23 Mayıs 2014 Cuma

İlm-i Siyaset Sohbetleri - 3

Başkanlığın Faydaları

Geçen yazıda başkanlık sistemine dair iki teze değindik:

1. Yürütmenin başının özerkliği artar.

2.”Kutsal devlet”e karşı “milli irade” güçlenir. Bunlar ilk bakışta cazip tezlerdir. Doğruluk kırıntıları da taşıyabilirler. Ama yakından bakarsan fazla su tutmazlar.

Buna rağmen başkanlık sistemi iyidir diyeceğim. Üç sebeple.

1. Sistemin en belirleyici özelliği ne? Yürütmenin başı ile meclis parti grubu arasındaki bağı koparması. Başkan, meclis üyesi değildir, parti grubunun başı değildir, dolayısıyla kağıt üstünde parti lideri de olsa fiilen partiyi kontrol edemez. Çoğu örnekte, bakanlar meclis dışından seçilir. Böylece, parti grubu üzerindeki en önemli kontrol mekanizması Başkan’ın elinden alınmıştır.

Bunun birinci sonucu, yürütme ile yasamanın zıtlaşmasıdır. Tüm başkanlık rejimlerinde, Başkan ile meclis kavga eder. Ölçüsünde tutulabilirse, son derece etkili bir denetim mekanizmasıdır. ABD’de son devirde olduğu gibi ölçüsü kaçarsa, sistemi kilitleyebilir.

İkinci sonuç, Türk demokrasinin başının belası olan lider sultasının giderilmesidir. Başkan velev ki kendi sahasında padişahlığa bile soyunsa, parti grubunda kendini süreklileştiren türde bir hakimiyeti kolay kolay kuramaz. En kötü ihtimalle bir veya iki dönem borusunu öttürür, sonra emekli edilir. Kırk yıllık İnönü saltanatı, 36 yıllık Demirel saltanatı, yirmi küsur yıllık Bahçeli saltanatı gibi vakalara başkanlık rejimlerinde rastlanmaz. Bu saltanatların etrafında midye yığınları gibi biriken parti oligarşileri de nispeten daha mülayim şekil alır.

Ararsan istisnaları bulabilirsin şüphesiz. Ama temel dinamikte yanıldığımı sanmıyorum. Mekanizmanın ince ayarı elbette gerekecektir. Meclis grubunu gerçek anlamda özerkleştirmek için dar bölge seçim sistemi şartı mı, değil mi? Bakanlar meclisle bağını tamamen koparmalı mı? Başkanlık süresi 2x4 yıl mı, 1x7 yıl mı olmalı? Bütçe yetkisini Başkan’a kaptırmamak için hangi tedbirler alınmalı? Al sana tartışacak konu, bu yazının çerçevesini aşar.

2. Başkanlık sistemi (ve onun bence tamamlayıcısı olan dar bölge sistemi), kemikleşmiş parti oligarşileri dışındaki tiplerin kestirme yoldan yükselmesine fırsat tanır.

Parti oligarşilerinin serpilme sahası getto politikasıdır. Arkanı yüzde onluk, beşlik bir çıkar grubuna dayarsın, hayat boyu koltuk sahibi olursun. Oysa %50+1 almaya mecbur olduğun bir seçimde, bir şekilde herkese hitap etmek zorundasın. Parti örgütçüsü isen, çıkaracağın adayın yalnız kendi örgütüne değil, herkese cazip geldiğinden emin olmak zorundasın. Gece gündüz taze surat araman gerekir.

Brezilya’daki eski başkan Lula ile şimdiki başkan Dilma Rousseff’i biliyor musunuz? Ya da Uruguay’daki eski terörist, şimdi filozof olan Jose Mujica’yı? Şili’deki  Michelle Bachelet’yi? Dördü de profesyonel siyasetçi tipinin çok dışında, alabildiğine “insan” insanlar. Klasik parti hiyerarşileri içinden oraya gelmeleri düşünülmeyecek kişiler. Varlıkları, dünya için bir talihtir.

Türkiye’de şu kırk gün içinde ortaya atılan, az ya da çok ciddiyetle tartışılan isimlere bakın, Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan allah muhafaza, İlber Ortaylı’sına kadar. Başkanlık sisteminin iyi bir şey olduğuna yeterli delil değil mi?

3. Dönelim bu yazı dizisinin başlangıcındaki CHP meselesine. %50+1’i şart koşan, ikinciliği ödüllendirmeyen seçim sistemlerinde getto partileri yaşayamaz. (Pardon, yaşayabilir, ama kimsenin umrunda olmaz. ABD’de Sosyalist Parti de var.) Erzurum’da %1 alıp ayakta kalamazsın. Ya Erzurum’da daeli yüzü düzgün oy alacak adayları bulacaksın, ya da öyle adayları bulan paritye yanaşıp onun koltuğu altına gireceksin, ya da eriyeceksin. Başka çaren yok.

Dar bölge ile takviye edilmiş bir başkanlık sisteminde, bügünkü haliyle CHP’nin varlığını sürdürmesine imkan yoktur. Ya çoğunluğa hitap edebilecek şekilde kendini dönüştürecek, ya da çoğunluğa hitap edebilecek bir koalisyonun şemsiyesi altına girecek. Türk siyasetinde olup olabilecek en büyük reform buymuş gibi geliyor bana.

“Dar bölge olursa AKP milyon sandalye alır” diye hesap yapanları da gülümseyerek karşılamak lazım. AKP cin de karşısındakiler o kadar aptal mı? Gettonun konforlu rehavetine ayarlanmış alışkanlıklarını, zoru görünce üç günde değiştirmezler mi?

Her iki tarafın %45-55 parantezinde oynadığı iki kutuplu sistemde, her iki tarafın da tek seçeneği karşı bloktan oy koparmaktır. Her iki taraf, ortadaki kararsız seçmene oynamak zorundadır. Öyle olunca uçtaki radikalleri kim dinler? De ki memleketin Kaidecisi, Selefisi, taşra yobazı, din elden gidiyor’cusu husursuz oldu, kopup kendi partisini kurdu. Peki, dananın kuyruğunun koptuğu gün kime oy verecekler? Gidebilecekleri başka yer yoksa, bunlara sempatik görünmek için liderin bin türlü şaklabanlık yapmasına gerek var mı?

Bana sorarsanız ülkeyi on yıllardan beri zehirleyen siyasi söylemleri ıslah etmek için öyle devasa sosyolojik dönüşümlere, kültür devrimlerine filan gerek yok. Seçim ve yönetim sisteminde bir-iki ciddi düzeltmeyle epey yol almak mümkün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder