Önümüzdeki günlerde sanırım söylemler sertleşecek, belki kırıcı sözler söylenecek. O kavgaya girmeden, dostane birkaç fikir paylaşayım dedim. Dinleyen ve anlayanlar için.
*
Yıllar var ki ağzımdan MüslümanLARI aşağılayan bir söz çıkmadı, çıkmamasına gayret ettim. Göbeğini kaşıyan kimseden söz etmedim, kimsenin bıyık veya pabuç veya başlık tercihine laf değdirmedim; değdirenleri her zaman ayıpladım. Dünyada çeşit çeşit insan olduğunu biliyorum. MüslümanLARIN mesela Budistlerden, komünistlerden, feministlerden, paşacılardan, ve hatta Ermenilerden daha kötü – veya daha iyi – insanlar olduğunu düşündürecek hiçbir ipucu yok elimde. En kötü ihtimalle, bana garip gelen bazı huylarına bıyık ucuyla gülümserim. Eğer karşımdaki iyi bir insansa ve gülümsemem onu üzecekse, onu da yapmam. Ne gereği var?
Geldiğim sosyal çevre ve aldığım eğitim itibariyle, elbette birtakım önyargılarla yola çıktım. Beş vakit namaz kılan insanlarla hayatımda ilk kez 29 yaşımda, Isparta’da askerliğimi yaparken tanıştım. Pırlanta gibi çocuklar olduklarını gördüm; itiraf ediyorum, çok şaşırdım. O günden sonra önyargılarımı adım adım aştım zannediyorum, en azından aşmaya gayret ettim.
Arada düşüncesizce sarfettiğim laflar olmuş mudur? Olmuştur tabii. Bir kısmının farkına varıp pişman olmuşumdur, bir kısmı sessiz geçilmiş, içten bir sızı bırakmıştır, fark etmemişimdir. Bilirim. Türklerin “Ermeniler” hakkında konuşurken – bazen iyi niyetle – kırdığı potların vahametini tanırım çünkü. Bu da aynı hesap.
*
Zannettiğiniz kadar militan bir ateist değilim. Daha doğrusu herhangi bir şeyin militanı değilim. Militanlığın her çeşidi bende korku ile karışık bir tiksinti yapıyor. Ateistin militanı gerçi bu ülkede nadirattandır, ama o da öyle.
İnsanları yadırgatacak bir düşünce belki, ama söyleyeyim. İnsanın en kıymetli varlığı yalnızlığıymış gibi geliyor bana. Gerçek yalnızlık zordur, uzun çaba ve emekle elde edilir, insanın mahallesine, eşine dostuna, en önemlisi kendisine mesafe koymayı öğrenmesiyle olur. O mesafenin adına kimi vicdan özgürlüğü der, kimi hakikat aşkı der, kimi felsefe der. Alçakgönüllü olalım, büyük laflar etmeyelim dersen ironi de diyebilirsin; aynı şeyin küçük adıdır. Hayatta her şeye (ama her şeye, birilerinin kutsal dediği şeylere de) çok yönlü bakılabileceğini anlamaktır mesele. Onu anladın mı, hakikatin zahmetli yoluna girdin demektir. Hazır şablonun yok: her gün, her an, vicdanınla yapayalnızsın, karar vermek zorundasın. Hacı ne demiş, kitap ne demiş, mahalle ne der yok. Yalnızlık dediğim bu. Onun lezzetini anlatmaya çalışıyorum yazılarımda, dinleyen varsa.
Tanrı denen şeyin masal olduğundan kuşkum yok. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim: tanrı şöyledir böyledir diye söz söyleyen herkesin götünden attığından eminim. Bu anlamda ateistim, kafam net. Ama dikkat et bak: masal kötü bir şeydir demedim ki? İstersen mit dersin, alegori dersin, masal değil mesel dersin. O zaman pekalâ konuşacak ortak zemin buluruz gibi geliyor bana.
Yeter ki, “sen benim tanrıma nasıl masal dersin” diye babalanan Nemrut takımını başımızdan def edelim.
Yazın Şirince’de bir “Din ve Akıl” semineri yapacağız. Ne demişim davetiyede? “Dindar gelen dinsiz gitsin, dinsiz gelen dindar gitsin, yeter ki akıl ve fikir galip gelsin.” Mevzu bu.
*
Evet MüslümanLIKLA mücadele ediyorum, kendi çapımda. Budizme, Mormonizme ve Polinezya dinlerine laf soktuğum vaki olmadı. Onların masallarını daha makul bulduğum için mi? Hayır efendim. Onlar benim yoluma zorbalıkla ve küstahlıkla çıkmıyor, beriki çıkıyor, onun için. Biri benim özgürlüğüme tehdit, diğeri değil. Bu kadar.
Hele Budist gelsin, küstah ve kibirli bir edayla günde beş kez “Buddha büyüktür” diye bağırsın; hele Budizmin safsatalarını dünyanın tek hakikatiymiş gibi çocuklarıma – ve memleketin çocuklarına – dayatmaya kalksınlar; hele aksini söylemeye kalkanı, ister “ay vallahi çok kalbim kırıldı” diliyle, ister “amsikgöt zebani cehennem” diliyle susturmaya yeltensinler. Bakalım o zaman Budizmle de uğraşır mıyım, uğraşmaz mıyım?
*
Neden uğraşırsın, dünyanın derdi sana mı kaldı diye soranlara ne diyeyim bilmem.
Belki huydur, kişilik meselesi. Ya da belki insanları (hatta Müslüman olanları) seviyorumdur, onları kendi bildiğimce yanlıştan korumayı ve doğruya yöneltmeyi borç sayıyorumdur. Belki onların iç çelişkilerini kendi bildiklerinden daha iyi görüyorum; ulaşmaya çalıştıkları hakikatle seçtikleri yol arasındaki çelişki aklıma ve yüreğime acı veriyordur. “Yazık bu kadar saçmalamasınlar” diye üzülüyorumdur.
Belki bin yıldan beri bu ülkede benim atalarımı – ve sizin atalarınızı – zebun eden zorbalık ve riya rejimine isyan ediyorum. Onun acısını çıkarmaya çalışıyorumdur.
Belki de daha basit. Hakikat arayışı bana acayip zevk veriyor. Oyuncağını gösteren çocuk gibi sizinle paylaşmak hoşuma gidiyordur.
Ne biliim ben yahu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder