Swami Saraswati ile bundan 30-31 yıl önce, Hint felsefesiyle ilgilendiğim dönemde yüzeysel olarak tanışmıştım. "Akıllı bir adam" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Geçenlerde Zındıklar yazısı nedeniyle tekrar okudum. Bilgeliğinin genişliğinden ve aklının sükûnetinden etkilendim. Dinibütün bir Hindudur elbette, ama o kadar kusur hepimizde olur diyeceğiz.
Satyarth Prakaş (Hakikatin Zaferi) adlı eserinin 14. bölümünde yaptığı Kur'an eleştirisi bu konuda bugüne dek okuduğum en derli toplu yazılardan biridir sanırım. Türkçeye çevirmenin faydalı olacağına hükmettim. Facebook sayfamda her gün iki ayet hesabıyla tartışıyoruz. Buraya daha uzunca bölümleri topluca koyacağım. Hepsi 152 madde ve kısa bir sonuç yazısından ibarettir.
Buyurun, İslam dinine "dışarıdan" bir eleştiri. Hem de adam küstah Batılılardan değil, Doğulunun hası. İslam'ın "ilkel" ve "putperest" saydığı bir dinin önde gelen düşünürlerinden biri. Hazretin yaşamına dair bilgi İngilizce Wikipedia'da var. http://en.wikipedia.org/wiki/Dayananda_Saraswati Kitabın tamamını görmek isteyenler için İngilizcesi http://archive.org/details/satyarthprakashl00dayauoft
1. “Rahim ve rahman olan Allah’ın adıyla.” Sure 1, ayet 1.
Cevap: Müslümanlar Kuran’ın Allahın sözü olduğunu söyler. Oysa bu ayet yazarın başka biri olduğunu gösteriyor. Zira Allah’ın sözü olsaydı Allah’a değil halka hitap etmesi gerekirdi.
Eğer Allah [her işe] bu sözlerle başlanmasını bildiriyorsa uygun değildir, zira kötü işlere bu sözlerle başlamak Allah’ın adına leke sürer. “İyi işlere Allah’ın adıyla başla, kötü işlere değil” denilmesi gerekirdi. Bu haliyle ifade, kuşkuya yer bırakacak niteliktedir. Hırsızlık, zina, yalancılık ve diğer günahları işlemeye Allah’ın adıyla başlanacak mıdır? Müslüman kasaplar bu emre uygun olarak ineklerin ve başka hayvanlarının boğazını keserken “Bismillah” ifadesini kullanırlar. Eğer Allah’ın kastettiği buysa, demek ki Müslümanlar kötülük yapmaya Allah’ın adıyla başlıyorlar. Dolayısıyla Allah rahim olamaz, çünkü rahmeti dilsiz yaratıkları kapsamamaktadır. Yok eğer Müslümanlar ayetin anlamını yanlış yorumluyorsa, o zaman vahiy beyhudedir. Müslümanların yorumu yanlışsa doğru yorumu nedir?
Allah merhametli ve esirgeyici ise hayvanların korkunç acılarla öldürülmesine ve insanların keyfi için etlerinin yenmesine neden izin vermiştir? Bu hayvanlar günahsız değil midir ve Allah’ın yarattıkları değil midir?
SN notu: İlk bakışta basit bir mantık oyunu gibi görünen argümanı yazar ileride adım adım kahredici bir eleştiriye dönüştürecektir. Sabırla okuyalım.
2. “Hamd olsun alemlerin rabbi olan Allah’a. O rahim ve rahmandır.” (1.2-3)
Cevap: Allah tüm yaratıkların rabbi ve hepsinin esirgeyici ve bağışlayıcısı olsaydı Müslümanlara diğer dinlerin mensuplarını ve aşağı seviyedeki hayvanları öldürmeyi emretmezdi.
Allah bağışlayıcı ise günahkârları bağışlayıcı mıdır? Eğer öyleyse (aşağıda göreceğimiz üzere) kâfirleri, yani Kuran’a ve Peygamberine inanmayanları öldürmeyi emretmiş? Bundan da anlaşılacağı üzere Kuran Allah tarafından yapılmış olamaz.
3. “Yargı gününün sahibi. Yalnız sana taparız, yalnız senden yardım dileriz.” (1.4-5)
Cevap:Allah her zaman yargılamaz mı? Sadece belli bir gün mü yargılar? Eğer öyleyse, hükümdarlığı adaletten yoksundur. (…)
SN notu: Güçlü bir argüman. Kur’an tanrısının elindeki tek etkili enstrümanın kıyamet günü olduğu, bugünkü dünyada Allah’ın çoğu zaman çaresiz ve etkisiz göründüğü, birçok yorumcunun dikkatini çekmiş olan bir husustur. İslam dünyasında tipik olan öfke patlamalarının ardında bu çaresizlik hissi yatıyor olabilir mi?
4. “Nimet verdiklerinin yolunu bize göster, gazabına uğrayan ve yanlışa sapanların yolunu değil.” (1.6-7)
Cevap:Müslümanlar önceki yaşamlara ve o yaşamlarda işlenen iyilik ve kötülüklere inanmadığı için, Allah’ın bazı kimseleri nimetlendirmesi ve onlara merhamet göstermesi ve diğer bazı kişileri bundan mahrum bırakması adaletsizliktir. Zira hak ve hata gözetmeksizin ödül ve ceza dağıtmak adaletsizliktir. Bazılarına merhamet edip bazılarına hiçbir geçerli neden olmaksızın gazap göstermek doğanın düzenine aykırıdır. Önceki hayatlarda biriktirilmiş iyilik ve kötülüklerin yokluğunda, bazılarına nimet ve diğerlerine gazap göstermek adalet duygusuyla bağdaştırılamaz. (…)
SN notu: Hindu reenkarnasyon öğretisinin işlevi burada net olarak görülüyor. Eğer tanrı sebepsiz yere bazılarına nimet bazılarına gazap gösteriyorsa adaletsiz bir tanrıdır – meğer ki farklı muamelenin sebebi, kişinin önceki yaşamlarda işlediği günah ve sevaplar olsun! Reenkarnasyon çözümünü reddedersek, tanrının (eğer varsa ve tekse) adil olmadığını kabul etmekten başka çare kalmaz.
5. “Bu kitapta şüphe yoktur; takva sahiplerine, gaybe iman edip namaz kılan ve kendilerine verdiğimiz nimetleri doğru kullananlara doğru yolu gösterir. Onlar sana indirilene ve senden öncekilere indirilenlere ve ahirete iman ederler. İşte onlar kurtuluşa erecektir. İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir; onlar inanmazlar. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde perde vardır. Büyük azap onlar içindir.” (2.1-6)
Cevap: Allah’ın kendi kitabını övmesi kibir belirtisidir.
Takva sahibi olan zaten kendiliğinden doğru yoldadır, yanlış yolda olanlara ise bu Kuran doğru yolu gösteremez. O halde bu kitabın faydası nedir? Allah nimetlerini bağışlarken hak ve emeğe riayet etmez mi? Etmez ise, niye nimetinden herkesi faydalandırmaz?
İncil’e ve diğer kitaplara inanmak uygunsa niye Müslümanlar onlara Kuran’a inandıkları gibi inanmazlar? Yok eğer onlara inanıyorlarsa o zaman Kuran’a ne gerek vardır? Kuran’da diğerlerinde olmayan şeyler varsa, o zaman Allah’ın önceki kitaplarda bu şeylerden söz etmeyi unutmuş olması gerekir. Yok unutmadıysa, Kuran’ı indirmesi gereksizdi.
Birkaç istisnayla Kuran ve İncil’in öğretilerinin birbirine benzediğini görüyoruz. O zaman Allah neden Veda gibi tek kitap yapmadı?
Dünyanın sonu öğretisine inanmak ve başka türlü inanmamak şart mıdır? Tanrı tarafından yol gösterilenler sadece Müslümanlar ve Hıristiyanlar mıdır? Onlar arasında günahkârlar yok mudur? Sadece takva sahibi Hıristiyan ve Müslümanlar kurtulacak fakat diğer iyi insanlar kurtulmayacaksa bu büyük bir adaletsizlik ve kanunsuzluk değil midir?
Eğer Allah inanmayanların kalplerini ve kulaklarını mühürlediği için bu insanlar günah işliyorsa, o zaman suç bu insanların değil Allah’ındır. İyiyi kötüden ayırt etme yetileri yoksa, bu özgürlüğe sahip değilseler, Allah onlara neden ödül veya ceza vermektedir?
SN notu: Ahlak felsefesinin temel paradokslarının kısa ve şık bir özeti.
Hindu dininin temel dayanağı olan Veda, bin yıllık bir sürede oluşturulmuş, toplam yaklaşık 1800 sayfayı bulan çok sayıda metinden oluşur. Dördüncü paragrafta yazar, Allah’ın vahiyleri madem birbirini tamamlayıcı niteliktedir neden Veda gibi bir koleksiyon yapmamış diye soruyor.
6. “Kalplerinde hastalık vardır, ve Allah bu hastalığı artırmıştır.” (2.9)
Cevap: Kendilerinin bir kabahati olmadığı halde Allah kalplerindeki hastalığı artırmış! Onlara merhamet göstermemiş! Bu Şeytan’dan daha büyük şeytanlık değil midir? Kiminin yüreğini mühürlemek, kiminin hastalığını artırmak tanrının işi olamaz; çünkü hastalığı artıran şey günahtır.
SN notu: İnsanların kalbindeki kötülüğün müsebbibi Allah olabilir mi? Yoksa “Şeytan” öğretisi acaba buradaki bariz ahlakî çıkmazı aşmak için mi öne sürülmüştür?
8. “Kulumuza indirdiğimizden şüphedeyseniz, siz de ona benzer bir sure meydana getirin; doğrulamak için, Allah'tan başka tanıklarınızı da çağırın. Fakat yapamazsanız (ki yapamıyacaksınız), o zaman inkârcılar için hazırlanan ve yakıtı insanlar ile taşlar olan ateşten korkun.” (2.22-23)
Cevap: Kur’an surelerine benzer bir sure yazmak zor mudur? Ekber zamanında Feyzî hiç noktalı harf kullanmadan bir Kur’an tefsiri yazmadı mı? […]
Kuran’da inanmayanlar için hazırlanan cehennem gibi Purana’lar da Sanskritçe bilmeyen malekşa’lar için hazırlanan korkunç cehennemden söz ederler. Şimdi bunlardan hangisine inanacağız? Kendi ifadelerine göre kendileri cennete gidecektir; oysa karşı tarafın ifadesine göre cehenneme gideceklerdir. Dolayısıyla söyledikleri kanıttan yoksundur. Hakikatte her dinde adil ve iyi olanlar nimet ve kötüler eziyet görür.
SN Notu: Feyzî (1547-1595) Muğal sultanlığı döneminin en büyük divan şairidir. Genceli Nizamî’nin eserlerine nazire yazdı. Kuran tefsiri ve tasavvufi eserleri vardır. Swami’nin sözünü ettiği noktasız tefsire dair bilgi bulamadım. (“Noktasız” aynı zamanda “kusursuz” anlamına gelir. Arapça veya Urducayı noktalı harf kullanmadan yazma cambazlığı, George Perec’in hiç e harfi kullanmadan yazdığı romanı anımsatıyor.)
Purana’lar Hindu geleneğinde efsanevî tarih anlatılarıdır. Malekşaveya mleccha म्लेच्छ (“barbar, kâfir”) erken devir Sanskrit kaynaklarında, Aryan olmayan Hindistan yerlilerine verilen addır.
9. “İnananlara ve iyi işler yapanlara, içinden ırmaklar akan cennetleri müjdele. Oranın mahsullerinden yediklerinde “bunlar daha önce yediklerimizin aynısıdır” diyecekler. Ve orada onlar için hep kalıcı olan temiz eşler vardır.” (2.24)
Cevap: Eğer böyleyse Kuran’ın cenneti bu dünyadan hangi bakımdan daha iyidir? Bu dünyada olan mahsullerin orada da olduğu belirtilmiştir. Tek fark, Cennettekilerin buradakiler gibi doğup ölmemeleri ve oradaki temiz eşlerin, dünyadakilerin aksine, sonsuza dek yaşamalarıdır. Peki bu eşler, kıyamet gününe kadar vakitlerini nasıl geçirecektir? Diyelim ki Allah’ın hizmetinde iyi işler yaparak geçirecek olsunlar. (…) O zaman Allah’ın bu kadınlara olan sevgisi erkeklere olan sevgisinden büyüktür, zira kadınların ebediyen cennette yaşamasına izin vermiş fakat erkeklere izin vermemiştir. Öbür türlü, bu kadınların Allah’ın rızasını kazanmadan sonsuza dek cennette yaşamasına nasıl izin verilmiştir?
SN notu: Cevabın ilk kısmı, Yunus Emre dahil olmak üzere, her Kuran eleştirisinin standart kalemlerinden biridir. İkinci bölüm daha ilginç. Cennet eşleri, yaptıkları iyi işler için mi cennetle ödüllendirildiler? Yoksa Allah sebepsiz yere bazılarını kayıran keyfî bir despot mudur?
10. “Allah Adem’e tüm varlıkların isimlerini öğretti. Sonra onları meleklere göstererek ‘doğruyu biliyorsanız bunların adını bana söyleyin’ dedi. (Onlar bilemeyince) ‘Ey Adem onlara bildir,” dedi. Adem onlara (tüm nesnelerin) adını bildirdi. O zaman Allah ‘Ben size demedim mi ki göklerin ve arzın sırlarını ben bilirim, ve sizin açtığınızı ve gizlediğinizi de ben bilirim?’” (2.29-31)
Cevap: Allah’ın kendi büyüklüğünü kanıtlamak için melekleri kandırması uygun mudur? Böyle kibirli bir eylemi hiçbir bilge kişi onaylamaz ve kimse böyle bir davranıştan onur kazanmaz. Allah böyle bir gösteriyle her şeyi bildiğini kanıtlamak mı istemiştir? Bu türden bir büyüklük gösterisi ilkel ve vahşi toplumlarda etkili olabilir, fakat medeni toplumlarda asla.
11. “Meleklere ‘Adem’e secde edin’ dediğimizde melekler secde ettiler. Fakat İblis direndi ve büyüklendi, ve böylece kâfirlerden oldu.” (2.32)
Cevap: Allah’ın her şeyi (yani geçmişi, şimdiyi ve geleceği) mutlak olarak bilmediği bu ayetten anlaşılıyor. Bilseydi İblis’i yaratır mıydı? Ayrıca Allah’ın her şeye mutlak olarak kadir olmadığı anlaşılıyor, zira Şeytan onun emrine karşı geldiği halde Allah ona bir şey yapamamıştır.
Şeytan tek başına Allah’a meydan okumuş ve başarmışsa, milyonlarca Müslüman-olmayanın bulunduğu bir dünyada Müslümanlar ve onların Allah’ı nasıl başarılı olacaktır?
Allah [Adem’e secde edilmesini emrettiği halde] bazı insanların hastalığını artırmakta ve bazılarını yanlış yola sevketmektedir. Allah bu şeyleri belki Şeytan’dan öğrenmiş olabilir. Şeytan ise kötülüğü Allah’tan öğrenmiş olmalıdır, zira Şeytan’ın bilgi kaynağı ancak Allah olabilir.
SN notu: Yeryüzünde kötülüğün varlığını tanrı fikriyle bağdaştırma çabasına Batı geleneğinde teodise (Yun théodikaia, İng theodicy, Fr theodicée) adı verilir. İslami teodisenın bu noktada vermiş olduğu ve verebileceği cevapların HEPSİ, özünde “biz bilemeyiz Allah bilir” önermesine indirgenebilir. Bu önerme ise, hakikati açıklamakta Allah hipotezinin faydasız olduğunu itiraf etmekle eş anlamlıdır. Bana sorarsanız QED. Ama daha geriye 141 maddemiz kaldı.
12. “Ve dedik ki, ‘Ey Adem, sen ve eşin cennette oturun, ve onun nimetlerinden bol bol yararlanın. Ancak bu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz. Fakat Şeytan onların ayağını kaydırıp oradan çıkmalarını sağladı. Dedik ki: ‘Kendi aranızda düşmanlıkla aşağı inin ve bir müddet geçiminizi dünya yüzünde temin edin. Adem bunun üzerine Rabbinden bazı kelimeler öğrendi ve yer yüzüne indi.” (2.33-35)
Cevap: Bu Allah uzak görüşlülükten yoksundur. Çünkü önce onlara cennetin nimetlerini ihsan etti, sonra onları cennetten kovdu. Olacakları bilseydi onlara öyle bir nimet ihsan eder miydi? Kandırıcı Şeytan’ı cezalandırmaktan aciz olduğu anlaşılıyor.
O ağacı kimin için yarattı? Kendisi için mi, başkaları için miydi? Başkaları için ise Adem’e niye o ağacı yasak etti? Böyle şeyler tanrıya yakışmaz, ve dolayısıyla bu kitap tanrının kitabı olamaz. (…)
Adem yeryüzüne nereden indi? Cennet bir dağ mıdır yoksa gökte midir? Aşağıya kuş gibi uçarak mı indi, taş gibi düştü mü? Bu sorular yerindedir zira Adem’in topraktan yaratıldığını öğrenmiş bulunuyoruz.
Dünyevi bir vücuda sahip olan her yaratık ölümlüdür. Cennette oturanlar ölünce nereye giderler? Ölüm olmayan yerde maddi varlık olmaz. Maddi varlık olan yerde mutlaka ölüm de vardır. Dolayısıyla cennetteki temiz eşlerin sonsuza dek yaşadığına ilişkin Kuran öğretisi de doğru olamaz.
SN notu: Adem’in topraktan yaratılma hikâyesiyle cennetten kovulma hikâyesi birbiriyle tutarsızdır. Ölümlü bir varlığın cennette ne işi var?
Yazar, mecazi bir hikayeyi kavrayamayacaklardan değildir. EĞER Adem topraktan yaratıldıysa topraksız diyarlarda ne işi var diye soruyor.
13. “Korkun o günden! O gün kimse kimsenin yerine bedel ödeyemeyecek, kimsenin şefaati kabul edilmeyecek, kimseden kurtulmalık alınmayacak ve kimseye yardım edilmeyecek.” (2.46 [48])
Cevap: Yalnız o günden mi korkacağız? Kötülük ederken her zaman korkmamız gerekir.
O gün şefaat kabul edilmeyecek ise, bu [diğer zamanlarda] tanrının tavsiye ve aracılık kabul ettiği anlamına mı gelir? Böyle bir şey olabilir mi?
Tanrı sadece cennettekilere yardım eder ve cehennemdekilere etmez mi? Eğer öyleyse tanrı adil değildir.
SN notu: Cevabın birinci bölümü Hinduların “karma” düşüncesine matuftur. Kötülüğün her an ve sürekli olarak cezalandırıldığı fikrini yazar apokaliptik bir mahkeme fikrinden daha insancıl ve felsefi anlamda daha tatmin edici buluyor.
Fakat yazarı asıl rahatsız eden konu “partizan” bir tanrı kavramıdır. Kendisinden yana olanları (ya da bilinmeyen bir nedenle seçtiklerini) sürekli olarak kayıran, karşı kampın mensuplarını (veya bilinmeyen bir nedenle dışladıklarını) acımasızca kahreden bir tanrı, Kuran dinine “ilkel” lezzetini veren en belirgin unsurdur.
14. “Biz Musa’ya kitabı ve mucize gücünü [el-furkan] verdik.” (2.50 [52]) “Aranızdan sebt [şabat] gününe riayet etmeyenlere ‘hakir maymunlar olun’ dedik. Ve bu cezayı o gün yaşayanlara ve sonradan gelecek olanlara ibret ve müminlere öğüt olarak verdik.” (2.60-61 [63-64])
Cevap: Allah yasa kitabını Musa’ya verdi ise, Kuran’a ne gerek vardı? İyiyi kötüden ayırt etmenin öğretisi her zaman aynı ise, aynı şeyi iki kere yazmak vakit kaybı ve tekrardır. Allah Kuran’da yazdıklarını Tevrat’ta yazmayı unuttu mu?
Tevrat’ta ve Kuran’da tanrının Musa’ya mucize gücü verdiği yazılıdır. Ancak buna inanmak yerinde değildir, zira o zaman olan bir şeyin bugün de olabilmesi gerekir. Tıpkı bugün birtakım çıkarcı kişilerin cahil insanları kandırarak kendilerine ermiş görüntüsü vermeleri gibi o zaman yapılan şey de kandırmaca olmalıdır. Yoksa tanrının gerçek hizmetkârları bugün de var, onlara neden mucize gücü verilmiyor?
Eğer Allah sebt’e riayet etmeyenleri maymuna çevirdi ise bu da kandırmaca ve göz boyayıcılıktır. Böyle yöntemlere başvuran kimse tanrı olamaz ve böyle şeyleri içeren bir kitap tanrının işi olamaz.
SN notu: Yazar Bakara 50. (Türkiye’de kullanılan sisteme göre 52.) ayette geçen furkan فرقان sözcüğünü, yaygın bir geleneğe uyarak “mucize gösterme gücü” olarak yorumluyor. Diğer yaygın görüş, bu sözcüğün “ayırt etme yetisi” anlamına geldiğidir. Arapça sözcüğün eşdeğeri ve muhtemelen aslı olan Aramice purkan פרקן ise, Yahudi tefsir literatüründe “selamet, kurtuluş, halâs” anlamında kullanılır. Ancak bu noktadaki yorum farkları argümanın özünü etkilemez. Zira bunu izleyen on küsur ayette Musa’nın mucizeleri anlatılmıştır.
15. “İşte Allah ölüleri böyle diriltir ve anlamanız için size ayetlerini/simgelerini gösterir.” (2.67 [73])
Cevap: Allah o zaman ölüleri dirilttiyse bugün niye diriltmiyor? Kıyamet gününe dek neden beklemeleri gerekiyor?
Tanrının [bize gösterdiği] işaretler bu kadar sınırlı mıdır? Dünya, güneş, ay ve diğer şeyler de tanrının mucizeleri değil midir? Yeryüzündeki her şeyde gördüğümüz düzen ve tasarım tanrının bize gösterdiği bir işaret değil midir?
SN notu: “Müslümanlık da yerde ve gökte olan diğer şeyleri tanrının mucizesi sayar,” evet, tabii, kuşku yok. Yazar bunu inkâr etmiyor. Eğer bunlar mucizeyse, neden [Musa zamanında] doğa düzenine aykırı mucizeler gösterme gereği duymuş diye soruyor.
16. “İman edip iyi işler yapanlar cennetlik olacak ve sonsuza dek orada kalacaktır.” (2.75 [82])
Cevap: Hiçbir yaratık sonsuz iyilik ve sonsuz kötülük gücüne sahip değildir. Dolayısıyla sonsuza dek cennette veya cehennemde olamaz. Tanrı buna izin verse adaletsiz ve cahil olurdu. Her şey dünyanın son gününde yargılansa, iyi eylemler ve kötü eylemler eşit çıkar. Eylemler sonsuz [mutlak] olmadığına göre, sonuçları nasıl sonsuz [mutlak] olabilir?
Dünyanın yedi veya sekiz bin yaşında olduğunu söylüyorlar ise, tanrı o tarihten önce boş mu duruyordu? Kıyametten sonra tanrı boş mu duracaktır? Bu tür ifadeler bir çocuğun saçmalıklarından fazla bir değer taşımaz. Zira tanrı, her zaman etkindir. Herkesi iyiliğine ve kötülüğüne göre her zaman yargılar. Bu nedenle Kuran’ın öğretisi doğru değildir.
SN notu: Gerçek dünyanın ahlaki karmaşıklığı karşısında, tek bir yargı günü ile sonsuz ceza veya sonsuz ödül öngören sistemi yazar adaletten ve mantıktan yoksun buluyor. Sanırım en temel doktrin eleştirisi budur.
17. “Birbirinizin [kardeşlerinizin] kanını dökmeyeceğinize ve birbirinizi yurtlarından çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. Bunu kabul etmiş ve tanık olmuştunuz. Oysa siz buna rağmen birbirinizi [kardeşlerinizi] öldürmeye, aralarınızdan bazılarını yurtlarından sürmeye ve kötülükte yardımlaşmaya devam ettiniz.” (2.77-78 [84-85])
Cevap:Yemin [sözleşme] alıp vermek tanrıya mı insana mı uyan davranıştır? Allah her şeyi bilen ise, neden cimri bir tüccar gibi davranmış?
Kardeşlerini öldürmemek ve dindaşlarını yurtlarından sürmemek iyi bir ilke değildir, zira dindaş olmayanların kanının dökülebileceği ve onların yurtlarından sürülebileceği anlamına gelir. Bu ise bir cehalet ve tarafgirlik ilkesidir.
Allah verdikleri sözden döneceklerini önceden bilmiyor muydu? Eğer biliyor idiyse, buna rağmen yemini [sözleşmeyi] kabul etmesi ahlaklı bir davranış değildir.
SN notu: Cevabın ikinci paragrafı etkileyicidir. Yahudilik aleyhine her zaman ileri sürülen bu argümanın, aynı ölçüde İslam aleyhine kullanılabileceği gerçeği çoğu zaman gözden kaçırılır. [İki ayrı düzlemde, 1. Kuran tanrısı Yahudilerle yaptığı sözleşmeyi aynen ikrar eder ve Yahudileri o sözleşmeye uymamakla suçlar, 2. Kuranda Müslümanların birbirine karşı gözetmekle mükellef oldukları ahlak ilkeleri ile gayrımüslim ve kâfirlere karşı uygulamaları emredilen ahlak ilkeleri farklıdır. Bu da Kuran dininin, evrensel nitelikte bir ahlak öğretisinden uzak, dolayısıyla (Kantçı anlamda) ahlaksız bir öğreti olduğunun kanıtıdır.]
Allah’ın bireyleri kale almadan bir kavimle sözleşmesi, ve hatalarından ötürü bütün bir kavmi cezalandırması, aşiret mantığının bir tezahürü olarak değerlendirilebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder