“Tanrı(lar), bir sevgi ve güven ilişkisinin adıdır” diyeyim de ağzınız bir karış açık kalsın. Bu adam kırdı kafayı, Allahçılara teslim oldu diye korkun.
Halbuki iyi düşünürseniz, bunun ne kadar radikal bir ateist tez olduğunu görürsünüz.
*
Hakikat yolu zahmetli bir yoldur. Neyin ahlaken doğru olduğundan hiçbir zaman emin olamazsın. Anamın altınlarını satayım mı? Günahkâr kızımızı linç edelim mi? Gezi’ye nasıl tavır alalım? İşin yoksa kıvran dur.
İstersin ki biri olsun, sana doğruyu söylesin. Ararsın, bulursun: Ya Hoca efendi’dir, ya Papaz efendi, ya Swami, ya Derviş, onlardan da büyüğü Nebi veya Mesih. Kolay açıklayamayacağın bir şekilde adamı seversin, güvenirsin, doğruyu söylediğinden emin olursun. Hoca bilir! Oh!
Tanrı, işte o ilişkinin mührüdür. Garanti belgesidir. Duygusal bir yakınlık üzerine kurulu ilişkinin, metafizik alemdeki çapasıdır. [Ontolojik çapasıdır diyeceğim aslında, ama boku çıkarılmış bir kelimedir, kullanmayayım.] “Adamı sevdim, o yüzden güveniyorum” demek zayıf gelir, sübjektivizm kuşkusuna kapı açar. “Babam güvenirdi, ben de ona uydum” desen tatmin etmez. Hocanın mutlak ve tartışılmaz bir Hakikat zeminine ayak bastığına inanman gerekir. Neden güveniyorum? Çünkü tanrıdan vahiy aldı. Veya vahiy alanlardan el aldı. Ya da vahyin sırrını benden daha iyi etüt etti. Benim gibi aciz, kayıp bir ademoğlu değil. Belki aciz bir ademoğlu, peki, ama bir eliyle Mutlak’ı tutuyor.
Tanrı dediğin saçma sapan bir kavram, düşünsen iler tutar yeri yok. Ama o tanrıyı var saymazsan, kimsenin Hakikatinden emin olamazsın. Hoca efendinin, yahut Nebi’nin neden senden benden üstün olduğunu kolay kolay açıklayamazsın.
İşte din meselesinin püf noktası budur. Asıl odak noktası tanrı değildir. Etten kemikten birileridir, onların söylediklerine inanma ihtiyacıdır. O yüzden Latincede re-ligio demişler, “bağlanma”. Soyut bir kavrama değil, hocaya, şeyhe, pîre, nebiye. Ve onların mensuplarının oluşturduğu cemaate.
*
Test et bak. “Allah yok” desen pek takmazlar. “Senin peygamberin menfaatçiymiş” desen linç ederler, hadisten siyerden kanıt da göstersen fayda etmez.
*
Peki itirazımız ne? Üç tane.
Bir. Tanrı – daha doğrusu Tek Tanrı – fikri sakattır. Rasyonel düşünceyi ciddiye alan birini bu devirde ikna etmesi mümkün değildir. Kadir-i mutlak’ın günah ve zulüm karşısında aciz kalması absürd bir düşüncedir. Kendi mutlak kudretine tabi olanlara kızıp onları orantısız güçle cezalandırması ahlaksız bir düşüncedir. O paradoksu çözmek için ikibin seneden beri döktürdükleri argümanları da toplasan bir incir çekirdeğini doldurmaz. [1]
“Canım o da irrasyonel olsun, ne zararı var, insan yaşamı sırf akıl mı” diye soracaklardır. Kanmayın. Mesele felsefi tutarlılık meselesi değil, felsefi tutarlılıktan vazgeçmeyenleri harcama meselesidir. Akılcı düşünceyi şiar edinenler isterse küçük bir azınlık olsun. Manevi emsal ve öncü olma hakkını onlara tanımayan bir sistem kaç para eder? Voltaire ve Einstein’ı dışlayan, ama Alabama’lı bir kasaba vaizini yahut Aşağı Güngören’in cahil şeyhini Mutlak’ın sözcüsü sayabilen bir anlayıştan kime ne fayda gelir? Hangi ufuk genişliği, hangi tecrübe zenginliği, hangi ruh cömertliği, hangi bilgelik o çorak topraklarda serpilebilir?
İki. Kitaplar eskimiştir. İnterneti, İkinci Dünya Harbini, Amerika’yı ve Çin’i, matbaayı, İnsan Hakları Beyannamesini, profesyonel orduyu, SSK’yı, DNA’yı ve organ naklini bilmeyen bir çağda bir cahil Filistinli derviş ile bir cahil Arabistanlı hocanın söylemiş olduğu sözlerden, ne kadar zorlarsan zorla, bugün için bir ahlak öğretisi çıkaramazsın. Bugünün sorularına cevap bulamazsın. Ha, vardır elbet orada da bir-iki hikmet incisi: Sonuçta insanlığın ahlaki sorunlarının bir kısmı yeniyse, bir kısmı dünden beri var olan sorunlar. Ama ona bakarsan Sophokles’te de vardır hikmet incisi, Karagöz ile Hacivat’ta da. Üç tane vasat Amerikan filmi izlesen, Kuran’ın toplamından fazla çıkaracak ahlak dersi bulursun.
Üç. Aidiyet ahlak bozar. Hakikatin tekeli Bizimkiler’e verilmiş ise, Ötekiler, tanım gereği, hakikat dairesinin dışında kalırlar. Kâfirdirler. Tahammül edebilirsin, hoş görebilirsin, ama inanamazsın. Hemen kılıcı alıp kafa kesmezsin belki, ama riyanın ve çifte standardın çürütücü zehrinden ruhunu kolay kolay arındıramazsın. Yarın öbür gün kafa kesenler sahneye çıktığında da, onlara verecek güçlü bir cevabın olmaz. Ama peygamberimiz onlara da fazla şey yapmayın demiş, liküm diniküm, kem küm…
*
O yüzden, sevdiklerini seven arkadaşlarımızı bazen incitme pahasına diyoruz ki, tuttuğunuz yol yol değildir. Ufkunuzu kısmaktadır. Hakikatin pek çok vechesinden, ve onlara dair birkaç şey bilen insanlardan, sizi soyutlamaktadır. Sizi cehele ile aynı kaptan yemek yemeğe mahkûm etmektedir. Bugünün konularını anlamaktan aciz bırakmaktadır. Kontrol edemeyeceğiniz bir öfkenin kollarına sizi teslim etmektedir. Sorumsuzluktur.
Peki seviyorsun, anladık da, dünyayı bu kadar fakirleştirmeye hakkın yok ki?
[1] Ayrıca gözü olmayan göremez. Dili olmayan konuşamaz. Dili olanın dişi de ağrır, karnı da acıkır. Zeus, mesela, dişi ağrıyabilen, karnı acıkan bir tanrıdır. Kadir-i mutlak olma iddiasında değildir. O yüzden daha rasyoneldir. Zeus’a inan deseniz o kadar zorlanmayız. İncil ve Kuran’ın tanrısı ise, ancak aklını rafa kaldırma yeteneğine sahip olanları mutlu eder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder