(Radikal, 2 Ocak 2012)
SORU 1: Soykırımı kabul etse Türkiye ceza alır mı?
Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi soykırımı bireysel bir suç olarak tanımlar.[1]Sözleşme uyarınca soykırım işleyen, işlemeye teşebbüs eden, kamuoyunu soykırıma teşvik eden ve soykırımda suç ortağı olan KİŞİLER suçun işlendiği ülkede veya uluslararası mahkemede yargılanır (madde VI). Taraf ülkeler, suçlu kişileri etkili bir şekilde cezalandırmayı (madde V), gerekirse adi suçlu statüsünde sınırdışı etmeyi (madde VII) ve yargılama konusunda BM organları ile işbirliği yapmayı (madde VIII) taahhüt ederler. “Ülkenin yargılanması” gibi hukuken anlamsız bir kavrama yer verilmemiştir. Tazminattan da söz edilmemiştir.
Demek ki Türkiye Cumhuriyeti, soykırım suçunu inkâr etmekle “Türkiye” veya “Türkler” adı verilen soyut varlıkları değil, suç işlediği iddia edilen birtakım KİŞİLERİ savunmaktadır. Türkiye’nin soykırımı itiraf etmesi “Türkiye’yi” veya “Türkleri” zedelemez; Türk kamuoyunun düne dek matah adamlar sandığı bazı kişilerin adi suçlu olduğunu kabul etmesi anlamına gelir.
Sözleşme en son Sırp ve Hırvat savaş suçlularını yargılamada kullanılmıştır. Dikkat buyurun: yargılanan Hırvatistan veya Sırbistan değildir; bu ülkelerin vatandaşı olan birtakım kişilerdir. Ancak iki ülke, mahkemece aranan sanıkları bulma ve teslim etme konusunda ayak diredikleri için, suçluları koruma faslından birtakım diplomatik ve ekonomik baskılara maruz kalmışlardır.
Bir suçtan ötürü suçlu kişinin çocukları, akraba ve taallukatı, yurttaşları veya yandaşları cezalandırılamaz; bu bir temel hukuk kuralıdır. 1915-22 katliamlarında rol alan kimse bugün hayatta olmadığına göre, demek ki, Ermeni soykırımına ilişkin bir yargılamadan herhangi bir gerçek hukuki sonuç çıkması mümkün değildir.
SORU 2: Soykırım suçu 1948’de tanımlandı. Geriye işletilmesi hukuka aykırı değil mi?
Suçun 1948’de hukuken tanımlanmış olması, daha önce bu suçun işlenmiş olamayacağını göstermez. Misal: Türk hukukunda “suç işleme amaçlı örgüt kurma suçu” ilk 1991’de tanımlandı. Türkiye’de 1991’den önce çeteler mafyalar yoktu mu diyeceğiz?
1948’de müeyyideye bağlanan bir suçtan ötürü 1915’te suç işleyen kişiler cezalandırılamaz deniyorsa bakın bu doğru olabilir. Ceza hukukunda geriye teşmil olmaz. 1915 faillerinden hayatta olanlar 1948’den sonra yeni mevzuata göre yargılansaydı muhtemelen hukuka aykırı olurdu. Ya da belki olmazdı, çünkü 1945 Nürnberg mahkemeleri de kısmen suç tarihinden sonra oluşturulmuş içtihatlara göre mahkûmiyet kararları verdiler. Ama sonuçta bugün 1915 faillerinden hayatta kalan kimse olmadığına göre konu kadüktür. Tartışacak bir mevzu yoktur.
SORU 3: Soykırım kavramı 1948’de hukuki anlam kazandığına göre, Fransa’nın bugün çıkardığı yasada hukuksuzluk yok mu? Anakronizm değil midir bu?
Fransa'daki tasarının soykırım suçunu cezalandırmakla ilgisi yok. Fransa meclisi 2001’de çıkardığı bir yasayla 1915 olayının bir soykırım olduğuna karar verdi. Şimdi bunu inkâr etmenin, bir toplumun kimliğine ve haysiyetine yönelik aşağılama olduğuna ve nefret suçları kapsamında cezalandırılması gerektiğine karar veriyor. Buna düşünce özgürlüğü açısından karşı çıkmak mümkündür. Politik fayda ve ahlak açılarından da belki karşı çıkılabilir. Ama ortada geçmişe işletilen bir durum yok. BUGÜN işlenmekte olan AYRI bir suçun kovuşturulmasını öngörüyorlar.
SORU 4: Fransa’nın çıkardığı kanun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi açısından sakat değil mi?
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ifade özgürlüğünü çok geniş hatlarla tanımlar ve korur, evet. Ama ifade özgürlüğü sınırsız değildir. BAŞKASININ hak ve özgürlüklerine tecavüz ettiğin noktada dur derler. Kimsenin onur ve haysiyetine saldıramazsın. Hakaret edemezsin. “Şu adamları çoluk çocuk ayırmadan öldürmek lazım, mallarını yağmalamak lazım, atalarımız öyle yapmış oh ne güzel yapmış” diyemezsin. Suçtur. Bu suçu övmek de suç mudur? Bu konuda içtihat muhtelif gerçi. Ama son yirmi yılda genel trend nefret suçlarının kapsamını genişletme yönündedir, onu da bilmek lazım.
Fransız tasarısı hukuk açısından önemli bir yenilik getirmiyor. Arkasında 1990 tarihli Gayssot Yasası var. [2] Bu yasa “insanlığa karşı suçlar” olarak tanımlanan “suikast, imha (extermination), köleleştirme, tehcir (déportation) ve sivil topluluklara karşı savaş sırasında veya savaş öncesinde işlenen diğer insanlık dışı eylemleri” [3] toplu yerlerde ve kamuya yönelik yayın organlarında inkâr etmeyi 5 yıla kadar hapis ve 45.000 euro para cezasıyla cezalandırıyor.
Öbür Avrupa ülkelerinde de buna benzer yasalar var. Alman Ceza Yasasının 1985’te kabul edilen 130. Maddesine göre “soykırımı küçümsemek, inkâr etmek veya zararsızlığını iddia etmek” [4] suç. Nefret Suçlarına ilişkin 1994 tarihli yasayla, Yahudi soykırımını inkâr etmenin cezası beş yıla çıkarılmış.
Avrupa Konseyi’nin 2006’da yürürlüğe giren ek protokolüyle internet ortamında “Yahudi soykırımını inkâr etmek, kabaca önemsizleştirmek (minimisation grossière), övmek veya haklı göstermek”suç sayılıyor. [5] Bu protokolü Kanada dahil 30 ülke onaylamış.
Almanya’daki yasaya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde itiraz edilmiş. Mahkeme 1995 tarihli Otto Ernst Remer davasında, AİHS’in hakların kötüye kullanılmasına ilişkin 17. maddesine dayanarak itirazı reddetmiş. Tercümesi : soykırım inkârını “hak ve özgürlüklerin yok edilmesine yönelik bir eylem” olarak değerlendirmiş.
Emekli büyükelçi Akın Özçer’in 24 Aralık 2011 tarihi Taraf’ta çıkan nefis makalesinde belirttiği üzere, “AİHM’in, önüne geldiğinde bu yasa dolayısıyla Fransa’yı mutlaka mahkûm edeceğine ilişkin değerlendirmeler iyi dilekten öteye bir anlam taşımıyor.”
SORU 5: Türkiye soykırımı kabul ederse tazminat hakkı doğar mı?
Tazminat meselesinin soykırımla alakası yok. Ayrı bir konu. Farzet ki soykırım olmadı, Ermeniler burunları kanamadan memleketten gittiler. Sen, zamanın başbakanının ikrarına göre 972.000, hakikatte bir buçuk milyon kadar sivil vatandaşını çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden yurdundan sürmüşsün. Evine, barkına, eşyasına, malına, bankadaki hesabına, davarına, tarlasına, bahçesine, dükkânına, atölyesine, fabrikasına, okuluna, kilisesine, mezarlığına el koymuşsun, yağma Hasan’ın böreği gibi yandaşlarına üleştirmişsin. Adamların belge gösterip bedel istemesine ne hakla ve hangi yüzle itiraz edebilirsin?
SORU 6: Türkiye tazminat ödemeli mi?
Bana sorarsanız 1915 için ödememeli. Ya da sembolik bir şey ödemeli.
Gençliğimde sosyalisttim; belki onun kalıntısıdır, miras hakkını mutlak bir hak olarak olarak göremiyorum. Ayrıca soykırım ve inkârın trajedisinin para pazarlığına tahvil edilmesini ahlaken sakıncalı buluyorum. Ayrıca tazminat talebinin pratikte içinden çıkılmaz sorunlara ve haksızlıklara yol açacağını düşünüyorum. Ölen ölmüş, giden gitmiş. Bu aşamada mal derdine düşmenin bence faydası yoktur.
Ama alacağından vaz geçme hakkı borçluya değil alacaklıya aittir. O hakka da saygı göstermek gerekir. Tazminat istenip istenmeyeceğine Türkler değil Ermeniler karar verir.
Daha yakın tarihte eski politikanın devamı olarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin giriştiği bazı yağmalama eylemleri belki ayrı bir kapsamda ele alınabilir. Devet tarafından örgütlendiği açıkça ortaya çıkan 6-7 Eylül 1955 talanı var. 60.000 İstanbullu ve adalı Rumun 1963-64’te malını mülkünü terke mecbur edilip sınırdışı edilmesi var. 1976’da Yargıtay kararıyla gayrımüslim vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri mülklere tazminatsız el konulması var. 1980-81 gizli kararnameleriyle Ermeni ve Rumların taşınmaz mallarını yok pahasına elden çıkarmaya zorlanması var. Bu olayların mağdurlarının bir kısmı halen hayattadır. Onlarla el sıkışıp helalleşmek için vakit çok geç sayılmaz sanırım.
[1]Soykırım Sözleşmesi, madde IV: “Persons committing genocide or any of the other acts enumerated in article III shall be punished, whether they are constitutionally responsible rulers, public officials or private individuals.”
[2]Yasanın tam metni için http://www.legifrance.gouv.fr/affichTexte.do?cidTexte=JORFTEXT000000532990
[3]Gayssot yasasıyla değiştirilen 1881 tarihli Basın Yasasının 24bis maddesi delaletiyle 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Sözleşmesi şu eylemleri “insanlığa karşı suç” olarak tanımlar: “l’assassinat, l’extermination, la réduction en esclavage, la déportation, et tout autre acte inhumain commis contre toutes populations civiles, avant ou pendant la guerre, ou bien les persécutions pour des motifs politiques, raciaux ou religieux, lorsque ces actes ou persécutions, qu’ils aient constitué ou non une violation du droit interne du pays où ils ont été perpétrés, ont été commis à la suite de tout crime rentrant dans la compétence du Tribunal, ou en liaison avec ce crime.”
[4]Alman Ceza Yasası (Strafgesetsbuch) §130/3: “Mit Freiheitsstrafe bis zu fünf Jahren oder mit Geldstrafe wird bestraft, wer eine unter der Herrschaft des Nationalsozialismus begangene Handlung der in § 6 Abs. 1 des Völkerstrafgesetzbuches bezeichneten Art in einer Weise, die geeignet ist, den öffentlichen Frieden zu stören, öffentlich oder in einer Versammlung billigt, leugnet oder verharmlost.”
[5]Avrupa Konseyi, Additional Protocol to the Convention on Cybercrime, concerning the criminalisation of acts of a racist and xenophobic nature committed through computer systems, madde 6/1: “distributing or otherwise making available, through a computer system to the public, material which denies, grossly minimises, approves or justifies acts constituting genocide or crimes against humanity, as defined by international law and recognised as such by final and binding decisions of the International Military Tribunal, established by the London Agreement of 8 August 1945, or of any other international court established by relevant international instruments and whose jurisdiction is recognised by that Party.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder