örgütleyecek bir sanatçı sendikası yoktu. Arkalarında sendika olmayan sanatçılar nereye kadar gidecekler? Üstelik sanat işkolu, bir küçük burjuva işkolu. Destek de çok azdı zaten. Biz politik görüşümüzle vardık, inançla. İşçi sınıfı hareketine katılma azmi, sanatçıların birbirine güç ve omuz vermesi isteği, işçi sınıfı mücadelesine aktif destek olma inancı ile politik görüşlerimizdi bizi destekleyen unsurlar.
Şafak: TKP’nin bu çalışmalar içinde nasıl bir rolü oldu?
Kocagöz: Direkt bir rolü olmadı. Anlayış olarak rolü vardı tabii. Bizi besleyen görüşümüz TKP’nin politik görüşleriydi. Sonra bu çalışmaları gören arkadaşlar, “Size bunu TKP mi söyledi, yaptırdı?” [diye sordular]. Hayır! Buraya katılanların çoğu da TKP görüşünü savunan insanlar da değildi. İşçi sınıfı hareketine yardımcı olmak istiyorlardı. Ama tabii ki öncüleri de TKP’nin görüşlerini savunan insanlardı. Belki sanatın politikada kullanılması Latin Amerika’daki duvar resimleri de bizleri etkilemiş olabilir. Yine aynı yıllarda Yunanistan’da Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) hakim olduğu yerel yönetimlerde bizim yaptığımız çalışmalar gibi işçi sorunlarını işleyen duvar çizgileri de bizlere bu esinlenmeyi vermiş olabilir. Biz böyle çalışmaya başlayınca belli bir politik tavırdaki çizerlerde bizimle çalışmaya başladı. Daha çok genç çizerler vardı. Kırka yakın çizerimiz vardı.
Şafak: Bir örgüt gibi neredeyse…
Kocagöz: Evet örgüt gibi…
Şafak: Nerede bir araya geliyordunuz? Nerede oturup sohbet ediyordunuz? Kararlar alıyor muydunuz?
Kocagöz: O günlerde nerede birlikte olursak, orada… Demokratik kitle örgütlerinde, sendikalarda, kahvelerde, evlerde hâsılı her yerde. Tabii ki en başta Karikatür Müzesi ve içinde bulunan Türkiye’nin karikatür alanında tek meslek örgütü olan Karikatürcüler Derneğinde. Takdir edersiniz ki bir yığın ve kitle örgütü olan dernekte çeşitli siyasi görüşlerden arkadaşlar vardı. Bu arkadaşlarla da ortak çalışmalar yapıyorduk. 1969 yılında karikatürün üç büyük ustası Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Ferit Öngören tarafından kurulan Karikatürcüler Derneği. O dönemde derneğin karikatürcülere hem mesleki hem felsefi açıdan yol gösterici tavrı önemliydi. Ayrıca Politika gazetesinde çarşamba günleri mizah sayfası için toplantı yapıyor, herkes o haftanın önemli olaylarını mizahlaştırıp getiriyor, çizilmesi gerekenleri paylaşıp çiziyor ve yazıyorduk. Ertesi günde ben veya Oğuz sayfayı teknik sekreterle beraber kapatıyorduk. Bu çalışmalara isteyen yazar, çizer, genç katılımcılar katılabiliyordu. Bu da karikatürcülerin basınla mutfakta direkt buluşmasını getiriyordu. Canlı bir pratik oluyordu. Mümkün olduğu kadar genç insanları katmaya çalışıyorduk aramıza.
Şafak: Kimleri hatırlıyorsun?
Kocagöz: Mizah sayfasını beraber yürüttüğümüz Oğuz Makal vardı. Av. Ertuğrul Sakaoğlu, Nazım Alpman vardı o dönemde NETAŞ Fabrikası’nda çalışan Maden-İş üyesi, işçi temsilcisiydi şimdi Birgün gazetesinde yazıyor. Gırgır’dan Alp Tamer Ulukılıç, Cevat Özer, Cemil Cahit Yavuz, Cem Kenan Öngü, Nevin Elitez, Fethi Develioğlu, Tufan Arkayın, Ferit Avcı, Bülent Karabağlı, Hayati Boyacıoğlu, Erdoğan Karayel, Sait Munzur, Kamil Yavuz, Tayfun Akgül, Hüseyin Yazgaç, Sedat Öztürk, Selim Candan Verel, Önder Özdemir, Sema Ündeğer, Esen Yel, Orhan Topanelioğlu, İsmail Sezer, Akdağ Saydut, Ercan Akyol, İbrahim Güngör… İbrahim Güngör 1978 yılında faşist çetelerce kaçırılarak öldürüldü ve şu anda ismini hatırlayamadığım -onlardan da bunun için burada çok çok özür dilerim- emeği geçen bizimle omuz omuza yürüyen birçok arkadaş. Ayrıca arada sırada gelenler ile bir iki kere gelip bir daha gelmeyenler de bu saydığım isimlerin dışında kaldı. Bu sayfa çizerlerinin dışında beraber davrandığımız Gırgır’da çizen arkadaşlarla sıcak bir mücadele arkadaşlığımız vardı. Zalim Şevki tipinin yaratıcısı Ergin Ergönültaş ile Zihni Sinir tipinin yaratıcısı İrfan Sayar Gırgır’da çiziyordu. Sonra onlar Pişmiş Kelle’yi kurdular. Engin’lerle çizgi anlayışımız farklı olsa da politik bağımız vardı. Engin’le ve İrfan’la komşu semtlerde oturmamızdan ve politik yakınlığımızdan dolayı belli bir arkadaşlığımız vardı. Ayrıca o dönemde daha genç olan Gırgır’dan şimdi Hürriyet gazetesinde çizen Latif Demirci, Gırgır çizerlerinden Hasan Kaçan, Sarkis Paçacı ve Behiç Pek hatırladığım çizerlerdi. Onlar da görüşlerini Gırgır içinde, Pişmiş Kelle içinde yoğuruyorlardı. Cemil Cahit Yavuz vardı Politika ve Maden-İş gazetesinde çiziyordu. Selim Candan Verel vardı, bu arkadaş Kadıköy gazetesinde çiziyordu. Sedat Öztürk vardı, Genel-İş’ten, bir işçiydi bu arkadaş, onun yayınlarında çiziyordu. İstanbul dışından, Ankara’dan, İzmir’den karikatürcüler de çalışmalarımıza katılıyordu.
Şafak: Büyük Grev’e gelirsek…
Kocagöz: Gelelim1977’deki patronların sendikası MESS ile 40 bin Metal işçisinin kapışması olan Büyük Grev’e. Büyük Grev sürecinde bizim duvarlara karikatür çizmeye gittiğimiz fabrikalar: Atlı Zincir, Arçelik, Profilo, Telra. Biliyorsun bu fabrikaların tümüne yakını beyaz eşya yapıyor ve bu fabrikaların tümünde Maden-İş Sendikası örgütlü. Profilo beyaz eşya yapıyor, Telra televizyon üretiyor, Atlı Zincir toplu iğne fabrikası. Bunlardan başka [gittiğimiz] ufak tefek fabrikalar da vardı Davutpaşa, Topkapı civarında. Bu çizgi eylemlerinden öncesi de var. Gittiğimiz yerlere ya sendikanın minibüsüyle gidiyorduk ya da araç kiralayıp gidiyorduk. Malzemeleri, boya, fırça gibi çeşitli malzemeleri işçi sınıfının mücadelesini üst boyutlara taşıyacak bazı gecelerde destek için çizdiğimiz portrelerden aldığımız 5 lira, 10 lira, 15 lira neyse o birikiyordu. O biriken parayla minibüs tutuyoruz, [o para] yol parası, fırça, boya parası oluyordu. Aynı zamanda bu portre çalışmaları da içimizde portre karikatür çizmek isteyen arkadaşlara bir deney ve sıkı bir eğitim çalışması oluyordu. Bir de grev çadırına gitmeden önce Maden-İş Sendikası’ndan izin alıyorduk. Bu arada herhalde Türkiye’de duvarları boyama belgesi olan tek karikatürcüyüm diye övünebilirim.
Şafak: Senin duvarları boyama belgen mi vardı Canol?
Kocagöz: Şaka yapmıyorum o zamanki şartlar bize bir duvarları boyama belgesi yarattırdı. Gerçekten boyama belgesi. Bu belgeyle tüm grev dönemince tüm grevlerde duvarları istediğim gibi boyayabileceğime dair belge vermişti Türkiye Maden-İş Sendikası, Murat Tokmak imzalı. Belki Politika ve T. Maden-İş Sendikası’nın yayın organında çalışmamış olsam o belgeyi alamazdım. […] Türkiye’de en çok satan mizah dergisi olma ünvanlına sahip Gırgır Mizah Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Aral grev çadırına destek için gittiğinde işçi arkadaşlar gerekli ilgiyi göstermemişlerdi. Çünkü Oğuz Ağabey gerekli kuralları yerine getirerek grevdeki fabrika ziyaretine gitmemişti. Bu da onda grev karşısında belli bir burukluk meydana getirmişti. Oğuz Aral eski TİP’li idi. O son dönemde yakın da çalıştık fakat mizah anlayışımız değişikti. Gene de TİP’e yakınlığı vardı. TİP-TKP çatışması… Mesela bana şunu söyledi, Büyük Grev meselesinde, konuşuyoruz “Ben” dedi, “Grevdeki fabrikaya gittim, beş bin lira verdim, almadılar benim paramı. Almadı sizinkiler” dedi bana. “Sen yanlış yapmışsın ağabey” dedim. Adam son model bir arabayla gidiyor, fabrikanın kapısında duruyor, “Ben Oğuz Aral” diyor. Nereden tanıyacak Oğuz Aral’ı kapıdaki işçi. Tanımaz. “Ben size para vermek istiyorum” diyor. Ve çok da doğru bir şey yapıyor işçiler, diyorlar ki “Bize verme parayı. Sendika binamız karşıda, oraya götür, oraya ver. Para almıyoruz biz” diyorlar. O da, “Benim paramı almıyorlar” dedi bana. “Benim paramı almadı işçiler.” Şimdi, bu çok doğru bir tavır, iyi ki almamışlar. Böyle bir yapı da var. Bunlar önemli. Bu, grevin verdikleri… Beni çok etkiledi. İşçi hareketinin disiplini çok önemli… Grevde işçiler çok az bir para alıyorlar [sendikadan grev ödentisi olarak], birisi para getirmiş, onu almıyor, örgütüne gönderiyor, örgütünün almasını istiyor.
Sistemli bir şey vardı o dönemde. Tabii faşistlerin sızmasına, polisin grevleri sabote etmesine karşı […] epey dikkatli davranıyordu sendika. Onun için böyle bir disiplin uyguluyorlardı ve doğruydu. Sendika bir belge veriyordu, bütün grevler için. Onu gösteriyorsun grev çadırına. Tüm işçi arkadaşlar o belgeyi görünce ellerinden gelen yardımı yapıyorlardı.
Şafak: Her grev çadırında geçerli. Duvar karikatürlerinin gerçekleştirme safhasını anlatır mısın?
Kocagöz: Evet her çadırda geçerli, zaten öyle yazıyor üzerinde. Evvela bir gün önceden duvar karikatürü çizimini gerçekleştireceğimiz fabrikanın temsilcilerine ve Maden-İş Sendikası’na haber veriyorduk. Grevci işçi arkadaşlar ön bir çalışma olarak nereye karikatür çizilecekse, fabrika duvarı veya grev çadırının duvarı, orayı beyaza boyuyorlar ve bizleri bekliyorlardı. Sonra boyama yapacağımız yerlerin güvenliğini alıyorlar biz boyamayı gerçekleştiriyorduk. Grev çadırı derdik ama biliyorsun o dönemlerde bezden çadır değildi bunlar. Fabrika önlerine kurulmuş, silahlı saldırılara karşı tahkim edilmiş briket tuğlalardan yapılmış adeta birer gecekonduydu.
O dönemler faşist ve gerici saldırıların arttığı dönemlerdi. Sokaklarımızı değiştirdiğimiz dönemlerdi, bazı sokakların faşist işgal altında olduğu zamanlardı. Bu sokaklarda ülkü ocaklı faşistlerin, MHP’lilerin ilerici, aydın ve sosyalistlere kontrgerilla ile beraber saldırdıkları dönemlerdi. Dikkat etmek zorundaydık. Bu dönemde çizerimiz İbrahim Güngör’ü de ülkücü-faşist katiller okuduğu Yıldız Teknik Üniversitesi kampüsünün önünden kaçırıp işkence ederek öldürdüler. Yıldız Teknik Üniversite’sinde mühendislik okuyordu arkadaşımız. Katilleri bulunamadı. Bizim Poliitika gazetesinde çiziyordu. Gırgır’a ve bize çiziyordu. Politika gazetesine. Türkiye’de ilk öldürülen karikatürcü. Bu arkadaşın son fotoğrafını da Birleşik Metal-İş gazetesinde bastık. Bizim Politika gazetesinde çarşamba günleri yaptığımız toplantılara katılıyordu. Katılan o gençlerden biriydi. Bütün karikatürlerini de yanında taşıyordu. Çantasında. Gırgır’a gidiyor, bize geliyor. Aynı gün, çarşamba günü Gırgır’da da toplantı var, bizde de vardı. […] 3, 5 kuruş Gırgır’dan alıyor karikatürleri için… Onu biz Sine-Sen’e de görevlendirmiştik. O zaman her sendikaya bir karikatürcü görevlendirmiştik, gençlerden. İbrahim Hababam Sınıfı’nda figüranlık da yapmış, orada oynamış, “Sine-Sen’de çalışayım ben” dedi. Sine-Sen’e gidip geliyordu. Duvar karikatürleri yapıyordu. Çantasında da bol bol Türkeş karikatürleri var. Çantasında hepsini de saklıyor. Faşistler kaçırdılar. Ölüsü bulundu, Davutpaşa’da, Atatürk Öğrenci Yurdu’nun oralarda. Böyle bir şey başımıza geldi. Öldürdüler çocuğu gencecik yaşta. Karikatür dünyasının öldürülerek ilk kaybettiği insan. Karikatürleri yüzünden öldürülmüştür ve karikatürleri de yok ortada. Elimizde fazla karikatürü de yok. Tabipler Odası’nda bir yarışma yapmıştık. Halk Sağlığı Yarışması. Sonra kitap haline gelmişti. O kitabın arkasına da onun karikatürlerini bastık.
Biz çizerler olarak çarşamba günleri gazetedeki toplantının gündeminin bir maddesini mutlaka grevlerdeki işyerlerine ayırıyorduk. Burada gideceğimiz fabrikayı ve buluşma yerini konuşarak ayarlıyorduk. İsteyen katılıyordu. Ama bizim devamlı katılan bir kadromuz vardı. İlgisini çeken bu karikatür eylemine katılmak isteyen her arkadaş bizimle gelebilirdi. Solun hangi görüşünden olursa olsun. Sonra fabrikaya genelde toplu gidiyorduk. Fabrikadaki işçi arkadaşlarla oradaki grev çadırında olanlarla grevi konuşuyorsun. Sendikal hareketi, dünyada ve Türkiye’deki işçi ve emekçi mücadelesi üzerine konuşup dertleşiyorsun. Genelde laf dönüp dolaşıp buradaki sorun nedir? Sorusuna geliyor. Onu konuşuyorsun. Oradaki grevin sorununu konuşuyorsun. O günkü mesele nedir? Onu konuşuyorsun. Ondan sonra arkadaşlarla, kaç kişi gelmişse, on, on beş kişi çizer ve işçi arkadaşlarla ortak birkaç espri çıkarıyorsun, o esprileri hepimiz paylaşıyor ve işçi dostlarımızla daha da geliştiriyorduk. Ondan sonra grev çadırlarında ve fabrika duvarlarında hayata geçiriyorduk. Çalışırken üstümüze boya sıçramaması için de grev gözcülerinin giydiği önlükleri giyiyorduk. Bu aynı zamanda çizerlerin DİSK’le Maden-İş sendikamızla ve daha önemlisi grevle bütünleşmesini getiriyordu. Ayrıca bu çalışmalarda illa ki katılan karikatürcülerden birinin eseri grev çadırının duvarına çizilecek diye bir kural da yoktu. Demin söylediğim gibi İstanbul dışından bir arkadaşın çizgisi de yer alabiliyordu. Mesela çok iyi hatırlıyorum İzmir’den Tufan arkadaş vardı, Tufan Arkayın, onun karikatürü Atlı Zincir’e uygundu, Atlı Zincir’in duvarına çizdik. O anda aklımıza gelen, bizimle çalışan o anda aramızda olmayan ama greve en uygun çizgisi olan arkadaşın karikatürü varsa, onun karikatürünü çiziyorduk duvara. Zordu tabii, şimdiki boyalar falan yok, fırçalarla yapıyorsun fırça tükeniyor. Şimdi fısfıslı boyalar var, çok kolay on beş dakikada biter. Nazım Hikmet’in portrelerini çiziyorduk duvarlara. Yeri gelmişken Atlı Zincir’in karşısına grev çadırını güneş ve yağmurdan koruyucu branda üzerine çizdiğimiz bir Nazım Hikmet portresini biz gittikten sonra polis gelip kesip Kazlıçeşme karakoluna götürdüğünü de burada tarihe not düşmek için aktarmakta yarar olduğuna inanıyorum.
Şafak: Grev çadırında karikatürlerin konusu, spontane olarak grevcilerle birlikte belirleniyordu demek ki. Hazır esprilerle gitmiyordunuz.
Kocagöz: Tabii, spontane gelişen, işçi hareketinin o anki durumunu yansıtan esprilerdi. Mesela MESS patronları Profilo Fabrikası’nın duvarlarına karikatür çizmeye gittiğimiz günlerde işçilere mektup dağıtmıştı. MESS mektubunda, “Sendikadan ayrılırsanız size zam vereceğiz” diyordu. Orada hemen onu söylediler, baktım çok etkilenmişler, hepsi gösterdiler mektupları. Hemen onu hayata geçirdik ve mizahını yaptık duvar karikatürü olarak hayata geçirdik. Yine aynı günlerde Profilo’da fabrika işgali sırasında asker ve polis tarafından öldürülen Profilo işçisi Yakup Keser arkadaşın sıcak izleri vardı işçi arkadaşların üzerinde. Ne yapacağımızı ne çizeceğimizi işçi dostlarımızla beraber tartışarak kararlaştırdık ve hayata hep birlikte geçirmeye karar verdik. Hem de ne gerçekleştirmek! Profilo Fabrikası’nın sahibi Jak Kahmi iki veya üçüncü katta bulunan odasındaki çalışma masasına oturunca öldürülen işçi arkadaşımız Yakup Keser’i görecek gibi karşı duvara kızıl bir bayrak içine Yakup’un portresini çizdik. Bunu da işçi arkadaşlarımızın yardımlarıyla gerçekleştirdik. Uzun merdivenler buldular çizimi yapacak çizerlerin işlerini kolaylaştıracak iskele kurdular ve portre çizimini başarıyla hep birlikte gerçekleştirdik.
Ayrıca kısa kısa sanat konuşmaları da yapıyorduk grev çadırlarında. Hatta isçi arkadaşlarla çizimler üzerine açık açık görüş alışverişi yapıyor karikatür üzerine görüşlerini alıyorduk. Mesela beni etkileyen, belki arkadaşları da etkilemiştir, sanat konuşmaları yapıyorduk grev çadırında. İşçiler karikatürün biçimine ciddi bir eleştiri getiriyorlardı. Diyorlardı ki “Bizi neden maymun gibi çiziyorsunuz? İşçileri maymun gibi çiziyorsunuz. Bizi çirkin ve ablak çiziyorsunuz.” Biz [çizer] arkadaşlara söylediğimiz zaman o kadar ciddiye almıyorlardı ama işçiler söylediğinde ciddiye almışlardı. O zaman pazulu çizilirdi işçiler. Pazulu ve bir de maymun gibi çizilirdi, aptal tipli işçi tipi daha çok Gırgır ve o anlayıştaki dergi çizerleri çiziyordu. O tipler bizim çizdiklerimiz değildi tabii. Demek ki bundan alınmışlar, gücenmişler. […] Her grev çadırı içinde ocak, buzdolabı, yakıt olarak yağ yakan sobalar ile toplantı masaları ve sandalyeler vardı. Çadırın bir bölümü mutfağa ayrılmıştı. Nöbet tutuluyor, sıcak yemek pişiriliyordu. Bizler de bir kaç sefer etli patates yemiştik. Tabii ki ardından da demli bir çay mutlaka olurdu.
Şafak: Peki Parti’nin, TKP’nin buna dahli nasıldı? Bir ilişkisi oldu mu ya da sizinle bir kontağı…
Kocagöz: Şunu çizin, bunu çizin gibi olmadı. Zaten olmamalı da. TKP politikaları genel olarak bir yön veriyordu. Mesela TKP’nin “MHP kapatılsın” diye bir kampanyası vardı. Bu konudaki karikatürler Türkiye’nin tüm illerinde hayatın içinde gazete, dergi ve sergilerde yerini almıştı. […] O dönemde Türkiye’de sanat dalları içinde MHP ve Ülkü Ocakları’yla dalga geçen en etkili olan karikatür[dü]. Geçmişte zannedersem 1975 yılıydı, bizim çabalarımızla ve önerimizle Karikatürcüler Derneği Genel Kurulu’nda tüm çizerlerin çizdikleri yayın organlarında, “Ülkü Ocakları ve MHP kapatılsın kontrgerilla dağıtılsın” konulu karikatür üretmelerini öneren temenni kararı aldırmıştık. […] Bunun üzerine daha sonraki günlerde basında ve dergilerde çizen tüm arkadaşlar artan faşist baskı ve anti demokratik uygulamalara karşı çizgileriyle mücadele yürüttüler. En başta çok okunan mizah dergilerinden Gırgır’da çizen arkadaşların tavrı çok önemliydi. Yaptığı anti-faşist yayınlarla tüm kesim ve katmanlara ulaşabiliyorlardı. Burada şimdi aramızda olmayan Gırgır mizah dergisini yöneten tek sorumlu Genel Yayın Müdürü Oğuz Aral’ın ilerici kişiliğini dergiye yansıtması çok önemliydi bence. Mizah dünyamıza birçok çizer yetiştiren Oğuz Aral’ı saygı ile anmadan geçmezsek iyi olur. Çok satan bir dergi çıkaran Oğuz Aral tüm kesimlere etkili olmakla kalmıyor sanatçılar üzerinde de etkili oluyordu. Bu önemliydi.
[Ama] demin dediğim gibi Partimiz bize şunu yapın bunu çizin gibi hiçbir zaman bir şey demedi. Zaten dememeli. Politik disiplin ve bilinçle o yolu bulup hayata uygulamaya çalıştık. Ben aynı zamanda Ürün Sosyalist Dergi’de de çiziyordum. Ürün’ün kapaklarını çiziyordum. Ürün biliyorsun, 12 Eylül öncesi teorik dergidir ve yayın organıdır TKP’nin. O derginin kapağını bir fabrikanın duvarına çizmek bir politik etki ise ve olaya dahil olması ise böyle dahil olmuştur. Örneğin kapakta Parti yazıyor, biz sendika çalışması olduğu için grev çadırının duvarına yazarken parti yazmıyorduk da “Birlik” yazıyorduk. O anlıyordu zaten oradan TKP’nin geçtiğini. TKP’lilerin geçtiğini. Bunlar bizim için önemli şeyler ve hoş şeylerdi. Karikatür dünyasına da çok şey bıraktı. Tabii bu, hareketin sanat hareketine yansımasıdır aynı zamanda. Karikatür dünyasına yansımasıdır. Onu hizaya sokmasıdır. Bütün sanat alanlarını etkilemiştir.
Önemsediğim için sevgili Can soruna eklemek istediğim çok önemli bir şey var. Maden-İş Sendikası da bize şöyle çizin, böyle çizin demedi. Tamamen işçi sınıfı ile karikatür sanatçılarının ortak çalışması diyebiliriz. Ancak şu söylenebilir; işçi sınıfı biliminin politik ve pratik etkisi olmuştur denebilir.
Şafak: Siyasetin sanata olan etkisi… Siz birinci derecede sınıftan ve sınıf kavgasından etkilendiniz diyebiliriz.
Kocagöz: Sınıftan etkilendik, evet. En başta sınıf mücadelesinden etkilendik. Siyasi yapıdan değil. Ama dolaylı olarak TKP de sınıftan etkilendiği için biz de politik görüşlerimizin etkisi ile görev bilinciyle grev çadırlarındaydık. Esasen TKP de sınıftan etkilendi.
Bizdeki genç karikatürcülerin çoğu İlerici Gençler Derneği ( İGD ) üyesiydi. Ama bizimle çalışırken farklı bir çalışma içinde olduklarını düşünmelerini sağladık. Bu da doğru bir şekilde gitti. İşçi sınıfı için çalışmak isteyen diğer siyasi görüşlerden karikatürcüler belki bizlerin işçi sınıfı hareketiyle sıcak ilişkiler içinde olmamızdan ve başka siyasi görüşlerle ortak çalışma platformu oluşturma gücümüzden… diğer alanlardaki gibi yalnız bırakılmadık. Şimdi baktığım zaman bunun da bizim başarımız olduğunu görüyorum.
Şafak: Büyük Grev’in karikatürle gelişen bağları, ilişkileri hakkında başka bir şey ilave etmek ister misin?
Kocagöz: Burada son olarak mizah ve karikatür konusunda ilave etmek istediğim, bence önemli gördüğüm bir konuyu paylaşmak istiyorum. Mücadelede karikatür ve mizahı kullanmazsak, daha da genelleştirirsek sanatı mücadele içine katmazsak tatsız, tuzsuz yavan bir mücadele sürdürmüş oluruz. Mücadele edenlerin moralleri düşer, bir süre sonra da mücadele sönümlenir. Bunun en son örneğini Gezi direnişlerinde gördük. Gezi’de mizah ve sanat direnişi üst boyutlara yükseltti, daha geniş kitle ve katmanları mücadele içine çekerek direnişin boyutlarını genişletti. Halkın moralinin devamlı yüksek tutulmasını sağladı. Sokak sanatının Gezi direnişinde üst boyutlara çıkması sanatçılara da yeni bir ufuklar açtı. Genel olarak sanatın özel olarak mizah ve karikatürün Büyük Grev’deki geleneği Gezi’de rehber oldu diyebilirim. Direniş çorbasında bir parça tuzumuzun olması bize onur ve güç veriyor. Gelecek kuşaklara sanat alanları olarak bir deney daha bırakmanın tadını yaşıyoruz.
KAYNAK :
http://www.sendika.org/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder