[[Madde numaraları (85. ve devamı) Saraswati'nin Satyarth Prakaş (Hakikatin Zaferi) adlı kitabındaki konu başlıklarıdır. İtalik dizili olanlar Kuran ayetleridir. Parantez içinde sure ve ayet numarası (9.88 ve devamı) gösterilmiştir. www.kuranmeali.org adresinde her ayetin Türkçede yayımlanmış otuz ayrı çevirisi karşılaştırılabilir. Cevap başlığı altında, 19. yüzyılda yaşamış bir Hindu derviş ve alimi olan Swami Dayananda Saraswati'nin itirazları verilmiştir. Cevapları Hintçe aslının İngilizce tercümesinden Türkçeye çevirdim. Gerekli gördüğüm yerlerde SN notu başlığı altında kendi yorumlarımı ekledim.]]
85. “Fakat Resul ve müminler, ki mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler, hayırlar onlarındır; kurtuluş onlarındır.” (9.88) “Sana mazeret bildirip savaştan kaçanlara gelince, Allah onların kalbini mühürlediğinden onlar bilmezler.”(9.93)
Cevap: Muhammed’e inanıp onunla beraber savaşanlar iyi, diğerleri kötü. Diğerlerinin kalbini Allah mühürlemişse, işledikleri günahtan sorumlu tutulabilirler mi? Kalplerini mühürleyerek iyi olmalarını engelleyen Allah ise, sorumlu olan da Allah değil midir? Böyle adaletsizlik olmaz.
86. “(Savaşa katılmayanların) mallarından sadaka al, onları arındır ve temize çıkar. Onlara dua et, senin duan onlar için güvendir.” (9.103) “Allah, kendisi yolunda öldürmeleri ve öldürülmeleri halinde onlara vaadettiği cennetin karşılığında, müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı. (…) Verdiği sözü Allah'tan daha çok tutan kim var? Öyleyse, yaptığınız alışverişe sevinin; kârı (ödülü) pek çoktur.” (9.111)
Cevap: Maşallah bu Muhammed’in Gokul dervişlerinden bir farkı yok! Onlar da saf halkın varını yoğunu alıp günahlarından arındırma işini iyi bilirler!
Günahsız insanların canını almayı kâr hanesine yazan bu ticari işletme de güzelmiş doğrusu! Müslümanların tanrısı adaletten de merhametten de elini çekmiş, günahsız insanları Müslümanlara öldürtüp karşılığında cennet vaat ediyor! Tanrının adına bundan büyük leke sürülebilir mi? Bilge ve erdemli insanlar nezdinde bundan daha aşağılık bir şey düşünülemez.
SN notu: Gokul dervişleri (Gosains of Gokul) hakkında bilgi bulamadım. Uttar Pradeş eyaletindeki Gokul kasabasında, tanrı Krşna’nın en kutsal sayılan tapınaklarından biri vardır.
87. “Ey müminler, kâfirlerin size yakın olanlarıyla savaşın (onları öldürün); sizdeki kararlılığı (şiddeti) görsünler.” (9.123) “Her yıl bir veya iki kez sınandıklarını görmüyorlar mı ki, tövbe etmezler ve hatırlamazlar?” (9.126)
Cevap: Allah burada Müslümanlara hainliği emrediyor; kendi dinlerinden olmayıp komşu ve yakın oldukları veya hizmetinde bulundukları insanları fırsat bulduklarında öldürmeyi veya onlarla savaşmayı öğütlüyor. Nitekim Müslümanlar çoğu zaman Kuran’ın bildirdiği şekilde davranmışlardır. Müslümanlar Kuran’ın övdüğü kötülükleri anlayıp ondan yüz çevirseler iyi olur.
SN notu: قَاتِلُواْ الَّذِينَ يَلُونَكُم مِّنَ الْكُفَّارِ ibaresi “kâfirlerden size yakın olan (yakınınızda olan)ları öldürün” veya “onlarla savaş edin” anlamına gelir. “Biz eskiden Ermenilerle çok iyi komşuyduk” ifadesi, ister istemez, akla gelecektir.
88. “Şüphe yok ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra tahtına oturan Allah’tır.” (10.3)
Cevap: Allah dünyayı altı günde mi yarattı? Bu doğru olamaz, çünkü daha önce Allah “ol!” dediğinde dünyanın olduğu söylenmişti.
Tanrı eğer sonsuz ise neden göklerin üstündeki tahtında oturuyor? Her yerde olan, belli bir yerde olabilir mi? Eğer kastedilen şey dünyayı yönetmesi ise, o zaman Allah tıpkı bir insan gibi davranmaktadır. Her şeyi bilen tanrı, tahtında oturup hangi kararları verecek? Kuran adı verilen kitabın, tanrı kavramını idrak etmekten aciz birtakım cahiller tarafından yazıldığı yeterince açıktır.
SN notu: Alim-i mutlak olanın öğreneceği bir şey olmadığı gibi, vereceği bir karar da olamaz. Dolayısıyla tanrı, tahtında oturmakla, boşa vakit geçirmektedir. Ya da müdahale edemeyeceği bir süreci izleyerek kendi kendini öfkelendirmektedir.
90. “Sizi imtihan etmek ve hanginizin en güzel amel edeceğini görmek için altı günde gökleri ve yeri yarattı (…) Ölümden sonra şüphesiz dirileceksiniz.” (11.7)
Cevap: Tanrı sınav yapıyor ve işlerin sonucunu bekliyorsa mutlak-bilen olamaz. Ancak bilgisi noksan olan biri karar için imtihan sonucunu bekler. Hüküm için kıyameti bekliyorsa, adaleti geciktirmekte ve haksızlığın egemenliğine göz yummaktadır.
91. “Ey kavmim, Allah’ın bu (dişi) devesi sizin için bir ayettir (mucizedir). Bırakın Allah’ın arazisinde otlasın. Ona kötü niyetle yaklaşmayın, yoksa size azap olur.” (11.64)
Cevap: Allah’ın dişi devesi varsa mantıken erkek devesi de vardır. Dolayısıyla filleri, atları, eşekleri ve diğer hayvanları da olmaması için bir sebep bulunmaz. Allah’ın devesini çayırda otlatması ne hoş bir şey! Acaba bazen ona biniyor mudur? Her davar sahibi gibi, hayvanlarına göz kulak olan hizmetkârları da vardır mutlaka.
SN notu: Kuran’daki anlatıma göre Allah Samud kavmine Salih peygamberi göndermiş ve Salih’in peygamberliğine kanıt olarak mucizevi bir dişi deve bağışlamıştı. İslam-öncesi Arap mitolojisine ait olan bu hikâye, Kuran’ın yararlandığı diğer tarihi kaynaklarda mevcut değildir.
92. “Bedbahtlar cehennem ateşindedir, orada sızlayıp inlerler. Gökler ve yer durduğu sürece orada kalıcıdırlar (…) Mutlulara gelince, gökler ve yerler durdukça onlar da cennette kalıcıdır.” (11.106-108)
Cevap: Herkes kıyamet gününden sonra cennete veya cehenneme gideceğine göre, gökler ve yeryüzü neden varolmaya devam etsin? Cennette ve cehennemde kalış süresinin limiti göklerin ve yeryüzünün varoluş süresi ise, o zaman cennette ve cehennemde ikametin sonsuz olacağını söylemek çelişkidir. Sadece cahiller sözün önünü ardını düşünmeden böyle dikkatsizce konuşur.
93. “Yusuf babasına: 'Babacığım! 'Rüyamda onbir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm' demişti.” Ve devamı (12.4-59)
Cevap: Yûsuf suresinin tamamı Yusuf ve kardeşleri hikâyesini içeren baba oğul diyaloğundan ibarettir. Bu zaten halk arasında yaygın olan bir hikâye olduğuna göre, Kuran’ın tanrıdan gelen bir vahiy eseri olduğu söylenemez. Birisi, insanlara ait bir rivayeti aktarmıştır.
94. “Allah, görünmez direkler üzerine gökleri yükseltti, sonra arş’a kurularak (oturarak) güneşi ve ayı buyruğu altına aldı. Hepsi belirlenmiş vadeye dek dönmeyi sürdürür, ve O onları idare eder. (…) Yeryüzünü seren, orada dağları ve nehirleri ve tüm mahsulleri ve dişi ve erkek (mahlukları) yaratan O’dur.” (13.2-3) “O gökten suyu indirdi, ve böylece dereler (kendileri için takdir edilen ölçüde) aktı.” (13.17) “Aynı şekilde, Allah dilediğinin rızkını genişletir, dilediğini ise kısar.” (13.26)
Cevap: Müslümanların tanrısının bilimsel gerçeklerden haberi olmasa gerek, yoksa göklerin görünmez direkler üstünde durduğunu yazmazdı. Allah eğer arş adı verilen bir yerde oturuyorsa aynı zamanda her yerde olamaz.
Allah’ın bulutlar hakkında biraz bilgisi olsaydı, suyu yukarıdan aşağı indirdiği gibi aşağıdan yukarı çıkardığını da yazması gerekirdi. Kuran yazarının bulutların oluşumu hakkında bilgisi olmadığı anlaşılıyor.
Allah rızkı ve kederi insanların iyi ve kötü eylemlerine göre değil keyfine göre dağıtıyorsa, adaletten yoksun bir zorbadır.
95. “Allah dilediğini yoldan saptırır ve kendisine yöneleni hidayete erdirir (doğru yolu gösterir).” (3.27)
Cevap: Allah insanları yoldan saptırıyorsa Allahın şeytandan farkı nedir? Şeytan şayet insanları yoldan çıkarmakla suçlanıyorsa, Allah aynı şeyi yaptığında neden kendisinden hesap sorulmaz? İnsanları kötü yola düşürenlerin cezası cehennem ise, Allah’ın da cehenneme gitmesi gerekmez mi?
96. “Bu yüzden biz Kuran’ı Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu bilgiden sonra onların heveslerine uysan, Allah da seni gözetmez.” (13.37) “Tebliğ senin, hesap sormak bizimdir.” (13.40)
Cevap: Kuran hangi istikametten indirildi? Eğer yukarıdan indirildiyse Allah belli bir yöndedir ve evrenin rabbi olamaz. Mutlak ve sonsuz olan tanrı, her yerde eşit olarak mevcuttur.
Mesaj iletmek ulağın ya da postacının işidir. Haber iletmek için ulağa ihtiyacı olan kimse mutlak değil sınırlıdır, belli (sınırlı) bir yerdedir.
Hesap sormak ve muhasebe defterini kontrol etmek mutlak-bilen olan tanrının değil, gücü ve bilgisi kısıtlı olan insanın işidir. Kuran adlı kitabı, kısıtlı bilgisi olan bir insanın yazdığı anlaşılıyor.
97. “Devamlı dönen güneşi ve ayı sizin hizmetinize sundu, ve geceyi ve gündüzü sizin için yarattı. Ondan istediğiniz her şeyi size verdi. Nimetlerini saymaya kalkarsanız sayamazsınız. Bu yüzden insanoğlu nankör ve günahkârdır.” (14.33-34)
Cevap: Dönen güneş ve ay değil dünyadır. Kuran’ı yazan kimse bu basit gerçekten habersiz görünüyor.
İnsanoğlu günahkâr ve nankörse ona Kuran vasıtasıyla yol göstermenin boşuna olduğu söylenmiş. Zira kötü yolda olan insan zaten Kuran ne dese yolundan dönmeyecektir. Oysa gerçek dünyada insanların her zaman erdemli ve günahkâr (hem iyi hem kötü) olduğunu görüyoruz. Bu yüzden, iyiliği öğreten bir kitap bu yanlış öğretiyi savunamaz.
SN notu: Filozoflar ve erdemli insanlar, insanoğlunun hem iyi hem kötü olduğunu bilenlerdir. Cahiller ve mücahitler, insanı sadece dost veya düşman olarak görür. Muhammed ve kitabı, ikinci yolu seçmekle hata etmiştir.
98. “Rabbin meleklere ‘Ben kuru çamurdan bir insan yaratacağım, onun içine ruhumdan üflediğimde ona secde edin’ dedi.” (15.29) “İblis ise, ‘Rabbim, madem sen beni yoldan çıkardın, ben de onların hepsini yoldan çıkaracağım’ dedi.” (15.39)
Cevap: Tanrı ruhunu Adem’e üflediyse Adem’in de tanrı olması gerekir. Adem tanrı değilse Allah neden ona secde edilmesini emrederek kendi kendine şirk koştu? Allah şeytanı yoldan çıkardıysa neden şeytanın şeytanı, ya da onun yol göstericisi sayılmasın? Müslümanlar şeytanı “yoldan çıkarıcı” olmakla suçluyorlar. Eğer Allah Şeytanın yoldan çıkmasına izin verdiyse ve onun insanları yoldan çıkaracağını bildi ise neden onu engellemedi? Neden onu cezalandırmadı veya hapse atmadı? Neden yok etmedi?
99. “Her ümmete (kavme) ‘Allaha ibadet edin ve tağuttan sakının’ diyen bir peygamber gönderdik.” (16.36)
Cevap: Allah her ulusa kendi peygamberini gönderdiyse, onlardan birine (Muhammed’e) itaat etmeyenler neden kâfir oluyor? Kendi kavminin peygamberinden başkasına saygı göstermemek doğru mudur? Her ülkeye peygamber gönderildi ise Hindistan’ın peygamberi kimdir? Şüphesiz bu öğretide inanmaya değer bir taraf yoktur.
SN notu: Allah her ulusa peygamber gönderdiyse, hidayetin (cennetin) şartları arasında neden bunlardan sadece birine inanmayı saymıştır?
Her ulusa peygamber gönderilmiş ise, Muhammed’den sonra ortaya çıkan uluslara (mesela Kanadalılara, İsviçrelilere, Boşnaklara) da gönderilmiş midir? Gönderilmişse Muhammed son peygamber değil midir?
Arap kavmine gönderilen peygamber Türkler ve Fransızlar için bağlayıcı mıdır?
100. “Allah’a andolsun ki senden önce (diğer) kavimlere de peygamber gönderdik.” (16.63)
Cevap: Yemin etmek yalancılara has bir davranıştır, tanrıya değil. Dünyadaki tecrübelerimiz bize bunu gösterir. Doğruyu söylemeyi alışkanlık edinmiş biri neden yemin etsin?
Allah’ın Allah adına yemin etmesini anlamak mümkün değildir. Bu ayette “Biz” diyen kişi ile Allah’ın ayrı kişiler olduğu anlaşılıyor.
102a. “Cehennemi kâfirler için zindan kıldık.”(17.8) “Her insanın amelini boynuna astık. Kıyamet günü onu bir kitap gibi açıp göstereceğiz.” (17.13)
Cevap: Eğer göğün yedinci katında oturan Kuran tanrısına, onun kitabına, peygamberine, yargısına ve ibadetine inanmayanlar kâfir ise ve cehennem sadece onlar için yaratılmışsa, bu adaletsizliktir. Zira Kuran’a inanan herkes erdemli olamaz ve ona inanmayanların hepsi kötü olamaz.
İnsanlarına boynuna amel defterinin asmanın amacı amelleri ödüllendirmek ise, Allah’ın bazı kişilerin yüreğini ve gözünü mühürlemesi ve diğerlerinin günahlarını affetmesi, zalimane bir oyun gibidir.
Kıyamet gününde ortaya çıkarılacak olan defterler şimdi nerededir? Allah yevmiye defteri tutan bir muhasebeci gibi bu defterde kayıt mı tutar? Kişilerin önceki hayatları yoksa Allah onların kaderini neye göre belirleyebilir? Eğer onların (geçmiş hayatlardaki) amellerine göre kader biçmiyorsa, yaptığı şey adaletsizliktir. Zira insanlara, yaptıkları iyiliğe ve kötülüğe bakmadan elem veya mutluluk vermek adil değildir. “Allahın takdiri” demek bu durumu değiştirmez, çünkü hak gözetmeyen bir tanrı haksızlık suçlamasından kurtulamaz.
102b. “Nuh’tan sonra nice nesilleri helak ettik.”(17.16)
Cevap: Allah eski çağlarda yaşamış nesilleri, kabahatleri olmadığı halde helak ediyorsa Allah adil değildir ve adil olmayan biri tanrı olamaz.
103a. “Semud kavmine kanıt olarak (gözle görülen bir işaret olarak) bir dişi deve vermiştik, (fakat) ona zulmettiler. Oysa Biz ayetleri (işaretleri, mucizeleri) ancak korkutmak için göndeririz.” (17.59)
Cevap: Dişi devenin amacı eğer tanrının varlığını kanıtlamak ise ancak cahil insanlar böyle bir kanıta inanır. Yok eğer amaç insanların imanını sınamak ise, ancak bencil bir zorba böyle sınavlardan medet umar.
103b. “(İblis Allah’a isyan ettiğinde Allah ona) “Git” dedi, “Artık onlardan kim sana uyarsa, cehennem sizin hak ettiğiniz cezadır. Gücün yettiğince onları kandır, atlılarınla ve yayalarınla onlara saldır, mallarına ve çocuklarına ortak ol. Onlara vaad et. Ancak Şeytanın onlara vaat ettikleri ancak aldatmacadır.” (17.63-64)
Cevap: Allah eğer Şeytana insanları suça teşvik etme emri verdiyse, o halde Allah şeytanın amiridir. İnsanların işleyeceği suçların nihai sorumlusu odur. Ancak kavrayıştan yoksun insanlar böyle bir varlığı tanrı olarak kabul ederler.
103c. “O gün bütün insanları önderleriyle (imamlarıyla) beraber çağıracağız. O gün kitabı sağ eline verilenler o kitabı okuyacak, ve onlara zerre kadar zarar gelmeyecek.” (17.71)
Cevap: Herkes ancak kıyamet gününde hesaba çağrılacaksa bu nasıl adalettir? Bir yargıcın ilk görevi, adaleti mümkün olan en hızlı şekilde tecelli ettirmektir. Farzedin ki bir yargıç, hırsızlık yapan birine ilişkin tüm şikâyetleri elli yıl sonra dinleyeceğini ve o kişinin beraatine veya mahkûmiyetine o zaman karar vereceğini söylesin. Kıyamet gününün yargısı işte böyle bir yargıya benziyor. Hem düşünün ki geçmişte suç işlemiş biri ancak uzun bir zaman süresi sonunda ceza görüyor, oysa kıyamet günü yakalanan biri aynı gün cezalandırılıyor. Buna adalet diyebilir miyiz?
Suçluların yargı gününe peygamberleri (imamları) eşliğinde çıkması da Allah’ın bilgisinden veya tarafsızlığından kuşkuya düşmemize sebep olacak niteliktedir. Gerçek bir tanrının böyle bir aracıya ihtiyacı olabilir mi? Asla.
SN notu: İnsanların kıyamete peygamberleri (imamları) eşliğinde çıkacak olması, son yargıda bunların şefaatçilik ve/veya suçlayıcılık görevi üstleneceklerine, dolayısıyla bu dünyada onlarla iyi geçinmek gerektiğine işaret eder. Bu da Kuran dininin hakikati değil, aidiyeti (itaati) ön plana koyduğuna bir diğer delildir.
104. “Onlar için, içinden ırmaklar akan Adn bahçeleri (cennetleri) vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyer, taht (yüksek yastık?) üzerinde otururlar. Ne güzel bir ödül ve ne güzel yaslanma yeri!” (18.31)
Cevap: Bahçeleri, süsleri, kıyafetleri, yastıkları ve yatakları olan bu cennet ne kadar bayağı bir yerdir. Bilge insan bu cennetin adaletsizliğine isyan eder, çünkü insanın amelleri sonlu olduğu halde bu cennet sonsuzdur.
Her gün tatlı yesen sonunda zehir olur. Sürekli zevk içinde yaşamak da Cennet sakinlerine sonunda eziyet olacaktır. Hakiki kurtuluş öğretisi, bir Büyük Devir (mahakalpa) boyunca mutluluğu tattıktan sonra yeniden dünyaya dönmeyi gerektirir.
SN notu: Hindu öğretisinde bir mahakalpa, 311 trilyon 40 milyar yıl olarak hesaplanmıştır. Yazar bu sürenin, mutluluğu eziyete çevirmek için yeterli olup olmadığı konusunda bilgi vermemektedir.
105. “Haksızlıklarından ötürü işte helâk ettiğimiz şehirler! Onları helâk etmeden önce vade biçtik.” (18.59)
Cevap: Bir kentin halkının tümüyle günahkâr olması mümkün müdür?(…) Vade biçtiğine göre demek ki suç işleyip işlemeyeceklerini önceden bilmiyordu. O halde bu tanrı mutlak-bilen değildir.
Cevap: Vay o tanrıya ki korku ve vehimleri yüzünden suçsuz insanların canını alır! Suçsuz bir genci öldürmek için gösterdiği sebep de, anne babasının kendisinden (Allahtan) yüz çevirebilecek olması imiş. Adaleti değil tarafgirliği öğütleyen böyle bir tanrı olmaz olsun.
SN notu: Kehf suresindeki Hızır mesellerinin ikincisinde, Hızır suçsuz bir genci öldürür. Musa ısrarla açıklama isteyince, sabırsızlığından dolayı onu azarlar. Daha sonra bu açıklamayı verir.
Meselin mecazi/sembolik bir anlam taşıdığı savunulabilir. Ancak böyle olsa da mecazi anlamın ne olduğu açık değildir. Eğer kastedilen şey Allah’ın (veya peygamberlerin veya evliyanın) söz ve eylemlerine sorgusuz sualsiz itaat ise, bunun kötü bir öğüt olduğu şüphesizdir.
Diğer yandan, Kuran’daki Hızır mesellerinin 3. yüzyıla ait Rabbi Yoşua ben Levi ile İlyas Peygamber hikâyelerinden aktarılmış olduğu, dolayısıyla belki herhangi bir metafizik anlam gözetmeksizin popüler mitoloji çerçevesinde nakledilmiş olduğu da düşünülebilir. Bkz: http://en.wikipedia.org/wiki/Elijah#Rabbi_Joshua_ben_Levi
106b. “Güneşin battığı yere varınca onu bulanık (çamurlu) bir gözede batarken gördü ve orada bir kavim buldu. ‘Ey Zülkarneyn, onları ya cezalandırırsın, ya da onlara iyi davranırsın’ dedik.” (18.86) “Ey Zülkarneyn, Yecüc ve Mecüc yeryüzünde fesad etmektedir; o yüzden sana bir harc verelim, onlarla aramızda bir sedd inşa et.”(18.94)
Cevap: Kuran yazarı güneşin balçıklı bir gözede battığını zannetmektedir. Battığı yer göze değil havuz veya deniz de olsa fark etmez; yazarın coğrafya ve astronomiden habersiz biri olduğu muhakkaktır. Bilgisi olsa, olgulara bu kadar aykırı olan bir ifadeyi niçin kullansın? Bu tür bilgisizlikler, (günümüzde) Müslümanların da cahil kalmasına neden olmaktadır. Öyle olmasalar, bu kadar yanlış bilgilerle dolu bir kitaba nasıl inansınlar?
Sonra Allah’ın zulmüne bakın! Kendisi dünyanın yaratıcısı, hükümdarı ve yargıcı ise Yecüc ve Mecüc’ün dünyayı talan etmesine neden izin vermiştir? O talanı önlemek için kendisi tedbir alacağı yerde neden Zülkarneyn adı verilen kişiye duvar örmesi için malzeme vermiştir? Şüphesiz bunlar cahil insanların inanacağı masallardan ibarettir.
SN notu: عَيْنٍ حَمِئَةٍ ‘ayn hami’a ifadesi “bulanık (çamurlu) kaynak (pınar)” anlamındadır. İslami literatürde bazen “deniz” veya “okyanus” olarak tevil edilmesi inandırıcı sayılamaz. Ancak bu yorum kabul edilse bile, dünyanın küresel yapısının Milat öncesinden beri Ortadoğu’nun bellibaşlı kültürel merkezlerinde bilinen bir husus olduğu göz önüne alınmalıdır. Yani “Muhammed zamanında insanlık cahildi” mazereti kabul edilemez.
Zülkarneyn ve Ye’cüc Me’cüc (Gôg ve Magôg) hikâyeleri, İran geleneğinden yaygın olan ve Tevrat’ın (sonradan eklenmiş) Danyal kitabında aktarılan İskender menkıbelerine dayanır. İskender’in “iki boynuzlu” olduğu efsanesi, belki Makedonyalının (tüm heykel ve portrelerinde özenle vurgulanan) saç yapısından ötürü, veya belki İran mitolojisinde adı geçen iki boynuzlu bir yaratıktan ötürü, öteden beri popüler olmuştur.
Yecüc ve Mecüc seddi muhtemelen Kafkasya’daki Darius seddini (MÖ 6. yy), veya daha kuvvetli olasılıkla Çin Seddini ifade eder. İskender Kafkasya sınırına seyahat etmemiştir, ancak Sogdiana seferinde iken o yörede göçebe (Türkî?) kavimlere karşı Çinlilerin inşa ettirmekte olduğu sedden haberdar edilmiş olması gerekir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder