16 Aralık 2012 Pazar

Swami Saraswati'nin İslam eleştirisi (kısım 6)

[[Madde numaraları (107. ve devamı) Saraswati'nin Satyarth Prakaş (Hakikatin Zaferi) adlı kitabındaki konu başlıklarıdır. İtalik dizili olanlar Kuran ayetleridir. Parantez içinde sure ve ayet numarası (19.15 ve devamı) gösterilmiştir. www.kuranmeali.org adresinde her ayetin Türkçede yayımlanmış otuz ayrı çevirisi karşılaştırılabilir. Cevap başlığı altında, 19. yüzyılda yaşamış bir Hindu derviş ve alimi olan Swami Dayananda Saraswati'nin itirazları verilmiştir. Cevapları Hintçe aslının İngilizce tercümesinden Türkçeye çevirdim. Gerekli gördüğüm yerlerde SN notu başlığı altında kendi yorumlarımı ekledim.]]

...............

107. “Kuran kitabında Meryem’in hikâyesini hatırla. (…) Ruhumuz Cebrail’i ona gönderdik ve Cebrail olan kusursuz (tam) bir erkek olarak göründü. O, Cebrail’e “Senden Allah’a sığınırım, beni senden korusun. Allah’tan korkuyorsan bana yaklaşma” dedi. Cebrail, “Ben Rabbinin habercisiyim ve sana mukaddes bir oğul vermek için gönderildim” dedi. Meryem “Erkek eli bana değmediğine ve zina işlemediğime göre nasıl oğul doğurayım?” dedi. Böylece ona hamile kaldı, ve karnında bebeğiyle beraber uzak bir yere (ormana) çekildi.” (19.15-19 ve 21)

Cevap: Melekler eğer Allah’ın ruhu ise ondan ayrı olamazlar;  akıl sahibi bir insan öncelikle bunu düşünür.

Bakire bir kız olan Meryem’in, bir erkekle temas etmek istemediği halde hamile bırakılması haksızlıktır. Melek eğer onu Allah’ın emriyle hamile bırakmışsa, o halde Allah’ın davranışı adalete aykırıdır. Buradaki diğer uygunsuz şeylerden söz etmemek daha doğru olur.

108. “Kâfirleri günah işlemeye kışkırtmak için onlara şeytanları gönderdiğimizi bilmiyor musun?” (19.81)

Cevap: Eğer Allah kâfirleri günaha kışkırtmak için şeytanlar gönderiyorsa, o günahlardan kâfirler sorumlu değildir. Ne onlar, ne de şeytanlar bundan ötürü cezalandırılabilir, çünkü emri veren Allah’tır; dolayısıyla sonuçlarından da Allah sorumludur. Eğer Allah’ın adaleti varsa, günahın cezasını kendi çekmesi gerekir; dolayısıyla cehenneme gitmelidir. Eğer Allah’ın adalet kaygısı yoksa o halde Allah zalim bir zorbadır; dolayısıyla günahkârdır, zira adaletsizlik ve zorbalık günahtır.

109. “Tövbe edip inanan ve salih amel ettiği için hidayete (doğru yola) erdirilenlere karşı elbette affediciyim.” (20.82)

Cevap: Kuran’ın savunduğu tövbe ve af öğretisi özellikle cüretkâr ve pervasız insanları günaha teşvik edicidir. Dolayısıyla bu kitap, dünyada kötülüğü ve günahı artırıcı bir etkiye sahiptir. Böyle bir kitap tanrının eseri olamaz.

110. “Yeryüzü yerinden oynamasın diye (onun üzerine) sağlam dağları yerleştirdik; (insanlar) gidecekleri yere varsın diye onlara yollar açtık.” (21.31)

Cevap: Yeryüzünün hareketleri hakkında bilgisi olsa Kuran yazarı böyle cahilce şeyler yazmazdı. Dağların ağırlığı olmasa dünyanın yerinden oynayacağını kim düşünebilir? Dağların ağırlığına rağmen depremlerde yer nasıl yerinden oynuyor?

SN notu: Birçok edebî eserde buna benzer fantastik imgelere yer verilmiştir. Kuran şayet bir edebi eser ise, bu tür ifadeler şüphesiz hoş görülebilir, hatta beğenilebilir. Ancak edebi eserler a) bilgi kaynağı ve b) hukuk metni olarak değerlendirilemez. Eğer Kuran bir sanat eseri ise, dokunulmazlık ve eleştirilmezlik zırhına sığınması da doğru değildir. 

111. “Mahrem yerini koruyan o kıza (Meryem’e) ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu alemler için bir mucize kıldık.” (21.91)

Cevap: Edep sahibi bir insan böyle bir müstehcenliği kitabına yazmaz; hele Allah’a böyle sözler atfedilmesi büsbütün utanç vericidir. İnsanlar arasında dahi anılması uygun olmayan sözlerin, tanrısal sayılan bir kitapta yeri ne?

SN notu: أَحْصَنَتْ فَرْجَهَا ifadesi, “dişilik organını koruyan, ona el değdirtmeyen” demektir. Ferc sözcüğü Türkçeye genellikle am olarak çevrilir. Ancak inceleyebildiğim Türkçe Kuran mealleri burada “ırzını korumak” veya “iffet ve namusunu korumak” ifadelerini tercih etmiştir. Sadece eski Diyanet İşleri meali “mahrem yerini korumak” deyimini kullanır.

Kısım 46
112a. “Şüphesiz Allah iman edip salih amel edenleri içinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Onlar altın bilezikler ve incilerle bezenecek, giysileri ipekten olacaktır.” (22.23)

Cevap: Altın bilezikleri ve incileri ve ipekten giysileri olan bu cennet ne kadar bayağı bir hedeftir! Bu cennetin bildiğimiz raca saraylarından ne farkı var?

SN notu: Aksi kanıtlanmadıkça herkesin sözünü düz anlamıyla kabul etmek zorundayız. Aynı şey Kuran için de geçerlidir. Kuran’ın cennete ilişkin bize sunduğu hayli ilkel vizyonun mecazi olduğunu savunanlar, yalnız bu iddialarını ispat etmekle değil, ayrıca Kuran’ın diğer ifadelerinin mecazi OLMADIĞINI da ispat etmekle mükelleftir. Cennet eğer mecaz ise, mesela domuz eti yasağı veya oruç farizası veya Allah ve peygamber neden mecaz değildir?

112b. “Bana hiç kimseyi ortak koşma; benim evimi, tavaf edenler (…) ve secde edenler için temizle. (…) Belirli günlerde orada Allah’ın adını ansınlar (kurban kessinler), onlara rızk olarak verilen hayvanları yesinler ve yoksulları doyursunlar. Sonra bedenlerini temizlesinler, adaklarını adasınlar ve Eski Ev’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” (22.25-29)

Cevap: Allah’ın evi varsa o evde oturuyor olması gerekir. O zaman bu putperestlik değil midir? Buna inanan Müslümanlar başkalarının putperestliğini nasıl eleştirir?

Eğer Allah adak kabul ediyor, ziyaretçilerin evini tavaf etmesini emrediyor ve yemeleri için kurban kesmelerine izin veriyorsa, Yunan tapınaklarının tanrılarından veya Tanrıça Durga’dan bir farkı yoktur. Kâbe adı verilen tapınak, öbür putlardan daha büyük bir puttur. Purana’lara inananlar ve Jainler eğer küçük putperest ise, Muslümanlar büyük putperesttir.

SN notu: Tanrının herhangi bir maddi varlıkla özel olarak irtibatlandırılması, putperestliğin esasını oluşturur. Bu varlığın İslamiyetteki gibi bir yapı (Kâbe) veya bir meteorit (haceri esved), Hıristiyanlıktaki gibi bir insan (İsa), veya Hindu kültlerindeki gibi insan veya hayvan şeklinde bir tasvir olması arasında prensipte fark bulunmaz.

Bizans geleneğindeki ikon tartışmaları bu konuya dair zengin teorik malzeme içerir.  İkon savunucularına göre kutsal tasvirler, ruhun soyut ve sonsuz olana yoğunlaşmasına yardım eden birer “yol göstericidir”. Nitekim εικών sözcüğü “gösterge” anlamına gelir.

113. “Sonradan siz kıyamet gününde diriltileceksiniz.”(23.16)

Cevap: Ölüler kıyamet gününe dek mezarda mı kalacak, yoksa başka bir yere mi gidecektir? Eğer mezarda kalacaksa, çürümüş ve kokmuş bir bedende kalmaktan dolayı iyiler de günahkârlar kadar acı çekecek demektir. Bu da adaletsizliktir. Kokmuş ve çürümüş bedenlerin çoğalması salgın hastalıklara sebep olursa, Müslümanlar bunun doğuracağı acılardan ve kötülüklerden de sorumludur.

SN notu: Yazar Hindu geleneği uyarınca ölülerin yakılması taraftarıdır. Müslümanlar gibi ceset gömmenin hastalıklara yol açacağı kanısındadır.


115a. “Allah bütün canlıları sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde, kini iki ayak, kimi dört ayak üzerinde yürür.”(24.45)

Cevap: Canlı varlıkların yapısında sudan başka birçok başka madde vardır. O halde “sudan yarattı” demenin anlamı nedir? Sudan yarattığı kadar topraktan, etten, kemikten ve başka maddelerden yaratmıştır.

115b. “Kim Allah’a ve resulüne itaat ederse (…) onlar mutluluğu tadacaktır.” (24.52) “Allah’a ve resulüne itaat edin.” (24.54) “Namaz kılın, zekât verin ve resule itaat edin ki size merhamet gösterilsin.”(24.56)

Cevap: Allah’a ek olarak peygamberine itaat etmek gerekiyorsa, peygamber Allah’ın ortağı olmaz mı? Öyleyse Müslümanlar neden Kuran’da bahsedilen Allah’ın ortağı (şeriki) olmadığını söylüyorlar?

SN notu: “Resul sadece Allah’ın elçisidir, dolayısıyla ona itaat etmek Allah’a itaat etmekle eş anlamlıdır,” tezi kabul edilemez. Zira kendi itikadınca tanrıya inandığı ve itaat ettiği halde Muhammed’e inanmayanlar, onun koyduğu yasa ve yasaklara uymayanlar, onun kurduğu dini ve siyasi cemaate ait olmayanlar dışlanmıştır. Dolayısıyla gerçek dünyadaki insanların büyük bir kısmı dışlanmıştır. Bu anlamda, İslam’ın “vahdet” öğretisi inandırıcılıktan yoksun bir iddiadır.

116. “Kâfirlere itaat etme, onlara karşı büyük bir cihadla cihad et.” (25.52)

Cevap: Müslümanların Kuran’ı yeryüzünde barışı bozan ve kavgayı yücelten bir kitaptır. Bilge ve hak gözeten insanların onu reddetmesinin sebebi budur.

SN notu: Kuran soyut bir dünyada yazılmış teorik veya edebi bir eser olsa, yukarıdaki ifadeyi mecaz sayıp “manevi bir mücadeleden” söz etmek mümkün olabilirdi. Ancak Muhammed’in gerçek dünyadaki kariyeri böyle bir yoruma izin vermez. Giriştiği mücahedeler, dünyevi alemin savaş ve katliamlarıyla şaşırtıcı bir benzerlik arzeder.

119. “Ey Musa, ben aziz ve hakim olan (kudretli ve bilen) Allah’ım. (…) korkma, resullerim benim huzurumda korkmazlar.” (27.9-10) “Allah’tan başka ilah yoktur; O, büyük arş’ın efendisidir.” (27.26) “Allah’a karşı (Allah’ın huzurunda) büyüklük taslamayın, ve O’na Müslim olarak (benliğinizi teslim ederek) gelin.” (27.31)

Cevap: Bu Allah devamlı olarak kendini övmekte ve kendi büyüklüğünden söz etmektedir. Bilge insanların kendi kendilerine kaside düzmesi hoş karşılanmaz. Birtakım el çabukluklarıyla ve böbürlenmeyle kendini yücelten bu tanrı, ancak medeniyetten habersiz çöl insanlarını kandırabilir.

Allah’ın huzurunda büyüklük taslamak kötüyse neden Muhammed bu kitapta devamlı olarak kendini övüyor ve böbürleniyor? İnsan öldürmek, Allah’a karşı büyüklük taslamanın en kötü biçimidir. Muhammed insan öldürmekle kendi öğretisine karşı gelmiş ve gerçek teslimiyetin ne olduğunu anlamaktan aciz olduğunu göstermiştir. Kuran adı verilen bu kitap, buna benzer çelişkilerle doludur.

SN notu: Ağır darbe.

121a. “Musa bir yumruk vurdu ve adamı öldürdü. Musa: 'Rabbim, doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla' dedi. Allah da onu bağışladı. O, şüphesiz bağışlayandır, merhamet edendir.(28.15-16)

Cevap: Hıristiyanların ve Müslümanların peygamberlerine bak! Musa adam öldürüyor ve tanrısı onu bağışlıyor. İkisi de hak tanımıyorlar.

121b. “Senin rabbin dilediğini yaratır ve seçer; onlar için ise seçim yoktur.” (28.68)

Cevap: Allah dilediğini dilediği gibi yaratabilir mi? Kimini kral kimini dilenci, kimini bilge kimini cahil yapmak yalnızca onun keyfine mi tabidir? Eğer öyleyse Allah adaletten yoksundur ve dolayısıyla tüm alemin tanrısı olamaz.


122. “Nuh’u kendi kavmine biz (peygamber olarak) gönderdik. Ve o, onların arasında bin yıldan elli yıl eksik kaldı.” (29.14)

Cevap: Allah dünyaya sadece peygamberleri mi gönderir? Diğer canlı yaratıkları da Allah göndermez mi? Hepsini Allah gönderdiyse peygamberlere ayrıcalık tanımasının gerekçesi nedir? Eski insanlar bin yıl yaşadıysa şimdi neden yaşamıyorlar? Bunlar yalan yanlış bilgilerdir.

SN notu: Allah tüm mahlukatın yaratıcısı ise, bunlardan bir kısmını düzeltmek için peygamber yollamasına ne gerek vardır? Peygamberleri olduran tanrı, diğer mahluklarını düzgün yaratmaktan aciz midir? Diğer mahlukları bozuk ise, peygamberlerin düzgün olduğuna nasıl güvence verebilir?

123a. “Allah önce yaratır, sonra tekrar diriltir. Sonunda ona döneceksiniz.” (30.11)

Cevap: Allah üç kere değil iki kere yaratıyorsa, ilkinden önce ve ikincisinden sonra boş duruyor demektir. Anlaşılan, gücü bu iki yaratış (diriltiş) eylemi dışında boşa gidiyor.

SN notu: Kuran’da anılan tanrının, bellibaşlı iki eylem (yaratılış ve kıyamet) dışında büyük ölçüde işlevsiz olması dikkat çekicidir. İki nokta arasında tanrı birtakım öfke krizleri, ciddi sonuç getirmeyen bazı müdahaleler ve intikam planları ile vakit geçirir.

Yaratılışın şayet tanrısal bir gerekçesi varsa Allah’ın neden yaratılışa son vermek isteyeceği ve kıyametten sonra neyle vakit geçireceği de yeterince açık değildir. 

123b. “İman edip iyilik yapanlar ise cennet bahçelerinde ödüllendirilirler.” (30.15)

Cevap: Müslümanların cenneti bir bahçede oturmak ve altın bilezik takmak ise, bu cennetin dünyamızdan farkı yoktur. Cennette eğer bahçeler ve bilezikler varsa, bahçıvanlar ve kuyumcuların da olması gerekir, ya da bu sanatkârların işini orada tanrı yapmaktadır. Bazılarına diğerlerinden daha az bilezik verilirse bunun sonucunda mutlaka hırsızlık da olur ve dolayısıyla suç işleyenlerin cehenneme gönderilmesi gerekir. O halde cennetin ebedi olduğunu söylemek çelişkidir.

SN notu: Cennet eğer gerçek ise, “bahçe”, “bilezik”, “ipek” ve “nehir” kavramlarının sahip olduğu mantıkî uzantılara da sahip olması gerekir. Cennet eğer mecaz ise, bunu savunanlar “Allah”ın da mecaz olup olmadığını açıklamakla mükelleftir.



124. “Bilmez misin ki Allah geceyi gündüze, gündüzü geceye çevirir, ve belirlenmiş vadeye dek dönen ayı ve güneşi yönetir? Görmez misin ki gemiler denizde Allah’ın nimetiyle yürür?” (31.29-31)

Cevap: Gök cisimlerinin hareketi ve gemilerin suda yüzmesi doğanın düzeninin eseridir. Doğanın düzenini tanrının yaratmış olduğunu söyleyemeyiz, çünkü tanrı doğanın düzenine ve akla aykırı olan bir şey yapamaz. Geminin yüzmesi Allah’ın varlığına delil ise, batması Allah’ın yokluğunu mu gösterir?

SN notu: Doğa olaylarına ilişkin olarak çeşitli dinlerin tanrıya atfettiği güçler, genel olarak bilinmezliğin (bilmemenin) edebî dille anlatımından ibarettir. Gök cisimlerine, hayata, ölüme, canlılara ve fizik kurallarına ilişkin olarak (henüz) bilinmeyen her şey “Allah” isimli tanımsız bir varlığa atfedilmiştir. “Allah”, bu akılyürütmede, “bilinmiyor” deyimiyle eş anlamlıdır. Bilinmez olana bir ad ve bir irade atfetmek, bilgi dağarcığımıza bir şey katmaz. Gereksiz bir kelime oyunundan ibarettir.

Bilginin artması “Allah” tezini zamanla bazı alanlarda (mesela gemi mühendisliği alanında) gereksiz kılabilir. Ancak bilinmeyen (zorunlu olarak) daima bilinenden daha fazla olacağı için, “Allah” tezinin inananlar nezdindeki çekiciliği asla azalmayacaktır. Dolayısıyla “çağımızda bilim ilerledi o yüzden tanrıya gerek yok” minvalindeki görüşler fazlaca yüzeyseldir.

SN notu2: “Geminin yüzmesi Allah’ın varlığına delil ise, batması Allah’ın yokluğunu mu gösterir?” sorusu üzerinde düşünmekte fayda vardır. Geminin yüzmesi eğer tanrının dolaysız iradesinin eseriyse, batması mantıken YA tanrının aczini YA DA kötü niyetini kanıtlar. Yok eğer tanrının rolü doğa yasalarını tesis etmekle sınırlıysa, tanrının doğa yasalarına aykırı iş yapamayacağını, dolayısıyla doğa yasalarının tanrının iradesinden üstün olduğunu kabul etmemiz gerekir.

125a. “Gökten yere kadar tüm işleri O yürütür, sonra sizin hesabınızla bin yıla eşit olan o günde, bütün şeyler yeniden O’na yükselir. O, görüneni ve görünmeyeni bilendir.” (32.5-6)

Cevap: Eğer şeyler Allah’tan iniyor ve Allah’a çıkıyorsa, demek ki Allah sonsuz değildir, belli bir yerdedir. Yoksa inmek ve çıkmak söz konusu olmazdı. Melekler gönderdiğine göre Allah yine sınırlıdır. Kendisi her yerde olsa melek göndermek zorunda kalmazdı.

Melek rüşvet alıp adaleti bozsa veya ölmüş birini serbest bıraksa Allah bunu bilebilir mi? Allah her şeyi bilen ve her yerde varolan ise elbette bilebilir. Ama eğer öyleyse melek göndermesine ne gerek var? İnsan ancak kendi gidemeyeceği bir yere haberci veya elçi gönderir.

Allah eğer mutlak-güçlü ise, yargılaması neden bin yıl sürüyor? Neden melekler göndermekle vakit geçiriyor?   

125b. “Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak ve sonra Rabbinize döndürüleceksiniz. Dileseydik elbette herkesi doğru yola döndürürdük. Fakat cehennemi hem cinlerle hem insanların bir bölüğüyle dolduracağım diye söz verdim.” (32.11-13)

Cevap: Can alma görevi ölüm meleğinin ise, o melek nasıl ölecek? Melek ölümsüzdür deniyorsa demek ki ölümsüzlükte Allah’ın ortağıdır.

Acı çeken ruhlar cehennemi doldururken bunu seyretmekle yetinen bir tanrı adaletsiz, acımasız ve ruhen kötüdür. Böyle merhametsizlik gösteren kimse bilge bir insan dahi olamaz, nerede kaldı tanrı.

126. “Ey peygamberin kadınları, içinizden biri fuhş (iffetsizlik, kabahat) ederse onun cezası iki katına çıkarılacaktır. Allah için bu pek kolaydır.” (33.30)

Cevap: Kadınların iffetsizliğinden erkekler de sorumludur. Kadınları iki misli ceza görürken Muhammed de cezalandırılacak mıdır?

SN notu: Yazarın bu yorumunu tam anlamadım. Kadınların iffetsizliğinden kocaları da mı sorumlu tutulmalı? Yoksa Muhammed’in iffetsizliğine gönderme mi var?

127a. “(Ey peygamberin kadınları,) Evinizde oturun ve eski cahillik zamanındaki gibi ziynetlerinizi ortaya saçmayın. Namaz kılın, zekât verin, Allah’a ve onun resulüne itaat edin.” (33.33)

Cevap:  Erkekler özgürce gezerken kadınların evde hapsedilmesi büyük adaletsizliktir. Kadınların canı da açık havada gezmeyi ve doğanın çeşitli harikalarını görüp bundan tad almayı istemez mi? Müslüman erkeklerin başıboşluğa ve şehvete olan meylinin altında yatan sebep işte bu kötü gelenektir.

Allah’ın emirleriyle peygamberinkiler bir midir, ayrı mıdır? Eğer birse “Allah’a ve onun resulüne itaat edin” demek gereksizdir. Yok eğer farklıysa, ayrıştıkları noktada birinin doğru ve diğerinin yanlış olması gerekir. Eğer biri tanrının iradesi ise, o halde diğerinin şeytanın iradesi olduğunu kabul etmek zorundayız.

SN notu: Yazar 19. yüzyılda Hindistan’da kadın hakları ve özellikle kadınların eğitimi konularında reform hareketine önderlik etmiştir.

İkinci paragrafta belirtilen konu önemsiz değildir. Peygamberin tanrıdan ayrı bir iradesi var mıdır, yok mudur? Eğer yoksa Muhammed tanrıdır. Eğer varsa, Muhammed günah işleyebilir ve şeytana uyabilir. Nitekim Ahzab 1 (“Ey nebi, Allahtan kork ve kâfirlere uyma”) bu ihtimali ima eder. Dolayısıyla Muhammed’e (kayıtsız şartsız) itaat etmek doğru değildir.

127b. “Zeyd eşinden ayrıldığında onu seninle evlendirdik, ki evlatlıklar eşlerinden ayrıldığında müminlerin onlarla evlenmesinde bir sakınca olmadığı bilinsin. Allah’ın kendisine farz kıldığı hususlarda nebi’nin sorumluluğu yoktur. (…) Muhammed, aranızdan kimsenin (hiçbir erkeğin) babası değildir.”(33.37-40)

Cevap: Ancak başkasının zararına kendi çıkarını kollayan insanlar bu tür hesaplara başvurur. Bu olay, peygamberin şehvete düşkün biri olduğunun kanıtıdır. Öyle olmasa kendi gelini konumunda olan evlatlığının eşiyle neden evlensin? Bu yetmiyormuş gibi Allah utanç verici bir işe tanık gösterilmiş ve suça ortak edilmiştir. Hiçbir toplumda bir insanın kendi gelinini baştan çıkarması iyi karşılanmaz.

Muhammed kimsenin babası değilse Zeyd kimin evlatlığıydı? Böyle olaya Kuran’da yer verilmesinin sebebi nedir?

127c. “Ey resul, ücretini (mihrini) ödediğin eşlerini, savaş ganimeti olarak aldığın cariyelerini, seninle hicret eden amca ve dayı ve hala ve teyze kızlarını, ve eğer dilersen kendini peygambere hibe eden o mümin kadını sana helal kıldık. Bunlar senin zorluk çekmemen içindir. Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (33.50) “Eşlerinden dilediğini yanına alır, dilediğini ertelersin. Uzak durduklarını dilediğinde yeniden yanına almanda sakınca yoktur. Onların sevinmeleri, üzülmemeleri ve senin verdiklerine razı olmaları için en uygun yol budur.” (33.51)

Cevap: Bu sözler, gemlenmez bir şehvetin ateşiyle yazılmıştır. Kendi gelinini bile eş almaktan çekinmeyen birinin, başkalarıyla da aşk oyunlarına girmemesi için elbette bir engel yoktur. Herhangi birinin eşinin, bir heves ve şehvet (gönül macerası) yüzünden evini bırakıp peygamberle evlenmesi hangi yasa meşru gösterebilir?

Peygamberin eşlerinden bazılarını dilediği zaman kendinden uzak tutabilmesi ve buna karşılık kadının ayrılma hakkının bulunmaması büyük bir haksızlık ve günahtır. Hiçbir yasa böyle bir adaletsizliği kabul edemez.

127d. “Ey müminler, size izin verilmedikçe peygamberin evlerine girmeyiniz.”(33.53)

Cevap: Nasıl kimse (şehvet duygularıyla) peygamberin evine giremez ise, kendisinin de aynı şekilde başkalarının evine girememesi gerekir. Peygamber dilediği kimsenin evine elini kolunu sallayarak girebiliyorsa halâ saygı görmesi mümkün müdür? Ancak akıl gözü körelmiş olan bir insan Kuran’ın tanrı sözü olduğuna ve bu kitabı yazan kişinin tanrının elçisi olduğuna inanabilir. Arapların ve diğer kavimlerin, akıldan ve ahlaktan yoksun bu kitaba iman etmeleri hakikaten büyük bir mucizedir!

SN notu: Yazarın son iki cümlesi, polemik bağlamından soyutlandığında, belki tahmin edilenden de daha derin bir noktaya temas eder. İman eğer aklın terk edilmesi üzerine kuruluysa, belki de Musa’nın ve Davut’un cinayetleri, İsa’nın akla seza doğumu ve ölümü, Muhammed’in Ahzab 30-53 ayetlerinde anılan kepazelikleri, belki de imanın en temel, en vazgeçilmez, bir bakıma en “mucizevî” unsurlarıdır. Akla ve edebe uygun olan şeylere kim olsa inanır; marifet aykırı olana inanabilmek mi acaba?

128a. “Allah ve resulünü incitenlere, Allah dünya ve ahrette lanet etmiş ve onlara aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır.” (33.57) “Mümin erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şeyden dolayı incitenler, iftira ve apaçık günah işlemişlerdir.” (33.58)

Cevap: Peygamberi incitmenin yasak olması doğrudur. Ama peygamberin de başkalarını incitmesi yasak olmalıydı. Kuran yazarının bunu düşünmemiş olması büyük eksikliktir.

İnsanların tanrıya kötü söz söylemesi tanrıyı incitir mi? Eğer incitiyorsa demek ki tanrı değildir.

Tanrıyı ve peygamberini incitmenin yasak olması, onların dilediklerini diledikleri gibi incitebileceği anlamına mı gelir? Kendilerinden olmayan herkese hakaretler yağdırmaları doğru mudur? Müslümanları ve onların kadınlarını incitmek kötü ise, Müslümanların başkalarını incitmesi de eşit derecede kötüdür. Bu hakikati kabul etmediği sürece, Kuran adı verilen bu kitabın savunduğu şey bir tarafgirlik öğretisi olmaya mahkûmdur.

128b. “(Münafıklara) lanet edilmiştir; nerede yakalanırlarsa acımasızca öldürülürler.” (33.61) “Yarabbi, onlara iki misli azap ver ve onlara büyük lanet et.” (33.69)

Cevap: Müslümanlar için “nerede yakalanırlarsa acımasızca öldürülecek” dense Müslümanlar bundan incinir mi incinmez mi? Kendi dinlerine inanmayanlara iki misli azap vermesi için dua eden insanlar ve bu duaya kulak veren bir tanrı, şüphesiz cani ruhludur. Öğretileri hak ve hakkaniyet duygusundan uzak bir tarafgirlik (hizipçilik) öğretisidir; ürkünç bir kötülükle beslenmiştir. Bu tür emirler yüzündendir ki bugün de Müslümanların bir çoğu din uğruna çeşitli kötülükler yapmaktan ve cinayetler işlemekten hicap duymuyorlar.

129. “O, cömertliğiyle, bizi ebedi (kalıcı) konutlara yerleştirdi. Orada bize yorulma yoktur, zahmet ve sıkıntı yoktur.” (35.35)

Cevap: Kısımlardan oluşmayan ev olmaz; kısımların birleşmesiyle inşa edilen hiçbir şey ise ebediyen kalıcı olamaz. Yorulmayan ve emek harcamayan beden hastalanır; eğer cennette beden varsa, emek ve yorgunluk da olmalıdır. Tek bir kadınla yaşayan insan bile ne zahmetler çekiyorsa, çok sayıda kadınla cinsel mutluluk vaat edilen kimse kim bilir ne kadar zahmet çekecektir. O halde Müslümanların cennetteki ikameti kalıcı mutluluk sunamaz.
  
130. “Hikmet dolu Kuran’a andolsun ki sen hakikaten doğru yolda (doğru yolu göstermek için) gönderilen resullerdensin. O, üstün güç sahibi ve rahim Allah tarafından indirildi.” (36.2-5)

Cevap: Kuran’ı yazan eğer Allah ise, kendi kitabı üzerine nasıl yemin edebilir? Kuran yazarının devamlı olarak kendini ve kitabını övmesi, pazardaki satıcı kadınlar gibidir; onlar da eriğim ekşi demezler.

Kuran’a inananların doğru yolda olduğu desteksiz bir iddiadır; zira doğru yol, hakkı (hakikati) söylemeyi, hakka (hakikate) inanmayı, tarafgirliğe taviz vermeden sadece hakka (hakikate) göre davranmayı, tüm insanlara karşı erdemli ve adil olmayı gerektirir. Oysa bu doğru yol anlayışını ne Kuran’da ne de onun tanrısında göremeyiz. Kendinden yana olmayanlara karşı hak gözetmeyen ve bilge bir insanın özelliklerinden yoksun olan biri, doğru yolun elçisi olamaz.

134. “Yeryüzü Rabbin ışığı ile aydınlanır, kitap açılır, nebiler ve şahitler getirilir, ve aralarında hak gözeterek ve haksızlık etmeyerek hüküm verilir.” (69.69)

Cevap: Allah eğer peygamberlerin ve şahitlerin tanıklığına göre karar veriyorsa mutlak-bilen ve mutlak-güçlü olamaz. Eğer hak gözeterek ve haksızlıktan kaçınarak hüküm verecekse, sadece insanların – geçmişteki, şimdiki ve gelecekteki – eylemlerine göre hüküm vermelidir. Bazılarının günahlarının affedilmesi, kalplerin mühürlenmesi, doğru yolun gösterilmemesi, insanların Şeytan aracılığıyla kandırılması, yargının kıyamete dek ertelenmesi gibi adaletsizliklerden olduğu yerde adil bir hükümden söz edilemez.

137a. “Göklerin ve yerin hükümdarlığı Allah’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız dilediğine erkek (çocuk?) verir. Veya onları erkek ve kız olarak çift yapar, dilediğini kısır eder. Şüphesiz o her şeye kadirdir.” (42.49-50)

Cevap: Bu iddiaların, bilgisiz kadınları kandırıp onları tuzağa düşürmekten başka anlamı yoktur. Allah dilediğini yaratabiliyorsa başka tanrı yaratabilir mi? Yaratamıyorsa demek ki her şeye kadir değildir. Hoşnut olduğu insanlara kız ve erkek evlat veriyorsa, tavuklara, balıklara, domuzlara ve diğer çok doğuran mahluklara yavrularını kim veriyor? (Her şeye kadir ise) cinsel ilişki olmadan neden çocuk veremiyor? Neden keyfine göre bazı kadınları kısır edip onlara mutsuz ediyor?

SN notu: a) Mantık ve b) doğa yasalarının dışına çıkamayan bir tanrıya mutlak kudret atfedilemez.

137b. “Allah hiçbir insanla konuşmaz, meğer ki vahiy yoluyla yahut bir perde arkasından. Ya da O, bir elçi göndererek, izniyle ona dilediğini vahyeder.” (42.51)

Cevap: Allah eğer aracı kullanmadan dilediğiyle dilediği gibi konuşamıyorsa mutlak-güçlü değildir, yapabileceklerinin sınırı vardır. Sadece elçilerle konuşuyorsa, o elçilere ne söylediğini başkalarının bilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla elçiler istediklerini istedikleri gibi aktarabilirler. Allah eğer mutlak-bilen ve mutlak-güçlü ise, konuşmak veya insanlar hakkında bilgi toplamak için aracılara muhtaç olması, ya da insanların edimlerini kaydetmek için defter tutması anlamsızdır. Bunları yapan biri tanrı değildir; olsa olsa becerikli bir insandır.

SN notu: Ayette geçen bi-iznihi  بِإِذْنِهِ “izniyle” deyimi mantıkî bir anlam ifade etmez. Acaba doğrusu bi-uznihi بأُذْنِهِ  olabilir mi? “…bir elçi göndererek, onun kulağına dilediğini vahyeder?”

139. “Onu tutun ve cehennemin ortasına sürükleyin, sonra başından aşağı azap olarak kaynar su dökün. (Deyin ki:) Tat işte, hani sen güçlü ve kerim idin? İşte inanmayı reddettiğiniz şey budur.” (44.47-50)
   
Cevap: Merhametli ve adil olan tanrının yaptığı işlere bak! Müslümanlar da tanrıları gibi davranmaya başlarsa vay insanlığın haline!

SN notu: Burada dile getirilen intikamcı ve işkenceci ruh hali ile, siret ve hadisin anlattığı, savaş esirlerini işkence ile öldürten Muhammed arasında bir paralellik olmadığı ileri sürülemez.  Karş. http://nisanyan1.blogspot.com/2012/11/sevan-nisanyandan-islami-bilgiler-nisa.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder