Geçtiğimiz Salı ilk kez Moskova dışına çıktım. Tolstoy'un doğduğu, Savaş ve Barış, Anne Karenina gibi ünlü kitaplarını yazdığı, yaşlılıkta son günlerini geçirdiği ve öldükten sonra da gömüldüğü Yasnaya Polyana'yı görmeye gittik. Öncelikle bu geziyi organize ettiği için sevgili arkadaşım Fehiman'a kocaman teşekkürlerimi gönderiyorum. O olmasaydı, Moskova'ya 3.5 saat uzaklıkta olan bu harikulade yeri görme fırsatı bulamayacaktım.
Bu güzel gezi benim için bir hayli sulu başladı aslında :) Arkadaşlarımla buluşmak üzere evden çıkıp caddede yürüdüğüm bir anda bir araç kasten ve hızlı bir şekilde su birikintisine girip beni sıçana çevirdi :P Hayatımda isteğim dışında ve baştan aşağıya bu kadar ıslandığımı hatırlamıyorum doğrusu! Kendimi kurutana kadar da o kişinin yedi sülalesinin kulaklarını bir güzel çınlattım hii hii :) Neyse, hiçbirşey benim keyfimi kaçıramaz dedim ve yolculuğumuz başladı. Yolumuz uzun olduğu ve etrafta mola verecek yer pek bulunmadığı için hazırlıklıydık. Çay, kurabiye ve sandviçler eşliğinde bir yandan laflayıp, bir yandan da etrafı seyredip zaman nasıl geçti anlamadık...
Tula ve çevresinden geçerken sanki eski bir döneme gitmişiz gibi hissettim, bu gizemli kasabada ve terkedilmiş havası veren evlerin önünde saatlerce kendimi kaybedebilirdim...
Bu arada çok alakasız olacak ama ben çektiğim fotoğrafları yan yana getirirken kimi zaman iki fotoğraf arasında bir bağlantı kurmaya çalışıyorum; mesela burada evin çatısı ve okun ucu ile bağlantı kurdum ;)
Dar bir yola saptık ve gelmek istediğimiz noktaya; Tula'nın 12km. güneybatısında yer alan Yasnaya Polyana'ya vardık...
Girişte oh ne güzel fazla kalabalık yok derken iki dakika sonra o kalabalığın orda bulunduğuna dua ettik zira görevli müzeye sadece rehberli grup eşliğinde girebileceğimizi söyledi. Tolstoy'un müze evini bizim gibi görmeye gelen o okul grubu olmasaydı sanırım 3 buçuk saatlik yolu boşu boşuna gelmiş olacaktık! Tabii çocuklar Rus olduğu için rehber doğal olarak sadece Rusça konuştu, ben kıt Rusçamla pek birşey hatta hiçbirşey anlamadım, neyse ki bizi buraya kadar getiren şoförümüz Ivan Gagavuz Türkü olduğu için bize çat pat çeviri yaptı :)
Kişi başı 300 ruble ödedik ve okul grubunun peşine takılıp bu büyük araziye dalıverdik.
Rehber birşeyler anlatırken ben nasılsa birşey anlamıyorum diyerek kendimi yeşilin her tonunun yer aldığı doğanın kollarına bıraktım!
Bu araziyi 1763'te Tolstoy'un anne tarafından dedesi olan Prens Nikolai Volkonskiy satın almış. Burada İngiliz ve Fransız bahçeleri kurmuş, huş ve meşe ağaçları diktirmiş... Prens Nikolai ölünce burası tek kızı olan Tolstoy'un annesi Maria'ya kalmış. Tolstoy 1828 yılında burada dünyaya gelmiş. Ne yazık ki Tolstoy anne babasını çok küçük yaşta kaybedince akrabaları tarafından yetiştirilmiş. Tolstoy Sofia ile evlenince onu buraya getirmiş ve 13 çocuğu burada dünyaya gelmiş.
Tüm çocuklar Tolstoy'un da doğduğu aynı deri kanepede dünyaya gelmişler. Biz bu kanepeyi müze haline getirilmiş evin içinde gördük ama fotoğraf çekimi yasak olduğu için Tolstoy'un bu odada çekilmiş eski bir fotoğrafını paylaşabiliyorum sizlerle, bahsettiğim deri kanepe hemen arkasında duruyor...
Tolstoy bu odada üstüne birçok ekleme çıkartma yaptığı, notlar aldığı romanlarını çok küçük bir el yazısıyla yazar ve bunu eşine verirmiş. Sofia gece bu müsveddenin temiz bir kopyasını çıkartır ve ertesi gün Tolstoy yeniden bunun üstünden geçer böylece her bölüm 5-6 kez elden geçermiş. Sofia bu müsveddelerin hepsini saklamış.
Tüm çocuklar Tolstoy'un da doğduğu aynı deri kanepede dünyaya gelmişler. Biz bu kanepeyi müze haline getirilmiş evin içinde gördük ama fotoğraf çekimi yasak olduğu için Tolstoy'un bu odada çekilmiş eski bir fotoğrafını paylaşabiliyorum sizlerle, bahsettiğim deri kanepe hemen arkasında duruyor...
Tolstoy bu odada üstüne birçok ekleme çıkartma yaptığı, notlar aldığı romanlarını çok küçük bir el yazısıyla yazar ve bunu eşine verirmiş. Sofia gece bu müsveddenin temiz bir kopyasını çıkartır ve ertesi gün Tolstoy yeniden bunun üstünden geçer böylece her bölüm 5-6 kez elden geçermiş. Sofia bu müsveddelerin hepsini saklamış.
Tolstoy Yasnaya Polyana'da yaşadığı dönemde sabahları 7'de kalkar, yazmaya başlamadan önce fiziksel egzersizlerini yapar, parkta yürüyüşe çıkarmış. Hem fiziksel egzersiz olması hem de yazılarındaki köylü yaşamını daha gerçekçi bir şekilde ortaya koyabilmesi için hasat zamanı sık sık köylülerle birlikte çalışırmış.
"Hey burası benim özel mülküm, giremezsin!"
"Sana git dedim hadi gittt!"
Biz geziye spor ayakkabılar, rahat pantolonlar ile geldik, bir de yavruşkanın giyimine bakın, ehh aramızdaki farkı şimdi anlamışsınızdır sanırım ;)
Arazide kısa bir yürüyüşün ardından ismi Kuzminskiy kanadı olarak geçen eve geldik. Babası tarafından inşa edilen bu evi Tolstoy 1859 yılında kendi arazisinde çalışan köylülerin çocuklarını okutmak amacıyla okula çevirmiş ve 3 yıl boyunca burada çocuklara dersler vermiş. Ev 1862 yılında Tolstoy'un eşi Sofia'nın küçük kızkardeşine verilmiş.
Rusya'da çoğu müzeye girişte galoş yerine bu koca çarıklar veriliyor... Artık bu konuda tecrübeliyim, ayağımdan fırlamaması için bağcıkları birkaç kez doluyorum bacağıma ;)
Müzenin içinde fotoğraf çekimi yasaktı ama ben çok beğendiğim bu paltoyu ve alttaki Tolstoy'un eşi Sofia ile ilgili vitrini çaktırmadan çekiverdim. O kadarcık göz hakkı olsun ama di mi canım!
Tolstoy'un Moskova'daki evi ile ilgili yazımda bahsettiğim gibi Sofia çok becerikli bir kadınmış. Dikiş diker, fotoğraf çeker, hikayeler yazar, heykeller yapar, oyuncak alamayan köylü çocuklara özel günlerde hediye etmek üzere tahta kuklalar hazırlarmış.
Bu taşın bulunduğu yerde Tolstoy'un doğduğu ev bulunuyormuş fakat yazdığı kitapların yayınlanması için paraya ihtiyaç duyduğu bir zamanda Tolstoy bu evi satmış ve ev komple buradan kaldırılmış.
Şimdi Tolstoy'un çocuklarıyla birlikte yaşadığı evin önündeyiz...
Açıkçası Moskova'daki müzeden sonra burası beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Tolstoy'un Moskova'da yaşadığı evde tüm eşyalar çok iyi şekilde muhafaza edilmiş ve turistlerin de anlayabilmesi için her odanın önüne İngilizce yazılar asılmıştı ve fotoğraf çekmek yasak değildi. Ama burada eşyalar çok az, fotoğraf çekmek yasak ve hiçbir turist hesaba katılmadığı için herşey Rusça'ydı...
Evin içinden çok dışı beni daha çok büyüledi doğrusu! Şu çiçeğin güzelliğine bakar mısınız lütfen! Eeee yettin ama Noni aç bir botanik kitabını kendin bul diyebilirsiniz ama ben yine de bir sormak istiyorum ;) Bu çiçeğin adını bilen var mı acaba? Ben kendisine vuruldum da!!!
Tolstoy artık hayatını göçebe bir sofu gibi sürdürmek istediği için 1910 yılında ailesini ve tüm servetini bırakmak istemiş. Ama günlük bakımını eşi ve kızları sağladığı için sağlığı evi terketmesine pek elverişli değilmiş aslında... Bu duruma Sofia karşı çıkmış ve büyük bir kavga yaşanmış aralarında... Tolstoy herşeye rağmen kış ortasında evi terketmiş. Söylenenlere göre bu durumu kabullenemeyen Sofia kendini Yaslana Polyana'daki göle atmış ama kurtarılmış. Tolstoy evden çok uzaklaşamadan tren istasyonunda rahatsızlanmış ve kısa süre içinde zatürreden vefat etmiş.
Tolstoy'un naaşı eve getirilerek bu odaya konmuş ve 60.000 kişi onunla vedalaşmak için eve akın etmiş... Bu arada odadaki bu mermer büst Tolstoy'un 37 yaşında tüberkülozdan ölen çok sevdiği abisi Nikolay'a aitmiş. Tolstoy günlüğüne "tüm iyi anılarım onunla bağlantılı..." diye yazmış. Nikolay 10 yaşındayken diğer kardeşlerine insanoğlunun kızgın, sefil ve hasta olmayacağı, hep birlikte mutluluk ve uyum içinde yaşayacağı bir sırrı bildiğini açıklamış. Bu sırrı yeşil bir sopaya yazdığını ve Yasnaya Polyana arazisine gömdüğünü söylemiş. Küçük Tolstoy abisinin gömdüğünü söylediği bu sopayı bitip tükenmeden ararmış. Bu arayış Tolstoy'un tüm hayatı ve çalışması boyunca mecazi anlamda devam etmiş. Ve öldüğü zaman abisinin yeşil sopayı gömdüğünü söylediği araziye gömülmek istemiş.
Tolstoy'un ölümünün ardından 1911 yılında Sofia Yasnaya Polyana'nın resmi müze haline getirilmesi için Çar 2. Nicholas'a başvurmuş. Çar onun bu talebini reddetmiş ama aileye bir maaş bağlayarak evi ve araziyi muhafaza etmelerini sağlamış. 1921 yılında kızı Alexandra tarafından da anıt müze haline getirilmiş.
Tolstoy'un son günlerinden oluşan bu görüntüleri daha önceden de paylaşmıştım, ikinci baskı gibi olacak ama bu sefer Yaslana Polyana'daki evi için yayınlıyorum, o zamandan bugüne kadar burası gerçekten fazla değişmeden korunabilmiş...
Evin etrafından yavaş yavaş uzaklaştık ve orman içinde yürüyerek mezarlığa doğru yol aldık... Burası öylesine sakin ve huzurlu ki Tolstoy'un sonsuz ikametgahı olarak burayı tercih etmesine hiç şaşırmadım...
Ama mezarlığı beni şaşırttı doğrusu... Ne şatafatlı bir kabir, ne bir heykel, ne de bir mezar taşı, hiçbir şey yok sadece doğa, o kadar... Belki bir de hiç durmadan aradığı yeşil sopa, kimbilir...
Onu bu sessizliğin içinde huzurla bırakmak istercesine hemen uzaklaştık yanından...
Ve tekrar orman içinde yürümeye başladık...
Bilmem farkediliyor mu ama bu iki fotoğrafta soldaki göl ve sağdaki parmağın kıvrımı arasında bir bağlantı kurdum ;)
Gölün üstündeki bu kulübenin ne olduğunu merak ettik...
Yaklaşınca buranın eskiden banyo olarak kullanıldığını ve kimse görmesin diye etrafının böyle çevrili olduğunu anladık...
İki müze ve orman içinde yürüyüşün ardından ne kadar acıktığımızı fark ettik. Müzenin hemen karşısında bir lokanta vardı, kapısını aralayıp içeri girdik.
Menüde ballı cevizli bilini (krep) gözüme çarptı hemen ;) Ama masamızla ilgilenen garson kadın o kadar asabiydi ki bu güzel doğanın içinde böylesine negatif enerjiyle yüklü olmasına anlam veremedik...
Garsonun değil ama bizim yüzler gülüyor, ehh karnımız doydu tabii özellikle benimkisi malum açken çekilmez bir böcüğe dönüyorum ben ;)
Saatimiz 4'e doğru gelirken Moskova'nın iş trafiğine yakalanmamak için bu güzel doğa ile zoraki vedalaştık.
Bu sefer bilgiden daha çok fotoğraflara yer verdiğim bir gezi oldu. Umarım siz de en az benim kadar keyif almışsınızdır ;) Hepinize doğayı kucaklayabileceğiniz bir pazar dilerim!
* Tolstoy'un Moskova'daki eviyle ilgili yazımı da buradan okuyabilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder