Gözümü açtığımda köyümüze gelmişiz...
Aynı bıraktığımız gibi. Klise çanlarıyla selamlıyor bizi yine. Ama değişen bir şeyler var, yemyeşil olmuş her yer, orman gürleşmiş, üzüm bağıymış meğerse şurası... Bodensee gölü meğerse maviymiş. Öncekinde lacivert griydi sanki.
Şimdi anladım, aylardan Ocak değil, Haziran… İlginçtir, önceki gelişimizde de yine bir ayın sonunda gelip diğer ayın ilk haftasının sonunda geri dönmüşüz. Aralık’dan Ocağa geçerken bu sefer Mayıstan Haziran’a geçmek var.
Derken misafir olacağımız eve varmışız, üstelik GPS olmadan. Büyük gurur yaşıyoruz…
İsviçre bayrağı selamlıyor bizi…
Burada her evin önünde bayraklar dalgalanıyor. Sadece İsviçre bayrağı da değil, bir yandan da Turgau kantonunun bayrağı olan yeşil sarılı ejdarha çiftli olan bayrak var…
Evimizin bir tarafı ormana bir tarafı göle bakıyor.
Uykusunu almış, yeni bir eve gelmiş Can var karşımızda, anne baba ise uykusuz ve de bitkin.
Üstelik içinde merdiven bulunan bir ev!!! Olamaz. Sürekli çıkılıp inme turları, Can oğlum düşeceksin dur! Durulmaz, anne baba peşinde, aman düşmesin!
Uyku, oturmak, uzanıp dinlenme hissi ve merdivenler…
Bizim için ayrılmış orman manzaralı oda, rahat yatak, özel banyo&wc. Aşağıda nefis bir kahvaltı masası. Öte yanda ise merdivenler…
Ev içinde rahat yok, haydi doğru bahçeye! Kahvaltılar sırayla edilecek. Babaya öncelik verdik. Bahçedeyiz Can paşa ile… Burada da bitmez yaramazlıklar. Evin çevresindeki taşlar, kanalizasyon ızgarasından atılmaya başlanır. Karşı komşunun köpeğine doğru koşulur, köpek kaçar, bizimkisi kovalar, illa kuyruğundan yakalayacak. Oradan uzaklaştırmaya çalışılır bu sefer aşağıdaki komşunun at çiftliğine girilir. Atlara uzanılır, korkan anne kaptığı gibi kaçar, Can kıyameti koparır, neden atlara dokunamamıştır?! Atın huyu suyu bilinmez, sahibi ne der bilinmez.
Soluk bu sefer klisenin parkında alınır…
Biraz rahata erilir.
Orman’a giderken ki küçük göl buz tutmuştu, şimdi yeşilliğini gösteriyor, meğerse ne çok balık barındırıyormuş içinde…
Nereye baksak yeşil, mavi karşımı bir manzara. Gözlerimiz hasret kalmış böylesi görüntülere…
Korna gürültüsü yok, su sesi var, ağaçların hışırtısı, kuş sesleri…
Konuşurken bile sesini yükseltemiyor insan. Can dur gitme oğlum diye seslenemiyorum bile, sessizlikten utanıp. Sesim çıkamıyor.
O kadar güzel geliyor ki sessizliği bozan suyun sesi, ağaçların hışırtısı ve kuş sesleri…
Gün sona eriyor... Bu anı fotoğraflayabilmenin mutluluğu, günün yorgunluğunu silip atıyor. Yerine "-iyi ki gelmişiz, iyi ki gelmişiz" nidaları...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder