Osmanlı devletinde 1850’lere dek her türlü sivil ve askeri devlet görevi Müslümanların tekelinde idi. İslam hukukunun Osmanlı'da cari olan yorumuna göre, bir gayrımüslimin müslime emir verebileceği bir mevkide bulunması mümkün değildi. 1850ler öncesinde bir Ermeninin, bey, vezir, nazır, hakim, bostancıbaşı, sipahi, subay gibi EMİR VERMEYİ ve SİLAH TAŞIMAYI gerektiren herhangi bir makama geldiği duyulmamıştır.
Şüphesiz din değiştirip Müslüman olan Ermeniler – mesela Kayserili bir devşirme olan Mimar Sinan gibi – çeşitli yüksek mevkilere gelmiştir. Ancak Müslüman olan Ermenilere Ermeni demezler, Türk derler.
18. yüzyıl ortalarından itibaren bazı Ermeniler, müşavir, tercüman, encümen üyesi, başmimar, darphane emini gibi yarı-resmi sıfatlarla gitgide artan sorumluluk mevkilerine getirilmiştir. Ancak Ermenilerin resmen devlet hizmetinde görevlendirilmesi, Avrupalıların zoruyla ilan edilen 1856 Islahat Fermanından sonradır.
Osmanlı devletinin ilk Ermeni bakanı, 1867-68’de Âli Paşa hükümetinde Nafıa (Bayındırlık) Nazırı olan Krikor Agaton Efendidir. Ohannes Efendi Çamiçyan 1877-1878’de toplam iki yıl Nafıa ve Ticaret Nazırı, Bedros Efendi Kuyumciyan 1878-1880’de iki yıla yakın Orman ve Maadin Nazırı ve sonra üç ay Ticaret Nazırı olmuştur. Padişahın şahsi servetini yöneten Hazine-i Hassa Nezareti, 1880 ile 1908 arası 28 yıl boyunca sırasıyla Hagop Paşa Kazazyan, Mikael Efendi Portakalyan ve Ohannes Sakız Efendilerin uhdesinde kalmıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde Krikor Sinapyan, Oskan Mardikyan, İstanbulyan ve Hallaçyan Efendiler kısa sürelerle Nafıa, Orman ve Maadin, Posta ve Telgraf ve Ticaret Nezaretlerinde bulunmuşlardır.
.
Gayrımüslim sadrazam olmadığı gibi, dahiliye, harbiye, zaptiye gibi devletin asıl iktidarı aygıtını temsil eden bakanlıklara getirilen kimse de yoktur.[1] Hariciye (Dışişleri) Nezaretine gelen tek Ermeni, 1912’de İttihat ve Terakki rejiminin geçici bir süre devrilmesi üzerine kurulan “partilerüstü” Ahmet Muhtar Paşa hükümetinde görev alan Kapriel Noradungyan Efendi’dir. Altı ay bakanlık yapmıştır. Osmanlı tarihinde Hariciye Nazırı olduğu halde vezir (paşa) unvanı ile taltif edilmeyen ilk kişidir.
Osmanlı tarihinde bakanlık yapan Ermeniler adını saydığım bu onbir kişiden ibarettir. 1856-1922 arasında bakanlık ve başbakanlık görevlerinde bulunan yaklaşık 500 kişinin yüzde ikisini temsil ederler.[2]
Aynı dönemde Osmanlı ordusuna Tıbbiye, Eczacılık ve Veterinerlik sınıflarında hizmet veren bazı Ermenilere Paşa unvanı verilmiştir. 1864’te Harbiye mektebine ilk ve son kez beş Ermeni öğrenci alınmış, fakat yüzbaşılıktan yukarı terfi etmelerine izin verilmemiştir. Ermeniler teorik olarak 1856’dan itibaren orduya kabul edilmişlerse de fiiliyatta ancak 1910’dan itibaren askere alınmışlar ve ilk kez 1912 Balkan Harbinde Osmanlı saflarında muharebeye katılmışlardır.
1912-1915 döneminde askerde alaylı olarak rütbe alıp subay statüsüne geçen bazı Ermeniler var mıdır? Bilmiyorum. Belki Taner Akçam'a veya Hakan Erdem'e sormak lazım.
1912-1915 döneminde askerde alaylı olarak rütbe alıp subay statüsüne geçen bazı Ermeniler var mıdır? Bilmiyorum. Belki Taner Akçam'a veya Hakan Erdem'e sormak lazım.
*
Siyasi anlamda modernleşme denilen şey, bir ülke vatandaşlarının ayırım gözetmeksizin eşit medeni ve siyasi haklara kavuşmasıdır.
Bu anlamda 1856-1915 süreci, Osmanlı devletinin yarım gönülle modernleşmeyi denemesinin ve başaramamasının hikâyesidir.
Ayırım gözetmeksizin eşit muamele edeceğin adamları yokettikten sonra sözde Cumhuriyet ilan etmişsin kim kanar, neye yarar?
Üstelik asıl eşitlik mücadelesinin verildiği saha çöktükten sonra geriye kalan boşlukta öylesine feci eşitsizlikler türemiş, “hak” kavramı öylesine sakatlanıp kuşa dönmüş ki, aradan yüz sene geçtikten sonra bugün halâ biri bir Islahat Fermanı yayımlasa da modernleşmeye başlasak demekten başka çaremiz görünmüyor.
[1] 1856 itibariyle Osmanlı imparatorluğu nüfusunun %38 ila 40 kadarı gayrımüslim idi. Anılan dönemde sadrazam veya dahiliye, harbiye ve zaptiye nazırı olan gayrımüslim olmadığı gibi, bu mevkilere getirilen Kürt ve Arap da yoktur. Dolayısıyla "Osmanlı Devletinde Türklerin ikinci sınıf vatandaş olduğu" yahut "ezildiği" şeklindeki yaygın görüşün objektif bir dayanağı gösterilemez.
[2]Sinan Kuneralp, Son Dönem Osmanlı Erkân ve Ricali: Prosopografik Rehber,İSİS 1999.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder