Obur sözcüğünü kime sorsan “Türkçedir” der, ben de öyle zannediyordum, hatta Dil Cinneti döneminde etobur, otobur gibi bileşikleri yapıldı. Ama Türkçenin gelmiş geçmiş en müthiş sözlüğü olan Meninski sözlüğü, sene 1680, Farsça demiş. Farsça awbârîdan “çiğnemeden yutmak” fiilinden awbâr اوبار, Türkçede alternatif telaffuzu obâr, “yutucu”. Ejdehâyı merdüm awbâr “insan yutan ejderha”. Mahî-i keştî awbâr “gemi yutan deniz canavarı”. Cilt 1, sayfa 481. Farsçanın klasik sözlüğü olan Burhan-ı Katı’dan çek ettim, awbârîdan ve awbâr mevcut, TDK basımında sf. 231.
Evliya Çelebi’de ise vav ile obûr اوبور insan kanı içen bir tür menhus yaratık. Evliya bunu Çerkezlerden işitmiş. Seyahatname kopyam elimin altında değil, onun için müsaadenizle Başak Ö. Bitik’in makalesinden özetleyeyim:
Karakoncolos gecelerinde insan kanı içen oburlar vardır. Kanı içilen kişinin yakınları obur tanıtıcı, yani “câdî sihirbâz bilici” ihtiyâr Çerkez âdemlerine başvururlar. Toprağının bozulmasından içinden obur çıktığı anlaşılan mezar kazıldığında kan içmekten gözleri kızamış obur leşi bulunur. Oburun göbeğine böğürtlen çalısı kazığı çakıldığında sihri bâtıl olur, kanı içilen insan da ölümden kurtulur. Kanı içilen kişinin kimsesi yoksa, obur tanıtıcı bulunmazsa o kişi ölür gider. Bazı kişiler de bulunan oburun göbeğine kazık çaktırdıktan sonra başka bir obur onun leşine girmesin diye o leşi ateşe atarlar. Bir obur, bir insanın kulağından kanını emdiğinde o kişi günden güne hastalanır. Obur tanıtıcılara haber ve mal verince, onlar köyleri gezip insan kanı içmekten gözleri kan çanağına dönmüş oburu yakalar ve zincire vururlar. Obur, oburluğunu itiraf edince de yine göbeğine böğürtlen kazığı çakıp kanından, hastalanan kişiye sürdüklerinde o kişi şifa bulur. Obur da ateşe atılır. (Milli Folklor, 2011, sf. 66)
Şimdi Meninski’nin obâr’ı ile Çelebi’nin obûr’u aynı kelime midir, emin değilim. Belki obûr, Farsça sözcüğün Kafkas/Tatar kültür çevresine özgü bir varyantıdır, Çelebi oradan duymuştur. Her halükârda seyyahımız sözcüğün bundan başka bir anlamından habersiz görünüyor. “Doymak bilmez” anlamında sıradanlaşmış obûr en erken 1876 tarihli Vefik Paşa sözlüğünde karşımıza çıkıyor.
*
Kan içici oburun Tatarcası ubır, Rusçası upır упырь imiş. 13. yy öncesine ait Rusça Aziz Grigoriy Menkıbesinde upır’lardan söz edilmiş, yani kökü hayli eskiye gidiyor. Bir Türk dilinden alıntı olabilir mi? Bilemeyeceğim. Bilumum diğer Slav dillerinde sözcük mevcut: Çekçe upír, Lehçe wąpierz, Sırpça… dur bakalım.
1718’de Avusturyalılar Sırbistan’ın yarısını ele geçirdikten sonra bir sürü teftiş heyeti gönderip memleketin envanterini çıkarmışlar. Avrupalılar bu sayede Sırp (Macar, Transilvanya vb.) köylülerinin mezar açıp Vampyravlama, bulduklarının göğsüne kazık çakma geleneğini ilk kez duyma fırsatı bulmuşlar. 1734’te ilk kez İngilizce bir yazıda vampyre sözcüğü geçmiş. Sahneyi bilirsiniz: Batı Avrupalı seyyah, Balkan taşrasında sefil bir han, kuşku dolu köylüler, ürkek fısıltılar, dışarıda kar fırtınası…
Belki de yenilmiş Osmanlı’nın ruhudur ürküten, kimbilir?
Philip Burne-Jones, The Vampire |
Neden mp? Emin değilim ama Yunan imlasıymış gibi geliyor bana. Yunancada /b/ sesi olmadığından mp kullanırlar, Beethoven yerine Mpetoven yazarlar. O tarihte Sırplarda okuma yazma yok gibi bir şey, belki çat pat Rumca yazan Ortodoks köy papazı var. Sırpça orijinal sözcük neydi? Bilmiyorum, 18. yüzyıl Sırpça kaynaklarını arayacak halim yok, ama sanki vampır değil vabır olabilirmiş gibi geliyor bana.
*
Vampirin pis kokulu bir leşten soluk benizli bir genç kadına dönüşmesi galiba 1890’larda Burne-Jones’un çizimleriyle olmuş. O seksi vampirin adının vamp diye kısaltılması ise 1910 dolayları. Sinemanın ilk vampı Enid Bennett, 1918.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder