Süryanice İskender Menkıbesi (Neşônô dîle d-Oleksandrôs). Elyazması 7. yüzyıla ait. 1889’da E. Wallis Budge metni yayımlamış.[1] 1890’da büyük Alman şarkiyatçısı Th. Nöldeke bir makalesinde bu metnin Kuran’daki Zülkarneyn hikâyesinin modeli olduğuna işaret etmiş. [2] Bunlar bilinen şeyler, yenilik yok.
2002 ve 2003’te G. Reinink iki makalesinde İskender Menkıbesini Bizans İmparatoru Heraklios devrinin siyasi/ideolojik bağlamına oturtmuş. [3] K. van Bladel 2008’de Reinink’in çalışması ışığında menkıbe ile Kuran metni arasındaki ilişkiyi yeniden incelemiş.[4] İşte bunlar nefes kesici.
Bladel’in makalesini geçen gün okudum. Birkaç not aldım, paylaşayım.
Süryanice menkıbenin özeti
Basılı metin 21 sayfa, İngilizce çeviri 17 sayfa. Özeti şöyle:
İskender maiyetini toplayıp, dünyanın dört ucunu keşfetmek istediğini haber verir. Danışmanları, dünyanın çevresinde Oqyânôs adlı cerahatle dolu bulanık bir deniz olduğunu, buna yaklaşanın derhal öleceğini söylerler. İskender yılmaz, Allaha dua eder. Başına iki boynuz koyup kendisini yeryüzünde kudret sahibi ettiği için ona şükreder. Dünyanın sonuna gitmesine izin verirse, Mesih şayet kendi ömründe gelecek olursa ona itaat etmeyi, gelmez ise geldiğinde oturması için kendi tahtını Kudüs’e koymayı vaadeder.
Yolda Mısır’a uğrar, oranın kralından 7000 Mısırlı tunç ve demir ustası ödünç alır. Dört ay ve 12 gün sefer ettikten sonra Güneyde uzak bir ülkeye varır. Oranın halkına, hapiste ölüme mahkûm olanlar varsa o günahkârları (‘âbday-bîşê) kendisine getirmelerini söyler. Bulanık denizin etkisini sınamak için onları Okyanus’un kıyısına gönderir. Mahkûmların hepsi ölür. İskender bunun üzerine denizi aşma planından vazgeçer. Onun yerine, berrak suların olduğu bir yere gider. Burası, güneşin batarken aştığı Gökyüzünün Penceresinin bulunduğu yerdir. Pencereden geçince İskender ve ordusu kendilerini bu kez güneşin doğduğu yerde bulurlar. Gün doğumunda burası o kadar ısınmaktadır ki insanlar yanıp ölmekte, bu yüzden mağaralarda ve su altında yaşamaktadır. Burada başlarına birçok olay gelir.
Sonraki yolculukta İskender Fırat ve Dicle’nin kaynaklarına doğru seyahat eder. [Burada verilen ayrıntılardan, Süryanice metin yazarının Siirt-Bitlis taraflarını iyi bilen biri olduğu anlaşılıyor.] Oraları aşıp, Fars hükümdarına ait olan Kafkas dağına ulaşır. Buranın halkı, dağdaki dar geçidin öbür yanında yaşayan vahşi Hunlardan şikâyetçidir. Onların vahşetini uzun uzun anlatırlar. Hunların krallarının adı Agôg ve Magôg’dur. Aslan gibi kükrerler, savaşta kadınları ve çocukları esirgemezler. İskender halkın dileği neyse yerine getireceğini söyler. Onların talebi üzerine, beraberinde getirdiği Mısırlı ustalara Hunlara karşı tunç ve demirden bir set (savunma duvarı) yaptırır. Sonra duvarın üzerine bir yazıt yazdırıp, geleceğe dair kehanetlerini kaydeder. Buna göre, bundan 826 yıl sonra Hunlar duvarı aşarak Haloras Irmağına dek ülkeyi yağmalayacaktır. [Haloras nehri, bugün Erzurum’a bağlı Olur ilçesine adını veren ırmaktır. Arapçası Halûras, Ermenicesi Olor şeklinde geçer.] 940 yıl sonra dünya çapında savaş olacak, tüm krallar ve kavimler birbiriyle savaşacaktır. Allahın bir emriyle sedde bir gedik açılacak, dehşet verici Hun orduları bu gedikten dalga dalga içeri akacaktır. Yeryüzü insanların kanı ve dışkısıyla kaplanacaktır. Ancak sonuçta Rum padişahı savaşa girecek ve zaferi kazanarak dünyanın dört bucağına egemen olacaktır. Bu olaydan sonra Mesih gelecek ve kıyamet gerçekleşecektir.
İskender bu yazıtı yazdıktan sonra Acem kralıyla karşılaşıp savaşır. Savaş sırasında Rab, meleklerden bir ordunun başında, savaş arabasını sürerek İskender’in ordusuna yardım eder; kralı yenip esir almasını sağlar. Kral haraç karşılığı barış teklif eder. Ancak Kralın kâhinleri fal kitaplarına danışıp, Rumların dünyaya hakim olacağını, Babil ile Asur’u yerle bir ettikten sonra Fars kralını öldüreceğini bildirirler. Bundan sonra İskender Kudüs’e giderek, ant ettiği üzere, Mesih geldiğinde kullanması için gümüş tahtını oraya bırakır.
Yorum ve notlar
1. Efsane kisvesi altında, 628-629 yıllarının siyasi olaylarına değinilmiştir. 27 yıl süren İran savaşı Rum ülkesi için büyük yıkım olmuş, İran orduları İstanbul kapılarına dayanmış, Kudüs’ü fethetmiştir. Kudüs’ün düşmesi halkta büyük demoralizasyona yol açmış, İncil’in Vahiy (Revelation) kitabı uyarınca kıyametin belirtisi sayılmıştır. Derken 628’de Heraklios cüretkâr bir kontratakla (İran ordusu Anadolu’da seferdeyken) İran’ı istila etmiş, önce Ninive’yi (Asur), sonra İran başkenti olan Ktesifon-Medayin’i (Babil) ele geçirmiştir. Kudüs geri alınmış, İran şahının götürmüş olduğu Hakiki Haç bulunarak, iki yıl süren muazzam törenlerin ardından Kudüs’e iade edilmiştir. Barış girişiminde bulunan İran Şahı Husrev Pervîz kendi saraylıları tarafından kurulan bir komplo sonucu 629’da öldürülmüştür.
Bu sırada Bizans’ın müttefiki olan Türkler Kafkas geçitlerini aşıp İran Ermenistanını talan etmiş, İran’ın çöküşüne yardım ettikten sonra bu sefer Bizans’la bozuşup Rum Ermenistanını da yağmalamışlardır.
Reinink’in makalelerinde ayrıntılı olarak gösterildiği üzere, bu olaylar esnasında Heraklios umutsuzluk içinde olan Anadolu ve Ortadoğu halkına yönelik muazzam bir propaganda kampanyasına girişmiş, kendini İran’ı fetheden “Yeni İskender” olarak lanse etmiş, bu tezi işleyen sayısız şiir, destan ve kahramanlık öyküsü piyasaya sürülmüştür. Yeni İskender, eskisinden farklı olarak mümin bir Hıristiyandır ve Mesih’in ikinci gelişine yol açmakla görevlidir.
2. Ortadoğuda yaklaşık bin yıl boyunca kullanılan ve “İskender Takvimi” olarak adlandırılan Selevkos takvimi, MÖ 312’de başlar. İskender’in Kafkas seddine yazdırdığı kehanette geçen iki tarihten ilki, o halde, M 514’e tekabül etmektedir. Sabirler adı verilen İç Asya kavminin Kafkas seddini aşıp İran ve Anadoluyu yağmalamasının tarihidir. İkinci tarih M 628 eşdeğeridir. Bu tarihte, Göktürkler (veya onlara tabi Hazar Türkleri), Heraklios’un çağrısı üzerine Derbent geçidini aşıp Ermenistan’ı ve İran’ı istila etmiştir.[5]
3. İskender’in Kafkas dağında inşa ettiği setten ilk kez M 1. yy’da tarihçi Josephus söz eder. Josephus seddin kapısının demirden olduğunu belirtir. Muhtemelen Tiflis’in kuzeyindeki Daryal geçidinde bulunan bu set, Hazar Denizinin sularının çekilmesinden sonra 4. yy’da İran şahlarının inşa ettirdiği Dağıstan’daki Derbend seddiyle karıştırılmıştır. [Daha önce bir yazımda İskender seddinin Orta Asya’daki Çin Seddi olabileceğinden söz etmiştim. Yanılmışım. Doğrusu budur.]
4. Metinde çok sık olarak, İncil ve Tevrat’ta geçen kıyamet alametlerine gönderme vardır. Gôg ve Magôg’un kıyametten önce kuzeyden zuhur edeceği, Ezekiel 38-39 ve Vahiy 20:7-10’da yazılıdır. Aslanlar gibi kükreyen canavar, tüm halkların birbirine karşı savaşı, İyi Hükümdar’ın dünyaya hakim olması vb. klasik kıyamet alametleri arasındadır. Van Bladel yirmiye yakın edebi gönderme teşhis ediyor.
5. İskender’in sırasıyla güney, batı, doğu ve kuzey’e seyahati muhtemelen Haç sembolizmi içermektedir. Kahramanımız yeryüzüne dev bir haç işareti yapmış, böylece Mesih’in gelişine zemin hazırlamıştır.
Neticetül kelam, 629 veya en geç 630 yılında kaleme alınmış bir pro-Bizans propaganda metni ile karşı karşıyayız. Yazarı muhtemelen Siirt-Bitlis kökenli bir Süryanidir. Anti-mezhepçi söylemi muhtemelen Rum davasına soğuk bakan çeşitli mezhep gruplarını ikna etmeye yöneliktir. Eldeki metin Serto yazısıyla yazıldığı için, Nasturilere yönelik bir çalışma akla yakındır.
Kuran ne demiş?
Şimdi Kur’an, Kehf suresi 83-102. Türkçesinde Diyanet İşlerinin eski ve yeni meallerini harman ettim, ufak tefek düzeltmeler yaptım.[6]
83. Sana Zülkarneyn'i sorarlar, 'Size ondan bir kıssa [zikr] anlatacağım' de.
84. Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her şeyden yol [sebeb] verdik.
85. O da yolu izledi.
86. Güneşin battığı yere varınca, onu bulanık bir suda batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya onları cezalandırırsın, ya da haklarında iyilik edersin” dedik.
87. (Zulkarneyn) dedi ki: “Günah işlemiş olanı [men zaleme] cezalandıracağız, sonra Rabbine (sahibine, hakimine) geri gönderilecek ve o da onu şiddetle (gereken şekilde?) cezalandırır.”
88. “Ve her kim inanır ve doğru davranırsa, ona güzel bir mükâfat ve kolaylık söyleyeceğiz.”
89. Sonra yine yola gitti.
90. Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına siper (perde) koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
91. İşte böylece, biz onun çevresinde olanı tümüyle biliyorduk.
92. Sonra gene bir yola gitti.
93. İki seddin (dağın) arasına varınca, orada nerdeyse hiç söz anlamayan (dil bilmeyen?) bir halka rastladı.
94. Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlar. Onlarla bizim aramıza bir sed yapman karşılığında sana harç (vergi) verelim mi?”
95. [Zülkarneyn] dedi ki: “Rabbimin bana verdiği daha değerlidir. Siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir sed yapayım.”
96. “Bana demir kütleleri getirin” dedi. Bunlar iki dağın arasını doldurunca: 'Körükleyin' dedi. Demirler akkor haline gelince; 'Bana erimiş bakır getirin de üzerine dökeyim' dedi.
97. Artık o seddi ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98. Dedi ki, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir.”
99. Biz o gün onları bırakırız, dalgalar halinde birbirlerine girerler. Sur üflenince hepsini bir araya toplarız.
100. Ve o gün kâfirlere cehennemi gösteririz.
101. Onların gözleri zikrime karşı perdelidir ve işitmeye kudretleri yoktur.
102. Kâfirler, beni bırakıp kullarımı mı dost edindiler? Biz cehennemi kâfirlere sunmak için hazırladık.
Kuran metninin notları
83. Zülkarneyn ذو القرنين “iki boynuzlu” demektir. Pseudo-Kallisthenes’in 3. yy’da kaleme alınan İskender destanından bu yana Büyük İskender bu sıfatla anılır ve ikonografide iki boynuzla gösterilir. Sebebi hakkında çeşitli görüşler vardır. Bir olasılık, İskender’in Mısır’da tanrı Ammon’un simgesi olan boynuzlarla donatılarak tanrı mertebesine yükseltilmiş olmasıdır.
83. Zikr ذكر “anı, anma” demek olduğu kadar “ün, şan, menkıbe, bir kişinin kahramanlıklarını anlatan destansı hikâye” anlamına gelir. Süryanice neşonô sözcüğünün tam karşılığıdır.
84. Zülkarneyn’in yeryüzünde kudret sahibi olması, Süryanice metinde İskender’in tanrıya yakarışını anımsatır.
84. Metinde dört kez geçen sebeb سبب sözcüğü burada “yol” anlamındadır. Bugün kullandığımız “bir sonuca yol açan şey” anlamı, sonraki devir mantıkçılarından devralınan derivatif anlamdır.
86.-88. Arapça metinde anlamı muğlak olan hikâye, Süryanice metin ışığında aydınlanmaktadır. İskender suçlulara (günahkârlara) bir ikilem sunar. Su zehirli değilse kurtulacaklardır, zehirli ise zaten ölüme mahkûm oldukları için kaybedecekleri bir şey yoktur. Arapça metin, ya sözlü olarak aktarılırken anlamını kısmen kaybetmiş, ya da (daha güçlü olasılıkla) editörün yanlış müdahalesine kurban gitmiş olmalıdır.
86. عَيْنٍ حَمِئَةٍ ifadesi çoğu zaman “çamurlu bir su pınarı,” “balçık” olarak çevrilse de, tefsirciler sözcüğün “deniz” anlamına da geldiğine işaret etmişlerdir. Edip Yüksel “okyanus” diye çevirmiş, ancak “bulanık” sıfatını görmezlikten gelmiş.
91. Ayetin anlamı belirsizdir. Muhtemelen güneşten korunma imkânı olmayan kavimden söz ediliyor.
93. Yunan ve Ortadoğu geleneğinde İç Asya göçerleri “Hun” jenerik adıyla anılır ve uygarlıktan nasibi olmayan barbarlar olarak takdim edilir. Kuran metnindeki “söz anlamayan kavim”den kasıt bu olsa gerek.
94. Süryanice metinde Agôg ve Magôg görülür. Arapçada beliren hemze (Ye’cûc ve Me’cûc), erken dönem Arap yazısında sesli harf taşıyıcısı (mater lectionis) olarak kullanılan noktasız ya harfinin H 2. yy’da elif ve hemze ile düzeltilmesinden kaynaklanan bir yanlış okuma olmalıdır.
99. “Dalgalar halinde” [yamûcu يموج ] ifadesi Süryanice metindeki “dalga dalga” seddi aşan kavimleri hatırlatır.
101. Burada sözü edilen zikr muhtemelen menkıbenin kendisidir (bkz 83. ayet). Hikâyenin gizli anlamını anlamayanlar kastedilmiş olabilir mi?
Nasıl aktarılmış? Ne oluyor burada?
Geleneksel kabule göre Kehf suresi Mekke’de indirilmiştir; dolayısıyla M 622 yılından öncesine aittir. Bunun doğru olamayacağı anlaşılıyor.
Sure şayet Muhammed’in eseri ise, orijinalin yazıldığı en erken tarih olan 629 yılı ile Muhammed’in vefat ettiği 632 yılı arasında Medine’ye ulaşmış olması gerekiyor. Bu mümkün müdür? Pekala mümkündür. Muhammed’in yaşadığı dönemde Arabistan’da çok sayıda Nasturi Hıristiyanın bulunduğunu, İslam cemaatinin ve diğer Arap aşiretlerinin İran ile Rum arasında süregiden “dünya savaşı”nı yakından izlediklerini ve birçok yerde müdahil olduklarını biliyoruz. Faraza Urfa’da yahut Irak’ta yayınlanan güncel bir risalenin Medine’ye ulaşması o günün şartlarında bir-iki ay sürecek iştir.
“Size bir zikr anlatayım,” diye başlayıp “bazıları bu zikrin anlamını anlamaz” diye biten anlatının, bir “metin aktarma” (reporting) işlemini ima ettiği açıktır. Aktarılan metinden Hıristiyan simgeleri ve Rum propagandası unsurları sistemli olarak ayıklanmış, Mesih beklentisi yerine İslami öğretiye uygun kıyamet ve cehennem ögeleri ikame edilmiştir.
Hz. Muhammed’in bir söyleşide kendisine soru soranlara, “Hıristiyanlar öyle anlatmış ama o kıssanın gerçek anlamı öyle değil böyledir” diye anlattığını pekala tahayyül edebiliyoruz.
Peki güncel bir siyasi meseleye dair sohbetin, göz göre göre vahiy sayılıp Kuran’a dahil edilmesini nasıl açıklayacağız?
Benim aklıma gelen şu: Hz. Muhammed’in bildirdiği (yahut sonradan kendisine atfedilen) bazı sözler, cemaat tarafından makamla söylenen ilahiler (İng. liturgy, Süryanice keryânâ “kıraat”) şeklinde aktarıldı. Çok sonraları, muhtemelen M 8. yy ortalarına doğru, bunlar yazıya dökülerek derlendi. Aktarılanların çoğunun güncel/siyasi bağlamı, derleme tarihinde unutulmuştu. Halife Osman zamanında derlenen Öz Hakiki Kuran efsanesi, muhtemelen daha da sonra, belki M 9. yüzyılda, hadis çalışmaları çerçevesinde üretildi.
Yanılıyorumdur belki. Öyleyse lütfen beni aydınlatır mısınız?
[2] Th. Nöldeke “Beiträge zur Geschichte des Alexanderromans,” Wien 1890. Online http://openlibrary.org/books/OL23383899M/Beitr%C3%A4ge_zur_geschichte_des_Alexanderromans.
[3] Gerritt J. Reinink, “Heraclius, the New Alexander: Apocalyptic Prophecies during the Reign of Heraclius” (2002) ve “Alexander the Great in the 7th Century Syriac Apocalyptic Texts” (2003). İlki şuradan kısmen okunabiliyor: http://books.google.com.tr/books?isbn=9042912286 , sf. 81 vd.
[4] Kevin van Bladen, “The Alexander Legend in the Qur’an” in Gabriel S. Reynolds ed., The Qur’an in its Historical Context, Routledge 2008.
[5] 10. yy’da yaşayan Ermeni tarihçi Movses Kağankatıvatsi, vekâyinamesinde bu olaya ayrıntılı olarak yer verir.
[6] Aslı ve diğer Türkçe çevirileri için şuraya bakınız: http://www.kuranmeali.org/18/kehf_suresi/83.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder