İlkokul ikinci sınıfın sonunda yaz tatiline gittiğim Almanya’da aylar sonra gördüğüm ablamın çıkan ufak bir münakaşada “neden geldin ki sen? Git geri geldiğin yere” demesi ağrıma gitmişti yine aynı dönemde babamın
hali hazırda almak üzere olduğu oyuncağı sırf o an ben onu çok fazla istediğimi gösterdim diye almaktan vazgeçmesi gibi. İzmir’de yurtlarda başlayıp Ankara’da da 6 yıl beraber sevinip ağladığım arkadaşımın beni dinlemeden, sadece diğer ortak arkadaşın penceresinden kendisinin dahil olmadığı 10 yıllık ilişkiyi tek taraflı yorumlayıp içtiğimiz bir akşam bana çok da hoş olmayan içeriklere sahip kurduğu o cümlelerin içerisindeki kelimeler de tek tek aklımda kalmış, arkasından gelişen ve bugüne kadar süren küslüğün gerçek nedeni bu olsa da yıllarca hiçbir zaman gündeme gelmedi. 25 yıl boyunca anneliğe dair yaptığı tek eylem bankada çekilen kredinin aylık taksitini öder gibi bir miktar para ödemekten başka bir eylemi olmayan annemin 25 yıl sonra gerçekleşen sahici buluşmada 15 yıl farklı içeriklerle dolu yurt hayatı ve 25 yıllık aileden uzak bir hayat yaşamamışım gibi geçmişi sadece harcanılan para üzerinden değerlendirip tüm bu acılı süreçten kendisini kurtaran “çok masraflı oldun sen bize” cümlesini bugün dahi bazen kendi kendime tekrar ederim..” Çok masraflı oldun sen..” Dünyada en çok belki de onu sevdim ben dediğim insana vize almak için erkenden gitmem gereken konsolosluk sırası için evi o bölgeye yakın olduğundan dolayı yaptığım mecburi ziyaretlerin birisinde beni evden sabahın köründe kendisinin değil de kız arkadaşının kalkıp kahvaltı hazırlayıp uğurlamasını sadece bir tam gün beklediğim vize kuyruğunda değil kuyruk gördüğüm her sırada hatırlamayı, acısını biraz bu zamana sarkıtmayı hiç aksatmadım. Yatılı okulda okul dışı çekilen sıkıntıların derinliği ve sıradışılığının üzerime sadece kısa bir dönem için serpiştirdiği o sessiz ve kimseye dalaşmayan uysal halimi farklı şekilde yorumlayarak durduk yere, hiçbir şey olmadan ders arası beni arkadaşlarını eğlendirmek için kurban seçip kavgaya davet eden eğlenceli arkadaşı bir öğle teneffüsünde ağzını burnunu gerçek anlamıyla kıracak şekilde dövmüş olsam da ona olan hırçınlığım geçmiş değil arkasından anne ve babasının hazinli hikayesini öğrenmiş olsam dahi. Kardeşlerimin sünnet düğünü için gittiğim üç günlük Almanya tatili dönüşü esnasında üç gün boyunca ona doğru hediyeyi almak için çabalayıp nihayetinde heyecanla bir şeyler aldıktan sonra sevgilimin beni söz vermesine rağmen havaalanında karşılamak yerine davet edildiği partiye gitmiş olmasından dolayı bir süre göremeyişimin, hediyeyi veremeyişimin yarattığı hayal kırıklığını sonrasında beraber geçirdiğimiz 72 günde onarılmadığı gibi 12 yıl sonraki karılaşmamızda da akla düşen ilk ayrıntı olacak şekilde kırıklık devam etti. Her bayram ya da on beş gün tatiller nedeniyle köye geri dönüşlerimi illa ki bir hayvan keserek karşılayan dedemin bana verdiği “artık hayvan kesilmeyecek” sözüne rağmen bu sözün tutulmadığını her farkına varışımda hissedilen o üzüntü her kurban bayramında bir şekilde kendisini görünür kılmaya devam ediyor. On yıl boyunca geçimine dair ne varsa karşıladığım, kader birliği yaptığım arkadaşın Almanya’ya gitmeden kısa bir süre önce beraber oturup borcunu ödemeden kaçtığımız ev sahibine beni ispiyonlamakla tehdit etmesi 35 yılda yediğim en büyük kazığın ifadesi şekline hayatımın özetinde yer alacağından kuşkum yok. 2.5 yıllık ilişkinin içerisinde belki de en zor zamanlarım olarak ifade edilecek olan dönemimde memnuniyetsizlikleriyle var olan hayatımı zorlaştırdıkça zorlaştıran anlaşılmaz tavrı bir yana ayrıldıktan sonra "buradan gidesiye kadar kimse olmaz" hayatımda deyip on gün içerisinde önce bir başka ülkedeki eski sevgilisini getirip ardından ismini cismini bilmediği sürüyle insana kucak açan insanı insan olarak çoktan affettim belki ama duygusal kırgınlığın bir ömür süreceğini geçtiğimiz gün yine farkına vardım. Tarih dersinde milliyetçi muhafazakar duruşuyla resmi tarihi dahi aratacak düzeyde taraflı anlatımı karşısında dayanamamış ve sadece "Vahdettin vatan haini midir değil midir" sorusunu sorduğum için herkesin içerisinde okuduğum dergilerden yola çıkarak önce yanlı bir şekilde yorumlayıp hedef göstermesi, ardından azarlayıp kulağımı çekerek okuduğum dergileri gündeme getirip "aha vatan haini sensin" diyen ve aynı zamanda okul müdürü de olan sevgili hocama gerekli cevabı veremediğim için çektiğim ızdırap "tarih dersi" içeren herhangi bir cümleyi her duyduğumda kendisini yeniden var ediyor. Her pazartesi kimin hangi sinema ya da eğlence mekanına gittiğini işitmekten asosyallik kompleksine girmiş bir yatılı öğrenci olarak yurttan kaçıp sadece pazartesi tören öncesi ayaktaki sırada izlediğim bir filmi anlatma isteğiyle yurttan kaçışımın sonrasında ellerimi birleştirip tahta cetvelle normal cezanın on katına tekabül edecek şekilde cezalandıran belletmen adı altında siktir boktan bir bölümde okuyan üniversite öğrencisi hakan piçini bir daha görememiş olmamın yarattığı burukluğun onu bulasıya kadar devam edeceğinden korkuyorum. Kabakulak olduğum için yurttan yakınım tarafından eve çıkarılmam istendiği için okula davet edilen İzmir'in sayılı zenginlerinden olup da 13 yıllık yurt hayatında beni bir gün evine almamış olan annemin dayısı "Çocuklarıma da bulaşır, eve alamam" diyerek beni orada öylece bıraktığı zaman ile dedemin köyden gelip beni eve götüresiye kadar olan zaman içerisinde hissedilen o tarifsiz sahipsizlik duygusunu öyle derinden ve acı bir şekilde yaşadım ki bugün kimliğim olmasını isteyecek kadar içselleştirdiğimi ancak yeni yeni fark ediyorum. ilkokul 5'te özel ders alarak başlayıp evinde kalmaya doğru giden süreç içerisinde bakımımı üstlenen ilkokul hocası Ayşe Hanım'ın daha sık ayakkabı almasına yol açan futboluma düşkünlüğümün aile tarafından da tepki koyulması için babama yaptığı ajitasyon bugüne dair içerisinden çıkamadığım futbol mutsuzluğuna sebebiyet vermesi nedeniyle hiç unutmadığım gibi ömrü hayatım boyunca da affetmeyeceğim nadir ayrıntılardan bir tanesi olarak kaldı. Evinde kaldığım Ayşe Hanım'ın üniversite sınavlarına hazırlanan biricik kızı Aylin'in evdeki pastayı görünce hissettiğim mutluluktan dolayı asosyallik kompleksimin de farkında olarak "Tiyatroya bilet aldım, hadi çabuk bitir de gidelim" diyerek önümdeki pasta ve kolayı iki dakikada bana yedirip kapıda "şaka yaptım" diyerek kendi pasta ve kolasını önümde bir saat içerisinde ancak bitirmesini ne unutur ne de affederim. Henüz okula gitmediğim dönemde kahveci Muharrem abi'nin "bizim hanıma şunu söyle gel sana meyvalı ısmarlayacağım" diyerek şarkı türkü eşliğine beni evine yollayıp işini gördürdükten sonra meyvalı ısmarlamamasının yarattığı hüznü belki yaşıyorum hala...
hali hazırda almak üzere olduğu oyuncağı sırf o an ben onu çok fazla istediğimi gösterdim diye almaktan vazgeçmesi gibi. İzmir’de yurtlarda başlayıp Ankara’da da 6 yıl beraber sevinip ağladığım arkadaşımın beni dinlemeden, sadece diğer ortak arkadaşın penceresinden kendisinin dahil olmadığı 10 yıllık ilişkiyi tek taraflı yorumlayıp içtiğimiz bir akşam bana çok da hoş olmayan içeriklere sahip kurduğu o cümlelerin içerisindeki kelimeler de tek tek aklımda kalmış, arkasından gelişen ve bugüne kadar süren küslüğün gerçek nedeni bu olsa da yıllarca hiçbir zaman gündeme gelmedi. 25 yıl boyunca anneliğe dair yaptığı tek eylem bankada çekilen kredinin aylık taksitini öder gibi bir miktar para ödemekten başka bir eylemi olmayan annemin 25 yıl sonra gerçekleşen sahici buluşmada 15 yıl farklı içeriklerle dolu yurt hayatı ve 25 yıllık aileden uzak bir hayat yaşamamışım gibi geçmişi sadece harcanılan para üzerinden değerlendirip tüm bu acılı süreçten kendisini kurtaran “çok masraflı oldun sen bize” cümlesini bugün dahi bazen kendi kendime tekrar ederim..” Çok masraflı oldun sen..” Dünyada en çok belki de onu sevdim ben dediğim insana vize almak için erkenden gitmem gereken konsolosluk sırası için evi o bölgeye yakın olduğundan dolayı yaptığım mecburi ziyaretlerin birisinde beni evden sabahın köründe kendisinin değil de kız arkadaşının kalkıp kahvaltı hazırlayıp uğurlamasını sadece bir tam gün beklediğim vize kuyruğunda değil kuyruk gördüğüm her sırada hatırlamayı, acısını biraz bu zamana sarkıtmayı hiç aksatmadım. Yatılı okulda okul dışı çekilen sıkıntıların derinliği ve sıradışılığının üzerime sadece kısa bir dönem için serpiştirdiği o sessiz ve kimseye dalaşmayan uysal halimi farklı şekilde yorumlayarak durduk yere, hiçbir şey olmadan ders arası beni arkadaşlarını eğlendirmek için kurban seçip kavgaya davet eden eğlenceli arkadaşı bir öğle teneffüsünde ağzını burnunu gerçek anlamıyla kıracak şekilde dövmüş olsam da ona olan hırçınlığım geçmiş değil arkasından anne ve babasının hazinli hikayesini öğrenmiş olsam dahi. Kardeşlerimin sünnet düğünü için gittiğim üç günlük Almanya tatili dönüşü esnasında üç gün boyunca ona doğru hediyeyi almak için çabalayıp nihayetinde heyecanla bir şeyler aldıktan sonra sevgilimin beni söz vermesine rağmen havaalanında karşılamak yerine davet edildiği partiye gitmiş olmasından dolayı bir süre göremeyişimin, hediyeyi veremeyişimin yarattığı hayal kırıklığını sonrasında beraber geçirdiğimiz 72 günde onarılmadığı gibi 12 yıl sonraki karılaşmamızda da akla düşen ilk ayrıntı olacak şekilde kırıklık devam etti. Her bayram ya da on beş gün tatiller nedeniyle köye geri dönüşlerimi illa ki bir hayvan keserek karşılayan dedemin bana verdiği “artık hayvan kesilmeyecek” sözüne rağmen bu sözün tutulmadığını her farkına varışımda hissedilen o üzüntü her kurban bayramında bir şekilde kendisini görünür kılmaya devam ediyor. On yıl boyunca geçimine dair ne varsa karşıladığım, kader birliği yaptığım arkadaşın Almanya’ya gitmeden kısa bir süre önce beraber oturup borcunu ödemeden kaçtığımız ev sahibine beni ispiyonlamakla tehdit etmesi 35 yılda yediğim en büyük kazığın ifadesi şekline hayatımın özetinde yer alacağından kuşkum yok. 2.5 yıllık ilişkinin içerisinde belki de en zor zamanlarım olarak ifade edilecek olan dönemimde memnuniyetsizlikleriyle var olan hayatımı zorlaştırdıkça zorlaştıran anlaşılmaz tavrı bir yana ayrıldıktan sonra "buradan gidesiye kadar kimse olmaz" hayatımda deyip on gün içerisinde önce bir başka ülkedeki eski sevgilisini getirip ardından ismini cismini bilmediği sürüyle insana kucak açan insanı insan olarak çoktan affettim belki ama duygusal kırgınlığın bir ömür süreceğini geçtiğimiz gün yine farkına vardım. Tarih dersinde milliyetçi muhafazakar duruşuyla resmi tarihi dahi aratacak düzeyde taraflı anlatımı karşısında dayanamamış ve sadece "Vahdettin vatan haini midir değil midir" sorusunu sorduğum için herkesin içerisinde okuduğum dergilerden yola çıkarak önce yanlı bir şekilde yorumlayıp hedef göstermesi, ardından azarlayıp kulağımı çekerek okuduğum dergileri gündeme getirip "aha vatan haini sensin" diyen ve aynı zamanda okul müdürü de olan sevgili hocama gerekli cevabı veremediğim için çektiğim ızdırap "tarih dersi" içeren herhangi bir cümleyi her duyduğumda kendisini yeniden var ediyor. Her pazartesi kimin hangi sinema ya da eğlence mekanına gittiğini işitmekten asosyallik kompleksine girmiş bir yatılı öğrenci olarak yurttan kaçıp sadece pazartesi tören öncesi ayaktaki sırada izlediğim bir filmi anlatma isteğiyle yurttan kaçışımın sonrasında ellerimi birleştirip tahta cetvelle normal cezanın on katına tekabül edecek şekilde cezalandıran belletmen adı altında siktir boktan bir bölümde okuyan üniversite öğrencisi hakan piçini bir daha görememiş olmamın yarattığı burukluğun onu bulasıya kadar devam edeceğinden korkuyorum. Kabakulak olduğum için yurttan yakınım tarafından eve çıkarılmam istendiği için okula davet edilen İzmir'in sayılı zenginlerinden olup da 13 yıllık yurt hayatında beni bir gün evine almamış olan annemin dayısı "Çocuklarıma da bulaşır, eve alamam" diyerek beni orada öylece bıraktığı zaman ile dedemin köyden gelip beni eve götüresiye kadar olan zaman içerisinde hissedilen o tarifsiz sahipsizlik duygusunu öyle derinden ve acı bir şekilde yaşadım ki bugün kimliğim olmasını isteyecek kadar içselleştirdiğimi ancak yeni yeni fark ediyorum. ilkokul 5'te özel ders alarak başlayıp evinde kalmaya doğru giden süreç içerisinde bakımımı üstlenen ilkokul hocası Ayşe Hanım'ın daha sık ayakkabı almasına yol açan futboluma düşkünlüğümün aile tarafından da tepki koyulması için babama yaptığı ajitasyon bugüne dair içerisinden çıkamadığım futbol mutsuzluğuna sebebiyet vermesi nedeniyle hiç unutmadığım gibi ömrü hayatım boyunca da affetmeyeceğim nadir ayrıntılardan bir tanesi olarak kaldı. Evinde kaldığım Ayşe Hanım'ın üniversite sınavlarına hazırlanan biricik kızı Aylin'in evdeki pastayı görünce hissettiğim mutluluktan dolayı asosyallik kompleksimin de farkında olarak "Tiyatroya bilet aldım, hadi çabuk bitir de gidelim" diyerek önümdeki pasta ve kolayı iki dakikada bana yedirip kapıda "şaka yaptım" diyerek kendi pasta ve kolasını önümde bir saat içerisinde ancak bitirmesini ne unutur ne de affederim. Henüz okula gitmediğim dönemde kahveci Muharrem abi'nin "bizim hanıma şunu söyle gel sana meyvalı ısmarlayacağım" diyerek şarkı türkü eşliğine beni evine yollayıp işini gördürdükten sonra meyvalı ısmarlamamasının yarattığı hüznü belki yaşıyorum hala...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder