Bunlar 11 – 18 Kasım arası çalıştıklarımın bir kısmı. Bugün 19 Kasım. Not almazsam unutuyorum.
Sıkıntı: 17. yy’da sadece “sıkılmış meyve suyu” anlamında. “Dert, kasvet” anlamı 19. yy’da mevcut.
Dişlek eskiden “dişlenmiş” demekken sonradan “dişi eksik”. Düzgün 19. yy’dan önce sadece “preparat, kimyasal karışım, kozmetik madde, göz sürmesi”; düzülmüş şey gibi. 1876’da Vefik Paşa üçüncü yahut dördüncü anlam olarak “muntazam” demiş.
Çizi krakerdeki çizi(cheesy) eklendi. Sübye2(badem ve kavun çekirdeği şerbeti) eklendi. Lizozom, kovalent, geoid, kaykay, bestseller, graft, hat trick, blister, levitasyon, laylaylom eklendi. Eskiden maddealtı olan topak, ilahe, ilahiyat, çıtı pıtı için ayrı madde açıldı. İlahiyat ve ilahe 19. yy sonlarında uydurulmuş, Fransızca théologie ve déesse çevirisi. İslam geleneğinde böyle kavramlar yok. Mekke’deki dişi tanrılar ilahe değil, sanem diye geçer. Çıtı pıtı madde olmaya değer çünkü orijinal anlamı “hafif ses, çıtır pıtır” iken, 20. yy ortalarına doğru “ufak tefek” anlamını kazanmış.
+lı/+li ekinin evrimine ilişkin bir kafa karışıklığı vardı, düzeltildi. 20’ye yakın madde gözden geçirildi. Baki, cari, fani, müfteri, mühtedi, müsavi, müşteri, mütevelli, tedavi, terakki, veli vb. Arapçada uzun ye ile yazılmaz, oysa Osmanlıcada genellikle öyle yazılır, düzeltildi. Frenkçe +oid ile biten kelimelerin bir kısmı oid, bir kısmı oit yazılmıştı, hepsi TDK’nın istediği gibi oit yapıldı (asteroit, androit, şizoit, tiroit, negroit, tabloit). Sonra vazgeçildi, kararsız kalındı.
Bir değil iki tane gripvar, biri film setinde kamera tutan adam. Buramburam’daki buramın kokuyla ya da buğuyla alakası yok, burmak fiilinden, “halkalanarak dumanı tütme” anlamında. Düşününce basit aslında ama düşünememişim. Brandaesasen hamak, 1950 dolayında hamak bezi. Tıkmakile tıkamak 16.-17. yy’da ayrışmış. Peki tıkaç hangisinin türevi?
Sürmek fiili tüm Türk dillerinde var ama geçişsiz anlamda kullanımı (işim uzun sürdü) Türkiye Türkçesine mahsus. Türkçede +r ile biten fiiller normal olarak geçişsiz olmaz. Çatı 17. yy’da sadece binanın üst örtüsünü tutan çapraz kaburga ağaçlarının adı, çatılan şey yani. 19. yy’da üst örtünün kendisi olmuş. Düşünürsen bizim ustalar da bazen o anlamda kullanırlar (çatıları çaktık Sevan Abi).
Tıp (iyileştirme) ve tayyip (iyi) aynı nihai kökten. Arapçada kalırsan anlaşılmıyor, ilkinin kökü Tbb, ikincisinin Tyb çünkü. Ama Aramice ve İbraniceye bakınca anlaşılıyor, ortak kök Tb, çünkü o dillerin grameri iki harfli köklere izin veriyor, Arapça vermiyor.
Dalkavuk Vefik Paşa’nın iddia ettiği gibi “yalın kavuk” mu, yoksa benim tahmin ettiğim gibi “kavuk sallayan” mı? Yarım saat uğraş, ufak tefek düzeltmeler yap, kesin sonuç yok halâ. Sapık 17. yy’da “sapa” anlamında, ana yoldan uzak yer. Güçve gütmek aynı kökten, güvenmek de muhtemelen onlarla alakalı, ama Türkçe kökler meselesini şimdilik ertele, gayya kuyusudur. Güllabi iki alakasız kelime, biri gül suyu, diğeri tımarhane.
Kama bir sürü kaynakta Kafkas dillerinden alıntı diye geçer, hatta Ermenice olduğu söylenir. Kesinlikle değil, Türkçe, kakma demek, ikinci kafın yutulması tipik. Eski örneklere bakınca kuşku kalmıyor. Ermenice kam(çivi) apayrı kelime, alakası yok.
Pafta 1. vida dişi açan alet, 2. giysiye dikilen pul ya da payet, 3. harita yaprağı. Üçü de aslında aynı kavram, dikiş demek. Sözlükte vardı bunlar, ama çok kötü ifade edilmişti. Ayrı ayrı örneklerle netleştirildi.
Üşenmek ve usanmak aynı fiilin telaffuz ayrımına uğramış halleri. Zamanla anlam ayrışması olmuş, adım adım izleyebiliyorsun.
“Art” anlamına gelen peş17. yy’da henüz yok, sanırım 18. yy’da aniden moda olmuş. Kafa karıştıran detay şu: Farsçada “ön” anlamına gelen pîşde bazı türevlerde Türkçe peş diye söylenir, peşgir (önlük), peşrev (introduction), peşîn (önceden) gibi. Eski yazıda fark belirgin, bu son saydıklarım daima ye ile uzun yazılıyor. Yeni yazıda ayrım kalmadığı için kafa karışıyor.
Eyvallah Arapça mı yoksa Türkçe eyi vallah mi demek? Modern Arapça kaynaklar elimde olmadığından çözemedim. Uğurlamak 17. yy’da “hırsızlık etmek, soygun yapmak” demek. Uğrulamak değil, gayet net yazılmış, uğûrlamak. Anlam bağını anlatmak şimdi uzun sürer, ama anlaşılamayacak bir şey değil. Üs sözcüğünün matematikteki kullanımı (8 üssü 5) Yeni Osmanlıca, 19. yy sonu, Fransızca base çevirisi.
Alt ve üst Eski Asya Türkçesinde yok, Clauson açıklamakta zorlanır, ben de lafı dolandırdıkça dolandırmışım. Şimdi netleşti. Genel kural: Oğuzca ve Kıpçakçanın, yani Türkiye Türkçesi, Azerice ve Tatarcanın atası olan Eski Batı Türkçesi, birçok açıdan Eski Asya Türkçesinden daha muhafazakâr bir diyalekt.
Alayiş binde bir de olsa halâ “tantana, gösteriş” anlamında kullanılır. Vefik Paşa buna galat-ı fahiş demiş. Alayiş (bulaşma) başka, arayiş(gösteriş) başka. Refah esasen “dinlenme, kafa dinleme” demekken 19. yy’da “bolluk, ekonomik rahatlık” ağır basmış.
Saat ibresi anlamında akrepilk 16. yy’da görülüyor galiba. Arapçada var mıdır emin olamadım.
Demirhindi’nin temr-i hindî yani “Hint hurması” olduğunu biliyordum elbette. Ama Tevratta geçen Tamar/Thamar adının İbranice “hurma” anlamına geldiğini farketmemiştim.
Asır çok ilginç. Arapça anlamı “çağ, dönem”. “Yüz yıllık dönem” anlamı Fransızca siècle çevirisi, 19. yy Osmanlıcası. Buraya kadar normal, esas macera Aramice-İbraniceye bakınca başlıyor. İbranice ayin ve sad ile asereth (eth dişil eki) neymiş? 1. “sıkışma, kalabalık,” 2. “büyük panayır, festival, özellikle Pesah’tan sonraki elli günlük kutlama döneminin sonundaki Sukkoth festivali”, 3. dolayısıyla “yıllık dini günler takvimi, yıl”. Fiil kökü ayin ve sad ile ‘asar “sıkma”. Bak şu işe ki Arapçada da ‘asar “sıkma” demek, özellikle meyve suyu sıkma. “Sıkılmış meyve suyu” anlamında usare oradan
İslami teknik terimlerin neredeyse tamamı İbranice veya Aramiceden alıntı; hiç boş çıkmıyor. Hüllede öyle sanırım. Bkz. İbranice hillelve hullāl “yemin bozmak, koşer statüsünü bozmak, zina veya boşanmış bir kadınla evlenme nedeniyle rahiplikten tard edilmek”. Ama tam emin olamadığım ayrıntılar var.
Yeni Osmanlıca tabirata devam: Reddiye 20. yy ortası, dansöz anlamında rakkase yine o civarda (Arapça rakkase: bir tür dans). “Canlılık” anlamında hayatiyet1940’lar, “mühim” anlamında hayatî 1920’den önce. Tayf esasen “hayalet” demek, 19. yy sonunda optik tabiri olması Fransızca spéctre çevirisi. O da “1. hayalet, 2. spektrum”. Tensik (düzenlemek) fiilinden tensikat (düzenlemeler), 1908 ihtilalinden sonra yapılan bürokratik kıyımın yandaş medyadaki adı imiş. O tarihten bu yana “ihtiyaç fazlası memurları işten çıkarma” anlamında kullanılıyor.
Şifah dudak, şifahî “dudaksıl, dudağa ait”. “Sözle verilen ama yazıya geçirilmeyen emir” anlamı 19. yy bürokrasi dilinde türemiş. Tereddi İslam hukukunda “hayvanın bayırdan düşerek ölmesi”. Allah bilir hangi nedenle 20. yy başlarında Fransızca dégéneration karşılığı olarak benimsenmiş, 1920-30’ların en popüler kavramlarından biri olmuş, sonra yozlaşma diye Öztürkçesi icat edilmiş.
Mikyas “ölçü”; ilk kez 1900 tarihli Kamus-ı Türki’de görülen ilave anlamı “harita ölçeği”. Mevki “konum, konak”, yine aynı sözlükte ilk kez “vapur, tren ve tiyatroda farklı fiyatı olan bölüm”. Aynı sözlükten devam: iptidai (primitif, ilkel), tahkikat (recherche), inzal (ejaculation), teşrî (legislation, yasama), peyk (satellite, uydu), rüşeym (embryon), aksülamel (réaction, tepki), mazbata, vukuat. “Yürürlükteki yasa ve kurallar” anlamında mevzuat ilk kez 1945’te sözlüğe girmiş. 1945’te ilk kez görülen diğerleri: zerk etmek (injection), vecize(locution), insiyak (instincte, içgüdü), inkişaf (dévélopement). Osmanlının uydurmasyoncası Öztürkçecilerden zerre geri kalmıyor.
İvaz “bedel ödeme, adak adama”. Sözlükte vardı tabi, yenilik yok. Ama fark etmemiştim, Hacı İvaz yani Hacivad, Türkçe Satılmışadının tam çevirisi. (Arapça dad harfi Türkçede bazen z bazen d olur, kadı/kazasker, ramazan/ramadan gibi.)
Tesadüf Arapçada ve 17. yy’da sadece “yolda birine rast gelmek, denk gelmek”. Soyut düzeyde “iradi kontrole tabi olmayan olay” anlamına 19. yy’dan önce rastlanmıyor. Ki İng/Fr accident kavramının o anlamı yüklenmesi de hayli geçtir. OED elimde değil, şimdi tam tarihini çıkartamadım, ama sanırım 18. yy olmalı. Bir ara bunu düşün: modern çağdan önce tesadüf kavramı var mıydı? Kavranabiliyor muydu? Kazadesen, “Allahın yargısı” demek. Kısmetdesen “Allahın takdir ettiği” demek. Allah kavramı, bazı şeyleri henüz kavramlaştıramamanın eseri midir? Bir tür zihinsel azgelişmişlik?
Temkin esasen “pekişme, güçlenme” dolayısıyla “iktidar sergileme”. Meninski “vekar, kudret” demiş. Temkinli ilk kez 1900’da Kamus-ı Türki’de görülüyor, “ağır, vekarlı, sebatlı, metanet sahibi” diye açıklanmış. TDK 1945 basımı “ağırbaşlı” demiş. Bugünkü egemen anlamı ise “risk almama”. Evrime bakınız: “kudretli” > “ağır abi” > “ağırdan alır” > “korkak”. Gerçek dünyada da öyle değil midir? İktidar korkaklaştırır.
Elbise düğmesi 15. yy’da İtalya veya Felemenk’te icat edilmiş, Ortaçağ teknolojisine ilişkin bir kitaba başladım, oradan öğrendim. Eski Romalılar, Abbasiler, Haçlılar vb. henüz düğmeyi bilmiyorlardı yani, entari, aba, bornoz tipi şeyler giymişler. Türkçede esasen “düğüm” anlamına gelen düğme 1680 tarihli sözlükte elbise düğmesi anlamında geçiyor. Daha erkeni de vardır mutlaka ama bulamadım. Evliya Çelebi ise daima kopça diyor, daha ziyade gâvurların kullandığı egzotik bir nesne gibi söz ediyor. Kopça Bulgarca yahut Sırpça. Daha önce acaba Türkçe *topça ile alakalı olabilir mi diye fikir yürütmüştüm (Latincesi globulus mesela, “topçuk” demek). Ama değil sanırım. Olaydı Evliya farkında olurdu.
Dolay ve dolayı 17. yy’da sadece “çevre” anlamında. Mantıki illiyet ifade etmesi 19. yy’da. Dolayısîle (bilmünasebe) 1835 tarihli Bianchi sözlüğünde yok, 1876 tarihli Vefik Paşa’da var.
Kılık kılmak fiilinden, esas anlamı 19. yy’a dek “tavır ve hareket, adap, eylem tarzı”. “Giyinme tarzı” anlamı 19. yy’da öne çıkmış. Enteresan bir şekilde Arapça kıyafetsözcüğünün evrimi de aynı, ama o daha erken.
Farsça zer ve İngilizce gold aynı kelime. Daha önce de okumuştum, üzerinde durmamıştım, ya da aklım basmamıştı. İşin mekaniğine hakim oldukça olay çok basitleşiyor, “çocuk bile görür bunu yahu” oluyorsun. Hintavrupa Anadilindeki ötümlü damaksıl patlayıcıların (yani g, gh, gw, ghw) Hint-İran dillerinde sibilantlaşması (yani j, c, z ve dz seslerine dönüşmesi) standart kural. Farsçada r/l istikrarsızlığı da malum. Dolayısıyla *ghel > zer. Hakikaten basit, çok ciddiyim. Gold’daki d ektir, parıl-dı gibi bir anlamı var. Farsça eşdeğeri zerd, “altın sarısı” anlamında. Ayrıca bakınız Slavca zlato, zoloto, zloty (altın). Bize ne bunlardan derseniz zerde, zerdali, zerdeçal, zerrin ve zırnık (zer-nîk) derim.
Arapça kaf ve tı ile kutröncelikle “halka”, ikincil olarak “yuvarlak olan her şey, küre, top”, geometride ise “dairenin veya kürenin çapı”. Bizde kutur. Aramice yine kaf ve tı ile katar “halkalanmak” ve ikincil olarak “dumanı tütmek” ve “tütsü”. Oradan ktreth “tütsü olarak yakılan reçine, sakız”. Arapça katre (ağaç sakızı, reçine) ve katran (çam sakızı, dolayısıyla sakız kıvamında neft, zift) Irak Aramicesinden alıntı mı, Arapçada paralel bir gelişme mi emin değilim.
Kurnaz Türkçe kurmak fiilinden gelir sanırdım. Değil galiba. Bir kere +naz ekini açıklamak zor. İkincisi eski sözlüklerde kurnas ve kurnaş geçiyor, 1900’den önce kurnaz yok. Anlamını da “hilekâr, ahlaksız, dolandırıcı, deyyus” diye vermişler.
Kubur 1. “lağım, kanalizasyon,” 2. dolayısıyla “yer altı su borusu, künk”, 3. “silindir şeklinde ok çantası”. Üçüncü anlam “boru” fikrinden mi türemiş, yoksa ayrı kelime mi? Karar veremedim.
Vakıa 18. yy’a dek öncelikle “rüya” demek, daha doğrusu rüyada gelen ve bir anlam ifade ettiği varsayılan şey. “Olay” anlamı 19., “olgu” anlamı 20. yy’da öne çıkmış.
Daha bir sürü var ama bu yetsin, işimden geri kalıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder