Atakan Polat haftalar önce yazmış, güzel sorular sormuş. Cevaplamaya niyetlenip unutmuşum. Masamı derlerken karşıma çıktı.
-Sevan hoca başkanlık sistemi için tam ne düşünür? Başkan hangi yetkilerle donatılmalıdır?
-Tayyip Erdoğan trajedisinin memlekete en büyük zararı başkanlık sistemi tartışmasını çıkmaza sokmak oldu derim. Bu hengame atlatılıp ortalık sakinleştikten sonra bir daha oturup düşünmek gerekecek.
Türkiye'de esas problem bence bireysel diktatörlük tehlikesi değildir, anonim ve sorumsuz bürokrasidir. Siyasi özerkliğe ve güçlü demokratik meşruiyete sahip, hızlı karar alabilen, kararlarının siyasi sonuçlarına katlanan bir başkan, en etkili çözüm olabilir.
Üç tane önemli kontrol unsuru olmalı.
Bir, yasamanın Başkan'dan bağımsızlığı kuvvetli güvencelere bağlanmalı. Mesela bakanlar meclis üyeleri arasından seçilmemeli. Meclisin bütçe yetkisi kuvvetle vurgulanmalı. Başkan ve meclis seçimleri ayrı zamanlarda yapılmalı. Mecliste parti disiplinini zayıflatan tedbirler alınmalı.
İki, Başkan'ın ve yakınlarının kişisel servet edinmelerine karşı etkin kontroller getirilmeli.
Üç, Başkan'ın iki dönemden fazla seçilmesi kesin bir şekilde önlenmeli. Akraba ve taallukatı veya adamları yoluyla iktidarını sürdürmeye teşebbüs etmesi de imkansız kılınmalı. Son kullanma tarihi geçmiş Başkanların rahat etmesi için mesela şık bir vakıf yöneticiliği ve Başkanlık dönemine ilişkin cezai kovuşturmadan muafiyet gibi önlemler düşünülebilir. Sonuçta maksat ilahi adaleti tecelli ettirmek değil, adamın ya da kadının can havliyle iktidara sarılmasını önlemek olmalı.
-Türkiye üst meclis kurmalı mıdır? Almanya gibi meclisin yarısını dar bölge sistemiyle yerel seçim bölgelerinden seçip yarısını ülke çapında parti listelerinden seçmek bir çözüm olabilir mi?
-Seçkinler meclisi Türkiye'de denendi ve iyi sonuç vermedi. İngiltere'de bile yüz senedir üst meclisi boğmaya çalışıyorlar. Ülke temsilciliğinin Türkiye koşullarında akil adamlara değil, siyasi parti oligarşilerine kapı açacağını düşünürüm. İki tane Ufuk Uras veya Sırrı Süreyya kırk yılda bir kürsüye çıkacak diye meclisi parti kalantorlarıyla doldurmaya değmez.
Bence Rousseau'yu unut. Meclisi ulusal aklın tecelligahı gibi romantik havalara sokmaktan vazgeç. Meclis, yerel çıkarların ülke politikasındaki temsilcisidir, ne bundan eksik, ne bundan fazla. Entellerin de sesi duyulsun istiyorsan dernek kur, gazete kur, hükümeti ikna et. Ya da bir zahmet git, Aşağı Güngören seçim bölgesi seçmenini ikna edip onların oyuyla meclise girmeyi dene.
-Tüm bu yaşadıklarımızdan sonra sıfır barajla ve ülke geneli tek seçim bölgesiyle yola çıkıp, "lanet olsun, uzlaşmayı öğrenin artık" mı diyeceğiz?
-Allah göstermesin. Kırk tane marjinal siyasi partiyi meclise sokmanın tek sonucu meclisi işlemez hale getirmektir. Uzlaşmazlığı körükler, ülkeyi siyasi fanatizmlere teslim eder. Bence seçim barajı, seçim çevresi bazında %50 olmalı. Yüzde elli artı biri tutturdun, güzel. Yoksa yallah.
Ulusal baraja gerek var mı? Sanmıyorum. Velev ki bölgesel ya da yerel partiler meclise girdi, ister istemez iki ana bloktan birine katılmak zorunda kalacaklardır.
-Vergilendirmeye dair düşüncesi nedir? Dolaylı vergilerin minimize edildiği, doğrudan vergilerin ise "gelir vergisi" gibi torba bir tutar yerine, giderler bazında ayrı ayrı toplanacağı sisteme ne der?
-Gelir vergisi sisteminin kaçınılmaz sonucu, tüm ekonomik faaliyetlerin devlet denetimine girmesidir. Gelir vergisi, erken 20. yüzyıl totalitarizmlerinin günümüzdeki en büyük mirasıdır. "Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır" yazan her tabelanın arkasında, Orwell'ın Big Brother'ı sırıtır.
Bence en güzeli tüm vergileri dolaylı vergi yapmak. Ne kadar para harcadın, o kadar haraç ödersin. Belki bir de sabit tutarda kelle vergisi olur. Onu da ödeyemeyecek durumda olanlar muhtardan kağıt getirir, ödemez. Hepsi bu kadar.
Benim ne kadar para kazandığımdan devlete ne? Ve neden, gelirimi saklamak gibi en temel insan haklarından birini kullandığım için suçlu konumuna düşeyim?
-Mesela İsviçre gibi savunma bütçelerinin, savaş uçağı alımlarının konu edildiği referandumlara mı gitmeliyiz?
-Herhangi bir konuda, özellikle de karmaşık ve teknik konularda, halk kalabalığının herhangi bir bireyden daha sağlıklı karar verebildiğine tanık olmadım.
Ahali ne anlar Boeing alımından? De ki bir fikri oldu, attırırsın Hürriyet gazetesine iki manşet, fikri tersine döner.
Meclisin işlevi teknik kararları almak değil, alınan kararları yerel çıkarlar doğrultusunda denetlemek olmalı.
-Fırat'ın batısındaki kitlenin Gezi'den ve 17 Aralık'tan bu yana giriştiği sistem sorgulamasına ne der? Bu kitle Türkiye'de güçlü bir libertaryen akımın taşıyıcısı olabilir mi?
-O kadar abartır mıyız bilmem. Ama Tayyip Erdoğan trajedisinin -eğer kazasız belasız sonlandırılabilirse- memlekete faydası dokunacağına inanıyorum.
Her şeyden önce, siyasi islam saçmalığı ağır yara almıştır; bir daha kolay kolay belini doğrultamaz. Daha önemlisi, 1980 - sonrası doğan ve ülke tarihinde ilk kez ciddi oranda üniversite mezunu olan kuşak, ortak bir dilde ve ortak değerlerde buluşmuştur. Bunun, Avrupa ve ABD'de "1968 kuşağına" benzer kültürel ve sosyolojik sonuçları olacağını umuyorum.
-1915 taziyesine ne der?
-Siyasi ömrü sona ermiş bir hükümetin çırpınışı der. Dört sene önce olsa anlamlıydı. Şu anda bir kıymeti harbiyesi olduğuna inanmıyorum. Yarın çıkıp tam tersini söylerse ne yapacaksın ki?
-Politikwissenschaft eğitimi için bir tavsiyesi var mı? Okula başlayacak birine kendi tecrübesinden yola çıkarak diyeceği var mıdır?
-Şimdiki aklım olsa poli sci okumazdım. Okumaya değer olanlar, kalıcı literatüre ve köklü akademik disipline sahip olan branşlardır. Tarih okunur, felsefe okunur, filoloji, klasikler, Orientalistik okunur. Yahut temel bilimler okunur. Önemli olan yerleşik bir disiplini öğrenmek. Ötekilerde öğrendiğin güncel fad'lerdir. On sene sonra hükmü kalmaz.
-Viyana'dan istediği bir kaynak var mı? İmkanlar el verdiğince edinip gönderebilirim.
-Heurige sezonu geçtiğine göre, taze kuşkonmaz ve buğday birası isterim. Teşekkürler şimdiden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder