7 Şubat 2013 Perşembe

Tanzanya Notları I: Araplar Afrika’da


İslamın ilk yüzyıllarında, Araplar Afrika’nın Doğu kıyısında bir dizi koloni kurmuş. Kıtanın içlerine yayılan bir ticaret ağı oluşturmuşlar. Fildişi, altın vs. de alıp satmışlar, ama esasen köle ticareti yapmışlar. Bağdatlı Cahiz’in zenci kölelerin cinslerine ve kalitelerine dair bir risalesi vardır, bir tür tüketici rehberi, M 9. yy, okumaya değer. Yanılmıyorsam Türkçe çevirisi de var.

Swahili dili o ticaretin “çarşı dili”. 9. yy’dan itibaren kullanılmış. Şimdi Tanzanya ile Kenya’nın resmi dili, Uganda’da da ikinci dil. Tanıdık epey kelime çıkıyor. Kalamu, kitabu, daftaru bizdeki gibi. Safariyolculuk, uhuru özgürlük, uwasila havaalanında “geliş” (vasıl olmak’tan). Habaru “merhaba” demek, herhalde aslı habaru keyfa gibi bir şey olmalı; salam da kullanıyorlar. Duka la dawa “deva dükkânı”, yani eczane. Baba ya Taifa “ulusun babası”, Ulu Önder Mwalimu (muallim) Julius Nyerere’nin unvanı. Her resmi dairede ve çoğu dükkânlarda portresi baş köşede. Wizara ya Usalama wa Taifa da tabiatiyle “Ulusal Güvenlik Bakanlığı”. İkinci günden başladık tabelaları çatır çatır okumaya.

*
Umman’ın Afrika’daki imparatorluğunu bilmiyordum, onu da öğrenmek nasip oldu.

17. yy sonlarında Umman’lılar Portekizlileri Hint Okyanusu kıyılarından temizleyip Zanzibar adasına üslenmişler. 1820’lerde Umman Sultanı Said el-Busaid başkentini oraya taşımış. Ta Kongo’nun içlerine uzanan alanı egemenliği altına almış. Dünya piyasalarına yılda otuz kırk bin köle sevketmeye başlamış. Bir kısmını Bağdat üzerinden Osmanlı ve İran’a yollamışlar; daha çoğunu İspanyol ve Amerikalılara satmışlar. Zanzibar yolu Amerika için sapa gelince, Kongo Nehri havzasını ele geçirip Atlantik sahiline çıkış yapmayı denemişler. Zanzibar şehri büyüyüp serpilmiş, Afrika’nın en güzel kenti olmuş.

1840’larda İngilizler uluslararası sularda köle ticaretini etkili bir şekilde yasaklayınca, Sultan Said ürün çeşitlendirme yoluna gitmiş. Zanzibar ve Pemba adalarını karanfil plantasyonlarıyla donatmış. Afrikalı köleleri de bu işe sürmüş. Kısa zamanda iki ada dünya karanfil üretiminin %85 kadarını karşılamaya başlamış.
Halen Zanzibar ve Pemba baştan başa karanfil ağaçlarıyla dolu. Mis gibi kokuyorlar. (Çiçek olan karanfil değil, baharat karanfil.)

*
Tanzanya’da bugünkü Müslüman topluluklarının dağılımına bakınca Umman İmparatorluğunun yayılım şemasını da aşağı yukarı anlıyorsun. Zanzibar ve Pemba’nın tamamı Müslüman. Sahil şehirleri elli elli. Sahili içeriye bağlayan bellibaşlı karayolları – eskinin kervan yolları – boyunca Müslüman yerleşimleri dizili. Tanganika Gölü kıyıları ile Kongo Nehri güzergâhı da öyleymiş. Ulaşım rotaları üzerinde olmayan yerlerde pek Müslüman yok.

Nakliyat ve otobüsçülükle uğraşanların hemen hepsi Müslüman. Her kamyonun üstünde heybetli bir slogan: Allah wakil, Ya Razzaq, Ya Sattar, Ya Rasulallah, Mashallah…

*  
Carl Peters'i de anlatayım. "Emperyalizm" denilen hadiseye belki başka bir bakış açısı getirir.
Peters üniversitede felsefe ve tarih okumuş. Büyük tarihçi von Treitschke'nin sevgili talebesiymiş. Schopenhauer üzerine tez yazmış. Mezun olduğunda akademik kariyerden vazgeçip, bir şekerleme firmasının temsilcisi olarak Londra'ya gitmiş. Orada Afrika romansına kapılmış. 1884’te 28 yaşındayken kalkıp buralara gelmiş.

Bakmış ki kıtadaki Arap egemenliğinin bir üfürüklük canı var; yerli halk Araplardan hazzetmiyor. Derhal uyduruk bir sözleşme hazırlayıp karşılaştığı bütün yerli şeflere imzalatmış. Almanya’ya dönüp bir şirket kurmuş. İnanılmaz bir gayretle her gazeteye makaleler yazıp, “istikbal Afrika’dadır, biz almazsak İngilizler alacak, vah halimize” diye yaygara koparmış. Başbakan Bismarck’ın kapısını aşındırmış. Bismarck önce yüz vermemiş. Sonunda “gene mi bu aptal adam” deyip (aynen bu kelimelerle), görüşmeyi kabul etmiş. Muhalefetteki Liberal milletvekilleri “Afrika’yı İngilizler kapacak, yöneticilerimiz uyuyor mu,” diye isteri yapınca, kerhen Tanganika kolonisi işine yeşil ışık yakmış.

Peters 1888’de Tanganika’ya dönüp işi büyütmüş. Kilimancaro eteğindeki Moşi kasabasını karargâh edinmiş. Bir yerden sonra “bu Afrikalılara kibarlık sökmez” kanısına varıp, eli kanlı bir manyağa dönüşmüş. Sıkı bir harem kurmuş. 1890’da Mısırlı Emin Paşa ile bir olup Uganda ve Güney Sudan’ı fetih seferine çıkmış.

Bu esnada İngilizler “eyvah Almanlar Afrika’yı kapacak, yöneticilerimiz uyuyor mu” paniğine kapılmışlar. 1888’de eski bir bakkaliye toptancısı olan William Mackinnon’u gönderip Mombasa-Nairobi hattını hain Alman emellerine karşı güvenceye almışlar.  90’da Uganda kralını Almanlara karşı kahramanca savunmuşlar.
Nihayet aynı yıl iki ülke hükümet düzeyinde anlaşıp işi tatlıya bağlamış. Victoria Gölünden Mombasa güneyine kadar cetvelle bir çizgi çekip güneyini Almanya’ya, kuzeyini İngiltere’ye vermişler. Bugünkü Tanzanya ile Kenya böyle ayrılmış.

Zanzibar’daki Arap sultanlığının bağımsız kalması için prensip kararına varmışlar. Ama 96’da Almanlar açıkgözlük edip kendi adamlarını sultan ilan ettirince İngiltere mecburen müdahale edip Zanzibar sultanlığını himayesi altına almış. 1964’e dek İngiliz koruması altında saltanat devam etmiş.

*
Oradaki İngiliz Baştemsilcisinin 1920’de Zanzibar hakkında yazdığı kitabı okudum.[1]Son zamanlarda en çok keyif alarak okuduğum kitaplardan biri oldu. Adam belli ki kültürlü ve geniş ufuklu biriymiş, kalemi de kuvvetli. Adayı ve insanlarını sevmiş. Hamisi olduğu sultanla esaslı bir dostluk kurmuş. Ada Araplarının törelerini, soyluluğunu, cömertliğini, finansman yöntemlerini, modern hayata intibak etmekteki zorluklarını – espriyi de ihmal etmeden – çok güzel anlatmış.

Sonraki trajediyi bilmezsen, sanırsın cennet bahçesi.



[1] F. B. Pearce, Zanzibar: The Island Metropolis of Eastern Africa, London 1920, 422 sayfa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder