12 Ekim 2012 Cuma

Zındıklardan bir demet



Tanınmış birkaç düşünür ve yazarın İslam peygamberi hakkındaki görüşlerini ele alalım. Baştan belirtelim ki bunlar BENİM görüşlerim değildir, sadece sahiplerini bağlar.
*

İlk yazarımız Moşe Maimonides, [1] ortaçağın büyük filozofları arasında adı İbn Rüşd ve Thomas Aquinas ile bir nefeste anılacaklardan biri. İslami İspanya’da doğmuş, Fas’ta medrese tahsili görmüş, Arap ve Yunan klasiklerini okumuş. Arapça olan üç ciltlik Delâlet-ül Hâ’irin (Guide for the Perplexed, Kafası Karışık olanlar için Yol Gösterici) adlı eserinde tanrının bilinebilirliği, yaratılış, irade-i cüziye, kötülüğün ahlaki kökenleri gibi konularla cedelleşmiş. Yahudi fıkhının temel eserlerinden biri olan 14 ciltlik Mişna Tora’yı kaleme almış. “Bir masumun haksız yere cezalandırılmasından ise, bin suçlunun cezasız kalması evladır” gibi insancıl yaklaşımları var. Ayrıca tıp ve mantık üzerine eserler vermiş.

1172’de yazdığı Yemen Risalesi’nde [2] Muhammed’den Yalancı Peygamber ve Deli (meşugga משוגע) sıfatlarıyla söz ediyor. Hakiki dini bozmak ve insanların yüreğine nifak sokmak amacıyla gelenlerin ilki, Maimonides’e göre, adı lanetle anılan İsa’dır. “Din ulularımız” (r.a.) ona layık olduğu cezayı vermişlerdir. Muhammed onun izinden gelmiştir. İsa’dan farklı olarak, dünyevî iktidarı ve insanlara zorla boyun eğdirmeyi hedeflemiştir. Sadece “cahil bir budala”, onun getirdiği öğretinin gerçek bir tanrısal din olduğunu zannedebilir.

*
Dante insanlık tarihinin en büyük şairlerden biri; aynı zamanda ciddi bir düşünür, tarihçi ve siyasi aktivist. İlahi Komedya’da dinî düşüncenin ve ahlak felsefesinin en temel konuları hakkında derin bir vizyonu ortaya koymuş. Yaşadığı devirde İtalya’nın güneyinde henüz İslam kültürünün ciddi kalıntıları vardır; yazarın İslami düşünceye dair en azından birkaç önemli eser okumuş olduğunu biliyoruz. Yani İslam dininden habersiz biri değildir. Başta Selahaddin Eyyubi olmak üzere bazı Müslümanlar, Komedya’nın ahlaki evreninde birçok Hıristiyandan daha yüksekte yer alırlar.

Dante Cehennem’in en dibinden bir önceki katmanında Hz. Muhammed ile karşılaşır. "Şirk ve nifak tohumu ekenlerle" aynı kaderi paylaşan Muhammed kötü durumdadır: (Inferno, Kanto 28.25 v.d.).

Bacakları arasından sarkıyordu bağırsakları; iç organları ortadaydı, yenilenlerden bok (merda) yapan zavallı keseyle birlikte.
Onu görmek için olanca dikkatimi verince, bana baktı, göğsünü açtı elleriyle, “Bak nasıl yarıyorum kendimi” dedi,
“Bak Muhammed nasıl paramparça edildi! Önümde ağlayarak giden Ali, alnından çenesine dek yüzü kesili.
Burada gördüğün öteki kişiler de yeryüzünde şirk ve nifak tohumları ektiler (seminator di scandalo e di scisma), bu nedenle ikiye bölündüler.” [3]

*

Protestan reformunun öncüsü olan Martin Luther öncekilere oranla daha mutaassıp bir din adamıdır. Dili çoğu zaman saldırgan ve dogmatiktir. Buna karşılık iman (inanç) hakkındaki düşünceleri, Augustinus’tan bu yana çok az düşünürün yakınına yaklaşabildiği bir felsefî derinlik – ve duygu zenginliği – gösterir. Boş bir adam değildir yani.

Muhammed’e ve İslam dinine ilişkin görüşleri 1528 ve 1530’da kaleme aldığı Vom Kriege wider die Türken ve Heerespredigt wider die Türken adlı iki vaazda yer alır. İkisi de sert metinlerdir. Türkçeye çevirildiklerini veya çevirilebileceklerini sanmıyorum. [4]

Muhammed’e yönelik eleştirileri üç noktada toplanır. İlk nokta sevap öğretisidir; tanrıyla bir tür çıkar pazarlığına dayalı selamet anlayışını Luther ahlaksız ve imansız bulur. İkinci nokta silah zoruyla (yazarın deyimiyle “cinayet ve yağma” yoluyla) din yayma fikridir. Üçüncü nokta, İslam dininin çok eşlilik ve cariyeliğe izin vermesidir. Her üç noktada Luther İslam peygamberinin kişisel ahlakını lanetler. “İğrenç ve utanç verici bir kitap” olarak tanımladığı Kuran’ı herkesin tanıması için (auff das yderman sehe welch ein faul schendlich buch es ist) vakit bulduğunda Almancaya çevirmeyi vaat eder.

*
Voltaire 18. yüzyıl akılcılığının büyük temsilcisidir. Tarihçi, filozof, romancı ve şairdir. Başta Katolik Kilisesi olmak üzere müesses dinlerin amansız düşmanıdır. İnandığı şeyler uğruna rahatını ve hayatını defalarca tehlikeye atmıştır. Zekâsı nefes kesici keskinliktedir. Alaycıdır. Antipatiktir. Ama kişiliğinin gücünden etkilenmeyecek kimse düşünemiyorum.

Mahomet ou le Fanatisme [5]  isimli beş perdelik trajedisi, Muhammed’in tarihi kişiliğinden ziyade genel anlamda dinî fanatizmi ve ikiyüzlülüğü konu edinir. Hikâye Muhammed’in evlatlığı Zeyd b. Harisa ve onun eşi iken ayrılıp kendisiyle evlenen Zeyneb bt. Cahş olayı üzerine kuruludur. Muhammed entrikacı, zalim ve kadın düşkünü biri olarak gösterilmiştir. Zeyd’in Zeyneb’e ilgisini kıskanır. Zeyd’i Mekke ileri gelenlerinden birine suikast düzenlemekle görevlendirir. Zeyd adamı öldürür. Ancak adamın, çocuk yaşta köle edilen Zeyd ve Zeyneb’in babası olduğu ortaya çıkar. Zeyneb intihar eder. Muhammed ölüm döşeğinde vicdan muhasebesi yaparak günahlarını itiraf eder.

*
Hindu cephesinden de bir örnek verelim, eksik kalmasın.

Swami Dayananda Saraswati 19. yüzyıl sonlarında Hindu dininde büyük bir reform başlatan Arya Samac hareketinin manevi lideridir. Puta tapıcılığa, türbe ziyaretlerine, atalara tapmaya, hayvan kurban etmeye, rahipçiliğe, kast sistemine, çocuk evliliklerine karşı çıkmış, Hinduizmi evrensel bir ahlaki öğreti olarak canlandırmaya çalışmıştır. Zahid ve alimdir. Hindistan’ın bağımsızlığı fikrini ilk ortaya atanlardan biridir. Rabindranath Tagore’un ilham kaynağıdır.

En önemli eseri olan Satyarth Prakaş’ın [6] 14. bölümü, Kuran’a ve İslam dinine karşı acımasız bir polemiktir. 70 küsur sayfada Kuran’daki çelişki ve mantıksızlıklar, olağanüstü akılcı ve berrak bir dille ortaya konur. Kuran’da dile getirilen tanrı fikrinin ahlaki zaafları ve cahilliği dile getirilir. Hz. Muhammed'in “sahtekâr” olduğu savunulur.

Yukarıda saydığım dört yazara oranla, en okumaya değer olanı budur.

*

Tekrar edelim. Bunlar BENİM düşüncelerim değil. Çoğuna katılmıyorum. Montgomery Watt’ın teslimiyetçiliğini onaylamasam da, hiçbir büyük inanç hareketinin, hiçbir büyük sosyal olayın, bu derece tek yanlı bir reddiyeyi hak etmediğini düşünüyorum. Nöldeke’nin veya Margoliuth’un kritik zekâsı, Rodinson’un sosyal gerçekçiliği bana bunlardan daha yakın geliyor.

Ama soru benim bu görüşlere katılmam veya katılmamam değildir. İsteyen katılır, isteyen katılmaz. Bana ne? Sana ne?

Soru şudur: birtakım kara kalabalıkların duyguları incinecek diye Maimonides, Dante, Luther, Voltaire ve Saraswati okumaktan – ve yayımlamaktan – vaz geçecek miyiz? Geçmeyecek miyiz?

Senden ve benden bir hayli daha derin düşüncelere sahip olan bu adamlara – bazı fikirlerine katılmasak da – saygı gösterecek miyiz? Göstermeyip onları cühelanın öfkesine kurban edecek miyiz?

Başkalarının gündemi neyse ne. BENİM ne zamandır tartıştığım konu budur. Ve bu açıdan bakınca, Etyen Mahcupyan gibi birinci sınıf bir düşünürün bile konu hakkında söyledikleri bana o kadar alakasız, o kadar tanjant geliyor ki tarif edemem!



Notlar

[1] Arapçada cari olan adıyla Ebu İmran Musa bin Meymun bin Ubeydullah el-Kurtubî.

[3] Inferno, Kanto 28.25 ve devamı:
Tra le gambe pendevan le minugia;
la corata pareva e ’l tristo sacco
che merda fa di quel che si trangugia.

Mentre che tutto in lui veder m'attacco,
guardommi e con le man s'aperse il petto,
dicendo: "Or vedi com'io mi dilacco!

vedi come storpiato è Mäometto!
Dinanzi a me sen va piangendo Alì,
fesso nel volto dal mento al ciuffetto.

E tutti li altri che tu vedi qui,
seminator di scandalo e di scisma
fuor vivi, e però son fessi così.

[4] Dileyen http://www.lutherdansk.dk/WA%2030%20II/WA%2030%20II1.htm sayfasından orijinal metinlere bakabilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder