24 Mart 2012 Cumartesi

The Cemaat


Arasıra burada siyasi görüşler serdettikçe, körün fili tarifi gibi, çeşitli insanların kâh orama kâh burama kulp taktığını görüp üzülüyorum. Şöyle derli toplu bir şey yazayım, körlere ışık tutayım diye niyetlendim. Bu birincisi. Bugün yarın iki üç tane daha gelir inşallah. 

*
1. The Cemaat

Fethullah Gülen cemaatinin yaptığı işlerle ciddi anlamda ilk tanışmam 2008’de idi. Afrika’nın üç ayrı yerinde okul açan ve yöneten birkaç kişiyle Hartum havaalanında tesadüfen birkaç saat vakit geçirdim. Hayran oldum. Çarpıldım. Tek kelimeyle olağanüstü bir iş yaptıkları kanısına vardım. İdealizmlerine ve azimlerine şapka çıkardım.

Muhtemelen sokakta karşılaşsam burun kıvıracağım insanlardı. Mensup oldukları kültürün kısıtlayıcı çerçevesini aşmaktaki başarıları bana neredeyse mucizevi geldi. Sen kalk Denizli’den veya Yozgat’tan oralara git, yalnız başına Afrika’nın kör taşrasında bina yaptır, öğrenci topla, velileri ikna et, çapulcu bürokratlarla başa çık, usta bul, tamirci bul, öğretmen bul… Bunları yapan insan ermiştir. Başlangıçtaki ideolojik çerçevesi, önyargıları ne olursa olsun fark etmez. Kölelikle özgürlük arasındaki aşılmaz sınırı aşmıştır. Büyük işler yapabilecek biridir.

Cemaatin bizim ilçedeki sorumlusu olan bir genç adamla neredeyse on yıla dayanan bir arkadaşlığım vardır. Onbeş günde bir oturur çay içeriz, memleket meselelerini konuşuruz. Dini inançlarını paylaşmıyorum, hayır. Paylaşmamanın ötesinde, bunların zararlı inançlar olduğuna ve tarih boyunca insanlığa faydadan çok zarar getirdiklerine inanıyorum. Bu böyle. Ama bu genç adamın, Türkiye taşrasının boğucu ortamında kendine ve etrafındakilere bir nefes kapısı açma mücadelesini hayranlıkla – ve sevgiyle – izlediğimi söyleyebilirim.

Gülen hareketinin Hıristiyan dünyasında 1560’larda ortaya çıkan Cizvit (Jesuit) hareketiyle olağanüstü bir benzerliği olduğunu düşünüyorum. Bu görüşü 3-4 yıldan beri çeşitli ortamlarda savundum. Cizvitler de, inançların tehlikeye düştüğü bir dünyada dine yeni bir örgütsel yapı getirme amacıyla yola çıkmıştır. Geleneksel tarikatlerin kapalı dünyasına karşı gelmiştir. Dünyanın her yerinde okullar açıp büluğ çağındaki gençlerin eğitimiyle ilgilenmiştir. O yaştaki insanların psikolojisi üzerinde ihtisas yapmıştır. Çin’de, Hint’te, Güney Amerika’da açtıkları okullarda doğrudan din propagandasına girişmemiş, bir ahlaki ideali telkin etmeyi tercih etmişlerdir. İkiyüz sene boyunca Katolik devletler hem Cizvitlerin örgütsel gücünden yararlanmış hem onlardan paranoyaya varan bir korku duymuşlardır.

Bu memlekette insanlar biraz burunlarını güncel kavgaların bok çukurundan çıkarıp tarihe merak sarsa öğrenilecek, araştırılacak o kadar çok konu var ki!

Peki Cemaatçi miyim? Destekçisi veya şakşakçısı mıyım? Hayır değilim.

Bir, dindar değilim. Din denilen şeyin saçma sapan bir hurafeler yığını olduğu kanısındayım. Özellikle Müslümanlığın, tarih boyunca topluma faydadan çok zarar getiren bir inanç sistemi olduğunu düşünüyorum. Bireysel ahlak ve vicdanla dini inanç arasında herhangi bir mantıkî veya ampirik ilişki bulunduğuna inanmıyorum. Bu anlamda Ahmet Altan’ın vıcık vıcık riya kokan dindarlık sevgisinden çok daha radikal bir yerdeyim. Hayat boyu tanıdığım ateistlerin, ortalama dindardan kat be kat daha ahlaklı, daha vicdanlı, daha akıllı ve daha güzel insanlar olduklarını gözlemledim. (İstisnalar kendini bilir.)

İki, örgütsel yapısı şeffaf olmayan bir topluluğun aşırı güçlenmesinde tehlike görüyorum. Şefi ve yönetim kurulu belli olmayan, sözcüsü ve kurultayı bulunmayan, mali kaynakları bilinmeyen bir yapılanma, sivil toplum düzeyinde kaldığı sürece bence zararsızdır. Kamunun gidişini etkileyebilecek bir güce ulaştığında işler değişir. Örgütün kapsamı bulanıklaşır. Ne idüğü belirsiz insanlar “rical-i gaybin” gücünü referans göstererek olmadık işlere girişebilir.

Şu an Cemaatin gerçek gücünün ne olduğuna dair sağlıklı bir fikrim yok. “Cemaate” atfedilen eylem ve örgütlenmelerin ne kadarının gerçek, ne kadarının paranoya mahsulü olduğunu bilmiyorum. Kimsenin bildiğini de sanmıyorum. Beni, Ahmet Altan’ı, Baskın Hocayı, onu, bunu “Cemaatçi” ilan eden gerizekâlıların kol gezdiği bir ülkede şu polis şefinin veya o savcının veya bu köşeyazarının “Cemaatçi” olduğuna dair her türlü rivayeti ihtiyatla karşılıyorum.

Özetle, Cemaatin örgütsel yapısını düzene koyması halinde, belki etkinliğinden bir miktar kaybedeceğine, ama toplumda daha olumlu bir rol oynayacağına inanıyorum.

“Cemaatçi” televizyonlara çıkma meselesine gelince, hiç şüpheniz olmasın, kim çağırırsa giderim. Hiç kimseyle örgütsel bağım yok. Korkacak bir şeyim de yok. PKK’nin gazetesine de defalarca demeç verdim. Fatih Altaylı’ya, Tuncay Özkan’a da çıktım. Solcusuyla da konuşurum, Atatürkçüsüyle de konuşurum. Taşnakçısıyla da konuşurum. Hürriyet hariç hangi basın ve yayın organı bana değer verip fikrimi sorsa elimden geldiğince dürüst olmaya çalışarak cevap veririm.

Özlem Albayrak söyleşisinde fazla mı taviz verdim? Tabii verdim. Adamların dükkânında misafirsin. Karşında çakal sürüsü yok, güleryüzle ve anlayışla sohbet eden sevimli bir insan var. Neden kavga edeyim? Neden ortak zemini bulmaya çalışmayayım?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder