“Eskiden kiremit imalathanelerinin bulunduğu, sonra saray bahçelerine dönüştürülen Tuileries…” demiş Eyüp Can, Paris'in göbeğindeki parktan söz ederken. Oha, nasıl fark etmemişim bunca yıl? Fransızca tuile, bildiğimiz “kiremit”; tuileries = kiremitçiler. Latincesi tegula, Fransızcada vurgusuz hecenin sessizi düşer, sözcük sonundaki dişil eki +a ise +e şeklini alır. Nitekim 12. yy’daki en erken örneklerde tiulekaydedilmiş. 14. yy’dan itibaren i/u metateziyle tuile biçimi yerleşmiş.
İngilizceye Fransızcadan değil direkt Latinceden alınmış, 9. yy’dan itibaren örnekleri var. En eski metinlerde tigule veya tegele. Yaklaşık 1400’den itibaren, i'ye bitişen /g/ sesinin İngiliz dilinden düşmesiyle beraber, uzun î ile tile. Yüksek Almancada sözcük başındaki /t/ daima /ts/ sesine dönüşür, z ile yazılır. O yüzden Ziegel, “kiremit”.
Latinceden Bizans Yunancasına da geçmiş. Besbelli bu kiremit hadisesini Romalılar keşfetmiş olmalı, öbür türlü Latinceden Yunancaya kolay kolay kelime almazlar. Genelde tersi olur, teknik ve ticari terimler Yunancadan Batıya akar. Bulabildiğim en erken örnek Manuel Moskhopoulos’un Philostratos sözlüğü şerhi, sene yaklaşık 1400. Touvla diye geçiyor, g > ğ > w evrimi tipik. Πλίνθος şerhi diye vermiş, yani “pişmiş topraktan yapma tabaka, tuğla”. O zamanın tuğlalarını gördüyseniz bilirsiniz, aşağı yukarı 4-5 cm kalınlığında otuza otuz, kırka kırk kare şeklinde olur, şekil itibariyle kiremide yakın. Zaten İngilizce tile da hem kiremit hem yer karosu.
Türkçe tuğla, benim bulabildiğim kadarıyla, en erken Floransalı tüccar Argenti’nin 1533 tarihli Türkçe notlarında geçiyor. İstanbul “sokak Türkçesi” hakkında elimizdeki en eski ve en değerli kaynaklardan biridir. Belli ki tuğla o tarihte henüz yazı diline geçmemiş, ancak kozmopolit İstanbul’un günlük konuşma dilinde kullanılıyor.
*
Yine Radikal’de, Murat Yetkin: “Yavuz’un İran’ın batıya ilerlemesini durduran ve Suriye’yi fetheden Türk (?) imparatoru olduğu unutulmamalı.”
Hoppala, buyur buradan yak. Bu açıdan hiç düşünmüş müydük? Düşünmemiştik. Türkiye’nin bugünkü dış politika hedefleri ne? İran’ın batıya ilerlemesini durdurmak ve Suriye’yi fethetmek olabilir mi acaba?
*
Sonraki sayfa, Özgür Mumcu, bazılarının şair ve filozof saydığı Necip Fazıl Kısakürek’ten alıntı. Siyasi ütopyasını anlatıyor hoca:
“Türk vatanının yalnız Müslüman ve Türklerle meskûn, yalnız Türkler ve Müslümanlardan ibaret hale gelmesi, hain ve muzlim unsurlardan baştan başa temizlenmesi için her türlü tedbir alınacaktır.”
Tbi canııım, soykırım olmamıştır, olsa da münferit vakadır, zaten yapan da Osmanlıdır bugünkü Türkiyeyi bağlamaz. Değil mi?
“Efendim siz kuvvetinize güvenerek Asya’da, Evropa’da, Afrika’da birçok memleketler zapt etmişsiniz. (…) Fekat asla düşünmemişsiniz ki, feth ve istila etmiş olduğunuz bu yerlerin ahalisi hep anasır-ı muhtelifeden mürekkeptir. Bunlar ekseriyetle kendi muhitlerinde baki kaldıkça, bir fırsat buldukça menfaat-i milliyelerini nazarı dikkate alarak istiklallerini isteyeceklerdir. (…) o kadar kan dökerek zapt etmiş olduğunuz memalik-i Osmaniyeyi yine kan dökerek Osmanlıların elinden alacaklardır.” (sf. 16-17)
*
“Konstantiniyye’yi alan asker ne kutlu askerdir” ne demek? Konstantiniyye o tarihte dünyanın en zengin ve en büyük kenti. Yağlı lokma. Ola ki aldın, adam başına eline geçecek ganimetin haddi yok. Eğer gasp ve talan mesleğinde isen, meslekî kariyerinde bundan öte bir hedef, bundan büyük bir ödül olabilir mi?
Adamın kullandığı “kutlu” kavramını biri bana açıklasın. Somali korsanlarının şecaat anlayışından farklı bir boyutu var mıdır?
Arabistan’da bugün adamın biri çıkıp “İstanbul’u alan asker ne kutlu askerdir” dese tepkin ne olur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder