Hep yaz vakti gitmişizdir adaya, hıncahınç vapurda, ada sıcağında bunalarak yürümüşüzdür tepeye doğru…
Atların bıraktığı kokunun keyif vermeyip kaçırdığı, yüzleri buruşturduğu zamanlardır… Çok kalabalıktır üstelik ada, yürürken sessiz sakinlik yoktur sokaklarında… Tepeye vardığınızda mangal dumanları karşılar sizi. Ama aklımıza da hep yaz vakti gelir ada… Bütün yaz çilesine rağmen çıkınca tepeye seyreyleyince karşıda Bostancı, manzara keyif verir, esen rüzgara kavuşmak serinlik&huzur verir…
Hiç ilkbaharda gitmeyi düşündünüz mü peki? Adada sadece sakinleri varken…
Sıcak hava bunaltmıyorken, tatlı tatlı rüzgar esiyorken…
Benim aklıma düştü bu fikir ve nihayet gerçek oldu bir önceki haftaJ
İşte ilkbaharın 7 gezisinden biri
Büyükada…
Saatlerin ayarlandığı Pazar günü atladık vapura, kimse de olmaz, rahat rahat gideriz diyerek…
Lakin vapura girdiğimizde gördük ki durum böyle değil. Oturacak yer yine problem ada vapurunda. Vapur yolcularının yarıdan fazlası turist, çoğunluğu Tunus, Fas, Suriye, Arap ülkeleri civarından… Yan yana yolculuk ettiğimiz Tunuslu hanımdan öğreniyorum ki Tunus’da balayı için Türkiye’ye gelmek bir klişe artık. Onların Paris’i olmuşuz bir anlamda.
Adaya vardık, bilindik insan kalabalığı, oysa ben böyle hayal etmemiştim. Doğruca otelimize varıp eşyaları yerleştiriyoruz, Otel odamızın denize ve bir eski köşe nazır oluşu keyfimizi yerine getiriyor ve adayı dolaşmaya çıktığımızda kalabalığın adaya tam kararında bir canlılık kattığını görüyoruz… Esnafın tezgahı canlı, masalar dolu, neşeli masa sohbetleri var iskele etrafındaki restoranlarda. Bisikletçiler, gelen kalabalığa bisiklet yetiştirmeye çalışıyor. Faytona binmek için kuyruk oluşmuş… Her tarafta mimoza demetleri, çiçekli taçlar…
Biz kalabalığın tersi diyarlara ara sokaklara dalarak yapıyoruz ilk yürüyüşümüzü… Evlerin bahçelerinin güzelliği, eskilik, yenilenme manzaraları var hep.
Adada yaşama isteği kıpırtıları başlıyor içimizde…
İlk yürüyüş sonrası kahve mekanına atıyoruz kendimizi, yorgun ayakları dinlendirmek için. Ada’nın vapur iskelesini, gelen ve giden vapurları, yolcuları seyre salıyoruz terasından, Can ve İpek burada uyuyorlar. O kadar sakin ve ferah bir mekan olarak kalmış ki burası, iskeleye ve manzaraya bu kadar yakınken üstelik, buna şaşırıp seviniyoruz… Martıların özel hayatına giriyoruz burada, kavgalarına, şaşkın bakışlarına şahit oluyoruz…
Akşam olmaya başlıyor, gelen kalabalık terkeyliyor adayı, vapurlar artık boş geliyor, dolu gidiyor…
Biz seyrediyoruz bu manzarayı terastan sessiz sakin huzurlu kahvelerimizi yudumlarken…
Çocuklar uyuyor…
Biz bu akşam adada kalıyoruz hissi ne güzel…
Çocuklar uyanınca ikinci yolculuk başlıyor…
Ada artık sakin, tepeden iskeleye yol alan faytonlar var. Adanın ziyaretçileri geri dönüşün çabasında. Oysaki biz o güzelim ada evlerini seyrederek ve hayal ederek yol alıyoruz tepeye doğru…
Evleri, köşkleri seyretmek bir keyif bir heyecan, hayal etmek neler yaşandı neler oldu, sahipleri neredeler şimdi, neden artık satışta bu eski köşk…
Bir bulut oluveriyor, bazen oluverdiği gibi, hüzün, huzur, mutluluk hepsi bir bulutun içerisinde…
Can ile eski-yeni bulmaca oyunu oynuyoruz, bir tarafta eski bir tarafta yenilenmiş restore edilmiş evler var sürekli sağımızda solumuzda çünkü…
Hava kararıyor artık, biz nereye varacağımızı, gitmek istediğimizi bilmeden, bir amaç olmadan yürüyoruz sadece. Derken boş bir fayton duruveriyor yanımızda. Teklifini kabul edip biniveriyoruz. İyi ki öyle yapmışız… Çocuklarla ilk kez fayton zevkini yaşayıp önümüzdeki uzun yokuşlu yolu kolayca alıp yeni bir yol açtık önümüze böylece…
Faytonla tepedeki meydana varıp oradaki sergileri biraz gezip kestirmeden doğru adaya inen orman yolunda yürümeye devam ediyoruz. Havada tatlı hafif bir esinti var. Yol artık yokuş aşağı, işimiz kolay, karşımızda Bostancı ışıkları, hava tam bir bahar havası…
Hepimiz tatlı bir uykuya dalıyoruz, ne güzel bedenen yorgun düşüp uyumak, özlemişim…
Ertesi gün kahvaltı sonrası bisikletçinin yolunu tutuyoruz.
Yıllar sonra yeniden bisiklete binmek…
İpek var bu kez sırtımda, temkinliyim. Hız yok, sakin düzlüklerdeyim hep…
Eşim ise Can’ı alıyor arkadaki çocuk selesine…
Ve halimize bakıp keyifleniyoruz.
Vay be iki çocuğa rağmen bisiklete de biniyoruz…
Pek çakır keyif hallerdeyizJ
Adayı bu kez bisiklet ile geziyoruz…
Günlerden Pazartesi…
Ada daha bir sakin önceki güne göre…
İki günün sonunda Ada’da yaşama isteği artık bütün benliğimizi kaplamış oluyor…
Araba yok, hava kirliliği yok, doğa, yeşillik, deniz yanı başımızda masmavi, İstanbul ise hemen oracıkta…
Sakinlik…
İstemeye istemeye ayrılıyoruz Ada’dan…
Tekrar geleceğimizi fısıldayıp kulağına…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder