25 Ekim 2012 Perşembe

Tefsir ilmine giriş


Muhammed devrinde Orta Doğu’nun yüksek kültür dili 1600 seneden beri Aramice idi. Arapça, yazı diline hemen hiç aktarılmamıştı. Arabistan yarımadasındaki Yahudi ve Hıristiyan gruplarının litürji dili de Aramiceydi. Muhammed’in bu iki din hakkında bildikleri, doğrudan veya dolaylı olarak Aramiceden – muhtemelen sözlü anlatım vasıtasıyla – tercüme edilmiş bilgilerdir. Kuran’da kullandığı teknik tabirlerin birçoğu da – anlayarak veya belki anlamadan – bu dilden aktardığı sözcüklerden oluşur. Dolayısıyla bu kelimelerin tefsirinde sadece İslami (ve çoğu zaman tek yanlı) kaynaklara başvurmak yetmez. Arami kaynaklarından da haberdar olmakta fayda vardır.
Bundan üç dört ay önce paraya kıyıp Jastrow’un A Dictionary of Targumim, Talmud Bavli, Talmud Yerushalmi and Midrashic Literature’ı (ilk basım 1903; tıpkıbasım 2004) ile Payne Smith’in A Compendious Syriac Dictionary’sini (ilk basım 1902; tıpkıbasım 1999) satın aldım. Birincisi Yahudi Aramicesinin muhteşem bir kaynağıdır. Her kelime için, Tevrat-sonrası ve İslam-öncesi Yahudi din ve hukuk kaynaklarından çok sayıda metin tanıklığı gösterir. İkincisi “Süryanice” adı verilen Hıristiyan Aramicesinin klasik döneminin kapsamlı bir sözlüğüdür. Şimdi zaman zaman Jastrow’a dalış yapıyorum. Payne Smith’e daha tam ısınamadım. İbrani/Arami yazısını artık rahat okuyabiliyorum, ama Süryani yazısında pek acemiyim, ilkokul iki öğrencileri gibi heceleye heceleye çözüyorum ancak.
*
Din
Dîn kelimesi için Jastrow’a bakıyoruz. Altı punto karınca yazısıyla iki kolona 140 satır açıklama buluyoruz. 
Fiil dawanaדּוּן   masdarı dînדּין   “dava etmek, mahkeme etmek, yargılamak, hüküm vermek”; ikincil anlamı “müzakere etmek, münazara etmek”. Bağımsız isim olarak dînדּין   “dava, mahkeme, yargı, adalet”. Deyim olarak yôm dîn  יום דין   “yargı günü”, mesela Babil Talmud’unun Abodah Zarah risalesi 18a cüzünde “Allahın yargısı, mahkemei kübra” anlamında geçiyormuş. Derhal çek ediyoruz, http://www.come-and-hear.com/zarah/index.html sitesinde tam metni buluyoruz. Evet, doğruymuş. Bavli Talmud M 375 ile 499 yılları arasında derlendiğine göre, Kuran’daki yawmi’d-dîn (“yargı günü”) ibaresi buradan esinlenmiş olmalı, tersi olamaz.    
“İnanç ve ibadet sistemi” anlamındaki öteki dîn sözcüğüne Aramice sözlüklerde rastlamıyoruz. Bu biraz tuhaf, çünkü İran’ın Zerdüşti/Mecusi geleneğinde bu sözcük tastamam bu anlamda en azından MÖ 500’lerden itibaren çok yoğun olarak kullanılmış. Babil Talmud’u İran egemenliği altındaki Mezopotamya topraklarda derlendiğine göre Talmud yazarlarının kelimenin bu anlamından habersiz olmaları düşünülemez. Ancak, anlaşılan, bu anlam Aramice din ve hukuk literatürüne girmemiş; İranî ateşperestlere has yabancı bir sözcük olarak değerlendirilmiş.
Dîn sözcüğünün iki ayrı anlamı ancak Kuran Arapçasında bir araya gelmişler. Gibi görünüyor. 

Furkan
Furkanفرقان   ilk bakışta Arapça FRQ “ayırma, ayırt etme” kökünden basit bir masdar. Bellibaşlı klasik Arapça sözlüklerin hepsi (Sıhah, Muhkem, Kamus ve Tacül Arus; ayrıca Lane Lexicon) “doğru ile yanlışı ayırt etme” anlamını vermişler. Kamus’a göre ikinci anlamı “mantıkta ispat”, ki doğru ile yanlışı ayırt etme fikrinin devamıdır. Yine Kamus, “gün doğumundan önceki zaman” demiş, belli ki bu da nesneleri ayırt etmekle ilgili. Buraya kadar bir problem görünmüyor.
Kuran’da sözcük yedi yerde geçiyor. Bunları telif etmek o kadar kolay değil.
Enfal 41 nispeten basit: يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ “furkan günü, iki ordu karşılaştığında…” Kastedilen hadise Bedir savaşı ve bulabildiğim tüm yorumlar bunu “hak ile batılın ayrıldığı gün” olarak yorumlamış. Edip Yüksel daha sade, “ayrım günü” demiş. Sapla samanın veya akla karanın ayrıldığı gün de diyebiliriz sanırım.
Bakara 53: وَإِذْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَالْفُرْقَانَ “Musa’ya kitabı ve furkanı verdik.” Enbiya 48: وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى وَهَارُونَ الْفُرْقَانَ وَضِيَاء  “Musa ve Harun’a furkanı ve zıyaı (ışık) verdik.” Türkçe Kuran meallerinin çoğu burada geçen furkan’ı çevirmeye teşebbüs bile etmemiş. Birkaçı parantez içinde, belli ki tereddütle, “hak ile batılı ayırma ölçüsü” veya “doğru ile yanlışı ayırma yetisi” diye eklemiş. Edip Yüksel, daha cesurane, “yasalar kitabı” demiş.  Velakin ihtimaller bununla sınırlı değil. Beyzavi tefsirinde furkan “felak-ul bahr” demek diyenler vardır diyor, yani Musa’nın mucizesiyle Kızıldeniz’in yarılması. Lane, Kamus ve ‘Ubab’a istinaden bu yoruma değinmiş:  فرقان   : The cleaving of the sea,so it means [accord. to some] in the Kur. ii.53. (Obab, Kamus). Benim Hintli amcanın kullandığı Kuran meali de anlaşılan bu yorumu esas almış.
Furkan suresi 1, sözcüğü besbelli “Kuran” ile eş anlamlı kullanmış:  نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيرًا “alemlere uyarıcı olsun diye kuluna furkanı indirdi”. Enzîlendendiğine göre burada kastedilen şey kitap olmalı; “kul” sözcüğüyle kastedilenin Muhammed olduğu da bağlamdan belli. Türkçe meallerin çoğu buradaki sözcüğü yine çevirmeden bırakmış. Diyanet İşleri mealinin eski baskısı kafadan “Kuran” diye çevirmiş. Edip Yüksel, daha tutarlı, “Yasalar Kitabı” yorumunu sürdürmüş.
Ali İmran 4’te işler çetrefilleşmiş: Bir önceki ayette Tevrat ve İncil’den söz ettikten hemen sonra, مِن قَبْلُ هُدًى لِّلنَّاسِ وَأَنزَلَ الْفُرْقَانَ “daha önce insanlara yol gösteren furkan’ı indirdik”. Yorumların çoğu buradaki “daha önce” deyimini bir önceki ayete bağlayarak “daha önce İncil ve Tevratı indirmiştik, sonra Furkan’ı indirdik” diye okuyor. Ancak ayeti kendi içinde okursak, furkan’ın (her ne ise) Tevrat ve İncil’den ÖNCE indiğini kabul etmemiz gerekir. Acaba Furkan, bahsi geçen üç kitabın öncesinde varolan bir tür metafizik metin, Hıristiyan ve Gnostik öğretilerde geçen logos’un bir benzeri midir?
*
İslami kaynaklarımız şimdilik bu kadar. Merak edip Jastrow’a bakıyoruz. Pirkonâפִרְקונא   neymiş? “Bir köleyi veya rehin edilmiş bir malı bedel ödeyerek kurtarma, redemption, ransom;” Targum’da (yani Tevrat’ın Aramice mealinde) en az beş defa geçiyor. Ketuvim iv.4 ve iv.47’de şva yerine kamatz’la perakon פֵרָקון   biçimi kullanılmış, yine aynı anlam, “kurtulmalık”. [Pirkonâ’daki /â/ ismin mutlak halini gösteren bir gramer ekidir. İkincisi, Aramicede kelime başında /f/ yoktur, Arapçada da /p/ sesi yoktur. Aramice pe Arapça fe halini alır ve aynı harfle yazılır. Yani kelimenin aynı kelime olduğundan şüphe yok. Ama anlam bağı henüz anlaşılamıyor.]
Yahudi geleneğinde sözcüğün dinî bir anlamı anlaşılan pek yok; daha ziyade hukuki bağlamda kullanılmış. Ama Hıristiyan tarafına bakınca durum ayan beyan ortaya çıkıyor. Payne Smith sf. 465, porkanâ veya vav ile pûrkanâ: “kurtuluş, selamet, redemption,” bilhassa İsa’nın kendini kurban etmek suretiyle sağladığı ebedi selamet. Peşitta’da, yani İncil'in Süryanice çevirisinde yaklaşık 25 defa geçen bir sözcük. Yunancası sôtêria, bazen de apolytrôsis; Latincesi redemptio. Parokâ “kurtarıcı”, Hz. İsa’nın en sık kullanılan sıfatı. Arapçası Fârûk. [Süryanice Unicode yazıyı bir türlü beceremedim; ekranda kutu kutu çıkıyor. Kusura bakmayın.]
Derken jeton düşüyor. Bizim Ermeniceden bildiğimiz p’rkel փրկել (kurtarmak, selamete erdirmek) ve p’rkiçփրկիչ (kurtarıcı, İsa) neymiş acep? Acaryan’ın sözlüğüne bakıyoruz derhal, cilt 4, sf. 534: Evet, şüphe yok, üçü de Süryaniceden alıntıymış. Zeytinburnu'nda hastanesi bile var, Surp P’rgiç “Hazreti Kurtarıcı” anlamında. [Süryanice/İbranice pe Ermeniceye normal pe պ değil sert nefesli p’e փ şeklinde gelir. K կ sesi bizim Batı Ermenicesinde /g/ diye telaffuz edilir.]
Habeşçe İncil dilinde de fırkān ፍርቃን "selamet" imiş. Bu da Süryanice/Aramiceden alıntı olmalı. Nöldeke ve Schwally'ye istinaden Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Quran, sf. 227'de ayrıntılı bilgi var. Habeşçe İncil Kuran'dan aşağı yukarı yüz sene daha eski olduğuna göre, Habeşçe üzerinden gelen bir etki de düşünülebilir elbette.
*
Şimdi Kuran’daki ibareleri bir de bu açıdan okuyoruz. “Musa’ya kitabı ve selameti verdik.” Uyar mı? Uyar. Kulumuza selamet (kitabını, yolunu) indirdik.” Uyar. “Selamet günü iki ordu karşılaştı.” Bu da uyar, ama bu biraz zorlama olur.
Belki de sözcüğün bir esas Arapça anlamı var (“ayırt etme, akla karayı ayırma”), Enfal 41’de bu kullanılmış. Bir de Süryaniceden bulaşmış olan dinî anlamı var (“selamet, kurtuluş”). Olabilir mi acaba? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder