Aslanlı Yol'da ağır teorik şeyler yok; maceralar, hikâyeler daha fazla. Adı üstünde anılar kitabı. Ama araya şöyle bir parça da sıkıştırıverdim.
Constant ile ilkin üniversite ikideyken tanışmıştım. Adolphe üzerine kocaman bir paper yazdım, 18. yüzyıl rasyonalizminin çöküşüne dair bir metafor olarak yorumladım. Ondan beş altı sene sonra üstadın siyasi yazılarıyla tanıştım. 1830 Anayasasını bir vesileyle epeyce çalıştım. Bu yazıyı geçen Nisan'da yazıp kitaba ekledim.
*
Keskin bir zekâsı ve etkileyici kültürü vardır. “Deha” kavramının revaç bulduğu bir çağda, dehanın mücessem örneği olarak gösterilmiştir. Üslubu berrak ve dürüsttür; her cümlesinde zekâ kıvılcımı hissedilir. Tek romanıAdolphe, Fransız edebiyatının mücevherlerindendir. Yalan söyleme hakkı üzerine Kant’la giriştiği polemik, etik felsefenin şaşırtıcı bir çiçeğidir. Ama yeteneklerini çok fazla sahaya dağıtmıştır. Sağlığında basılan kitapları, bir kısa romanla birkaç ince siyasi broşürden öteye gitmez.
Akıl Çağının çocuğudur. Modern özgürlükçü düşüncenin kurucuları arasında yer alır. Ama büyük İhtilali izleyen devirde, aklın yenilgisine tanık olmuştur. Can yoldaşı Madame de Staël ile birlikte, akla reddiye olan Romantizm olgusunu ilk fark eden ve adlandıranlardan biridir.
Tanınmış bir ateistin oğludur; kendi de dindar sayılmaz. Ama yaşamının son yıllarında beş cildini yazıp bitiremediği kitabı, dinler tarihi hakkında eşsiz derinlikte bir tefekkürü yansıtır.
Vasatın gözüyle bakarsan, siyasi kariyeri bir tutarsızlıklar zinciridir. Gençliğinde Jakobendir. Sonra Thermidorcular safında Jakobenizme karşı tavır tutar. Napoleon’u destekler. Sonra amansız muhalifi olur. İmparator tarafından sürgün edilir; Almanya’daki mülteci aristokratların başlattığı irtica (réaction) hareketinin fikir önderi olduğu söylenir. Napoleon’a karşı, modern diktatörlüğün gelmiş geçmiş en acımasız tahlili olan De l’ésprit de conquête et l’usurpation’u yayımlar. Ama bir yıl sonra, diktatörün son ve ümitsiz hükümetinde Devlet Konseyi üyesidir. Monarşinin iadesinden sonra idam istemiyle yargılanır. Kral tarafından affedilir; parlamentoya seçilir, liberal muhalefetin başına geçer. Bir tür liberal manifesto olan 1830 Anayasasını kaleme alır; Temmuz İhtilalinde baş rollerden birini oynar. Fakat düşünceleri iktidara geldikten hemen sonra kendisi iktidardan uzaklaşır. Kumar borçlarından ötürü tutuklanma kaygısı içinde ölür.
*
Fırsatçılıkla suçlanmıştır: oysa dürüstlüğü elle tutulacak kadar sahicidir. Tutarsızlığı eleştirilmiştir: oysa aklı, çelişkinin hiçbir türüne tahammül edemeyecek kadar diridir. Şımarık olduğu söylenmiştir. Ama bencilliğin veya keyfin sığ sularında yüzen bir adam neden kendini bu kadar sıkıntıya soksun? Neden bir hayat boyu, kapı kapı, hakikatin peşinde dolaşsın?
Akıl, acımasız bir sürücüdür. Aklın egemenliğini kabul eden kişi, onun kendini sürüklediği yerlere gitmemezlik edemez. Hakikatin tek ve alışıldık cephesiyle yetinemez. Tutarlılığın, ancak dürüstlükten taviz vererek kazanılan bir erdem olduğunu bilir. “Ben hakikati buldum, başka soru sormayacağım” diyen insan, aklıyla birlikte vicdanını uykuya yatırmış olandır.
*
Onca git gel arasında düşüncesinin değişmeyen ekseni özgürlüktür. Gençliğinde, ihtilalin verdiği sarhoşlukla, toplumun ortak iradesine dayalı kolektif bir özgürlüğü hayal eder. 28 yaşına gelmeden o rüyadan uyanır. Tek gerçek özgürlüğün, kişinin kendi aklı ve vicdanıyla baş başa kalma özgürlüğü olduğunu anlar. Toplumsal örgütlenmenin tek meşru hedefi, siyasi tercihlerin tek geçerli kriteri budur. İçinde yaşadığın düzen, hakikati arayan ve bulduğuyla yetinmeyen insanlara kapılar açıyor mu? Onlara cesaret ve güven veriyor mu? Veriyorsa iyidir, vermiyorsa kötüdür. Az veriyorsa az iyidir, çok veriyorsa çok iyidir. Bu kadar basit.
De la liberté des anciens comparée à celle des modernes (1819) başlıklı nutkunda antik çağın özgürlük anlayışını modern çağınkiyle kıyaslar. Bugün bize naif gelecek bir iyimserlikle, modern çağın özgürlüğe daha geniş ufuklar açacağına inanmak ister. Özel mülkiyetin güçlendiği ve ekonomik çıkarların öne çıktığı bir toplumda, kamunun ve kitlenin tecavüzüne karşı bireyin daha iyi korunacağını savunur. İngiltere’den örnekler verir. İngiliz liberallerine hayrandır. Ama dili, onlarınkinden farklı bir dildir. Bireysel çıkar peşinde koşma özgürlüğü onu heyecanlandırmaz. Otoritenin köleliği kadar, çıkarın köleliğini de aşma özgürlüğüdür aradığı.
*
De l’usurpation, eski devir zorbalarıyla, Napoleon’un şahsında, yeni çağın diktatörlüğünü karşılaştırır. Eski tip zorbalık, toplumda var olan baskı kurumlarından destek almıştır. Yenisi ise gasp (usurpation) üzerine kuruludur; köksüzdür. Yoluna çıkan her kurumu tahrip eder; yerine koyduklarını meşrulaştırmak için, sonsuz bir baskı ve yalan sarmalına tutunur. Eski kurumların desteğinden yoksun olduğu için, iktidarını “halk” retoriğine dayandırır; o yüzden, “halkın” aralıksız alkışına muhtaçtır.
“[Eski zorbalar] sükût yoluyla hükmeder, insana, en azından, susma hakkını tanır. [Yeni diktatörlük] ise insanı konuşmaya mahkûm eder; onu düşüncesinin en mahrem sığınağına kadar takip eder; vicdanını inkâr etmeye zorlayarak, mazluma kalan son teselliyi elinden alır.”[1]
20. yüzyıl diktatörlerinin paranoyak ruh hali, yüz yıl öncesinden haber verilir:
“Tüm dünyayı inanmaya zorlar, ama zorla elde ettiği hakka kendisi inanmaz. Gayrimeşruluk, bir hayalet gibi peşinden gelir. Zafer alaylarında ve savaş meydanlarında peşini bırakmaz. Yasalar çıkarır, sonra değiştirir. Anayasalar yapar, sonra ihlal eder. Kum üzerine kurduğu yapının temelleri dipsiz boşlukta kaybolur; asla kendisini tatmin etmez.”[2]
*
Yıllar sonra dönüp okuduğumda daha net görebiliyorum, Yanlış Cumhuriyet’in başlıca ilham kaynağı Benjamin Constant’ın De l’usurpation’u olmuş. Günün birinde de roman yazacak olsam, Adolphe gibi olmasını isterim: alabildiğine duyarlı, ama aynı zamanda acımasız; akılcı, ama aklın çaresizliğini bilen.[1] Özgün Le Normant & Nicolle (Paris 1814) basımında sf. 90, çeviri benim. Online gallica.bnf.fr altında.
[2] A.g e. sf. 78.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder