İsviçre-Almanya karışımında 3 gün geçirdikten sonra 4.gün İtalya yollarına düşmek üzere kalkıldı. İlk hedef “Lago di Como” yani Como Gölü, onun öncesinde de Lugano Gölünü şöyle bir görelim dedik. Ne de olsa yolumuzun üzeri, bir şekilde gösterecek kendini…
İsviçre'den İtalya'ya geçer geçmez bizi karşılayacak olan iki göl... Ardından da Milano'ya varış...
Ancak bu göllerin öncesinde kendini gösteren bir göl vardı ki bize, varlığından hiç haberimiz dahi yoktu. Hepsini görmüş olduktan sonra ki kararım en güzelinin ve etkileyici olanının o olduğuydu. İsviçre sınırlarından çıkmadan boğazı andıran yükseklikten baktığımızda içimizin ürpermesi, korkuyla karışık hayranlık duygusu, lunaparkta gondoldayken en tepeye çıkış anı… Göl olamaz, deniz bu diyorum, rengine, ışıltısına vurulup… Beyaz yelkenliler tamamlıyor görüntüyü, kenarında ise yeşilin her tonu ve güzelim Sisikon köyü…
Sessiz sakin, kimsecikler yok, oysa göl kenarında bir karavan kampı var. Boş da değil, karavanlar duruyor sıra sıra. Sırtında bebeği, trekking yapan bir baba giriyor kareye… Arkadan ise annesi ve büyük çocuk yürüyor. Hayranlık beslemeden edemiyorum bu aileye. Anne incecik, gencecik, iki çocuklarıyla kamp kurmaya gelmişler, doğada yürüyüşlere çıkıyorlar… Güzelim Lucerne gölünün huzurlu eteklerindeler…
Karavan da yaşamak nasıl olur acaba diye kafada bir soru işareti ve İsviçre’ye bir daha gelmek için bahaneler uydurulması…
Eşime böbürlenerek daha bu göl ne ki sen hele Como gölünü gör diyorum, en güzel manzaranın ve gölün o olduğunu o an henüz bilmeyerek. Como gölünü herkesten duymuşuz, üzerinde o kadar konuşulmuş, İtalyanlardan bile tavsiye alınmış ama sanırım bu tavsiyeleri ve övgüleri yapanlar İsviçre’yi görmemiş olmalılar. Evet güzeldi Como'da Garda'da ama Lucerne’nin bize yaptığı etkiyi yapamadı hiçbiri, sönük birer yıldız olarak yerlerini aldılar hafızamızda Neden yoktu aynı etki? Bir kere köy havası yoktu o göllerin kıyılarında. Lucerne çevresinde ise İsviçre köyleri bütün saflıklarıyla duruyorlardı. Como'da ise bizim boğazda yalılar nasıl boğaz manzarasını yer yer kaplamışsa Como gölünde tamamen kaplanmıştı. Gerçi gölün güzelliği yukardan kuşbaşı bakıldığında ortaya çıkıyordu ama fena mı olurdu küçük İtalyan köylerinde sokaklar arasında dolaşabilseydik.
2-3 saatlik yolu durup kalkmalar, gezip dolaşmalar, Can’ın uykusu gelip huysuzlaşmaları ile 6-7 saatte alınca Como gölünün etrafını dolaşmaya başladığımızda saat 9a geliyordu. Işığın son demlerinde çekebildiğimiz kareler olduğuna seviniyoruz.
Como'ya varışımız aslında saat 18.00 civarıydı. Otopark fişini aldığımızda saat 18.30. İtalya'da yoğun işlek yerler haricinde akşam 8e kadar park ücretli, sonrasında ise ücretsiz çoğu mavi ile çizilmiş park yerlerinde... Como'da dolaşalım dedik önce, şehrin merkezini turladık. Akşam olmuş, cafeler, publar dolup taşıyor, canlılık var. Benim gözüme bir oyuncakçıda ki Şirinler takılıyor. Bayılarak seyrettiğim, çizgi romanlarını takip ettiğim çizgifilmin karekterlerini seviyorum uzaktan.
Yemek yiyip Como gölünün tavsiye edildiği gibi etrafını arabayla gezelim diyoruz ama vakit de dar, hava kararıyor. Bir müddet gidip, durup seyredip sonra hadi geri dönelim, istikamet Milano. Otele vardığımızda Can çoktan uyumuş.
Yarın Milano'dayız. Aynı zamanda İtalya'da bir bayramın kutlamaları varmış.
Can'da bu kutlamalara eşlik edip İtalyan abi ve ablalarıyla gitar konseri verecek sizlere:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder